TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Oğuz Çetin: "Artık basit gol yememeliyiz" 1.04.2010
Oğuz Çetin: "Artık basit gol yememeliyiz"

Geçmiş dönemde Milli Takım'ın teknik ekibindeydi ancak bu defa Hiddink'in başyardımcısı olarak çok daha aktif bir görevde. Görevi nasıl kabul etti? Dünya Kupası'na gidemememizle ilgili neler düşünüyor? Neden diğer maçların Almanya karşılaşmasından daha zor olduğunu söylüyor? Ona göre Türk futbolunun en büyük sorunu ne? Milli Takım Hiddink döneminde hangi oyun sistemiyle oynayacak? Hiddink'in karakteristik özelliklerini nasıl sıralıyor? Milli Takım'daki oyuncu kullanımları konusunda hangi kriterler göz önünde tutulacak? Genç oyuncuların kazanılması hakkında neler söylüyor?

Röportaj: Mazlum Uluç

Fatih Terim'le birlikte sizin de Milli Takım'daki göreviniz sona ermişti. Ancak sonra geri döndünüz. Bu süreçte neler yaşandı, geri dönüşünüz nasıl oldu?

Bilindiği gibi Fatih Hocamızın veda konuşmasıyla birlikte ben de kendi adıma istifamı verip Milli Takım'la ilişkimi bitirdim ve yüzümü Süper Lig'e döndüm. Aradan 3.5 ay geçmişken Başkanımız aradı. Hiddink'le görüşmesinde adımın geçtiğini ve hocanın beni arayacağını söyledi. Birkaç gün sonra Hiddink aradı ve bilgi almak için yüz yüze görüşmemizin iyi olacağını söyledi. 4.5 yıldır Milli Takımlarda çalışmış birisi olarak kendimi bu hizmeti vermek zorunda hissettim.

Yani o ana kadar Hiddink'ten size gelen bir teklif yoktu.

Hayır, hayır. Maksat sadece görüş alışverişinde buluşmaktı. Hazırlığımı yapıp 27 Ocak'ta Amsterdam'a gittim. Gün boyunca Türk futbolu, kulüpler, Federasyonumuz ve yoğun olarak Milli Takım hakkında bilgileri aktardım. Hiddink benimle çalışma arzusu içinde olduğunu ve ne düşündüğümü sordu. Her ne kadar artık tek yetkili olarak liglerde boy göstermek istesem de önümdeki süreç ve kariyerim açısından bu görevin benim için önemli olabileceğini düşündüm. Hiddink'in kariyeri ve bana katabilecekleri belliydi. Böyle bir teklif gelince olumlu düşüncelerimi dile getirdim.

Milli Takım'dan ayrılırken "Yarım kalan işlerimiz var… Şunları da yapmalıydık" diye düşünmüş müydünüz?

Fatih Hocayla çok önemli bir süreç geçirdim, Türk futbolunda çok önemli yer tutan bir insanın bilgi ve birikimlerinden yararlanmış oldum. Kendisine minnettarım. Ancak bu 4.5 yıllık sürecin sonuna doğru yaklaştığımızda benim adıma bir adım sonrasının olmadığı belliydi. Milli Takım'dan ayrıldığımda kamuoyunda daha farklı imajı olan birisi olarak bu işi noktalamak isterdim ancak o noktada değildim.

Ne anlamda değildiniz?

4.5 yılı Milli Takımlarda, Fatih Hoca gibi değerli bir insanla direkt çalışmış bir teknik direktörün kamuoyunda daha aranan, istenen, göz önünde olan bir kişi olması gerekirdi. Ama o süreçte bu oluşmadı.

Milli Takım'da bugüne kadar yaptıklarınızla yetinmemek ve hep üzerine biraz daha fazla koyarak gitmek zorundasınız. Kafanızdan neler geçiyor?

