TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Abdullah Avcı: "Oyunun keyfinden asla vazgeçmem" 1.05.2008
Abdullah Avcı: "Oyunun keyfinden asla vazgeçmem"
Antrenörlük hayatına İstanbulspor'da adım attı. Aynı takımın altyapısında çalıştıktan sonra bu görevini Galatasaray'da sürdürdü. Asıl çıkışını U17 Milli Takımımızla Avrupa Şampiyonluğu ve dünya dördüncülüğünü elde ederek yaptı. Büyükşehir Belediyespor'u ilk sezonunda Süper Lig'e çıkardı ve takımına oynattığı futbolla beğeni topladı. Galatasaray'dan gelen teklifi "takımını yarı yolda bırakmamak" adına geri çeviren genç teknik adamın futbola bakışını ve yaşadığı deneyimleri bu röportajda okuyacaksınız.

Röportaj: Mazlum Uluç

Genellikle büyük takımlarda futbol oynamış oyuncular teknik adam olarak ön plana çıkma şansını daha fazla buluyor. Sizse arkanızda bir kulüp desteği bulunmadan belirli bir noktaya geldiniz. Büyük takım oyuncularının teknik adamlığa başlarken bir adım önde durduğu görüşüne katılıyor musunuz?

Büyük takımlarda oynayan arkadaşlarımızın kimlikleri ve uluslararası tecrübeleri bir avantaj. Dolayısıyla Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ağırlıklı oyuncular her zaman ön plana çıkıyor ve belki bizden on adım önde başlıyorlar. İşlerini doğru yapanlar açısından tercih haklarının bu arkadaşlarımızdan yana kullanılması normal. Ancak sadece kimliklerinin arkasında bu hakların verilmesini veya her seferinde "Bu kez olmadı, bir şans daha tanıyalım" mantığını kabul etmiyorum. Bence temelden başlayarak gelmek daha sağlıklı olacaktır.

Basamakları sağlam çıktım

Büyük takım çizgisinden gelmeden nasıl ön plana çıkabildiğinizi merak ediyorum.

İstanbulspor'da üç sezon Ziya Doğan, Metin Türel ve Aykut Kocaman'la çalışarak bu işe başladım. Daha sonra İstanbulspor'un altyapısında çalıştım. Burada kendi başıma çalışmak, yanlışı ve doğruyu bulmak adına bana büyük katkı sağladı. Antrenman planlamasından tutun, ilişki yönetmeyle kadar çok şey öğrendim. Daha sonra Galatasaray altyapısı derken zor ve meşakkatli bir yoldan geçtim. Oyun nasıl oynanırsa oynansın, netice almanın önemli olduğu bir ülkedeyiz. 2005'te U17 Takımıyla Avrupa Şampiyonluğu apoleti Abdullah Avcı'yı aranan antrenör konumuna getirdi. Çünkü o şampiyonlukla hem eğitimci hem de yarışmacı kimliği ortaya çıktı. Daha sonra dünya dördüncüsü olmamız, oynadığımız futbolla konuşulmamız ve o takımdaki oyuncuların liglerde oynamaya başlaması Abdullah Avcı ismini çok ön plana çıkardı. Herkes Süper Lig'e geleceğimi beklerken, başkalarına ters gelen ama bana göre doğru bir kararla Lig A'yı tercih ettim. Çünkü "Avrupa Şampiyonluğu tesadüf. Dünya Şampiyonası'nda da strateji hatası yaptı, final oynayamadı" gibi eleştiriler doğmuştu. Ama Lig A'da da da Süper Lig'de de başarılı oldum. Basamakları böyle çıkan bir teknik adam yukarıyı-aşağıyı bilerek, yanlışı-doğruyu bularak geliyor.

U17 Takımı ile o kadar öne çıktığınız dönemde neden Lig A ve neden Büyükşehir Belediyespor tercihini yaptınız?

