TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Cem Pamiroğlu: Gurur dolu bir kariyer 1.09.2020
Cem Pamiroğlu: Gurur dolu bir kariyer
Geri
İleri

Yıldızlarını başka mecralarda bulmayı âdet edinmiş Fenerbahçe'nin, Kadıköy'den yetişip kaptanlık şerefine nail olmuş son ismi o. 12 yaşında altyapısına girdiği sarı-lacivertli takımdan kolunda kaptanlık bandı ile şampiyonluklar yaşayarak ayrılan, 23 kez formasını giydiği A Millî Takımımıza üç kez kaptanlık yapan, antrenörlük hayatına da tıpkı futbolculuğunda olduğu gibi Fenerbahçe'de adım atan emektar futbol adamıyla gurur dolu kariyerini konuştuk.

Röportaj: TamSaha / Derya Oruçoğlu

Kadıköy'ün çocuğu

Nasıl başladı Cem Pamiroğlu'nun hayat serüveni? Aile yapısı nasıldı mesela. Futbola nasıl bakıyorlardı?..

1957'de rahmetli annem ve rahmetli babamın da doğum yeri olan Kadıköy'de dünyaya geldim. İki kuşak Kadıköylüyüz yani. Bundan da gurur duyuyorum. Ailemin tek çocuğuyum. Babamı küçük yaşta kaybettim. O nedenle tüm yük annemin omuzlarına kaldı. O yüzden bendeki yeri çok ama çok özeldir. 2002'de onu da kaybedince içimde tarifsiz bir boşluk oluştu. Ama eşim ve çocuklarım sayesinde zamanla yaram kabuk bağladı. Babam vefat ettiğinde henüz 13 yaşındaydım. Babam da 47 yaşındaydı. Siroz hastasıydı. Annem de lösemiye yakalandı. Hastalandıktan 2-3 ay sonra da kaybettik maalesef.

Sıkıntılı günleri desteği ile atlattığınız ailenizden söz edelim biraz da…

5 yıllık beraberliğin ardından 1982'de eşimle evlendim. 1987'de oğlum Pamir, 1992'de de kızım Pırıl doğdu.

Çocuklarınız şimdi ne yapıyor?

Pamir özel bir şirkette çalışıyor. Pırıl da kendi sosyal iletişim sistemini kurdu. "İyilik kazansın" adını taşıyan bir sitesi var. O site üzerinden herhangi bir markadan alışveriş yaptığınız zaman ekstra ücret ödemeden kendi seçtiğiniz bir sivil toplum kuruluşuna yardım göndermiş oluyorsunuz. Sonra da mesaj ve mail yoluyla bilgilendirildiğiniz bir sistemleri var.

Ne yazık ki babanız gurur günlerinize tanık olamadı. Peki, anneniz ilgili miydi futbola? Maçlarınıza gelir miydi?

Hayır, annem maç izlemeyi sevmedi. Özellikle benim oynadığım maçları… Bir kez tribüne geldi ama bir daha uğramadı. Düşüp kalkıyoruz, birileri bana vuruyor, ben birilerine vuruyorum. Kaldırmadı ana yüreği.

1970'te Fenerbahçe altyapısında

Ufak ufak futbola doğru yönelelim isterseniz. Kariyerinizin nasıl başladığına gidelim mesela…

Mahallenin haylaz çocuklarından biriydim. Fenerbahçe ile tanışmam 1970'te gerçekleşti. Asıl hedef futbol sevgimi kullanıp beni bir kulüp vasıtasıyla disipline etmekti. Annemle babamın eski Kadıköylü olmasının getirdiği avantajla Büyük Fikret, Can Bartu, Küçük Fikret, Melih Ilgaz, Faruk Ilgaz gibi kulüp tarihinin unutulmaz isimleri ile arkadaş ortamındaydım. 1970'te Fenerbahçe'ye adım attım ve o sene altyapıda oynadım. O süreçte Genç Millî Takımlarda da forma giydim. 1975'te A takımla antrenmanlara çıkmaya başladım. 1976 ile 1987 arası Fenerbahçe'de A takım forması giydim. Şampiyonluklar yaşadım, kupalar kaldırdım. Unutulmaz günlerdi.

