TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Bünyamin Gezer: "Türk futbolcusu otorite istiyor" 31.10.2008
Bünyamin Gezer: "Türk futbolcusu otorite istiyor"

36 yaşında ve Süper Lig'deki üçüncü sezonunu yaşıyor. Biraz geç yükseldiği ligin en fazla maç yöneten hakemlerinden biri olarak dikkatleri üzerinde topluyor. Asıl mesleği polislik. Futbol oynadığı dönemde agresifliği nedeniyle sık sık kırmızı kart gören bir oyuncu olsa da hakemlikte gerçek bir otorite timsali. Kendisini Erman Toroğlu, Serdar Tatlı ekolünün devamı gibi görüyor. Geçmişten bugüne izlediği hakemler arasında otoriter yapıya sahip olanların daha başarılı olduğunu söylüyor ve yüz hatları, beden diliyle kendisinin de bu tip hakemliğe uygun olduğunu düşünüyor.

Röportaj: Mazlum Uluç

Hakemliğin en ışıklı sahnesi Süper Lig'e biraz geç çıktınız ama çabuk parladınız. Yine de hakemler kamuoyunda sadece yönettikleri maçlarla tanınıyor. Bizse sizi insan Bünyamin Gezer olarak biraz daha yakından tanımak istiyoruz.

9 Aralık 1972 Amasya doğumluyum. İlk, orta ve lise tahsilimi Amasya'da tamamlayıp, Trabzon Polis Okulu'ndan mezun oldum. 1995'te Ankara'da göreve başladım ve halen de orada görevimi sürdürüyorum. Üç kardeşiz, bir ablam, bir ağabeyim var. Evliyim ve 29 aylık bir oğlum var. Adı Ahmet Altuğ. Futbolcu ismi olmamasına dikkat ettik. Aslında çift isme karşıydım ama eşim zor bir doğum yaptı. Biz de doğum sırasında çok yardımcı olan doktorlarımızın ismini verdik. Esprisi de şu; o dönemde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bizim oğlan Ahmet Altuğ Gezer. İnşallah o da iyi yerlere gelir.

Futbolla ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?

Amatör olarak futbol oynadım. Kalecilik yaptım. Lise takımında oynarken, grup müsabakalarında 50. Yıl Lisesi'ne geldim. O zamanın hocaları Ankaragücü PAF Takımı'nı çalıştırıyorlardı. Ama Ankara'ya alışamadım ve geri döndüm. Tekrar amatör futbol oynadım. Ancak agresif bir futbolcuydum ve çok kırmızı kart görüyordum.

Hakemler açısından problemli bir futbolcuydunuz yani.

Problemliydim evet. Amasya'ya döndükten sonra amatör futbola devam ettim ama yakın çevrem hakemdi. Antrenörüm bile hakemdi ve benim de mesleğe ilgim böyle başladı. Zaten küçüklükten beri hakemliğe ilgim vardı. Mahalle maçları yönetirdim, kartondan sarı ve kırmızı kartlar yapardım, kabul de görürdü.

Küçüklükten beri hakemlik yapan birisinin futbol oynarken agresif olmaması gerekir diye düşünüyorum ama siz pek öyle değilmişsiniz.

Futbol oynayan insanın durumu daha farklı. Dışarıda çok beyefendi dediğimiz, aile yaşamıyla, davranışlarıyla örnek gösterdiğimiz insanların saha içerisinde çok agresif olabildiğini görüyoruz. Futbol oynarken insan bambaşka bir ruha bürünebiliyor. Bende de böyle bir yapı vardı herhalde. İlkokul öğretmenim bile beni oyundan atmıştı bir kere.

O zaman hakemlik yaparken de "Futbolcunun saha içindeki agresifliği tolere edilebilir" gibi bir yaklaşım mı gösteriyorsunuz?