Ülke olarak her şeyi çok çabuk tüketiyoruz. Abdullah Avcı'nın arkasında büyük kulüp kimliği yoktu. Çok sağlam gitmek zorundaydı. Bana belki ikinci bir şans vermeyeceklerdi. Altı Süper Lig takımı isterken Lig A'yı tercih etmemin sebebi, "Abdullah Avcı burada da bir şeyleri kanıtlıyor" düşüncesini yerleştirebilmekti. Büyükşehir Belediyespor da kurumsal bir yapıya sahipti ve Başkanımız Göksel Gümüşdağ bana uzun vadede çalışma imkânı verebilecek birisiydi. "İki sene buradasın, ister düş, ister çık" mantığıyla yola çıktık ve ilk sezonumuzda Süper Lig'e yükseldik. Şu anda ligin iki sezondur çalışan iki teknik adamından biri benim. Eğer Süper Lig'e gitseydim, belki üç maç sonra "Yapamadı, o zaten Genç Milli Takım hocası" diyerek önümü kapatacaklardı. Ama şimdi kredi sağladığımı düşünüyorum.

Teknik adamlık aslında futbolculuktan başlayıp bir şeyleri biriktirerek oluşan bir süreç. Futbol oynadığınız dönemde, ileride teknik adam olma yolunda neler biriktirdiniz?

Futbol yaşantım 20 yıl sürdü. Antrenörlükle beraber 29 yıldır aralıksız futbolun içindeyim. Bu süreçte tanıdığım antrenörlerin çalışma metotlarından kafamda bir şey kalmasa da 25 yaşımdan sonraki dönemlerimde takım kaptanlığı yapan, lider özelliği taşıyan bir oyuncu oldum. Dolayısıyla teknik adamlarla yakın ilişki içindeydim. Bu liderlik vasfım bana teknik direktörlükte de önemli katkı sağladı.

Bu süreçte kimleri örnek aldınız, hangi teknik adamlardan etkilendiniz?

Başlangıç noktasında Ziya Doğan bana çok katkı sağladı. Metin Türel ve Aykut Kocaman'ın da mutlaka katkısı var ama Abdullah Avcı'nın kendi modeli, davranış şekli ve iletişim biçimi mevcut. Abdullah Avcı 20 yıl önce de var olan özellikleriyle devam ediyor.

Bir röportajınızda "Futbolculuğumda bana yapılanları ben oyuncularıma yapmadım" demiştiniz. Size neler yapılmıştı? Bu sorunun cevabı bugünkü teknik adam modeliyle geçmişteki teknik adam modeli arasındaki farkı ortaya koymak açısından önemli.

Bir kere biz teknik adamından yöneticisine kadar yoğun baskı altında tutulduk. Futbolcusunun yeteneklerini bile elinden alan teknik adamlarla çalıştık. Kendimden örnek verirsem, eğer hâlâ oynuyor olsaydım bugün bile aranan futbolcu modeli olurdum. Ama 20 sene boyunca bana "Sen çok iyi kafa vuruyorsun, çok iyi plase yapıyorsun, her sene 15-20 gol atıyorsun" değil, "Çok ağırsın" denildi. Bende de psikolojik olarak, "Çok ağırım, top önüme atıldığında gitmeyeyim" düşüncesi oluşmaya başlamıştı. Kamp düzeninden tutun da içmeyeceğiniz suya kadar, odanızın anahtarını kapının üzerinde bırakmaktan kapınızın dinlenmesine kadar farklı baskılar yaşadık. Ben bunları yapmayacağımı, son derece özgür bir ortam bırakacağımı, oyuncuyla iletişimi daha sağlıklı kuracağımı hep kendime telkin ettim. Aslında bu mesleğe girmek gibi bir düşüncem de yoktu. Sadece Ziya Doğan'ın "Bu piyasaya senin gibi düzgün adamlar lâzım" tetiklemesiyle başladım.

Oyuncunun ruhuna inmek lazım

Futbol teknik direktörün oyunu mudur? Yani ortada bir dama tahtası var ve oyuncuların hepsi de birer dama taşı mı? Yoksa o oyuncuların ruhları vardır diye düşünmek mi daha doğru?