Sonra bir ayrılık süreci var…

Evet maalesef. Kendi tercihim dışında Sarıyer'e gitmek zorunda kaldım. Üç sezon da orada oynadıktan sonra futbolu bıraktım.

Neydi o zorunluluk?

Kötü bir sezonun ardından bizi camiadan koparmak isteyen zihniyetle karşı karşıya kaldık. Yönetim istemedi bizi. Bizi diyorum çünkü 7-8 oyuncu aynı sonu yaşadı. Sarıyer'de de unutulmaz anılarım oldu. Çok iyi bir takım kurulmuştu. Selçuk Yula'lar, Yaşar Yiğit'ler, Erdoğan Arıca'lar, Silvalar, Erdal Keser'ler, Fikret Demirer'ler… Çok iyi bir sezon geçirmiştik. Sanırım sezonu dördüncü sırada bitirmiştik. 1990'da da Fenerbahçe maçıyla jübile yaptım. Oyundan çıkarken Fenerbahçe forması giydim ve futbola vedam da başlayışım gibi sarı-lacivert oldu.

Sonrasında hemen antrenörlüğe mi geçiş yaptınız?

Fenerbahçe rahmetli Erdoğan Arıca ile beni İngiltere'ye gönderdi. Orada 1 sene hem lisan hem de futbol eğitimi aldım. İstanbul'a dönüp 1992-1993 sezonunda Fenerbahçe altyapısında hocalığa başladım. 1993-1995 arası da Holger Osieck döneminde yardımcı antrenörlüğe geçiş yaptım. Sonra Osieck gitti, Ivic geldi. Ivic döneminde de yardımcı antrenördüm. Ben başladığımda Güven Sazak başkandı. Sonra Ali Şen yönetimi geldi. 1995'te Fenerbahçe ile yollarım bir kez daha ayrıldı.

Ne yaptınız ondan sonra?

Başka kulüplerde çalıştım. Ağrıspor, Orduspor, Şekerspor, Rizespor, Çanakkale ve Göztepe'de görev aldım. 1996-1998 arası Mustafa Denizli'nin teklifi üzerine A Millî Takım'da kendisinin yardımcılığını yaptım. Aynı dönemde Rıza Çalımbay ile birlikte Ümit Millî Takım Teknik Direktörlüğü'nü üstlendim. 1998'de ayrılarak Ağrıspor'a gittim. Türkiye'de hiçbir bölgeyi ayırmadan, dudak bükmeden memleketin her köşesinde çalıştım. En doğusundaki Ağrıspor'dan en batısındaki Çanakkale'ye kadar her yerde keyif alarak çalıştım. Levent Bıçakçı Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı olduğu dönemde bana bir teklifte bulundu. Genç Millî Takımlarda yeni bir yapılanma vardı. 2004-2006 arası U19 Millî Takımı'nı çalıştırdım.

Oyuncularımın hepsi şimdi teknik direktör

Bugün ülke futbolunda söz sahibi olan isimlerle yolunuz kesişti bir anlamda…

Evet... Ümit Millî Takım'daki oyuncularımın hepsinin teknik direktör olarak görev yapması beni çok mutlu ediyor. Hüseyin Cimşir, Erol Bulut, Tamer Tuna, Ümit Özat gibi oyuncular bizim kadromuzdaydı. U19 Millî Takımı'nı çalıştırdığım dönemde de 1987 doğumlu oyunculardan kurulu Millî Takım, sonradan A Milli Takımı oluşturdu. Arda Turan, Serdar Özkan, İlhan Parlak, Mevlüt Erdinç, Ferhat Öztorun, Volkan Babacan… Çok iyi bir kadromuz vardı. O seçilmiş kadro çok özel oyunculardan kuruluydu. Hepsi A Millî Takım ve Süper Lig seviyesinde Türk futboluna hizmet ediyor hâlâ.

TFF'ye dönüşünüz nasıl oldu?