Saha içinde bir efor sarf ediliyor ve bazen beyne oksijen az gidiyor, futbolcu sağlıklı düşünemiyor. Yaptığı hareketi algılayamıyor. Ama bizim işimiz sadece müsabakayı yönetmek olduğu için pozisyonun içerisindeyiz. Bizim işimiz olayı irdelemek ve doğru karar vermek. Futbolcu ise bazen "Ben faul yaptım" dediği pozisyonda bile aslında faul yapmamış olabiliyor. Futbolcunun algısında farklılık olabiliyor. Ben de işin içinden geldiğim için futbolcu kardeşlerimizin ne düşündüğünü, ne hissettiğini az çok biliyorum. 12-13 yaşımdan itibaren Amasyaspor'la profesyonel takım idmanlarına çıkmaya başlamıştım. Amatör futbol oynadım ama antrenmanlarımı profesyonel futbolun içinde yaptım.

Mustafa Çulcu'nun maçımı izlemesi şansım oldu

36 yaşındasınız ve Süper Lig'de üçüncü sezonunuz. İnsan "Bünyamin Gezer bugüne kadar neredeydi?" diye düşünüyor.

Her şeyden önce nasibe, kısmete inanan bir insanım. Bazen şanslar insanlara geç gelebilir. Benim için de böyle oldu. Bir Kocaelispor-Antalyaspor müsabakasına atandım. O sırada Ufuk Özerten komitesi gitmiş, yerine yeni bir komite gelecekti. Kocaeli'deki müsabakamı Mustafa Çulcu Hocam da izlemiş. O dönemde de çok kiloluydum ve dışarıdan gören bir insan "Bundan hakem mi olur?" diyebilirdi. Ama Mustafa Hocam beni çok iyi görmüş. Bir gün sonra da MHK Başkanı oldu ve böylece önüm açıldı. Benimle ilk konuşmasında "En az 5 kilo vereceksin" dedi, ben 10 kilo verdim.

FIFA kokartınız bulunmamasına rağmen kamuoyunda ilk akla gelen hakemlerden birisi oldunuz. Bu çıkışın arkasında nasıl bir çalışma ve birikim var?

1990'dan beri hakemlik yapıyorum. Süper Lig hakemi olduğumda meslekte 15 yıllık geçmişim vardı. Geçmiş dönemlerde 10 sene içinde hakemlik yapan, FIFA olan ve hakemliği bırakıp yöneticiliğe geçen insanları bile gördük. Ama ben 15 sene pişerek geldim. Bu pişmenin getirdiği avantaj, yaş ve daha oturmuş kişilik gibi faktörler beni avantajlı kıldı.

Yaş önemli mi gerçekten hakemlikte?

Önemli çünkü en azından futbolcunun ağabey diyebileceği bir yaşa geliyorsunuz. Futbolcu ağabey diyeceği yaştaki bir hakemi karşısında gördüğünde biraz daha dikkatli davranıyor.

Mesleğiniz de bu konuda bir avantaj sayılabilir mi?

Mutlaka etkisi vardır. Ama ben hiç suç ve suçluyla ilgili birimlerde çalışmadım. Bir ay kadar bir karakol görevim oldu, onun dışında hep şubelerde çalıştım. Ancak karşınızdaki insan "Bu hakem polis" diye düşünebilir. Türk futbolcusunun yapısı, otorite isteyen bir yapı. Otoriter hakemi daha çok tuttuklarını gördüm. Geçmişten günümüze hakemleri takip ettiğim zaman, otoriter hakemlerin daha başarılı olduğu kanaati oluştu. Yüz hatları ve beden dili de beni o yola itti. Çünkü hakemlikte otorite ve futbolcunun size güven duyması çok önemli. Oyuncular sizin verdiğiniz karara saygı duyduğu müddetçe maç yönetiminiz oldukça kolaylaşıyor.

Toroğlu ve Tatlı benim için modeldir

Bünyamin Gezer'in hakemlikte örnek aldığı kişi Erman Toroğlu diye bir bilgi var bende. Bu bilgi doğru mu?

Erman Toroğlu benim için bir modeldir. Ama sadece Erman Toroğlu mu? Serdar Tatlı'yı da atlamayalım. Herkesin örnek alacağı hakem tipleri vardır. Çok yumuşak yüzlü bir insana da bir Erman Toroğlu, bir Serdar Tatlı modeli gitmez. Her hakemin yüz hatları, boyu ve kilosuyla orantılı hakem tipleri vardır. Onları takip etmek gerekir. Onlardan alacağınız çok şeyler vardır. Ama her şeyin üzerinde hakem kendi kişiliğini de ortaya koymalıdır.

