

zaten futbolcudan da öte bir mar-
kaya dönüşmüştü. Forvetteki
Wayne Rooney ise kendi kuşağının
en heyecan verici genç yeteneği
olarak görülmekteydi.
İngilizlerin zaten uzun yıllardır Av-
rupa futbolunda zirveye oynamaya
çalışan köklü ekipleri vardı. Liver-
pool, Manchester United ve Arsenal
gibi… Bir diğer avantajlarıysa, sü-
rekli olmasa da geçmişte dönem
dönemAvrupa’nın en iyileri arasına
adlarını yazdırabilen takımları da
vardı. NottinghamForest, Aston
Villa, Leeds United ve Chelsea gibi.
Üstelik İngiliz ekiplerinin statları en
az 20-25 bin kişi almaktaydı ve
hemen her maç da kapasitelerini
zorlamaktaydı.
Az önce saydığımız avantajların ya-
nına bir de bunlar eklenince, 2000’li
yıllarda İngiltere’den çok fazla kulü-
bün yabancı sermaye tarafından
satın alınmaya başlandığını ve bu
yeni, para babası kulüp sahiplerinin
de transferde hayli bonkör davran-
dığını da görmekteydik. Bu duruma
dair verilebilecek en popüler örnek
de kuşkusuz Chelsea’nin Rus pat-
ronu Roman Abramovich’ti. Nere-
deyse her transfer döneminde
Chelsea’ye yıldız oyuncular transfer
ettiği gibi, Mavileri sürekli Premier
Lig’de zirveye oynayan ve Avru-
pa’da da kupa kovalayan bir takım
haline getiren Abramovich, haliyle
Premier Lig’in söz konusu yük-
selme döneminin de kahramanla-
rından biri oluyordu. Daha sonra
Manchester City de Arap sermayesi
tarafından sahiplenilince, benzer bir
yapıyla burada da karşılaşılacaktı.
Chelsea ve Manchester City kadar
olmasa da diğer birçok kulüp de
önemli zenginler tarafından satın
alınmıştı ve İngiliz kulüplerinin
transfere harcadıkları para da gün
geçtikçe hızla artmaktaydı.
İşler tersine mi dönüyor?
Ne var ki, son birkaç yılda İngiliz
ekiplerinin Avrupa kupalarında çiz-
diği performansa baktığımızda bir
yerlerde bir terslik olduğunu sez-
mekte de zorlanmıyoruz. Geride
kalan üç sezonda, İngiliz takımları
Şampiyonlar Ligi’nde en fazla yarı
final görebildi. O da 2013-14 sezo-
nunda Chelsea ile… Bu noktaya
kadar gelebilen başka bir İngiliz
takımı olmadığı gibi 2012-13 ve
2014-15 sezonlarında Şampiyonlar
Ligi’nde çeyrek finale gelindiğinde
turnuvada tek bir İngiliz ekibi bile
kalmamıştı. İçinde bulunduğumuz
sezondaysa Manchester United bu
turnuvaya ilk turda veda ederken
Manchester City, Chelsea ve Arse-
nal ikinci tura yükselmeyi başardı.
Ancak Barcelona ile eşleşen Arse-
nal ve Paris St. Germain’e rakip olan
Chelsea, bu eşleşmelerde favori ola-
rak görülmüyor ve bir sürpriz yap-
mazlarsa da muhtemelen çeyrek
finale kalan tek İngiliz, ikinci turda
Dinamo Kiev’le eşleşen Manchester
City olacak.
Peş peşe beş Şampiyonlar Ligi fina-
line altı takımgönderilen günler-
den, üstelik aradan çok da uzun bir
süre geçmemesine karşın, çeyrek
finale bile takımyollanmakta zorla-
nılan bir döneme gelinmesi, İngiliz
kulüplerinin, haliyle Premier Lig’in
yaşadığı düşüşün en net göstergesi
olsa gerek. Peki, neden böyle oldu?
Ne değişti de Premier Lig birden
gazı kaçmış kola tadına geldi?
