TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Song: "Bu ligin değeri bilinmiyor" 1.04.2008
Song: "Bu ligin değeri bilinmiyor"

Avrupa'nın beş büyük liginden dördünde forma giymiş uluslararası bir oyuncu o. Afrika'da Kamerun Aslanları'nın "Cesur Kaptanı" olarak da tanınıyor. Tam dört sezondur Galatasaray formasını başarıyla taşıyor ve bir yandan saha içi performansı bir yandan da profesyonelliğiyle örnek futbolcu profili çiziyor. Turkcell Süper Lig'le ilgili "bilge" düzeyinde tespitleri var. Türk oyuncuların ve Türk futbolunun kalitesini anlatırken, "Liginizin değerini anlamak için onu dünyaya pazarlamanız gerek" önerisinde bulunuyor.

Röportaj: Mazlum Uluç

Sadece oynadığın futbolla değil, profesyonellik anlamında da örnek bir oyuncusun. Genel olarak Afrikalı oyuncuların Avrupa futboluna uyum sorunu yaşadığından yakınılır. Seni bu genellemeden ayıran nedir?

Her şeyden önce kendim gibi olmam gerektiğine inanıyorum. Bu kolay bir şey değil fakat benim her zaman yapmak istediğim bu. Ben sahtekârlık yapamam zaten. Bu benim karakterimde yok. Olduğum gibi görünmeye gayret ediyorum. Bir yabancı oyuncu olarak yeni bir ortama giriyorsunuz. Bu duruma alışmak zorunda olduğunuzu bilmeniz gerek. Ben her zaman insanlarla yakınlık kurmaya, insanların suyuna gitmeye çalışın, bu sayede onları anlayıp, onlarla iletişim kurup daha sonra da içinde bulunduğum çevreye uyum sağlamak isterim. Bunları yaparken de kendi kişiliğimden ödün vermemeye çalışıyorum. Mümkün olduğunca insanlara gerçek Rigobert Song'u gösteriyorum. Onlar da herhalde bunu kabul etmekte kolaylık yaşıyor.

Futbol kazanmak üzerine kurulu bir oyun. Daha doğrusu çoğu insan böyle olduğunu düşünüyor. Oyuncular da genellikle bu algıyla hareket ediyor. Ancak seni kazanılmış bir maçın ardından arkadaşların sevinirken rakiplerini teselli ederken görebiliyoruz.

Futbol bir oyun, aynı zamanda da bir spor. İşin içerisinde bir yandan rekabet, mücadele ve meydan okuma var. Bir takımı yendiğiniz zaman, bu ille de karşı takımın kötü işler yapmış olduğunu göstermiyor. Kaybettiğiniz zaman içinizden bir şeyin koptuğunu hissedersiniz. Ve ben biliyorum ki, o gün sahadan çıkarken, kaybeden takımın bir parçası da olabilirim. Bugün başkalarının başına gelen yarın bizim başımıza da gelebilir. Nitekim geldi de zaten. Biz de defalarca kaybettik. Bu yüzden mücadele ettiğiniz rakibinize saygı duymak mecburiyetindesiniz.

Söylediklerin çok doğru ama bu davranış biçimi futbol sahalarında çok da yaygın değil.

Olabilir. Bu herkesin kendi görüşü. Ben de sadece kendi görüşümü ortaya koydum. Hep şunu düşünüyorum, futbolun dışındaki yaşamımızda da biz her şeyden önce insanız. İnsanlar birbirlerine yardım eder, birbirlerini anlamak için gayret gösterir. Her şeyden önce bu insani vazifemizi yerine getirmemiz lazım. Bunu bir kenara bırakıp düşünemezsiniz ki. O zorlu mücadelenin içinde bile olsanız işin insani boyutunu unutmamanız gerekir.

Gençlere hayat tecrübemi aktarıyorum

Biz yabancı futbolculardan sadece iyi futbol oynamalarını değil, genç oyunculara hem oyunculuklar hem de profesyonel yaşantılarıyla örnek olmalarını bekliyoruz. Bu anlamda senin takımdaki genç oyuncularla ilişkilerin nasıl?