Yani siz "Benim tipim ve yapım otoriter hakemliğe müsait" mi diyorsunuz?

Tabii ki, ona gidiyor. Sizi öyle kabulleniyorlar. Kamuoyu "Gülmüyor, sempatik değil" diyor ama bir futbolcu da beni bugüne kadar şikâyet etmedi. Müsabaka içerisinde futbolculara ne hakaret ediyorum ne bağırıp çağırıyorum. Onlarla çok güzel diyaloglarım var. Beni çok seven futbolcu kardeşlerim var. Topu eliyle aldığı zaman gelip bana söyleyen futbolcu var.

Arda topu eliyle aldığını söyledi

Gerçekten böyle bir olay yaşandı mı?

Bir Galatasaray-Antalyaspor müsabakası yönetiyordum. Sevgili kardeşim Arda bir pozisyonda topu eliyle almış. Görmedim ve devam ettirdim. Pozisyon autla sonuçlandı. Arda yanıma gelip "Hocam kusura bakma, topu elimle aldım" dedi. Bu futbolcunun size duyduğu güvendir. Ben de "Ardacığım görmedim ama lütfen bir daha yapma" diye uyardım. "Tamam hocam" dedi. Eğer ben onlara sürekli bağırıp çağırsam futbolcu bu iyi niyeti göstermez.

Bu sezon Kayserispor-Galatasaray maçında yaşanan bir pozisyon var. Barajı yerine çekebilmek için oyuncuları oldukça sert bir biçimde uyarmıştınız ve bu pozisyon oldukça dikkat çekmişti.

Bazı pozisyonlarda barajı açmak için o tür hareketlere gerek var. Futbolcuya "Lütfen açılır mısınız?" derseniz o dakikada, öyle bir pozisyonda sizi dinlemesi mümkün değil. Belki o pozisyonda otorite gösterim aşırıya kaçmış olabilir ama ben de insanım, sahada efor harcıyorum ve benim de adrenalinim yükseliyor. Bir de verdiğiniz talimatın yerine getirilmesini bekliyorsunuz. Bunun zor olduğunu da biliyorsunuz çünkü daha önce oyuncu olarak bunu yaşamışsınız. Biz de zamanında kalemize 5 metreden bir endirekt vuruş verildiğinde nasıl 1 metre öne çıkarız, açıyı nasıl kapatırız diye çabalardık. Biz de o zamanlar hakemleri zorlardık. Aynı şeyler farklı rollerde tekrarlanıyor.

Süper Lig'deki ilk sezonunuzda bir İstanbul takımının maçını yönettiniz ve o maçta Bursaspor, Beşiktaş'ı 3-0 yendi. Bursa ile Beşiktaş arasındaki çekişmeyi de göz önünde tutarsak zor bir müsabaka olmalı. O maçla ilgili bir hatıranız var mı?

Sahaya çıktığımda tribünlerden tekbir sesleri yükseliyordu ve kendi kendime "Herhalde Kurban Bayramı'na geldik" dedim. Tabii bu işin esprisi. Aradaki çekişme herkesçe malûm. Bursaspor'un da Beşiktaş'ın da kazanması gereken bir müsabakaydı. Beşiktaş kaybederse şampiyonluktan olacaktı, Bursaspor da düşme hattındaydı. Süper Lig'deki ilk sezonunda böyle kritik bir müsabakaya verilmek hakem için gurur verici. Tabii o maçın öncesinde, olay çıkarsa ne yaparım diye de hazırlık yapıyorsunuz.

Her maçtan önce talimatları okurum

Öyle mi, nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz bu tip maçlar öncesinde?

Talimatları bir daha okuyorsunuz; mesela tribünden sahaya bir müdahale olursa ne yapacağınız konusunun üzerinden geçiyorsunuz.

Bayağı ders çalışıyorsunuz yani.