Elbette daha verimli olmaya çalışacağım. Sorumlu yardımcı olarak bugünkü yetki alanım daha geniş. Hocanın yabancı olmasından dolayı tüm işleyişin benim üzerimden geçiyor olması, Hiddink'in burada olmadığı dönemlerde işleyişi yönetmek, futbolu oluşturan unsurlarla daha iç içe olmak, daha aktif olmak gibi imkânlar mevcut. Bunları en iyi şekilde yaparken kapasitemi ortaya koymak için de önümde bir fırsat var.

Milli Takımımızın bugününe geleceğiz ama önce bir 2010 elemelerinin muhasebesini yapsak. İspanya'nın gerisinde kalmamız anormal sayılmazdı ama Bosna'ya geçilmeyi kimse beklemiyordu. Bu süreçte nerede ve nasıl hatalar yaptık?

Geçmişe fazla girmeden genel anlamda done vermek gerekirse fikstür toplantıları çok önemli. O dönemde kuraya gidilmek zorunda kalındı. İki İspanya maçını üst üste oynamak bir şanssızlıktı. Belçika ve Bosna-Hersek maçının üst üste gelmesi de öyle. En kritik noktalardan birisi iki İspanya maçımızı kaybetmemiz ve bu arada Bosna'nın iki Belçika maçını da kazanmasıydı. Ama bir gerçek var ki, eğer hedefiniz varsa, alt klasmandaki ülkelere karşı puan kaybetmemeniz gerek. Hele grubun en önemli takımına karşı sıfır çektiyseniz, diğer takımlara puan kaybetmemeniz gerekiyor.

Euro 2012'nin fikstür çekimi sırasında ciddi bir hazırlık yaptığınızı ve istediğinize yakın bir sonuç aldığınızı biliyoruz. Bu süreçten biraz söz eder misiniz?

Fikstürün belirlenmesinde bir takım faktörleri göz önüne almanız gerekiyor. Bunlar çok abartılmamalı ama göz ardı da edilmemeli. En çok dikkat ettiğimiz konulardan bir tanesi, ikili maçların, klasmanda üst sıralarda yer alan takımlarla arka arkaya gelmemesiydi. Yani Almanya-Belçika veya Belçika-Avusturya maçları art arda gelmemeliydi. Bunu başardık. Ayrıca rakiplerle son 4 yılda oynadığımız maçlarda neler yaptığımıza baktık. Başarı ve başarısızlıkların hangi aylarda geldiğini saptadık. Rakiplerin son 4 yılda oynadı tüm maçlardaki başarı ve başarısızlıkların hangi aylara denk geldiğini inceledik. İklim şartlarına, sezon planlamalarına, ikili maçlardaki başarı oranlarına baktık. Almanya özelinde şöyle bir tabloyla karşılaştık. Oynadığımız 4 maçın sadece birini kaybetmişiz. O da Avrupa Şampiyonası'nda, iyi bir oyun ve talihsiz bir sonuçla. Diğer üç maçın ikisini kazanmış, birinde berabere kalmışız. Bunlar da hep Ekim ayına denk gelmiş. Demek ki Ekim ayında Almanlara karşı başarılı olmuşuz. Almanya son 4 yılda 22 maç yapmış, 16'sını kazanmış, 5 kez berabere kalmış, 1 kez yenilmiş. Yani 13 puan kaybetmiş. Bu 13 puanın 9'unu Ekim ayındaki maçlarda yitirmiş. Dolayısıyla Almanya maçlarımızı Ekim ayına aldırdık.

Peki bu çalışmalarınızı fikstür toplantısında karşı taraflara kabul ettirmekte zorlanmadınız mı?

Almanya ile ilgili hocanın çok büyük desteği oldu. Bu tip fikstür toplantılarında genellikle klasmanda en üstte olan takım başkanlık yapar. Hocanın burada ismi ve ilişkileri çok önemliydi. Almanlarla daha önceden konuşarak anlaştık ve diğerlerini istediğimiz şekle sokma yoluna gittik. Bir noktada taviz vermemiz gerekti. Orada da deplasmandaki ilk Almanya maçının ardından Azerbaycan deplasmanına gideceğiz. Ancak bunun getirdiği bir avantaj da var. Son iki maçımızı içeride oynayacağız.