Elbette oyuncuların ruhları var. Bu taşları herkes bir yere koyabiliyor. Marketteki insan bile "Bu yanlış oynadı" ya da "Bu sistemle oynaması lâzım" diyebiliyor. Önemli olan oyuncuların ruhlarına inebilmek. Ben oyuncudan maksimal verimi nasıl alabileceğimi düşünüyorum. Bu bazen antrenman sahasında bazen de dışarıdaki konuşmayla olur. At yarışını seven oyuncuyla at yarışı konuşabiliyorum. Böyle bir kültüre sahibim. Kasımpaşa'da büyüdüm, İstiklal Caddesi'ni de Etiler'de kebap yemesini de biliyorum. Geçtiğimiz ay ayrılacağımla ilgili gazetelerde yayınlanan haberler üzerine buradaki insanların yüz ifadeleri çok önemliydi benim için. Aşçının millete yemek vermemesi de önemliydi. Dolayısıyla o duyguları yakaladığımı düşünüyorum.

Futbol sürekli değişim ve gelişim gösteren bir oyun. Sistemler, antrenman metotları, beslenme biçimleri konusunda gelişmeleri nasıl takip ediyorsunuz?

İyi bir sağlık ekibimiz var. Bülent Bayraktar'ın eli de bir şekilde sağlık ekibimizin üzerinde. Bilimsel testler yapıyoruz. Sistem konusuna gelince… Televizyonu açtığınızda bütün kanallarda her ligi izleyebiliyorsunuz. Yardımcılarım her şeyi çok yakından takip ediyor ve benimle paylaşıyor. Bugün bütün marka takımlar üzerinde nasıl bir sistemle oynuyorlar, sistemden siteme nasıl geçiyorlar veya oyuncu profilleri nedir diye araştırmalar yapıyoruz.

Marka takımlar arasında hangisinin modelini size uygun görüyorsunuz?

Benim hayalim senelerdir Barcelona'dır. Ayağa çabuk oynamaları, kenarları çok iyi kullanmaları bana müthiş keyif veriyor. Oyuna haz almak açından baktığım için Barcelona benim hayalim.

Şimdi biraz da oyuna gelelim isterseniz. Herkes kazanmak ister ama önemli olan ne olursa olsun kazanmak mıdır, yoksa önceliği futbol oynamaya mı vermek gerekir?

Her şeye kazanmak açısından bakmıyorum. Keyif veren futboldan vazgeçmem. Belki de kulüp açısından bu anlamda rahatım. Anadolu'daki arkadaşlarımız baskı altında olabilir. Benim felsefem, oyunu ısrarla doğru oynamak. Bu sadece benim doğrum da değil. İnsanlar bugün Barcelona'yı izlemekten haz duyuyor. Topun ayağa çabuk paslarla oynandığı, kenarların çok iyi kullanıldığı, rakibin arkasına direkt gidilen bu anlayıştan oyuncu da keyif alıyor. Topu 70 metreye şişirip de düştüğü yerde kavga etmenin keyfi yok. Türkiye Ligi'nde futbol yüzde 80 böyle oynanıyor. Biz de topu ısrarla yere indirmeye çalışıyoruz. Oyunu bizim anlayışımızla oynayan takımlara lütfen müsaade etsinler. Tabii etik kurallar içinde.

İyi takımlar pas yaparak oynar

Siz böyle düşünüyorsunuz ama pasa inanmayan teknik direktörler de var. Onlar da istatistiklere bakıyor ve gollerin çok pasla değil, bir veya iki pasla geldiğini savunarak sizin "kavga" dediğiniz oyun biçimini benimsiyor.

Aslında istatistikler onları haklı çıkarmıyor. Futbolun iyi oynandığı ülkelere bakın. İspanya'da, İngiltere'de, Almanya'da, Fransa'da bizdeki gibi mi futbol oynanıyor? Mesela benim takımım 17-18 pasla çok gol attı. Üstelik topa sahip olduğunuzda gol yeme ihtimaliniz ortadan kalkar. Bunun için 3-5 metrelik koşular göstermek bile yeterlidir. Ama ülkemizde futbol başka türlü oynanıyor. Hele bu sözünü ettiğim takımlar öne de geçiyorsa, yerden kalkmayarak oyunu provoke ediyor. Çünkü oyun oynama gibi bir düşünceleri yok. Bir de kendilerine gelen topları sağa sola vuruyorlar. Ne yazık ki ligimizde topu yere indiren takım sayısı çok az.

Peki, sizce tüm takımların sizin söylediğiniz anlamda futbol oynamasını nasıl sağlayabiliriz?