Bu her maç için böyle. Benim en iyi konsantrasyon dönemim, kahvaltıdan sonra odama çekildiğim saatlerdir. Talimatları ve kural kitabında önemli gördüğüm yerleri tekrar tekrar okurum. Böyle yaptığınız zaman, bir olay başınıza geldiğinde "Bu neydi?" diye düşünmüyorsunuz. Maça hazırlanıp çıkmakta çok büyük fayda var. Bu da mükemmel bir konsantrasyon sağlıyor.

Sadece oyun kurallarını değil, dışarıdan müdahaleler konusunda ne yapacağınızı da çalışıyorsunuz, öyle mi?

Konu Bursaspor-Beşiktaş maçından açıldığı için bunu söylüyorum. Yoksa İstanbul Büyükşehir Belediyespor-Gençlerbirliği maçında bunu düşünmezsiniz. Ama olay çıkması muhtemel müsabakalara ekstradan bir hazırlık yapmanız gerekiyor.

Polis Teşkilatı ve kul hakkı

Hakemler hem kulüp yöneticileri hem de medya tarafından yoğun biçimde eleştiriliyor ve dolayısıyla da baskı altında tutuluyor. Siz bu baskıyla nasıl baş edebiliyorsunuz?

Bir şekilde futbolun içine girdiğiniz zaman, gittiği yere kadar devam ediyorsunuz. "Hakemlik yapılacak iş mi?" derseniz, hakikaten çok zor bir iş. Ama bir yerlere de geliyorsunuz ve bu noktadan sonra bırakmak da olmuyor. Karşınıza çıkan zorluklarla bir şekilde baş etmeniz gerekiyor. Ben iki şey düşünürüm. Bir Polis Teşkilatı, iki kul hakkı. Kul hakkından çok korkuyorum. Bu düşünce içinde çıkıyorum maçlara. Benim için kırmızı takım-beyaz takım, sarı takım-mavi takım var. Çünkü futbolcu kardeşlerim o müsabaka için bir hafta alın teri döküyor. Teknik direktörleri de öyle. Hiçbir futbolcu kardeşimin alın terinin, alacağı primin, yapacağı transferin bilerek ve isteyerek önüne geçmek istemem. Onun için de ne görürsem onu çalarım. Evet, medyayı takip ederim ama maça çıktığım an bütün düşüncelerim sadece teşkilatımın adına ve kul hakkına odaklanır. Bu arada saha içinde bazen yanlış bir düdük çaldığınızı da fark edersiniz ve "Eyvah ben ne yaptım" dersiniz. Ama benim için o hata orada kalır. Devamında yine sıfır hatayla maç yönetmeye çalışırım.

En çok gurur duyduğunuz görevlendirme ve unutulmaz dediğiniz maç var mı?

Türkiye'de her hakemin yönetmek istediği müsabakalar derbi maçlarıdır. Bana da ikinci sezonumda ve üstelik kritik bir haftada Beşiktaş-Galatasaray derbisi yönetmek nasip oldu. İki takım da şampiyonluk potasında giderken böyle bir maç almak gurur vericiydi.

Unutmak istediğiniz, çok kötü yönettiğiniz bir maçı hatırlıyor musunuz?

Siz hatırlıyor musunuz? Mutlaka hatalı kararlar verdiğim müsabakalar vardır ama yaptığım hatalar sonucu bir takımdan alıp da diğerine verdiğim bir maç hatırlamıyorum

Yönettiğiniz maçlarda hata yapmanız doğal. Hata yaptığınızı öğrendiğiniz bir maçın ardından neler düşünürsünüz?

Üzülüyorum elbette. Ama kul hakkı yediğimi düşünmüyorum. Çünkü ben sahada o an gördüğümü çalıyorum. Hata yapıyorsam da hata yaptığımı bilmiyorum. Dolayısıyla her müsabakadan çıktığımda vicdanım rahat. Ama sonradan hata yaptığımı gördüğümde tabii ki üzülüyorum "Ben bu hatayı niye yaptım?" diye düşünüyorum. "Acaba orada değil de şurada olsaydım yapmaz mıydım, biraz daha koşsaydım daha iyi görür müydüm, bu pozisyonda niye aldandım" gibi muhasebeleri mutlaka yapıyorum. Ancak hata olacak tabii.