2008'de dönemin Futbol Gelişim Direktörü Ahmet Güvener bana birlikte çalışmayı önerdi. Ben antrenör olduğumu ve başka yerlerde çalışmak istediğimi söyledim. Ama ısrar etti. Ben de Bölgeler Koordinatörü unvanıyla üçüncü kez TFF'de göreve başladım. O günden beri de TFF bünyesindeyim. Bölgeler Koordinatörlüğü ile başladım. Sonra Gelişmekte Olan Millî Takımlar dediğimiz Kadın, Plaj ve Futsal Millî Takımlarının sorumluluğunu üstlendim. Sonraları plaj futbolu ve futsalı ayırdık. Kadınlar başka bir birim oldu. Uzun yıllar futsal ve plaj futbolunu yönettim. Futbol Gelişim Direktörlüğü'ne Tolunay Kafkas geldikten sonra Genç Oyuncu Gelişim Müdürü sıfatı ile Türkiye'deki bütün altyapıların programını yönetmeye başladım. Burada her şeyi ortak futbol aklıyla yönetiyoruz. Kadroda Oğuz Çetin, Rüştü Reçber, Tolunay Kafkas, ben, Ömer Kaner var. Birkaç gün öncesine kadar Mehmet Ekşi de vardı.

Eskiye göre ne değişti?

Tolunay Kafkas'ın da girişimiyle U21 Ligi'ni kaldırdık. Genç oyuncu gelişimine pek fayda sağlamadığını gördük. U17-U19 için A takımlardan ayrı, farklı bir lig organizasyonu yaptık. Bunda çok başarılı olduk. Buradaki havuzun içinde her ligden takım var. Kimin altyapısı iyiyse kendine yer buluyor. Çok faydalı bir anlayış. 14 yaştan 16 yaşa kadar olan Elit Ligler dediğimiz bir ligimiz var. Süper Lig ve TFF 1. Lig'de hangi kulüpler varsa onların 14-15-16 yaş gruplarının bu programda devam etmesi gerekiyor. Dört bölgeye ayırıyoruz. Onlara da kendi içlerinde maçlar yaptırıyoruz sezon içinde. Sonra da her yaş grubunun finallerini yapıyoruz. 14-15-16 yaş Türkiye Şampiyonası'nı ortaya koyuyoruz.

Üstlendiğiniz görevden keyif aldığınız çok belli oluyor. Gençlerin gelişimlerine katkıda bulunmak sizi fazlasıyla mutlu ediyor sanırım.

Kesinlikle öyle. Futbolun içinden gelen ve her kademesinde bulunan biri olarak görevimi hak ettiğimi de düşünüyorum. Kadınlarla çalıştım, futsalla tanıştım. Hepsi benim için ayrı tecrübe oldu. Ardından herkesin dudak büktüğü plaj futboluyla karşılaştım. Beni çok etkileyen bir alan oldu. Kurallarıyla, oynanış şekliyle…

Plaj futbolundan bahsederken, oynanış şeklinden söz ettiniz. Sizin sahalara adım attığınız yıllarda sanırım pek çok şey mahalle aralarında şekilleniyordu. Sizin de bu yönde bir hikâyeniz yok mu?

Olmaz mı? Elbette var. Ama ben biraz avantajlıydım sanırım. Annemin ve babamın Kadıköylü olması bir avantajdı mesela. Kadın kuaförü olmaları da öyle. Can Bartu mahalleden komşularıymış örneğin. Ben de o zamanki her erkek çocuk gibiydim. Enerjim yüksekti ve sürekli topun peşinden koşuyordum. O zamanlar her yer açıklık, her mahallede bir top sahası var. Evden sabah çıkar, akşam girerdik. Özellikle yazlarımız top peşinde geçerdi. Fenerbahçe'nin tesisleri bir anlamda mahallemizdeydi. Kulübe yürüyerek gider gelirdim. O zaman ufak tefektim. Bize yatırım yapmaları için inanmaları lâzımdı.

O yıllara gitmişken… İlk hocanızı hatırlıyor musunuz?

Unutulur mu hiç? Bizim mahallede tekstil işiyle uğraşan Muharrem Göksu hocam vardı. Genç takımda benim ilk hocamdı. Mehmet Reşat Nayır vardı bir de. İlk hocalarımdan... Ogün Altıparmak da altyapıda oynayıp, tekrar yürümem için ön ayak olan kişilerdendir. Nedim Günar keza öyle… Uzun yıllar Fenerbahçe'nin kalesini koruyan Datcu da genç takımda hocalığımızı yaptı. Ben A takıma çıktığımda Datcu orada yardımcı antrenördü. Teknik direktör gidince Datcu göreve geldi. Bana da şans verdi ve onun tanıdığı şans yükselmemi sağladı.