Messi-Ronaldo rekabeti
sorunu
Herhalde bu doğrultudaki ilk büyük
kırılma noktası, Cristiano Ronal-
do’nun 2009’da Manchester Uni-
ted’dan rekor bir bedelle Real
Madrid’e transfer olmasıydı. Trans-
ferin gerçekleştirdiği dönemde
zaten bir süredir dillendirilmekte
olan bir soru vardı: “Messi mi Ro-
naldo mu?” Dünyanın en iyi iki
oyuncusu olarak görülen bu iki isim
artık La Liga çatısı altında yer ala-
caklardı. Hemde dünya futbolunun
belki de en popüler rekabeti olan
Real Madrid-Barcelona rekabetinin
iki ayrı tarafında… Bundan böyle
her El Clasicomücadelesi, aynı za-
manda bir Messi-Ronaldo derbisi
olarak da görülecekti. Bu da futbol-
severlerin başlıca ilgi odağının La
Liga haline gelmesi doğrultusunda
çok önemli bir gelişmeydi. Aslında
genel olarak La Liga’ya karşı özel bir
merak oluşacağını söylemek güçtü
ama Real Madrid-Barcelona reka-
beti, zaten zirvede olan popülarite-
sini birkaç kat daha artırmıştı ve
sadece bu rekabete odaklanan ilgi
bile, Premier Lig’in takip edilme açı-
sından kan kaybı yaşayacağına de-
laletti.
Öte yandan, Premier Lig’in
2000’lerin ortalarında bünyesinde
topladığı yıldızlarsa eskimekteydi,
hatta bir kısmı İngiltere’den çoktan
ayrılmıştı. Sadece son yıllarda,
Frank Lampard ve Steven Gerrard
gibi “İngiliz futbolu ve Premier Lig”
dendiğinde akıllara gelecek ilk
isimler olan futbolcuların emeklilik
ikramiyesi amacıyla rotayı ABD’ye
çevirmeleri bile bu anlamda büyük
kayıptı. Hoş, bu isimler İngiltere’de
kalsalardı da ikisinin yaşları top-
lamı 70’i geçmiş olacaktı, o da ayrı
mesele.
Premier Lig’de son dönemde birey-
sel olarak en çok sivrilen isim,
muhtemelen Luis Suarez’di. 2012-
2014 arasında Liverpool formasıyla
iki sezonda 54 lig golüne imzasını
atan Uruguaylı yıldız, az kalsın Kır-
mızıların 24 yıllık şampiyonluk
hasretinin sonlanmasında da baş-
rolü oynayacaktı. Ancak o sezonun
sonunda Suarez de Barcelona tara-
fından transfer edildi. Keza Premier
Lig’in son dönemde parlayan bir
diğer yıldızı olan Gareth Bale da
Suarez’den bir yıl evvel Real Mad-
rid’e transfer olmuştu. Yani az evvel
de değindiğimiz Real Madrid-Bar-
celona rekabeti iyiden iyiye bir
“Yıldız Savaşları” halini alırken,
bu rekabeti besleyen neredeyse her
yeni yıldız aynı zamanda Premier
Lig adına da önemli bir kan kaybı
yaratıyordu.
Sir Alex olmayınca olmuyor
Premier Lig’in tadını kaçıran bir
başka önemli gelişmeyse, 2013 ya-
zında, Sir Alex Ferguson’ın emekli
olmasıydı. Manchester United’ı ça-
lıştırdığı 27 sezonda kulübe 13 Pre-
mier Lig, iki de Şampiyonlar Ligi
şampiyonluğu yaşatan Ferguson,
Kırmızı Şeytanları dünyanın en
büyük futbol markası haline getir-
mişti. Tabiî böyle bir markanın var-
lığı da Premier Lig’in değerine değer
katmaktaydı. Ferguson’ın
emekliliği sonrasındaysa Uni-
ted’ın performansında çok ciddi
bir düşüş yaşandı.
Başlangıçta bu düşüşün sebebi
olarak, Ferguson’ın halefi olan
David Moyes’in United için ye-
terli çapta bir teknik adam ol-
madığı görüşü ağır basıyordu
fakat Moyes’ten sonra işbaşı
yapan ve dünya futbolunun en
tecrübeli teknik adamlarından
biri olan Louis van Gaal’ın da ya-
raya merhemolamaması, Fer-
guson ile United birlikteliğinin
bambaşka bir kimya yaratmış
olduğu gerçeğini iyiden iyiye ortaya
koydu. Ferguson’ınki gibi bir Uni-
ted’ın artık olmadığı Premier Lig’de
de zirve mücadeleleri elbette eskisi
kadar keyifli olmayacaktı.