Oyuncunun aldatmasından söz ettiniz. Bir hakem kendisini aldatan futbolcu hakkında neler düşünür?

Sohbetimizin başında "Futbolcuları biraz daha iyi anlıyorum" demiştim ya; kazanma hırsıyla belki istemeden de yapıyorlar. Bazen hatalı bir penaltı veriyorsunuz, o penaltıyı takımına kazandıran futbolcunun üzüldüğünü de hissediyorsunuz. Ama iş işten geçmiş oluyor. Rakip futbolcu, "Kendini niye attın, hakemi zor durumda bıraktın, bizi de ekmeğimizden ediyorsun" dediğinde o futbolcu o kadar mahzunlaşıyor, mahcuplaşıyor ki, bunu hissediyorsunuz. Ama verilmiş bir karardan geri dönmek de mümkün olmuyor. Dolayısıyla ben bu pozisyonları gayriihtiyari yapılmış hareketler olarak değerlendiriyorum ve o futbolcuyla ilgili bir önyargı biriktirmiyorum. Hiçbir futbolcu kardeşimin meslektaşının hakkını yemek isteyeceğini zannetmiyorum.

Maçlara çıkmadan önce bir uğurunuz var mı?

Dua ederim ve sahaya öyle çıkarım.

Hakemlikte bundan sonraki hedefleriniz neler?

Hakemlikte hedefler bitmiyor. Bir derbi yönetirsiniz, bir derbi maç daha istersiniz. Şampiyonluk müsabakası istersiniz, kupa finali istersiniz, Avrupa'da müsabaka yönetmek istersiniz.

Lisan bilmek bizim lig için de gerekli

Bu hedeflerinizin birçoğuna ulaştınız ama Avrupa'da maç yönetmek için FIFA kokartı takmanız gerekiyor. FIFA kokartı takmak için de lisan bilmek önemli bir kriter.

Evet, lisan önemli. Kursa da başlıyorum. Şu anda İngilizcem çok yeterli mi, değil. Ama bugün beni FIFA yapsalar gecemi gündüzüme katar öğrenirim. Çok hırslıyım çünkü. Mustafa Çulcu'nun bana "5 kilo ver" dediği dönemde 10 kilo verdim. İlk yaptığım iş, bir spor mağazasına gitmek ve kalın eşofmanlar alıp kilo verdirici antrenmanlara başlamak oldu. Hedef kilo vermekti, çünkü işaret o yönde gelmişti. Şimdi işaret FIFA yönünde gelirse ki mutlaka bir gün gelecektir, lisan meselesini de en kısa zamanda çözerim. FIFA kokartı takmanın ötesinde de lisan bilmek önemli. Futbolcularla iki cümle konuşup, onun saha içinde yapabileceği olumsuz hareketleri engelleyebilirsiniz. Türkiye'de çok sayıda yabancı oyuncu var ve onlarla iletişim sağlamak için de lisan bilmeniz gerekiyor.

Bir oyuncunun daha sonra yapacağı hareketleri bir-iki cümleyle önleyebileceğinizi söylediniz. Bu konuyu biraz açar mısınız?

Sahada futbolcuya "Seni biraz önce gördüm. Şu futbolcuyla arandaki hareketler hoşuma gitmiyor. Sürekli gözaltındasın. Yardımcılarıma da talimat verdim, seni takip ediyorlar" diyebilirsiniz. Bu futbolcuyu dikkat etmeye sevk eden önemli bir uyarıdır. Bunu sağlıklı bir şekilde yabancı oyuncuya söyleyemiyorum. Kendimde bu eksikliği gördüğüm için bir an önce gidermem gerekiyor.

Bir hakemin sürekli aynı yardımcılarla müsabakalara çıkması performansı artırıcı bir etken midir?

