Previous Page  58-59 / 140 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 58-59 / 140 Next Page
Page Background

zaten futbolcudan da öte bir mar-

kaya dönüşmüştü. Forvetteki

Wayne Rooney ise kendi kuşağının

en heyecan verici genç yeteneği

olarak görülmekteydi.

İngilizlerin zaten uzun yıllardır Av-

rupa futbolunda zirveye oynamaya

çalışan köklü ekipleri vardı. Liver-

pool, Manchester United ve Arsenal

gibi… Bir diğer avantajlarıysa, sü-

rekli olmasa da geçmişte dönem

dönemAvrupa’nın en iyileri arasına

adlarını yazdırabilen takımları da

vardı. NottinghamForest, Aston

Villa, Leeds United ve Chelsea gibi.

Üstelik İngiliz ekiplerinin statları en

az 20-25 bin kişi almaktaydı ve

hemen her maç da kapasitelerini

zorlamaktaydı.

Az önce saydığımız avantajların ya-

nına bir de bunlar eklenince, 2000’li

yıllarda İngiltere’den çok fazla kulü-

bün yabancı sermaye tarafından

satın alınmaya başlandığını ve bu

yeni, para babası kulüp sahiplerinin

de transferde hayli bonkör davran-

dığını da görmekteydik. Bu duruma

dair verilebilecek en popüler örnek

de kuşkusuz Chelsea’nin Rus pat-

ronu Roman Abramovich’ti. Nere-

deyse her transfer döneminde

Chelsea’ye yıldız oyuncular transfer

ettiği gibi, Mavileri sürekli Premier

Lig’de zirveye oynayan ve Avru-

pa’da da kupa kovalayan bir takım

haline getiren Abramovich, haliyle

Premier Lig’in söz konusu yük-

selme döneminin de kahramanla-

rından biri oluyordu. Daha sonra

Manchester City de Arap sermayesi

tarafından sahiplenilince, benzer bir

yapıyla burada da karşılaşılacaktı.

Chelsea ve Manchester City kadar

olmasa da diğer birçok kulüp de

önemli zenginler tarafından satın

alınmıştı ve İngiliz kulüplerinin

transfere harcadıkları para da gün

geçtikçe hızla artmaktaydı.

İşler tersine mi dönüyor?

Ne var ki, son birkaç yılda İngiliz

ekiplerinin Avrupa kupalarında çiz-

diği performansa baktığımızda bir

yerlerde bir terslik olduğunu sez-

mekte de zorlanmıyoruz. Geride

kalan üç sezonda, İngiliz takımları

Şampiyonlar Ligi’nde en fazla yarı

final görebildi. O da 2013-14 sezo-

nunda Chelsea ile… Bu noktaya

kadar gelebilen başka bir İngiliz

takımı olmadığı gibi 2012-13 ve

2014-15 sezonlarında Şampiyonlar

Ligi’nde çeyrek finale gelindiğinde

turnuvada tek bir İngiliz ekibi bile

kalmamıştı. İçinde bulunduğumuz

sezondaysa Manchester United bu

turnuvaya ilk turda veda ederken

Manchester City, Chelsea ve Arse-

nal ikinci tura yükselmeyi başardı.

Ancak Barcelona ile eşleşen Arse-

nal ve Paris St. Germain’e rakip olan

Chelsea, bu eşleşmelerde favori ola-

rak görülmüyor ve bir sürpriz yap-

mazlarsa da muhtemelen çeyrek

finale kalan tek İngiliz, ikinci turda

Dinamo Kiev’le eşleşen Manchester

City olacak.

Peş peşe beş Şampiyonlar Ligi fina-

line altı takımgönderilen günler-

den, üstelik aradan çok da uzun bir

süre geçmemesine karşın, çeyrek

finale bile takımyollanmakta zorla-

nılan bir döneme gelinmesi, İngiliz

kulüplerinin, haliyle Premier Lig’in

yaşadığı düşüşün en net göstergesi

olsa gerek. Peki, neden böyle oldu?

Ne değişti de Premier Lig birden

gazı kaçmış kola tadına geldi?