Galatasaray'a geldiğimde birçok genç oyuncuyla karşılaştım. Bu sezon Arda ile Uğur var. Daha önce Aydın, Ferhat ve diğerleri vardı. Onlar için her zaman bir ağabey ya da sık sık söyledikleri gibi baba olmaya gayret ettim. Zaten gerçekten de bazılarının babası yaşındayım. Genç oyuncularla birlikte olduğunuz zaman gerçekten farklı bir şey hissediyorsunuz. Futbolda sadece güzel günler yaşamadım. Şimdiye kadar yaşadığım tecrübelerden onları mümkün olduğu kadar faydalandırmam gerektiğini hissediyorum. Buraya kadar şu ya da bu yaşanmışlıklarla geldiysem, bu çocukların da yanındaysam, benim şimdiye kadar kazandığım veya kaybettiklerimden onları da bilgilendirmem gerekiyor. Sadece futbolun içindekilerle değil, hayatın içindekilerle ilgili olarak karşılıklı alışverişlerde bulunuyoruz. Tecrübelerimi anlatırken sadece saha içiyle sınırlı kalmamaya dikkat ediyorum. Bugün Rigobert Song olarak örnek teşkil ediyorum ve bu örneği en iyi şekilde oluşturmalıyım. Nasıl anlaştığımız konusuna gelince, sahada veya antrenmanlarda bizi izlerseniz bunu çok açık bir şekilde görürsünüz.

Türkiye'ye ilk geldiğinde, daha önce gördüğün kırmızı kartlar nedeniyle hakkında bir önyargı oluşmuştu. Oysa Türkiye'de hiç kırmızı kart görmediğin gibi, bir defans oyuncusu için oldukça düşük sayılabilecek dört sarı kart ortalamasıyla oynuyorsun.

Türkiye'ye geldiğimde üzerime yapışmış bir "tehlikeli adam" imajı vardı. Bu sabit fikirlerden kurtulmak gerçekten çok zor. Benim şanssızlığım, 1994 Dünya Kupası'nda gördüğüm kırmızı kartın ardından 1998 Dünya Kupası'nda bir kez daha oyundan atılmak oldu. Bütün dünya sizi izliyor ve iki defa kırmızı kart görüyorsunuz. İster istemez "Bu adam tehlikeli. Kırmızı kart görür" imajı yaygınlaşıyor. Fakat ben insanın sürekli kendisini geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye'ye geldiğimden itibaren biraz daha tecrübe kazandım, biraz daha yaşım ilerledi ve sakinleştim. Saha içerisindeki koşulları nasıl kontrol edebileceğim konusunda şimdi daha sağlıklı fikirlerim var. Dolayısıyla herhangi bir durum karşısında gençken verdiğim tepkileri vermiyorum. Üstelik bakıyorum ki işlerim eskisine göre daha da yolunda gidiyor. Çok basit bir örnek vermek gerekirse, bu yıl Afrika Kupası finallerine yedinci kez katıldım ve 35 maç gibi kırılması çok güç bir rekora ulaştım. Bu 35 uluslararası düzeydeki çok zorlu maçta sadece iki sarı kartım var. Bence bu veri, meraklı futbol izleyicisinin gözündeki hırçın imajımın silinmesi için yeterli. Fakat bazen bunlar göz ardı ediliyor. Defans oyuncusu olduğunuz için insanlar size başka bir gözle bakıyor ve sabit fikirlerin üstesinden gelemiyorsunuz. Ancak belli bir tecrübe edindikten sonra kendinizi, hislerinizi ve oyununuzu daha iyi ifade etmeye başlıyorsunuz ve hatalarınızdan da ders alarak, bu hatırlamak istemediğiniz olayları geçmişte bırakabiliyorsunuz.

Fransa, İngiltere, İtalya ve Almanya'da forma giyen gerçek anlamda bir uluslararası oyuncusun. Kendini en mutlu hissettiğin ülke ve takım hangisiydi?

Bir futbolcu için kendisini hangi takımda ve ülkede daha iyi hissettiği sorusuna cevap vermek gerçekten çok güç. Belki bu durumda futbol kariyerimin kısa bir özetini yapmam gerekecek. Kamerun'da amatör futbol oynarken Fransa'nın Metz takımında profesyonel yaşama geçtim. Orada kaldığım dört yıl boyunca bir lig ikinciliği, bir de kupa şampiyonluğu kazandık. Bunlar benim için gerçekten çok hoş anılardı. Metz'deyken rahattım. Çünkü ilk yurt dışı tecrübemde aynı dili konuştuğum insanların ülkesindeydim. Daha sonra İtalya'da topu topu 6 aylık bir mazim var. Ardından iki sezon Liverpool'da oynadım. Premier Lig'deydim ama bu durum dışarıdan iyi görünüyor olsa da sorun yaşıyordum. Çünkü her hafta oynayamıyordum. Bir futbolcu için bu kötü bir durumdur. West Ham'da geçirdiğim iki sezonda ise kendimi iyi hissettim. Çünkü Londra'da oturuyordum ve iyi maçlar çıkartıyordum. Fakat yine de en başarılı zamanlarımdan biri değildi. Almanya'da ise 6 ay boyunca çok mutlu oldum. Çünkü Köln'de sürekli oynama şansı elde ettim.