Hakemlerin bu noktada çok dikkatli olması lazım. Bugün birçok takım topu 70 metreye şişiriyor ve o bölgede kavga ediyor. Hakemlerin topun düştüğü o bölgede neler yaşandığına dikkat etmesi lazım. Veya bu tip takımlar öne geçtikten sonra neler yapıyor diye dikkat etmeleri lazım.

Avrupa'da marka olmuş, başarı elde etmiş takımlara baktığımızda, oyunu sadece bir-iki pasla gol üzerine mi kuruyorlar?

Hiçbiri böyle oynamıyor. Hepsi topa rakiplerinden daha fazla sahip oluyor, çabuk ve ayağa pas yapıyor, rakibinin arkasına gidiyor, kenarlara inerek gol ortası yapıyor. Zaten futbol böyle oynanır. O ülkelerde seyircinin ve oyuncunun bir futbol kültürü var. Oyundan zevk almak istiyorlar. Diğer oyun tarzını ise mantığım almıyor. Ama ülkemizdeki oyuncu tiplemeleri de bunun üzerine kuruldu. Önde bir-iki uzun koyalım, kavga etsin, topu şişirip bir faul kazanalım. Ya da kendisini yere atsın, hakemi kandırsın yine faul alalım. Arkadan stoperlerimiz de gelsin, ceza sahasına yıkılalım. Ben bir futbolsever olarak bundan son derece şikâyetçiyim.

Türkiye'de seyirci sayısının azalmasını da bu futbol anlayışına bağlayabilir miyiz?

Buna bağlayabiliriz tabii. Statların fiziki durumuna, sosyo-ekonomik yapıya, yeni oyuncuların çıkmamasına da bağlayabiliriz. Tabii bir sezonda 35 teknik direktörün değiştiği bir ligde hocalar da sonuç almanın yolunun bu olduğunu düşünüyor.

O zaman suç sadece teknik adamlarda değil. İşini korumak için 3-4 maçlık bir opsiyonu bulunan teknik adam, oyun anlayışını sadece kazanmak üzerine kuruyor galiba.

Zincir teknik kadroları baskı altına alan yöneticiden başlıyor, bu direnci gösteremeyen teknik adamlarla devam ediyor. Medya da futbol kültürü olmadan yaptığı eleştirilerle kamuoyunu etkiliyor ve teknik adamları zor durumda bırakıyor. Belki antrenörlerin oyun felsefesi böyle değil ancak Türkiye'nin şartlarında bunu uygulamak zorunda kalıyorlar. Ama kaos futbolunda herkes hakeme saldırıyor. Çünkü bu tarz oyun sürekli hakem kararlarının tartışıldığı bir kargaşaya yol açıyor.

Baştan sona eğitim lâzım

Ben taraftarın da artık güzel futboldan önce "Ne olursa olsun benim takımım kazansın" anlayışına doğru kaydığını düşünüyorum.

Biz bazı şeyleri o kadar büyütüyoruz ki… Mesela bir takım küme düşmemek için bu yolu seçiyor. Ama ligimiz senelerdir inen-düşen takımlarla dolu. Düşmek de dünyanın sonu değil ki. Bir şeyleri yerleştirmemiz lazım. Düşen takım bir sezon sonra çıkıyor, dünyalar onların oluyor, ertesi sezon düşüyor, dünyanın sonu oluyor. Böyle bir şey yok. Biz bu kültürü seyirciye de yöneticilere de yerleştirmeliyiz. Bu noktada eğitilmiş bir topluma geliyoruz. Eğitimsiz bir toplum içinde aşağıdan gelen oyuncularımız, yöneticilerimiz, teknik adamlarımız, medyamız hepsi bir zincirle birbirine bağlı. Bunun için sıkıntı yaşıyoruz. Ama okul ve futbol eğitimini doğru almış, spor okullarının bulunduğu bir toplum çok daha farklı bir noktaya gelebilir. Çünkü biz gerçekten çok yetenekli bir toplumuz. Futbol Federasyonumuz, kulüplerimiz ve devletimizin eğitimle futbolu bir arada çözmesi gerekiyor. Önemli olan oyuncularımızı doğru zihniyetle eğitmemiz. Buna antrenörlerimizin ve yöneticilerimizin eğitimi de dâhil. Futbolu bir şirketin sahibi değil, futbolun içinden gelmiş insanlar yönetmeli. Ben bir şirketin toplantısına girip onun işi hakkında konuşabilir miyim? Bizim yaptığımız işe de saygı gösterilmesi lazım. Bir idareci çıkıp da "Hoca bugün yanlış oyuncu değişikliği yaptı. Bunun görevine son verelim" dediği anda bir adım ileri gidemeyiz.