Messi-Ronaldo rekabeti

sorunu

Herhalde bu doğrultudaki ilk büyük

kırılma noktası, Cristiano Ronal-

do’nun 2009’da Manchester Uni-

ted’dan rekor bir bedelle Real

Madrid’e transfer olmasıydı. Trans-

ferin gerçekleştirdiği dönemde

zaten bir süredir dillendirilmekte

olan bir soru vardı: “Messi mi Ro-

naldo mu?” Dünyanın en iyi iki

oyuncusu olarak görülen bu iki isim

artık La Liga çatısı altında yer ala-

caklardı. Hemde dünya futbolunun

belki de en popüler rekabeti olan

Real Madrid-Barcelona rekabetinin

iki ayrı tarafında… Bundan böyle

her El Clasicomücadelesi, aynı za-

manda bir Messi-Ronaldo derbisi

olarak da görülecekti. Bu da futbol-

severlerin başlıca ilgi odağının La

Liga haline gelmesi doğrultusunda

çok önemli bir gelişmeydi. Aslında

genel olarak La Liga’ya karşı özel bir

merak oluşacağını söylemek güçtü

ama Real Madrid-Barcelona reka-

beti, zaten zirvede olan popülarite-

sini birkaç kat daha artırmıştı ve

sadece bu rekabete odaklanan ilgi

bile, Premier Lig’in takip edilme açı-

sından kan kaybı yaşayacağına de-

laletti.

Öte yandan, Premier Lig’in

2000’lerin ortalarında bünyesinde

topladığı yıldızlarsa eskimekteydi,

hatta bir kısmı İngiltere’den çoktan

ayrılmıştı. Sadece son yıllarda,

Frank Lampard ve Steven Gerrard

gibi “İngiliz futbolu ve Premier Lig”

dendiğinde akıllara gelecek ilk

isimler olan futbolcuların emeklilik

ikramiyesi amacıyla rotayı ABD’ye

çevirmeleri bile bu anlamda büyük

kayıptı. Hoş, bu isimler İngiltere’de

kalsalardı da ikisinin yaşları top-

lamı 70’i geçmiş olacaktı, o da ayrı

mesele.

Premier Lig’de son dönemde birey-

sel olarak en çok sivrilen isim,

muhtemelen Luis Suarez’di. 2012-

2014 arasında Liverpool formasıyla

iki sezonda 54 lig golüne imzasını

atan Uruguaylı yıldız, az kalsın Kır-

mızıların 24 yıllık şampiyonluk

hasretinin sonlanmasında da baş-

rolü oynayacaktı. Ancak o sezonun

sonunda Suarez de Barcelona tara-

fından transfer edildi. Keza Premier

Lig’in son dönemde parlayan bir

diğer yıldızı olan Gareth Bale da

Suarez’den bir yıl evvel Real Mad-

rid’e transfer olmuştu. Yani az evvel

de değindiğimiz Real Madrid-Bar-

celona rekabeti iyiden iyiye bir

“Yıldız Savaşları” halini alırken,

bu rekabeti besleyen neredeyse her

yeni yıldız aynı zamanda Premier

Lig adına da önemli bir kan kaybı

yaratıyordu.

Sir Alex olmayınca olmuyor

Premier Lig’in tadını kaçıran bir

başka önemli gelişmeyse, 2013 ya-

zında, Sir Alex Ferguson’ın emekli

olmasıydı. Manchester United’ı ça-

lıştırdığı 27 sezonda kulübe 13 Pre-

mier Lig, iki de Şampiyonlar Ligi

şampiyonluğu yaşatan Ferguson,

Kırmızı Şeytanları dünyanın en

büyük futbol markası haline getir-

mişti. Tabiî böyle bir markanın var-

lığı da Premier Lig’in değerine değer

katmaktaydı. Ferguson’ın

emekliliği sonrasındaysa Uni-

ted’ın performansında çok ciddi

bir düşüş yaşandı.

Başlangıçta bu düşüşün sebebi

olarak, Ferguson’ın halefi olan

David Moyes’in United için ye-

terli çapta bir teknik adam ol-

madığı görüşü ağır basıyordu

fakat Moyes’ten sonra işbaşı

yapan ve dünya futbolunun en

tecrübeli teknik adamlarından

biri olan Louis van Gaal’ın da ya-

raya merhemolamaması, Fer-

guson ile United birlikteliğinin

bambaşka bir kimya yaratmış

olduğu gerçeğini iyiden iyiye ortaya

koydu. Ferguson’ınki gibi bir Uni-

ted’ın artık olmadığı Premier Lig’de

de zirve mücadeleleri elbette eskisi

kadar keyifli olmayacaktı.