En çok Almanya üzerinde durduğunuz anlaşılıyor. Son Avrupa Şampiyonası'nda çok iyi oynadığımız maçı kaybetmiştik. Almanları nasıl bir oyun mantalitesi ile yenebiliriz?

Bir kere oyunu elden kaçırmamak lazım. Avrupa Şampiyonası'ndaki Almanya maçında oyunun her anına hâkimdik. Bu tip maçlarda en önemli olan pozisyon hatası yapmamak. O maçta üç golde de bireysel hatalar vardı.

Bu kişisel hatalardan ve pozisyon hatalarından çok çektik. Bu hatalardan ne zaman kurtulacağız ya da ne zaman asgari düzeye indirebileceğiz?

Yediğimiz gollerin yüzde 50'sinden fazlası duran toptan. Bunu hocayla da paylaştım. Bu konuya çok daha fazla eğilip özellikle defansif duran toplarda çok daha iyi konsantre ve organize olmamız lâzım. Artık dünya futbolunda en önemli konulardan biri duran toplar. Başa baş giden maçlarda oyunu duran toplarla çözebiliyorsunuz. Honduras maçı öncesi bunu sık sık dile getirdim ve o maçta aleyhimize bir pozisyon yaşamadık, ama duran toptan gol attık.

Avusturya ve Belçika da yabana atılacak takımlar gibi durmuyor.

Bana göre Almanya maçları daha dengeli olacak ama Avusturya ve Belçika maçları daha zor geçecek. Almanya oyunu dengede tutmak isteyen bir takım. Ama Belçika ve Avusturya ciddi bir yapılanmayla değişim geçiren rakipler. Belçika'nın kadrosuna baktığınızda iyi takımlarda oynayan 14-15 etkili oyuncu görüyorsunuz. Rakiplerin hepsi bizi zorlayacak. Özellikle küçük takım-büyük takım diye değil, alt klasman-üst klasman diye konuşuyorum. Hadi alt klasman dediğiniz Azerbaycan'ı Bakü'de rahat rahat yenin bakalım. Mümkün değil.

Bu tip takımlara karşı neden zorlanıyoruz?

Bir kere takım halinde ciddi savunma yapan, sert oynayan, rakibi bozan, sinirlendiren takımlar. Azerbaycan'daki maç çok sert ve mücadele yönü yüksek bir maç olacak.

Bizde de sinirlenmeye müsait oyuncular var. Bunu nasıl engellemeyi düşünüyorsunuz?

Yeni dönemde oyuncuların futbolun dışında başka şeylerle ilgisi olmayacak. Bunu yapmak zorundalar. Agresif tavırları topa ve oyuna karşı olacak. Rakiple, hakemle, seyirciyle işleri olmayacak.

Aksi bir tablo da zaten takımı antipatik gösteriyor.

Ama sizin de şunu kabul etmeniz lâzım; hangi ülkede yaşıyoruz? Bu ülkedeki spor kültürümüz ne? Kişilere değil, olayın geneline, büyük resme bakalım. Bugün hangi Avrupa ülkesinde bizdeki gibi bir futbol ortamı var? Medyanın, seyircinin baskısı, kulübün içindeki baskı… Niye bu çocuklar bu kadar agresif? Çünkü büyük bir baskı ortamında yaşıyorlar. Milli Takım'a Avrupa'dan gelen oyuncularımız maç kaybettiğinde üzülmüyor mu? Elbette üzülüyorlar ama maç bittiğinde onlar için hayat devam ediyor. Bizdeyse öyle değil. Oyuncuların tüm agresif davranışlarının altında ülkemizdeki spor kültürü yatıyor. Bunun içine en eğitimsizinden en eğitimlisine kadar herkes dâhil. Spor kültürü başka bir şey. Üç üniversite bitiren birisi, tribündeki en agresif kişi olabiliyor. Öncelikle bir özeleştiri yapmak ve Türkiye'deki spor kültürünü sağlıklı bir zemine oturtmak gerekiyor.

Teknik direktörün kimliği de oyuncular üzerinde etkili değil mi?