Avrupa'nın büyük liglerine baktığımızda kulüp yönetimlerinde futboldan gelmiş insanları görüyoruz. Bizde neden böyle bir uygulama yok? Oyuncularımızın yönetme kabiliyetlerinde mi bir sorun var?

Yine eğitime geliyoruz. Özellikle bizim ve bizden önceki jenerasyonun kültürünü biliyorsunuz. İlkokulu bitirmiş, bir yerde çalışırken futbolcu olmuş, bir gecede üç gece kulübe giden bir jenerasyondan söz ediyoruz. Şimdi siz bana o jenerasyondaki insanların bugün futbolu nasıl yöneteceklerini anlatın.

Ama bugünün genç oyuncuları eskisinden oldukça farklı görünüyor.

Doğru ancak kaplumbağa hızıyla ilerliyoruz. Sözünü ettiğim jenerasyon futbolu bıraktıktan sonra bir yandan antrenörlüğe sarılmaya çalışıyor, bir yandan medyada ya da kulüplerde yer tutmaya. Ancak bakıyorsunuz her yönde bir eksiklik var. Tamam, kulüpler uzun süre hizmet eden oyuncularına sahip çıksın ama adama göre iş anlayışının olmaması gerekir.

Biraz önce oyuncunun az yetiştiğini söylediniz. Ama sizin döneminizdeki U17 oyuncuları liglerde oynamaya başladı. Bugün için de iyi bir jenerasyonun geldiğini söyleyebilir miyiz?

Geliyor ama önemli olan bunların sayısını eğitimle birlikte artırmak. O çocuklarımız da aileleri tarafından baskı altında. Çünkü bir an önce para kazanma duygusu var. Galatasaray'ın altyapısında oynayan oyuncu A takımı hedefliyor ama 11 kişinin 6'sı yabancı. Genç oyuncu 5 kişinin arasına girmeye çalışıyor.

Bu baskı meselesi enteresan. Yani aileler çocuklarının spor yapmasından önce futbolu bir ekmek kapısı gibi mi görüyor?

Tabii ekmek kapısı gibi görüyor. Çocuğum spor yapsın gibi bir mantık yok. Burada çocuğun psikolojisini sağlam tutmak için eğitimin, kulüpteki insanların yaklaşımının ve mentörlerin devreye girmesi lazım. Aile baskısı dışında, genç oyuncuların fiziki çalışma şartlarının düzeltilmesi gerekiyor. Genç oyuncular sentetik sahalarda çalışıyor. Ayrıca İstanbul gibi bir metropolde oyuncuların ev, okul, antrenman sahası üçgeninde neler yaşadığını çok iyi gördüm. Benim oyuncuyum Ümraniye'de oturuyor, Florya'ya antrenmana geliyor, Şehremini Lisesi'nde eğitim görüyordu. Ben bu oyuncuya nasıl bir beslenme, nasıl bir antrenman programı uygulayacağım?

Spor okulları devreye girmeli

Bu problem nasıl çözülebilir? Bir dönem kulüplerin kolej projeleri vardı ama hiçbiri uygulamaya geçmedi.

Spor okulları derken bunu kastettim. Oyuncunun okul eğitimini aldıktan sonra doğru bir beslenme ve istirahatın ardından yürüyerek antrenman sahasına çıkacağı bir ortamın hazırlanması gerekiyor. Özellikle büyük tesisleri ve arazileri olan veya sponsorlarla bu işi çözebilecek olan kulüplerin bu adımı atması gerekiyor. Ancak yukarıda o kadar sorun varken kimse aşağıdakilerle ilgilenmiyor. Altyapıdaki antrenöre 1-2 milyar lira maaş verilip 1 milyon dolarlık oyuncu istenen bir atmosferde yaşanan sıkıntıyı düşünün.