Son olarak, Premier Lig’in yaşadığı

tökezlemedeki önemli bir faktörün

de Bayern Münih önderliğinde Bun-

desliga’nın gösterdiği çıkış olduğu

söylenebilir. 2008 itibarıyla UEFA

sıralamasında İngiltere 75 küsur

puanla liderken, Almanya 48 küsur

puanla beşinci durumdaydı. Güncel

sıralamadaysa Almanya 75 küsur

puanla ikinci sıraya çıkmışken, İn-

giltere 72 küsur puanla üçüncülüğe

gerilemiş durumda… Bayern

Münih’in yıllardır Bundesliga’yı do-

mine etmesi ve burada kazandığı

güç sayesinde zamanla Şampiyon-

lar Ligi’nin de en etkili takımların-

dan birine dönüşmesi, hiç kuşkusuz

Bundesliga’nın değerini de bir hayli

yukarı çekti. Keza, 2006 Dünya Ku-

pası için yenilenen veya sıfırdan

inşa edilen statlar da Alman futbo-

luna büyük katkı sağladı ve Bun-

desliga’ya olan ilgi arttıkça Premier

Lig’e karşı da insanlarda bir soğuma

oluşmaya başladı.

Yakında kartlar yeniden

dağıtılacak

Toparlamak gerekirse Premier Lig,

2005-2010 arasındaki altın döne-

mine kıyasla artık daha az futbol

ikonuna sahip. Bu zaten izleyicileri

uzaklaştıracak bir etken. Tabiî İngil-

tere’de durmayan söz konusu futbol

ikonları onun yerine La Liga’da veya

Bundesliga’da boy gösteriyorsa,

bu da diğer liglerle olan rekabette

büyük bir handikap. Yıldızların

eksilmesiyse, başarı yüzdesini de

düşürmekte ve bu da ilgiyi ayrıca

azaltmakta. Bir tür kısır döngü

yani…

Premier Lig’in bu durumdan kur-

tulmak adınaysa yine de 1990’ların

ikinci yarısında, bu alandaki üstün-

lüğünü kendisine devreden Serie

A’ya kıyasla önemli avantajları var.

Bir kere kulüplerinmâli gücü çok

daha fazla... Serie A’nın geride kal-

maya başladığı dönemde İngiliz ku-

lüpleri bir anda gelir dengesini de

ciddi biçimde bozacak kadar zen-

ginleşmişlerdi ve İtalyan kulüpleri

buna karşı bir hamle yapamamıştı.

Şu andaysa İngilizler adına buna

benzer bir dezavantaj yok. Bir başka

umut verici noktaysa, TV yayınları

açısından Premier Lig’in hâlâ en iyi

pazarlanan lig olması. Ortada böyle

bir pazar varken kulüplerinmâli

olarak güçlü kalması da, yabancı

yatırımcıların İngiliz kulüplerine

olan ilgisinin sürmesi de gayet nor-

mal. Bu da orta ve uzun vadede mu-

hakkak İngiliz kulüplerinin elini

güçlü kılacaktır.

Kısa vadedeyse Premier Lig’in bir

müddet daha sabretmesi gereke-

cek gibi. Zira Messi ve Ronaldo La

Liga’da oynadığı müddetçe mevcut

şartların değişmesi pek kolay

değil. Ancak bu sezon biti-

minde Messi’nin 29, Ronal-

do’nunsa 31 yaşında olacağı

hesaba katılırsa, bu özel reka-

betin önünde en fazla dört-beş

sene daha olduğu, sonrasın-

daysa Avrupa futbolunda kart-

ların yeniden dağıtılmaya

başlanacağı aşikâr. İşte o dağı-

tım esnasında çok büyük yö-

netimsel hatalara imza

atmazlarsa, 2020’li yıllarda İn-

giliz kulüplerini yeniden Avru-

pa’nın zirvesinde görmek hiç

de şaşırtıcı olmayacaktır.

Christiano

Ronaldo

Alex Ferguson

58

59