Hiçbir dönemi kast etmeden, genel olarak söylemem gerekirse, teknik adamların karakter yapıları, takımı etkiliyor. Ortada bir başarı ve takım karakteri varsa, teknik adamın rolü çok büyüktür. Bunun artıları da oluyor, eksileri de. İşler iyi gitmediği zaman eksileri konuşuluyor. Bu dönemde Hiddink'in karakteristik yapısı, futbola bakışı, yaklaşımı, tutumu, davranışları da oyuncuları etkileyecek ve kendisine benzetecektir. Geçmiş dönemde de Fatih Hocanın ciddi başarıları var. Bu başarıda onun takıma da yansıyan kazanma azmi, inanç, pes etmemek, sonuna kadar mücadele etmek gibi özellikleri var.

Yakından tanıyan birisi olarak, Hiddink'in başarıyı getirecek kişisel özellikleri neler?

Hollanda bir dünya ülkesi. Hayata bakışları, yaşayışları çok farklı. Hiddink'in teknik adamlığı da öyle. Çalıştığı yerlere baktığınızda İngiltere, Güney Kore, Avustralya, Rusya gibi birbiriyle çok ilgisiz ülkeler görüyorsunuz. Hiddink bir dünya vatandaşı. Hayat görüşüyle, vizyonuyla, bulunduğu kültürlere uyum sağlamasıyla o kültürün içindeki insanlardan en üst düzeyde verim alabiliyor. Bir de çok babacan bir adam.

Mesela Simon Cuper, Hiddink'le ilgili bir değerlendirmesinde "Ruslara gülmesini, eğlenerek oynamasını öğretti" diyor.

Gerçekten de öyle bir insan. Türk futbolunu biliyor ama içine girdiğinde iyice irdeleyecek, oyuncuları tek tek yakından tanıyacak. Çok tecrübeli olduğu için kişilik analizlerini çok çabuk elde edecek. Kendi oyun felsefesi var. Ama bu arada Türk futbolu ve oyuncusu ne durumda, hangi oyuna yatkın, bunları görecek. Türk futbolunun topla ve öne doğru oynama isteği gibi güzellikleri var. Ancak bu özellikler bize ne gibi zaaflar getiriyor, buna bakacak. Savunma yönünde nelere önem verilecek gibi, olaya çok geniş açılardan bakacak. Gördüğüm kadarıyla ne istediğini bilen, kendi içinde disiplini olan, taviz vermeyen ama bunun yanında o derece de babacan, arkadaş ve pozitif bir kişilik. Burada da oyuncuları kendi etrafında çok çabuk toplayacağını düşünüyorum.

Anlattıklarınızdan ortaya çıkan tablo, Hiddink'in Türkiye'ye bir sistem dayatmayacağı şeklinde.

Futbolun temel prensipleri var. İster Koreli, ister Avustralyalı, ister Türk olun bu prensiplere uymak zorundasınız. Ama bunun etrafına kendi felsefinizi, oyun anlayışınızı yerleştirirsiniz. Bizim futbol konusunda zengin yeteneklere sahip oyuncularımız var. Ancak futbol öne doğru güzeldir. Geriye doğru ise zor gelir. Bizim gibi ülkeler için zor tarafı budur. Oynamayı severiz, oynatmamayı daha az severek yaparız. Hiddink, savunmadaki zaafları minimuma indirecek ama hiçbir zaman hücum zenginliğini kısırlaştırmayacak.

Hiddink'in sahadaki oyun anlamında Türk futbolu adına en büyük farkı ne olacak?