Son olarak, Premier Lig’in yaşadığı
tökezlemedeki önemli bir faktörün
de Bayern Münih önderliğinde Bun-
desliga’nın gösterdiği çıkış olduğu
söylenebilir. 2008 itibarıyla UEFA
sıralamasında İngiltere 75 küsur
puanla liderken, Almanya 48 küsur
puanla beşinci durumdaydı. Güncel
sıralamadaysa Almanya 75 küsur
puanla ikinci sıraya çıkmışken, İn-
giltere 72 küsur puanla üçüncülüğe
gerilemiş durumda… Bayern
Münih’in yıllardır Bundesliga’yı do-
mine etmesi ve burada kazandığı
güç sayesinde zamanla Şampiyon-
lar Ligi’nin de en etkili takımların-
dan birine dönüşmesi, hiç kuşkusuz
Bundesliga’nın değerini de bir hayli
yukarı çekti. Keza, 2006 Dünya Ku-
pası için yenilenen veya sıfırdan
inşa edilen statlar da Alman futbo-
luna büyük katkı sağladı ve Bun-
desliga’ya olan ilgi arttıkça Premier
Lig’e karşı da insanlarda bir soğuma
oluşmaya başladı.
Yakında kartlar yeniden
dağıtılacak
Toparlamak gerekirse Premier Lig,
2005-2010 arasındaki altın döne-
mine kıyasla artık daha az futbol
ikonuna sahip. Bu zaten izleyicileri
uzaklaştıracak bir etken. Tabiî İngil-
tere’de durmayan söz konusu futbol
ikonları onun yerine La Liga’da veya
Bundesliga’da boy gösteriyorsa,
bu da diğer liglerle olan rekabette
büyük bir handikap. Yıldızların
eksilmesiyse, başarı yüzdesini de
düşürmekte ve bu da ilgiyi ayrıca
azaltmakta. Bir tür kısır döngü
yani…
Premier Lig’in bu durumdan kur-
tulmak adınaysa yine de 1990’ların
ikinci yarısında, bu alandaki üstün-
lüğünü kendisine devreden Serie
A’ya kıyasla önemli avantajları var.
Bir kere kulüplerinmâli gücü çok
daha fazla... Serie A’nın geride kal-
maya başladığı dönemde İngiliz ku-
lüpleri bir anda gelir dengesini de
ciddi biçimde bozacak kadar zen-
ginleşmişlerdi ve İtalyan kulüpleri
buna karşı bir hamle yapamamıştı.
Şu andaysa İngilizler adına buna
benzer bir dezavantaj yok. Bir başka
umut verici noktaysa, TV yayınları
açısından Premier Lig’in hâlâ en iyi
pazarlanan lig olması. Ortada böyle
bir pazar varken kulüplerinmâli
olarak güçlü kalması da, yabancı
yatırımcıların İngiliz kulüplerine
olan ilgisinin sürmesi de gayet nor-
mal. Bu da orta ve uzun vadede mu-
hakkak İngiliz kulüplerinin elini
güçlü kılacaktır.
Kısa vadedeyse Premier Lig’in bir
müddet daha sabretmesi gereke-
cek gibi. Zira Messi ve Ronaldo La
Liga’da oynadığı müddetçe mevcut
şartların değişmesi pek kolay
değil. Ancak bu sezon biti-
minde Messi’nin 29, Ronal-
do’nunsa 31 yaşında olacağı
hesaba katılırsa, bu özel reka-
betin önünde en fazla dört-beş
sene daha olduğu, sonrasın-
daysa Avrupa futbolunda kart-
ların yeniden dağıtılmaya
başlanacağı aşikâr. İşte o dağı-
tım esnasında çok büyük yö-
netimsel hatalara imza
atmazlarsa, 2020’li yıllarda İn-
giliz kulüplerini yeniden Avru-
pa’nın zirvesinde görmek hiç
de şaşırtıcı olmayacaktır.
Christiano
Ronaldo
Alex Ferguson
58
59