Geçmişte kalalım biraz daha. Sizin döneminizin oyuncuları genellikle zorluklar çekerek gelmiş insanlar. Sizin de benzer anılarınız var mı?

Ben ailenin tek çocuğuydum. Üstüme titreniyordu. O nedenle çok rahat çocukluk geçirdim. Güzel günlerdi. Mahalledeki bütün çocuklar kardeş gibiydi. Aynı ekmeği böler, aynı şişeden kola, su içerdik. Evimizde yemek olmazsa bir arkadaşımıza giderdik. Mahalledeki her ev bizim evdi aslında. Böyle ortamlarda büyüdük. Şimdiki nesile bunu anlatınca onlara garip geliyor. Çünkü artık her şey çok farklı.

Fenerbahçe'den koparıldım

O günlere dair burukluklarınız var mı? Babanızı erken kaybetmiş olmanın getirdiği acıyı saymazsak tabiî…

Çocukluk süreci için yok. Ama Fenerbahçe'den ayrılmak çok üzmüştü beni. Ben gözümü orada açtım. 18-19 yaşlarımda A takımda oynamaya başladım. Daha sonra millî oldum. İlk kulübüm Fenerbahçe. O yüzden Sarıyer'e içim burkularak gitmiştim. Fenerbahçe'de en uzun süre oynayan dördüncü oyuncuydum. Belki şimdi Volkan (Demirel) geçmiştir beni. Aşağı yukarı 4 yıl daha o takımın formasını giyebilirdim ama bu şans elimden alındı. Antrenör ile kulüp arasındaki anlaşmazlıktan dolayı ayrılmak zorunda kaldım. Koparılarak ve içim acıyarak gittim. Bizim zamanımızda Fenerbahçeli bir oyuncuya teklif gelmesi mümkün değildi. Ancak kulüp istemezse ayrılık olurdu. Ben tamamen yönetimle teknik kadro anlaşmazlığından dolayı gittim. Detaylara girip tekrar kaşımaya gerek yok.

Biraz girsek en azından…

Rahmetli Yılmaz Yücetürk bir ara Fenerbahçe'nin başına gelmişti. Ben 1987'de kiralık gidip geldikten sonra yönetime 1-2 sene daha kalmak istediğimi ilettim. Camiadan ayrılmak istemediğimi söyledim. "Bizim için sakıncası yok ama hocayla da konuş" dediler. Gittim hocanın yanına. Bana "Seni antrenman kadrosunda düşünmüyorum" dedi. Ben de "Hocam çalışırım. Sana destek olurum" filan diye ısrar ettim. Ama ikna edemedim. Yönetime, "Cem bizim evladımız, kalsın" diyebilirdi ama demedi. Böylece kopmak zorunda kaldım. Yılmaz Yücetürk rahmetli oldu. O nedenle bunları konuşmak istemiyordum ama yine girdik konuya. Hatta yıllar sonra ben Osieck'le çalışmaya başlayınca Yılmaz Yücetürk de menajer olarak başımıza geldi. "O zaman benim de hatam oldu" gibi şeyler söyledi. Hatta ben, "Şimdi de beni istemeyebilirsin" dedim. "Hayır, kalacaksın" dedi. Bir yerde günah çıkardı. Zaten ben Fenerbahçe'den ayrıldıktan sonra işler kötü gitti. İki ay sonra o da ayrıldı. Ama o iki ay için benim 17 senem gitti. 1994'te kulübe üye oldum. Ancak o ayrılık yüzünden geride kalan 17 yılım sayılmadı. Divan üyesi olmak için geçen seneye kadar beklemek zorunda kaldım.

Başka kimlerle çalıştınız Fenerbahçe'de?

Tomislav Kaloperovic, Todor Veselinovic, Necdet Niş, Abdullah Gegic ve Ilie Datcu ile.

Peki ya başkanlar?