Bunu elbette kendisi daha iyi dile getirebilir. Bir de yaşayarak görmek gerekir. Fatih Hocanın Türk futboluna ve Milli Takımlara büyük hizmeti olmuştur. Onun döneminde bir iskelet kadro oluşturulmuştur. 35 Ümit takım oyuncusu A takıma gelmiş ve 15'i barınabilmiştir. Bu iskeleti nasıl geliştirebiliriz, içine kimleri sokabiliriz, oyun anlayışını daha olumluya nasıl taşırız; bunları ortaya koymaya çalışacağız. Hiddink oyun hâkimiyetini elinden kaçırmayan bir takım oluşturmak isteyecek. Bunun için de hücumu ve savunmayı dengeli yapmak gerekiyor. Bu denge oyunumuzu kısırlaştırmamalı tabii. İçinde zenginlikler barındırmalı ve yeri geldiğinde riskler de olmalı. Ancak o risk anlarında bile savunma en doğru biçimde yapılmalı. Bana göre günümüzün futbolunda önemli olan top hâkimiyeti. Top hâkimiyetiyle oynamayı seçtiğiniz zaman sakin, ama yeri geldiğinde çabuk, top güvenliği altında, telaş yapmadan oynamalısınız. Honduras maçında da bunu yapmaya çalıştık.

Honduras maçını üçlü orta sahayla oynadık. Bu üçlü Hamit, Aurelio, Emre gibi oyunun iki tarafını da oynayabilen isimlerden seçilmişti. Bundan sonra hep bu tip orta sahalarla mı oynayacağız?

Rakibe ve oyunun gidişine göre bir takım değişiklikler yapabilirsiniz. Ama asıl olan oyunu kontrol etmek ve topa hâkim olmaksa böyle bir orta sahayla oynamak her zaman avantajdır. Bizim özelliğimiz, topla iyi olmamız. Topla keyif aldığımız zaman maç içindeki motivasyonumuz artıyor. Top bizde kalmalı, kolay kaybedilmemeli, oyuncu basit pası verip devam etmeli, her top final topu olarak oynanmamalı, telaş yapılmamalı. Asıl olan takım bütünlüğü. Topun üç hali var. Sizin ayağınızda, rakipte ve geçiş anı. Top hâkimiyeti ve top güvenliğiyle, keyif alarak, sakin oynarsak bu geçişler minimum oluyor. O zaman takım bütünlüğünü bozmadan oynarsınız. Barcelona'yı seyrettiğiniz zaman bunu görüyorsunuz. Yoksa takımın karakteristik yapısı rakibe baskı yapacak tarzda değil. Ama bütünlüğü bozmuyorlar. Honduras maçından önce iki gün boyunca hep bunu konuştuk ve maçta da gördük. Tabii 4-4-2 dizilip de takımdan bunu istemekle 4-3-3 dizilip istemek farklı. Biz de bu anlayış içinde top hâkimiyeti ve güvenliği olan üçlü orta sahayla oynadık. Hatta Emre ve Hamit'in bir maçta ceza sahası önünde 2-3 şut attığını, gol pası yaptığını, zaman zaman dripling yaptığını görmeniz lâzım. Pasif orta saha oyuncusu olarak kalırlarsa dinamizmi sağlayamazsınız. Oyun kesilir o zaman.

Honduras maçında özellikle 25-55. dakikalar arasında Emre ve Hamit'in söylediğiniz gibi oynamaya başlamasıyla keyif veren bir oyun ortaya çıktı.

Bunu geliştirebiliriz. Maçın başından sonuna kadar olmazsa bile büyük bir dilimine yayabiliriz. Bu maçın bir özelliği de rakibimizin Dünya Kupası'na gidiyor olmasıydı. Kim rakiple ilgili küçümseyici ne söylerse söylesin, ciddi bir rakibe karşı oynadık. Rakibi analiz ettiğimizde, top ayağında olan oyuncusuna baskı uygulanmadığında defans arkasına koşularla tehlikeli olduklarını görmüştük. Uzun bir aradan sonra ilk maçımızı oynuyorduk ve benim de takımın başında ilk maçımdı. Bu nedenle defansla ilgili bir takım önlemler aldım. Savunmanın arkasına koşu ya da top yemesini istemedim, bu nedenle top rakipteyken takımı biraz geriye çektim. Yoksa bizim takımın maçın belli bir dakikasında rakibe kendi sahasında basıp oradan çıkarmayacak kapasitesi var. Ama son 15 dakikada rakip, aralara ciddi koşular yaptı ve topla da buluştu. Honduras buydu işte. Baştan itibaren takım bütünlüğünden, ciddiyetten ya da organizasyondan biraz sapsaydık neler yaşayabileceğimizi görmüş olduk.