Çok genç yaşta büyük paralar kazanan genç oyuncuların bazen dengelerinin bozulduğunu da gözlemliyoruz.

Bu oyuncuların danışmanları olmalı. Bu danışmanların oyuncunun ekonomisi, okul eğitimi, psikolojisi, yabancı dili ve futbol eğitimiyle ilgilenmesi lazım. Böyle bir kurumun devreye girmesi gerekir. Ancak bu donanımda insanların da bulunmadığını düşünüyorum.

Avrupa'da takım çalıştırmak gibi bir hedefiniz var mı?

Var. Geçtiğimiz günlerde İsviçre-İtalya ortak yapımı bir danışmanlık şirketi benimle çalışmak için geldi. Şirket hakkında bir araştırma yaptım ve daha sonra sahibiyle oturup görüştüm. Onlara "Siz bir teknik adam için ne yapıyorsunuz? Ben Manchester United'ın lige nasıl hazırlandığını takip etmek istiyorum. İngilizcemi geliştirmek istiyorum. Bana bunları sağlayabilir misiniz?" diye sordum. Şirketle ilişkimiz resmi boyutta olmasa da sürüyor. Öncelikle ülkemde doğru şeyleri yapmak amacındayım. Ancak bu kadar kaosun ve baskının olduğu bir ligde çalışmaktansa Avrupa'ya açılmak gibi bir niyetim de var.

Nerede çalışmak istersiniz?

İspanya'da, Barcelona'da (Gülüyor). Onlara bir şey söylemenize gerek yok, zaten alışmışlar, istedikleri gibi pas yaparak oynuyorlar.

Aslında Barcelona'yı bir İspanyol ya da Katalan takımı gibi değil, bir Hollanda takımı gibi düşünmek lâzım. Cruyff'un yerleştirdiği mantaliteyi 20 yıldır sürdürüyorlar.

Genç Milli Takımlarla çalıştığım dönemde Hollanda ile çok karşılaştık. Onları hayranlıkla izliyorum. 2005'te finalde onları yendik. Aynı otelde kalıyorduk. Antrenörleri köşede oturmuş gazete okuyordu. Hollanda takımı tek sıra halinde otelden içeri girdi. Oyuncular "Bizi ikinci yaptın" diyerek antrenörlerini alkışlıyordu. Onlar için finali oynamak çok önemliydi. Bunu yakalamışlar. Antrenörleri de "Hayır siz beni ikinci yaptınız" diyerek oyuncularını alkışladı. Ben düşünüyorum, acaba biz ikinci olsaydık ne olurdu? Bir de Hollanda'nın tüm genç takımları turnuvalara giderken eğitmenleri de başlarında. Ders saatleri var. Bir kez yanlışlıkla toplantı odalarına girdim ve bunu gördüm. Başlarında öğretmenleri dolaşıyor ve ders çalışmalarını sağlıyor. Bu iki örnek benim için çok önemli. Bir de tüm yaş gruplarında ısrarla pas yapan bir takım kimlikleri var.

Ligimizde beğendiğiniz teknik adamlar var mı?

Beğendiğim veya beğenmediğim demeyeyim, çünkü herkesin kendisine göre bir anlayışı var. Ama Giray Bulak'ın oynattığı futbolu ayrı tutuyorum. Vestel Manisaspor, Giray Bulak döneminde oyun oynamaya çalışan bir takımdı. Ancak takım savunmasında bazı sıkıntıları vardı. Onun dışında Fenerbahçe bunu yapıyor zaten. Pas trafikleri iyi ve zaman zaman vitesi yükseltiyor. Beşiktaş bunu yapamıyor. Galatasaray önde uzun oyuncuları olduğu için topu devamlı şişiriyor. Aslında çok iyi bir potansiyelleri var.

İbrahim Akın özel bir oyuncu

"Keşke benim takımımda olsa" dediğiniz oyuncular var mı?