Kendimi köyümde hissediyorum

Türkiye'deki durumunu nasıl değerlendirebilirsin?

Galatasaray dört yıl boyunca oynadığım ya da bana dört yıl boyunca tahammül eden ikinci takım. Bu benim için çok önemli. En başından itibaren Galatasaray'a uyumum o kadar kolay oldu, insanlar bana o kadar büyük bir sevgi gösterdi ki, deyim yerindeyse kendimi kendi köyümde hissettim. Kendimi Galatasaray'a, İstanbul'a, Türk insanlarına ve yaşadığım çevreye o kadar yakın hissediyorum. Sanırım burada oynadığım maçları izleyen biri de bunu kolaylıkla anlayabilir.

Türk futbolseverler de seni artık "Bizden biri" gibi görüyor.

Galatasaray'a gelirken arkadaşlarım ve tanıdıklarım, benim dört sene boyunca burada kalacağımı hiç tahmin etmiyorlardı. Aslında ben de tahmin etmiyordum. Ama ailemin tüm fertleriyle birlikte burada çok rahat ve keyifliyiz. Galatasaray'a gelirken, her şeyden önce çok iyi bir kulübün içine girdiğimi hissetmiştim. Onun dışında çok güzel bir ülkeye geldim, çok güzel bir kentte yaşıyorum, bana gösterilen ilgi ve sevgi de ailemle birlikte çok rahat bir hayat sürmemizi sağlıyor.

Türkiye'yi de içine katarak, futbol oynadığın ülkelerdeki oyun anlayışlarının bir tahlilini yapabilir misin?

Bu gerçekten zor bir soru. Tüm ülkelerden örnekler vermek yerine belki biraz İngiliz futbolundan bahsetmem gerek. Ben İngiliz futbolunu, ligin sahip olduğu çok yüksek ritim ve bu ritmin bütün sezon sürmesi sebebiyle çok seviyorum. Dolayısıyla İngiliz futbolunun mesela Fransa'da oynanan futbola oranla çok yoğun bir tat verdiğini söylemek mümkün. Oradan Türk futboluna gelmek gerekirse, ben Türk futbolunun Avrupa futboluyla rekabet edemeyeceği görüşünde değilim. Türk futbolu Fransa hatta Almanya futboluyla rekabet edecek düzeyde. Türk futbolunun yeterli ilgiyi alamamasının sebebi bence takımlarda çok büyük yıldızların bulunmaması değil. Aslında küresel bir nedenden ötürü Türk futbolu hak ettiği ilgiyi görmüyor. İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya ya da Fransa Ligi tüm dünyada izleniyor. Bizse maalesef futbolu kendi aramızda oynuyor, kendi aramızda konuşuyor ve kendi aramızda tartışıyoruz. Sonra da sözünü ettiğim diğer liglerin maçlarını izlemeye devam ediyoruz.

Süper Lig dünyaya pazarlanmalı

Peki, ne yapmamız gerekiyor?