Elbette öyledir. Ama bu, başka yardımcı hakemlerle de başarılı olamayacağınız anlamına gelmez. Yardımcı hakemlerin sayısı hakemlerden daha fazla. Bu nedenle her zaman aynı yardımcı hakemlerle bir arada olmanız mümkün değil. Burada önemli olan hakem, yardımcı hakemler ve dördüncü hakemden oluşan ekibin çok iyi uyum sağlaması. Çünkü futbol artık geçmişe oranla çok daha zor bir oyun. Nostalji müsabakalarını çok severim ve eski hakem büyüklerimi de seyrederim. Eskiden sahada sadece iki top bulunur, ikinci top ancak diğeri stadın dışına gittiğinde oyuna sokulurdu. Şimdi dinlenmeye fırsatınız yok. Top taca çıktığında alnımızdaki teri silerken bir anda oyun başlamış oluyor. Çok daha fazla efor sarf ediyoruz. Eskiden hakemlerin dinlenme şansı çoktu. Geçmişte futbolcuların maç boyunca koştuğu kilometreyle şimdikilerin arasında dağlar kadar fark var. Top artık sürekli oyunun içinde. Dolayısıyla hakem ekibinin de uyumlu olmasının önemi artıyor.

İşinizden söz edelim biraz da. Hakemlik oldukça yoğun bir mesai istiyor. İşinizle hakemliği birlikte yürütmek zor olmuyor mu?

Sağ olsun Emniyet Teşkilatı bugüne kadar hep bana destek oldu. Süper Lig hakemi olduktan sonra bu destek daha da arttı. Başta Sayın Emniyet Müdürüm olmak üzere sıralı bütün amirlerim ve mesai arkadaşlarım bana destek verdi. Beni hiçbir zaman zorlayıcı görevlere göndermediler. "Sen bizim teşkilatımızı hakemlikte temsil edeceksin" diye motive ettiler. İşimde bir zorluğum yok. Aile hayatıma gelince, eşim de polis. Küçük de bir çocuğumuz var. Aile benim için çok önemli. Hiçbir zaman hayatımın birinci sırasına hakemliği koymadım. Benim için her zaman ailem önde gelir. Hakemlik bugün var yarın yok. Bir kötü maç, bir sakatlık her şeyi bitirebilir. Ama aile her zaman var. Dolayısıyla onlara mümkün mertebe zaman ayırmaya çalışıyorum. 19 Mayıs Stadı'nda amatör müsabakaları izlemeye mutlaka çocuğumla giderim. Hatta arkadaşlarım "Amma da lightsın" diye takılır. Ama hayat müşterek. Eşim hafta içi işinde, hafta sonu evinde çalışıyor. Ben de ona destek olmak zorundayım.

Polis arkadaşlarınızdan hakemliğinizle ilgili olumlu ya da olumsuz eleştiriler alıyor musunuz? Nasıl diyaloglar geçiyor aranızda?

Şu ana kadar çok ciddi manada fanatikçe bir yorumla karşılaşmadım. Kinayeli, şaka yollu takılmalar yapılıyor elbette. Onlar da arkadaşlarının Süper Lig hakemi olmasından mutluluk duyuyor. Çocuklarını getirip benimle tanıştırıyorlar. Çocuklar işyerime gelip fotoğraflardan birini istediğinde tereddütsüz veriyorum. Bunlar da hoşuma gidiyor tabii. "Hakemlik neden yapılır?" sorusuna verilecek cevap bu mutlulukla açıklanabilir. Küçücük bir çocuğun gelip de "Bünyamin Hocam nasılsınız?" demesi yeterli. Hocam kelimesi benim için çok önemli. Çünkü çok kutsal bir kelime.

Peki, futbolun dışındaki hayatınızda neler var?

Ailem var. Ailece görüştüğüm çok yakın arkadaşlarım, akrabadan öteye dostlarım var. Onlarla birlikte olmaya çalışıyorum. Bazen gezmeye, bazen yemeğe gidiyoruz. Maçları beraber izliyoruz. Bu dostluklarla mutlu oluyorum. Onun dışında kitap okumayı severim. Yakın tarihe ve siyasi tarihe meraklıyım. Osmanlı'yla, Çanakkale'yle ilgili okumayı seviyorum. En çok okuduğum yazar Soner Yalçın.