Top hâkimiyetini en iyi sağlayabileceğimiz sistem 4-3-3 müdür?

Bana göre bize uygun sistem bu. Ama bunu geliştirmek lâzım. 4-3-3'te santrforlar yalnız görülüyor. Burada kanat oyuncularının içeriye girmesi çıkması, orta saha oyuncularının destek vermesi çok önemli. Euro 2008'de bir Çek maçımız var, 4-4-2 oynarken 2-0 yeniktik, 4-3-3'e döndükten sonra üç tane gol attık. Asıl olan oyunun bütünlüğü ve oyuncuların birbiriyle uyumudur. Ama şöyle bir şey var, 4-3-3 ya da 4-5-1 oynadığınız zaman oyuncuların birbiriyle mesafeleri kısalıyor, kulvarlar daha belirginleşiyor, birbirine destek vermek, kademeye girmek çok daha kolay oluyor. Bizim oyunumuz da buna çok müsait. Ama 4-4-2'de mesafeler açılıyor, koşu mesafeleri uzuyor, destek vermek ve kademeye girmek zorlaşıyor.

Yani takımın A planı 4-3-3 mü olacak?

Onu ilerleyen dönemde net biçimde göreceğiz. Benim tercihim 4-3-3 oldu ve tek ön libero olarak Aurelio'yu kullandım. Ama bazen rakibe ve maçın gidişine göre çift ön liberoyla da oynayabiliriz. Futbolda o kadar değişkenler var ki, iş sizin uygulamanıza kalıyor. Benim nezdimde Aurelio tek ön libero oynadığı zaman yüzde yüz verimlidir ve rakibin 10 tehlikesinden 7'sini ceza sahasına sokmadan keser. Çift ön libero oynadığımızda ise Aurelio'nun verimi düşer, ancak buna karşılık tek ön libero oynadığınızda Tuncay'ın kanatta kalacak olması da bir handikaptır. Tuncay santrfor partneri olarak daha verimli oluyor. İşte bunları çözmemiz gerekiyor. Tuncay'ı geliştireceğiz, Aurelio'nun çift ön liberoda daha verimli hale gelmesini sağlayacağız. Her oyuncunun yüzde yüze vuracağı bir mevki var. Başka bir yerde oynadığında yüzde 60'a düşebiliyor. Biz oyuncuları yüzde yüz verimli olabildiği mevkilerde kullanmaya çalışacağız.

Milli Takım için geniş bir oyuncu havuzuna sahip olduğunuzu biliyoruz.

Avrupa'da bir milli takım oluşturulur ve 25 oyuncuyla yürür gider. Araya bir-iki oyuncu girip çıkar. Bizdeyse ligde oynayan ve Genç Milli Takımlara gelen oyuncuların A Milli Takım'a yükselmesi adına, kulüpteki gençlerin bir adım daha yukarı çıkması adına sürekli bir dinamizm ve sirkülasyon var. Bunların hepsini takip etmeniz lâzım. Bu dönemde Milli Takımımızın bir iskelet kadrosu olacak. Ama ligde formda olan ve uluslararası seviyede oynayabilecek potansiyele sahip oyunculara da yer vereceğiz. Uluslararası seviye çok farklı bir şey. Ligde fırtına gibi esen bazı oyunculardan uluslararası düzeyde verim alamayabiliyorsunuz. Bir de bu grubun içine atacağımız genç oyuncularımız var. Geniş kadromuz 60 isimden oluşuyor. Aralarından ilk bakışta 20-25 tanesini zaten çekersiniz. Diğerlerini de sürekli izleyeceğiz.

Mesela Necip'i Honduras maçının kadrosuna aldınız ve oynattınız.