Türkiye'nin yapması gereken, çok yüksek seviyede oynandığını düşündüğüm lig maçlarını, bir şekilde dünyaya ulaştırmanın yolunu bulmak. En basit deyimiyle satmak. Türk futbolunu dünyaya satabilir ve kendi aramızda yaptığımız maçlar hakkında başka ülkelerin insanlarını tartıştırmayı becerebilirsek, o zaman Türkiye'de oynadığımız futbolun kalitesini daha objektif olarak değerlendirme şansına sahip olacağız. O zaman Türk futbolunun hiç de kötü olmadığını göreceğiz. Avrupa'nın birçok ligiyle mücadele edecek seviyede olduğunu anlayabileceğiz. Zannetmeyin ki, ben bunu Galatasaray'da oynadığım ve karşımıza gelen takımlar çok üstün performansla oynadığı için söylüyorum. Hayır. Türkiye Ligi'nin bir oyuncusu olarak her hafta, her maçta gerek kafama, gerekse bacaklarıma hâkim olmak zorundayım. Önceden kazanılmış ya da önceden sonucu tahmin edilebilen hiçbir maç oynayamıyoruz. Zaten futbolun doğasında böyle bir şey yok. Mesela Kasımpaşa ile oynadığımız maç. Herhalde takımın içinde olmayanların büyük bir kısmı "Bunları kolaylıkla yeneriz" demiştir. Ama Kasımpaşa iyi hazırlanmıştı, bizim yapamadığımız şeyi yaptılar, bir gol attılar ve kazandılar. Demek ki lig sonuncusu, lideri yenebiliyor. Bu da önemli bir gösterge. Fakat bizim bunun daha fazla farkında olabilmemiz için futbolumuzu yurt dışına pazarlamayı bilmemiz lazım. Zaten bunu yapamazsak, Avrupalı büyük isimlerin Türkiye'ye gelip oynamak istemelerini nasıl bekleyebiliriz ki? Avrupalı tüm büyük isimler, Türkiye'deki takımlarda oynamak üzere teklif aldıklarında, "Teklif güzel ama acaba bundan sonra milli takıma çağrılabilir miyim?" diye düşünür. Milli takımdaki yerini garanti edebilmek için o oyuncuların her zaman kamuoyunun gözü önünde olması gerekir. Bu da televizyon yayınlarıyla mümkün. Bunu sağlayamazsanız dışarıdan yüksek kalitede futbolcuların Türkiye'ye gelmesini de sağlayamazsınız.

Bu yayınlar, Türk oyuncusunun Avrupa'ya açılabilmesi için de önemli sanırım.

Evet. Türk Milli Takımı'na bakın, yurt dışında oynayan kaç tane oyuncusu var? Türkiye'de oynayan yüksek düzeydeki oyuncuların gidebileceği takım sayısı belli. Büyük takımlardaki bir oyuncu kariyeri boyunca ancak birinden diğerine gidebiliyor. Kaliteli Türk oyuncular bu takımların arasında dolaşmak zorunda. Oysa Türk futbolunun imajını hep birlikte pazarlamayı becerebilirsek, bu büyük yetenekler dünyanın her tarafındaki büyük takımlarda oynayarak Türk futbolunun imajını hak ettiği yere getirir, kendilerini geliştirme şansına sahip olur, aynı fasit daire içinde dolaşmaktan kurtulurlar. Daha net bir ifadeyle söylersek, Türk ve dünya futboluna daha fazla hizmet edebilirler.

Çok bilgece bir konuşma ve önemli bir açılım Türk futbolu adına.

Bakın size çok basit ve önemsiz bir ayrıntı. Naçizane bendeniz Kamerun Milli Takımı kaptanı, Türkiye'de, Galatasaray takımında oynuyor diye, bugün kendisini yeterli hisseden bütün Kamerunlu oyuncular Türkiye'de oynamak istiyor. Türkiye'deki Kamerunlu oyuncu sayısı, ne yazık ki Avrupa'daki tüm Türk oyuncuların sayısından daha yüksek. Bu çok önemli bir örnek ve sanırım bütün söylediklerime emsal teşkil edebilir. Çok nitelikli oyuncularınız var. Mesela Arda işlenmemiş bir mücevher. Arda'nın futbol hayatının, her seferinde daha iyisini arayarak, daha büyük takımlarda geçmesi gerekir. Ama Türk futbolunun ulaşmış olduğu kaliteyi en iyi temsil edecek olan Arda'yı her hafta Galatasaray maçları içerisinde Avrupa'ya izletemiyorsak, Türk futbolunun ulaştığı nokta hakkında insanların bilgilenmelerini nasıl bekleyebiliriz ki? Bu pazarlama eksikliği dolayısıyla Arda Türkiye çerçevesinde kalırsa, bu Türk futbolu için büyük bir kayıp olur.

Bu tablo içinde Milli Takımımızın Euro 2008'deki şansını nasıl değerlendiriyorsun?