Emin Cankurtaran, Faruk Ilgaz, Ali Şen ve Güven Sazak çalıştığım başkanlar…

22 yaşında bir kaptan

Birlikte oynadığınız oyuncular…

Yılmaz Şen, Ömer Kaner, Osman Arpacıoğlu, Yavuz Şimşek, Cemil Turan, Niyazi Gülseven, Selahattin Karasu, Timuçin Çuğ, Emin İlhan, Engin Verel... Hepsi benden çok büyüktü. En az 6-7 yaş. Aramızda saygı ve kıdem çok önemliydi. Yanından kalkıp gidemezsin. Antrenmandan sonra duşa gitmek filan sorundu. Onlar duşa girer, çıkar, giyinir, biz ondan sonra girerdik. Ben 1 sene önce fotolarını biriktirdiğim oyuncuların takım arkadaşı olmuştum. Bundan çok etkilenmiştim. O insanlarla birlikte kupa kaldırma onuru yaşadım. Anlatılmaz bir mutluluk. 1978 ya da 1979'du. Bir Galatasaray maçıydı. Kaptanımız Cemil ağabey oynamıyordu. Bandı kim takacak diye konuşulurken Kaloperovic bana uzatınca şaşırmıştım. Hatta Galatasaraylı Mehmet ağabey filan, "Hayırdır ya sen nasıl kaptan oldun?" filan demişti. Heyecandan yüzüm bembeyaz olmuştu. Cemil ağabey, Alpaslan ağabey (Eratlı) filan bıraktı. Bizim bandı takma zamanımız geldi yavaş yavaş.

İlk şampiyonluğu ne zaman yaşadınız?

1977-1978 sezonunda. Ama o şampiyonluğa çok katkı sağlamamıştım. 1982-1983, 1984-1985 şampiyonlukları çok güzel duygulardı. O semtin çocuğu olarak, sevdiğim takımda oynadım, kaptanlık yaptım, şampiyonluk yaşadım. Kendimi çok ayrıcalıklı hissediyorum.

Unutulmazlarınız…

Kulübe adım attığımda soyunma odasına girdiğimiz ilk dönemlerde utançtan soyunamamak, onlar çıksın ben gireyim diye dışarıda beklemek… Çok büyük heyecan ve unutulmaz günlerdi. 2-3 antrenman sonra alıştım tabiî. 12 yaşında Fenerbahçe'deydim ben. Ama 16 yaşında olanlar da vardı. En küçükleri bendim. İlk A takıma çıkışım unutulmazdı mesela. Çarşamba günleri A takımla antrenman maçı oynardık. Bir gece önce gözüme uyku girmezdi. Kıyafetlerimi, ayakkabılarımı hazırlardım akşamdan. A takımla gittiğim ilk kamp. Eskiden Dereağzı'nda açılış olur, kurban kesilirdi. Taraftar ortalığı yıkar, göz gözü görmez. Takım fotoğrafı çekiliyor. Biz de 5-6 kişi altyapıdan çıkmışız. Hiç birimizin adını bile bilmiyor taraftar. Nasıl unuturum o günleri… Transferden kazandığım ilk para elbette. Anneme ev almıştım o parayla. Ve tabiî ki eşimle tanışmam ve çocuklarımın doğumu. Benim hayatımda ilkler çok değerli…

4-4'lük bir şampiyonluk!

Hafızanızda yer eden özel bir şampiyonluk var mı?

1982-1983 sezonundaki şampiyonluğumuz çok önemliydi. O zaman Galatasaray ve Trabzonspor ile çekişiyoruz. Galatasaray ile oynuyoruz ve iki maç sonra lig bitiyor. Yenilmememiz lâzım. Sonra Bursa'ya gideceğiz, ardından da Antalyaspor'u konuk edeceğiz. Galatasaray derbisinde soyunma odasına 3-1 geride gittik. Hocamız Stankovic o dönem. Adam adama oynatmayı seven bir teknik adamdı. Ama biz o gün onu iyi yapamadık. Kaptan Alpaslan ağabey, "Arkadaşlar herkes eskisi gibi kendi mevkiinde oynayacak" dedi. Ardından sahaya çıktık 4-1 oldu. Sonra biz kendimize geldik. 4-2, 4-3, 4-4 bitirdik maçı. Hatta Osman Denizci bir gol kaçırdı, akıllara zarar. Neredeyse 5-4 kazanıyorduk. Sonra deplasmanda Bursa'yı yendik. Bu arada Trabzonspor da puan kaybetti. Antalyaspor'u da yenip, şampiyon olduk. O sene finalde Mersin İdman Yurdu'nu yenerek Türkiye Kupası'nı da aldık. O sezon bütün kupaları topladık yani…

A millî formayı ilk ne zaman giydiniz?