Geçen dönemdeki en büyük sıkıntılarımızdan biri Aurelio'nun eksikliğiydi. Aurelio kişiliği, futbolculuk yetenekleri ve sahada verdikleriyle bizim için çok önemli bir oyuncu. Her şeyiyle bir Türk kadar Türk. Onun yokluğunda yerine oynayabilecek Mehmet Topal, Selçuk Şahin, Hüseyin Çimşir, Mustafa Sarp gibi oyuncular var. Ama bunlar zaten bildiğimiz oyuncular. Bu oyuncuların önüne geçecek yetenekte bana göre Necip var. Bugün için yeterli mi, hayır. Ama amacım Necip'i alıp Aurelio'nun alternatifi ilân etmekti. Necip bu motivasyonla yaşamalı, günlük yaşantısını buna göre değiştirmeli, kulübü ve kamuoyu ona bu gözle bakmalı.

Necip adına neler yapılmalı sizce?

Necip çok iyi, tertemiz bir çocuk ve geleceği olan bir sporcu. Ama genelde sporcularımız antrenmana çıkar, 2 saat çalışır, yer-içer, belki eve gider dinlenir ama televizyonun karşısında yatar. Böyle olmamalı. Necip'in günlük bir yaşam programı olmalı. Akşam antrenmanı varsa sabah kendine ait bir takım çalışmalara girmeli. Bunu büyükleri organize etmeli. Vücudunun daha atletik hale gelmesi için ona bir program hazırlanmalı. Taktiksel anlayışını daha da geliştirilmesi için bizim ve kulübünün özel doneler vermesi gerekiyor. Bunlar atla deve şeyler değil. Yeter ki kulüplerle ilişkilerimiz iyi olsun. Ben o kulübe gidip iyi ilişkiler içinde bunları konuşabileyim. Zaten onu var eden kulübündeki hocası. Mustafa Hoca da onu takıma koyuyor. Bakın, Necip zaten 2 yıl sonra banko oynayacak. Ama Türk oyuncusunda gelişim uzun sürüyor. Böyle bir hareket başlatıp Necip'i 6 ay içerisinde olgunlaştırabiliyorsak bizim için kazanç olur. Türk futbolcusu için 18-23 yaş arasında hep bir geçiş dönemidir gidiyor. Necip'in Ernst'le Fink'i kesmesi kolay değil tabii ki. Ama bu yola gidildiğinde, kulübü önümüzdeki sezonun yapılanmasını planlarken o mevkie başka oyuncu almayacak. Bizim öncelikle kulüp antrenörlerine teşekkür etmemiz gerekiyor. Milli Takım'ı açıklamadan önce Ertuğrul Hocayla görüştüm ve onun görüşlerini aldıktan sonra Volkan'la Ozan'ı kadroya dâhil ettim. Maçtan sonra da yine hocayla konuşup geri bildirimde bulundum. Asıl olan ligdeki hoca. O futbolcusuna sahip çıkarsa Milli Takımımız bir noktaya gelir.

A Milli Takım'la diğer takımların ayrılmasından nasıl bir fayda bekliyorsunuz?

Bir kere zararı olmadığını söyleyeyim. Asıl işleyişte Ümit ve A Milli Takım'ın birlikte hareket etmesi gerekiyor. Çünkü arada geçişler var. Ne şekilde olursa olsun burada önemli olan Ersun Hoca ve Raşit Hocayla aramızdaki iletişim. Hiddink'in bana söylediği, A takımda ne yapılıyorsa, Ümit Milli Takım'da da aynısı yapılmalı. Oradaki oyuna ve oyuncuya etkimiz olmalı. Biz 4-3-3 oynarken Ümit Milli Takımımızın 3-5-2 oynayacak hâli yok. Hiddink ne yapmak istiyorsa Ümit Milli Takım'la da paylaşılacak. Ümit Milli Takım her ne kadar yarışmacı bir takım da olsa asıl görevi A Milli Takım'a oyuncu yetiştirmek. Bu da tamamen iyi ilişki ve diyaloglarla olacak.

Bir diğer konu da bazı gurbetçi oyuncuların bizi değil, yaşadıkları ülkenin milli takımını seçmesi. Bu konuda neler yapacaksınız? Mesela Mesut Özil kazanılamaz mıydı?