Her şeyden önce şans dediniz, oradan başlayalım. Şans futbolun bir parçası. Futbolun içinde şans faktörü de önemli. Ama şansı şunla karıştırmamak lâzım. Türk Milli Takımı'nın bugün bulunduğu nokta tesadüfen gelinmiş bir nokta değil. Tesadüf olmadığını zaten tüm karşılaşmalar boyunca gösterdiler. 2002 Dünya Kupası'ndaki üçüncülük büyük bir sürpriz olarak nitelendirilebilir mi? Evet. Çünkü Türk Milli Takımı'nın ne yetenekte, ne düzeyde olduğunu kimse bilmiyordu ve o yüzden sürpriz sayıldı. Oysa Türkiye Ligi tüm dünyada izlenen bir lig olsaydı, insanlar "Türk Milli Takımı'na dikkat etmek lazım, bunlar her şeyi yapabilir" diyecekti. Biz Türk futbolu içindeki insanlar olarak biliyoruz ki, bu başarı tesadüfi değil. Çalışılarak, bilinçli bir şekilde varılmış olan bir nokta. Ancak kendimiz de dâhil olmak üzere bu noktanın farkında değiliz. Türk oyuncuların ve Türk Milli Takımı'nın Euro 2008'deki takımlarla rekabet etme gücü çok yüksek. Fakat bu yeterince bilinmiyor. Çünkü Türk futbolu genelde yeterince bilinmiyor. Fakat Türk Milli Takımı oyuncularının her şeyden önce ne yapabileceklerini bilmeleri lâzım. Mesela Çek Milli Takımı'na karşı Türkiye'nin eksisi yok, artısı var. Diğer takımlara karşı da öyle. Bence Euro 2008 bunu göstermek için elinizdeki fırsatlardan biri.

Genç oyuncular defansta yer almak istemiyor

Ligimizde çok fazla yabancı stoper kullanıyoruz. Bu da stoper mevkiinin kilit bir nokta olduğu açısından önemli bir gösterge. Biz bu kilit noktada Türk oyunculara yeterince güvenmiyor muyuz?

Türk stoperlerin az ya da kötü olduğu genel kanısına katılmam mümkün değil. Bunun böyle olmadığını gerek geçmişteki, gerekse bugünkü Milli Takım stoperleri gayet iyi biçimde gösteriyor. Fakat başka bir şey var. Günümüz futbolunda genellikle sahanın diğer iki bölgesinde oynayan oyuncular, defans oyuncularına nazaran daha fazla dikkat çekiyor. Onlara daha fazla kıymet veriliyor. Dolayısıyla genç oyuncularımız hep sahanın bu iki bölgesinde yer almak istiyor. Büyük ve değerli oyuncu olmanın en kolay, en hızlı yöntemlerinden biri bu. Bir oyuncu futbola başladığı ilk dönemde defans oyuncusu olmayı pek fazla seçmez. Herkes gol atan adam olmak ister. Az defans oyuncusu yetiştiği doğru ama bu sadece Türkiye'nin değil, tüm dünyanın sorunu.

Bu bölgede oynayan bir oyuncu olarak, stoperi kilit kılan özellikler nedir?

Stoperin, hatta bütün defans oyuncularının öncelikle görülmesi gereken özelliği takım için bir itfaiyeci gibi görev yapmalarıdır. Bir yangın olursa söndürmeniz sizden beklenir. Stoperden pek asist yapması beklenmez. Ondan asıl beklenen, rakibine geçit vermemesidir. Rakiple her karşılaşmanız bir düello gibidir. O düelloyu kazanırsanız takımın golü yemesine engel olursunuz. Kaybederseniz takımınız gol yer. Bence stoperin bunun bilincinde olarak, sahada o gücü göstermesi gerekir. Yani öncelikle sahada güçlü olmak, sonra her an oyunu objektif olarak izleyebilecek zihinsel olgunluğa erişmek, oyun disiplinine uymak, sakin kalmak ve gözlemlemeyi kesmeden oyundan kopmamak lâzım. Bunları becerebilen bir stoper, oyun içinde kilit oyunculardan birisi olabilir.

Daha önceki sezonlarda Tomas'la çok iyi bir ikili oluşturmuştunuz. Ancak bu sezon gelen Servet gösterdiği performansla Tomas'ın da önüne geçmiş görünüyor. Servet'teki gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsun?