1977'de giydim. Oyuna sonradan girmiştim. Avusturya'ya 1-0 yenilmiştik galiba. Millî Takım'ın hocası rahmetli Metin Türel'di. Ona da minnet borçluyum, rahmetle anıyorum. Dedim ya, benim için ilkler çok önemliydi hep. Beni çok motive ediyor o duygular.

Oynadığınız mevkilerden söz etsek biraz da…

Sol bek oynadım, stoper oynadım, libero oynadım, kısa bir süre mecburiyetten sağ bek bile oynadım. Ama ana mevkiim olarak sol beki söyleyebilirim. Küçük Şenol (Ustaömer), Abdullah Ercan, Semih Yuvakuran, Hakan Ünsal, Caner Erkin kendi bölgemde en beğendiğim oyuncular. Kiminin fizik kalitesi, kiminin topla ilişkisi, kimin defansif özelliği, kiminin ofansif özelliği daha iyi. Günümüz futbolunda bunların hepsini bünyesinde barındıran oyuncu daha çok öne çıkıyor tabiî. Roberto Carlos mesela… 1977-1978'de şampiyon olduğumuzda Alpaslan ağabey ile o sezonu stoper-libero oynayarak geçirdik çoğunlukla. Aslında futbolun doğasına aykırı. Defansın merkezinde iki sol ayağın yan yana oynaması teknik adamlar tarafından çok tercih edilecek bir şey değil. Ama Alpaslan ağabeyin iyi bir oyuncu ve iyi bir sol ayak olması, bütün libero özelliklerini taşıması ile benim farklı özelliklerim birleşince birbirimizi iyi tamamladık.

Yıpratıcı bir pandemi sürecindeyiz? Futbolu ne bekliyor sizce?

Geçen sene liglerimizin üçte birini oynayamadık. Bu sene biz tamamen beyaz lig ilân ederek beyaz bir sayfa açacağız. O süreci geçtik, takımlara anlattık. Herkesin maddi-manevi çok etkilendiği bir sezon oldu. Bu sezon bazı şeylerin yeniden başlayacağını ilân ettik ama nasıl başlayacak… TFF'nin Sağlık Kurulu ve Sağlık Bakanlığı'nın Bilim Kurulu ile beraber çalışarak liglerin oynanmasını inşallah sağlayabiliriz. Ama kafamızda soru işaretleri var. Millî Takımımız çok iyi. Gönül isterdi ki bu sene Avrupa Şampiyonası olsun ve o takımı oralarda izleyelim, alkışlayalım. Şenol Hoca, Millî Takım'da yeni bir yapılanmaya gitti. Yurt dışı ve yurt içindeki oyuncuların harmanlanmasıyla başarı sağladı, iyi bir futbol ailesi kurdu. Bunların neticesini hep beraber görüyoruz zaten. Bizim hoşumuza giden bir diğer unsur ise kadroya seçilen her oyuncunun bizim tüm altyapı takımlarımızdan geçmiş olması. Demek ki işimizi doğru yapmışız.

Dünya Fazıl Say'a hayran o ise Cem Pamiroğlu'na

Gelelim final bölümüne… Müzikteki gururumuz Fazıl Say'ın Cem Pamiroğlu hayranlığı ile anekdotu da okuyucularımızla paylaşıp, bu güzel sohbete nokta koyalım…

Geçtiğimiz günlerde tesadüfen bir aile ortamında bir araya geldik. Saygıdeğer eşi de yanındaydı. Çok keyifli bir akşam geçirdik. "Hocam ben sana hayrandım, hele o kıvırcık saçlarına" dedi bana. Oğlum Pamir de oradaydı. Pamir bir süre Moskova'da çalışmıştı. Oradaki Rus arkadaşları ondan Fazıl Say'ın konserine bilet bulmasını isterlermiş. Sayın Say da bana hayran olduğunu söyleyince Pamir kulağıma eğilip, "Baba dünya Fazıl Say'a hayran, o sana" diye espri yaptı. İşte meselenin özü bu.

Geri
İleri