İbrahim Akın beni heyecanlandıran bir oyuncuydu ve devre arasında onu aldım. Benim için özel bir oyuncu. Yetişme tarzına, nasıl problemlerle geldiğine, Beşiktaş'ta yaşadığı dört yıllık sürece bakmak lazım. Bunda İbrahim Akın'ın suçu yok mu? Çok var. Başkalarının suçu yok mu? Var. İbrahim Akın bugün yeterli oynuyor mu? Hayır. Tamam, ön plana çıktı ama çok daha fazlası var. Kapasitesinin yüzde 50'sine kullanabilse İspanya'da oynaması gerekir. Bunu Del Bosque de söylemişti. Ama ondan sonra çok sıkıntılı bir dönem yaşadı. İnşallah bu süreci burada geçirir. Yoksa birkaç yıl içinde aşağı doğru seyredecektir.

İbrahim Akın Beşiktaş'ta bir değil, birçok teknik direktörle çalıştı ama hiçbiri tarafından kazanılamadı. Siz hangi cesaretle onu transfer ettiniz ve neleri değiştirdiniz?

İbrahim Akın'ı istediğimde herkes "Sen ne yapıyorsun?" dedi. Onlara "Önce İbrahim'le oturup konuşacağım. Futbola bakış açısı ne, niye Türk futbolunda yok? Bunları öğreneceğim" dedim. Yoksa ona "Sen iyi futbolcusun, niye oynamıyorsun veya niye at yarışı oynuyorsun" diye sormayacağım. Zaten bunlar devamlı söylenmiş ve artık bıkmış. Bu yüzden de tepki veriyor. Transfer etmeden önce 1.5 saat oturup konuştum. Verdiği doneler gayet iyiydi. Bir şeyleri kanıtlamak istediğinden, 2008 gibi bir hedefi olduğundan söz etti. Ama bunlar söylemdeydi ve eyleme geçmesi gerekirdi. Bana, "Dört senedir hiç kimse benimle 1.5 saat konuşmadı. Ben buraya gelmek istiyorum" dedi. Anlaştık. Son derece iyi ve düzgün bir insan. Tabii ki aşılması gereken sorunları var. Bu da süreç gerektiriyor. Geçiş dönemini burada iyi geçiriyor. Türk futbolunda yeniden yukarıda olmak veya Avrupa'ya gitmek için önünde 1-2 senelik zaman var. Önümüzdeki 1-2 sene İbrahim Akın'ın ne olduğunu gösterecek.

Galatasaray'dan gelen teklifi kabul etmediniz. Önünüzdeki planlardan söz eder misiniz?

Geçtiğimiz sezon Başkanımız Göksel Gümüşdağ'la iki senelik bir planlamayı konuşmuştuk. Lige çıkma hedefimiz vardı, bunu ilk sezonumuzda gerçekleştirdik. İyi futbol oynayan takım olmanın dışında kurumsal yapının üzerine de bir şeyler ilave ettik. Türk futboluna yeni yüzler kazandırmak, ligin sempatik takımı olmak istiyorduk. Bunu da gerçekleştirdik. İki senelik geçiş dönemini başarıyla tamamladık.

Takımımı yolda bırakmam

Galatasaray'dan teklif almak da ciddi bir kariyer adımı sayılabilir mi?

Bence ciddi bir kariyer adımı. Özellikle bu sene çok gündeme geldi ve konuşuldu. Bunun detayını da fazla açmak istemiyorum. Takımını yarıda bırakıp giden antrenör olmak istemiyorum. Çünkü bir duruşum ve kamuoyunun bir sevgisi var. Kulüp adına önemli adımlar attık. Büyükşehir Belediyespor'un önümüzdeki sezon 23 yaş ortalaması olan oyuncu profili hazır. Belediyespor birkaç doğru transferle önümüzdeki sezon da ligin sevimli takımı olacak. Altyapıda da önemli şeyler yaptık.

Evet, onu soracaktım. Süper Lig'deki teknik adamlar genellikle A takımla ilgilenir ve gözünü altyapıya çevirmeye pek vakit bulamaz.

Altyapılarda çalışmış bir teknik adam olarak bu bana yakışmazdı zaten. Burada altyapı da bana bağlı. PAF takımını her Çarşamba buraya çağırıp A takımla maç yaptırdım. Birlikte yemek yedik. Israrla oyuncu istediğimiz altyapının başındaki antrenörlerin ekonomik durumu çok önemliydi. Öncelikle ekonomik durumlarını iyileştirdik. Benim futbolcum ne prim alıyorsa, altyapıdaki antrenörler de iki senedir o primden pay alıyor. Başkan bu konuda bana destek verdi. Karşılığını da aldık. Mahmut ve Hasan Ali artık A takımda. Takdir edersiniz ki Belediyespor'un altyapısından her sene 5 oyuncu gelmez.