Servet bu sezon bizim defansımızın her şeyi yapabilen adamı olduğunu gösterdi. Her hafta da yaptıklarının üzerine yeni bir şeyler ekliyor. Servet eskiden de böyle miydi? Evet, bence böyleydi. Fakat bu sezonki Servet'in geçmiştekiyle arasındaki en önemli fark, teknik direktörümüzün kendisine "Sen stopersin, stoper kal" dememiş olması. Belli ki Servet'e daha önce böyle bir şey söylenmiş. Ama bizim teknik direktörümüz oyun içinde hepimize özgürlük tanıyor. Servet zaten içinde olağanüstü enerji bulunduran bir oyuncu. Bu enerjisini serbest bırakmasını sağladığınız zaman, oyun içinde zaman zaman izlediğimiz gibi kopup gidebiliyor. Bunu yaparken, bir defans oyuncusunun sahip olması gereken asli işinin geriye dönüp defansif görevlerini yerine getirmek olduğunu da unutmuyor. Büyük ihtimalle Servet'e daha önceki takımlarında bu serbestlik tanınmamıştı. Ama Galatasaray'da kendisine tanınmış olan özgürlüğün hakkını çok iyi verdi. Kendisinden bekleneni ve daha fazlasını verdi. Elbette her oyuncu gibi Servet de kendisini geliştirme ve ilerleme halinde ancak bence ortaya çıkan bu olumlu farkın en önemli gerekçesi, teknik direktörümüzün sağladığı özgürlük ortamı.

Sözleşmen sezon sonunda bitiyor ve Spartak Moskova'dan ciddi bir teklif aldın. Galatasaray'da kalarak Metz'deki dört sezon oynama rekorunu kıracak mısın, yoksa Moskova'yı, çok sevdiğini söylediğin İstanbul'a tercih mi edeceksin?

Benim yaşımda bir oyuncu, kontratının son aylarına geldiği zaman, dünyanın tüm takımları için çok çekici bir hale gelir. Düşünün ki, ödenmesi gereken bir bonservis bedeli yoktur. Fakat teklifler almak gurur verse de ben diğer kulüplerle iletişim içinde olmanın, gitmek istediğim anlamına gelmediğini de biliyorum. Birçok kulübün sizinle ilgilendiğini biliyor olmak göğsünüzü kabartır, zevk ve keyif verir. Futbolcunun istediği şey budur zaten. Seçim yaparken doğal olarak kendinizi nerede iyi hissediyorsanız, değil bir-iki sene, sonsuza kadar orada kalmak istersiniz. Ama bazen bir futbolcunun kesinlikle kontrol edemediği şartlar bir araya gelir ve bazı noktalarda karar verme yetkisi sadece oyuncunun elinde olmaz. Tabii ki Galatasaray'da kalıp yeni başarılar elde eden bir takımın içinde olmak istiyorum. Ama dediğim gibi, futbolcular bu kararları her zaman kendi başlarına alamaz.

Nedir bu kararı etkileyen diğer faktörler?

Örneğin kontratınızın sonuna gelmişsiniz, kalmak istiyorsunuz ama kulübünüz istemiyor.

Diyelim ki kulübünüz kalmanızı istiyor.

Kulüp isterse ben de isterim tabii. Dediğim gibi benim temel isteğim Galatasaray'da kalmak.

Kamerun'da oyuncu bir hatayla değerlendirilmez

Afrika Kupası'nda şampiyonluğu finalde kaybettiniz. Yediğiniz gol senin hatanla başladı. Böyle bir olayı Türkiye'de yaşasaydın alacağın eleştirileri tahmin edebiliyorum. Peki, Kamerun'da nasıl karşılandı bu hata?

Şampiyonanın ardından Kamerun'a döndüğümüzde havaalanından itibaren çok iyi karşılandık. Kamerun bir futbol ülkesi. Dolayısıyla futbolla alakası olan herkes bunun çok sık rastlanmayacak bir hata olduğunu ve futbolun içinde bu tip hataların bulunduğunu biliyor. Daha detaylı anlatmak gerekirse, teknik direktörümüzün maçtan sonra bana söylediklerini aktarabilirim. "Tamam, gol senin üzerinden geldi ama gol vuruşunu yapan adamı da bir başkası durduramadı" dedi. Futbolda on bir kişi birbirlerinin yaptıkları hataları telafi etmek üzere bir takım olarak görev yapar. Bu on birden birisi hata yapar ama en yakınındaki arkadaşının görevi de bu hatayı telafi etmektir. Bir kişinin yaptığı hatayı bu kadar büyütmemek gerekir. Kamerun halkı da biliyor ki, bugüne kadarki tüm maçlarda yüreğini koyarak oynamış, takıma yıllardır hizmet etmiş bir oyuncuya, bütün bir şampiyonanın tüm kabahatini yüklemek doğru değildir. Dolayısıyla Kamerun'da her zamankinden daha kötü karşılanmadık.