İşleyişin içinde 100 isim var, bir tanesi tercihini Almanya'dan yana kullanınca ve hele de yetenekli olunca göze batıyor. Ama aslında sistem iyi yürüyor. Üstelik her türlü handikap ve Almanya'nın çıkarmış olduğu yasaya rağmen. Bu tip spesifik örnekler yine çıkacaktır. Çünkü bu çocuklar oradaki dördüncü nesil. Alman gibi yetişmişler ve kariyer planlamalarını da Almanya'ya göre yapmışlar. Mesut Özil, Genç Milli Takımlara davet edilip gelse ve sonra Almanya'yı tercih etseydi bir oyuncu kaybetmiş olurduk. Ama o aileye saygı duymak lâzım. Kariyer planlamalarını Almanya'ya göre yapmış ve uygulamışlar. Hiçbir çağrıya cevap vermeyen bir aile. Şunu unutmamak lâzım, hayat sadece futbol oynadığınız dönemle sınırlı değil. Hayatın 40'lı yaşlardan sonra ne kadar zorlaştığını yaşayarak bilen insanlarız. Bu insanlar Türk Milli Takımı'nı seçtikleri gün Alman vatandaşlığıyla ilgili bütün haklarını kaybediyor. Milli Takım'da oynama garantileri de yok. Oynasalar bile futbolu bıraktıktan sonra önlerinde upuzun bir hayat var. Bence tüm bu dezavantajlara rağmen Federasyonumuz son derece başarılı. Özellikle Avrupa yapılanmasının başındaki Erdal Keser çok iyi çalışmalar yapıyor. Geçtiğimiz ay Almanya'daki oyuncuları izledik. Mesela Ömer Toprak, Alman Ligi'nde 90 dakikalar oynuyor. Onu görüp, iyi tahlil edip, faydalanacağımıza inandığımızda teklifte bulunmamız gerekiyor. Yoksa ezbere "Gel, bizde oyna, bütün haklarını yitir, olmadı git" gibi bir haksızlık yapamayız. Dolayısıyla Milli Takım'a uzun süreler hizmet edecek oyuncuları iyi tespit edip kazandırmalıyız. Bunu da yapıyoruz.

Milli Takım'da oyuncu bulma konusunda sıkıntı çektiğimiz mevki var mı?

Kalede sorun yok. Çok iyi genç kaleciler geliyor. Ancak yabancı sayısının 6 artı 2 olması ve özellikle bazı mevkilerin yabancılarla dolu olması, Ümit Milli Takım'daki oyuncularımızın şans bulup oynamasını zorlaştırıyor. Bu bir gerçek. Bu oyuncuların gelişmeleri, olgunlaşmaları yavaşlıyor. Stoper, santrfor ve ön liberoda bu sıkıntıları yaşıyoruz. Sol bek mevkiinde de hassas olmamız gerekiyor. Caner'i Honduras maçında sol bek oynattım. Fatih Hoca da orada oynatmıştı. Çünkü o yetenek Caner'de var. Ama Caner'de geçmişle bugün arasında ciddi bir fark görünüyor. Fiziksel olarak daha atletik, daha dinamik, savunma oyuncusu olarak daha agresif. Bu kampta onunla şunu konuşmak zorunda kaldım, "Asıl olan senin yeteneğin. Kendini çok iyi geliştirdin. Daha mücadeleci ve agresifsin. Ama bu değişimi yaparken kendi yeteneklerinden uzaklaşmaya başladın. Böyle yaptığın zaman özelliğin kalmaz. Kaliteni kaybetmeden agresif olmalısın" dedim. Caner'i 5 yıldır tanıyoruz. O günden bugüne gelmesi için 5 sene mi geçmesi gerekiyordu? Üstelik henüz dört dörtlük de diyemeyiz. İşte sorun bu. Caner gibi bir yeteneği biz Türk futbolunda 5. sene sonunda bir yerlerde görmeye başladık. Oysa çok daha çabuk gelebilirdi. Buradan Necip'e gelirsek, o da 5 yıl sonra zaten Milli Takım'da da Beşiktaş'ta da oynayacak. Önemli olan bu süreyi olabildiğince kısaltabilmek.