Önümüzde bir U17 Avrupa Şampiyonası var. O takımın başından gelmiş bir teknik adam olarak bu şampiyonadaki şansımızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu grubun seçiminde ben de vardım. Dolayısıyla oyuncuları yakından tanıyorum ve yetenekli bir jenerasyon olduklarını biliyorum. Cam fanusta korunması gereken oyuncuları var. Şampiyonanın ülkemizde düzenlenmesinden dolayı bu finallerde çok şanslı olduklarını düşünüyorum. Umarım futbol şansları yanlarında olur ve 2005'ten sonra böyle bir duyguyu bir kez daha yaşarlar. Ancak Fransa, Hollanda ve İspanya'nın da gençler kategorisinin çok iyi takımları olduğunu unutmamak gerekiyor. Ben de bu şampiyonayı izlemek için Antalya'ya gideceğim. Takımın başında Şenol Ustaömer Hoca var. Zaten takımın kuruşundan beri takımla birlikte. En ince noktasına kadar her şeyi planlamıştır. Ben bildikleri oyun felsefesinden vazgeçmemelerini diliyorum. Bu turnuvayı kaybetmenin dünyanın sonu ya da kazanmanın her şey olmadığını bilmeleri lâzım.

Milli Takım'ın Euro 2008'deki şansını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Avrupa'da özellikle takımlar arasında büyük farklar kalmadı. Turnuva maçlarına daha fazla konsantre olan, başarıyı daha fazla isteyen öne geçiyor. Bu anlamda bizim takımımız başarılı olacaktır diye düşünüyorum. Turnuva maçları kırılma maçları. Hiç unutmam, Euro 2000'de Belçika maçımızı izliyordum. İlk 20 dakikada 3-0 mağlup duruma düşebilirdik. Ama 45'te Hakan Şükür'ün golüyle maç bir anda bize döndü. Turnuva maçları böyledir. Milli Takımımız ciddi bir potansiyele sahip. Çok önemli oyuncularımız var. İnşallah Hamit de turnuvaya yetişir. Ben takımızın iyi şeyler yapacağına inanıyorum. Oyuncularımızın uluslararası tecrübesinin fazla olması da bizim için avantaj.

Ülkemizdeki yabancı oyuncu sayısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence bizde de kotaların konulması, kriterlerin getirilmesi gerekiyor. 50-100 bin dolara oyuncu getireceğiz diye buradaki genç oyuncunun önü kesilmemeli. Yabancı transferinde milli olma, yaş gibi kriterleri devreye sokarsak hiç olmazsa kalitemiz yükselir.

Yoğun futbol hayatı içinde özel yaşamınıza zaman ayırabiliyor musunuz?

Etrafım bu konuda benden biraz şikâyetçi. Çok boğuluyorsun diyorlar. En geç saat 10'da tesislerde oluyorum. Akşama kadar mesaim sürüyor. Aileme, iki oğluma vakit ayıramıyorum. Sosyal hayatım arkadaşlarımla haftada bir-iki gün yemeğe çıkmaktan ibaret. Aileme ayırabildiğim bir tam 24 saatim yok. Ama böyle bir noktada bulunmak çok çalışmayı gerektiriyor. Zaman zaman çok sıkılıyorum ve mental destek alıyorum. Dışarı çıktığımda genellikle balık yemeği seviyorum. Sinema ve tiyatroya bazen çocuklarımla gidiyorum. Müzik dinlemekten hoşlanıyorum. Türk Sanat Müziği'ni, fasıl dinlemeyi çok seviyorum. Onun dışında Sezen Aksu, Kayahan, Kıraç ve Funda Arar'ı dinliyorum. Kitap okumaya çalışıyorum. En son Mourinho'yu okudum. Bir arkadaşım da "Pozitif düşüncesi sana çok benziyor" diyerek The Secret'i hediye etti ve onu okuyorum. Bunların dışında giyinmeyi çok seviyorum. Modayı takip etmek ve iyi giyinmekten keyif alıyorum.