Böyle olması gerektiğini biliyorum ve bu konunun üzerinde şunun için duruyorum. Türkiye hâlâ Alpay'ın Euro 96'daki Hırvatistan maçında Vlaoviç'i neden düşürmediğini konuşuyor. Ben de iki ülkenin futbola bakışında bir fark olup olmadığını öğrenmeye çalışıyorum.

Kamerun Milli Takımı olarak daha fazla uluslararası turnuvaya katılma şansına sahip olduk. Türk Milli Takımı ise bu tip organizasyonlara zaman zaman katılabildi. Doğal olarak Türk futbolseverler Milli Takımlarının katıldığı turnuvalarda mümkün olduğunca uzun vadeli kalabilmesini istedi. Biz geçmişte Mısır'a karşı bir tek penaltı atışıyla kaydettiğimiz bir Dünya Kupası eleme maçı yaşadık. Bu açıdan düşünürseniz, bu sonucun Kamerun'da bir iç savaşa neden olması gerekiyordu. Ama o penaltıyı kaçıran arkadaşımız Kamerun'da güzel bir hayat yaşamayı sürdürüyor. O olay geçip gitti. Bu turnuvanın ardından da insanlar Kamerun'daki evime, gösterdiğimiz oyunu kutlamak, dans etmek, eğlenmek, müzik yapmak üzere geldi. Bana bu kötü anımı tekrar tekrar hatırlatacaklarına "Sen bizim cesur kaptanımız olarak görevini yaptın" dediler. Biz artık Haziran'da başlayacak 2010 Dünya Kupası eleme maçlarını düşünüyoruz.

Afrika takımlarına bakıyorum, başlarında hep Avrupalı teknik direktörler var. Afrika takımlarının başında neden Afrikalılar yok? Senin gelecekte Kamerun Milli Takımı'nın başında bulunmak gibi bir hedefin var mı?

Ne yazık ki Afrika'da süregelen bir altyapı sorunu var. Afrika'daki futbol organizasyonu küresel düzeyde yeterli görülebilecek bir durumda değil. Ne tesislerimiz ne liglerimiz ne kendi aramızda düzenlediğimiz turnuvalar istenilen düzeye gelemedi. Bu noktada biraz amatör kalmış olduğumuzu kabul etmemiz gerek. Dolayısıyla karşınızda bu kadar önemli bir turnuva olduğu zaman, üzülerek itiraf etmem gerekirse, bir Afrikalı teknik direktöre takım emanet edilemiyor. Her zaman Avrupalı büyük isimlerden, sahip oldukları tecrübeyi o takımın organizasyonu içerisine katması isteniyor. Ama bunun zamanla değişeceğini düşünüyorum. Mesela bizim takımda oynayan arkadaşların tümü Avrupa'dan geliyor. Ne yazık ki Kamerun Ligi'nde oynayan hiçbir oyuncumuz yok. Altyapı sorunlarının üstesinden gelerek bu aşamayı geçirmemiz lâzım. Bir başka sorun daha var. Kamerun'da 250'den fazla yerel lisan konuşuluyor. Mesela falanca kabileden bir teknik direktör takımın başına geldiğinde kendi lisanını konuşan oyunculardan bir takım oluşturabilir ve bu da yanlış anlaşılabilir. Bu dengeler de gözetilerek tarafsız bir yöneticiyi takımın başına getirerek muhtemel tüm suçlamalardan uzak kalmak anlaşılabilir bir şey. Kişisel olarak bakıldığında ise beni çok fazla Kamerunlu sayarlar mı bilmiyorum. Çünkü uzun yıllardır Kamerun'un dışında yaşıyorum. Evet, bir gün orada yaşayacağım. Çünkü evim ve ailem orada. Bir gün bana böyle bir imkân sağlanması beklentisindeysem, bugün Kamerun'da yaşayan futbol yöneticilerinden farklı bir düşünce yapısına sahip bulunduğum içindir. Yıllardır yurt dışında yaşıyorum ve belki bunun için düşünülebilirim.