TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Murat Öztürk: "İyi kaleci zor olanı kolay gösterir" 26.11.2009
Murat Öztürk: "İyi kaleci zor olanı kolay gösterir"

Birinci Daum döneminde Fenerbahçe'de kaleci antrenörü olarak çalışmaya başlayıp Aragones döneminde ayrıldı. Milli Takımlar Kaleci Departmanı'ndaki görevinin ardından Daum'un Fenerbahçe'ye dönmesiyle yeniden Samandıra'nın yolunu tuttu. Genç, araştırmacı ve yenilikçi kişiliğiyle Fenerbahçe'deki kalecilerin performansının artırılmasında büyük rol oynadı. 20 yaşından itibaren kaleci antrenörü olmayı kafasına koyan ve o günden bu yana sürekli bilgi biriktiren genç antrenörle, kaleciliğin incelikleri ve meseleleri üzerine konuştuk.

Röportaj: Mazlum Uluç / TamSaha

Önce kalecilik, ardından da kaleci antrenörlüğüne uzanan süreçte Murat Öztürk kimdir, tanıyalım.

1984'te Gençlerbirliği altyapısında başladım, 1990'da Eskişehirspor'da profesyonel oldum. 2000'e kadar aralıklarla Eskişehirspor'da oynadım. Sonrasında antrenörlük kararı aldım ve TFF'nin açtığı kurslara devam ederek kaleci antrenörü oldum. 2004'te ise Daum'un çalıştığı dönemde kaleci antrenörü olarak Fenerbahçe'ye geldim.

Fenerbahçe futbolcu transferinde yıldız oyunculara yönelir. Antrenör tercihleri de pek farklı değildir. Sizin transferiniz oldukça ilginç geldi bana.

Eskişehir'den antrenörüm olan Önder Özen, o dönemde Sayın Daum'un yardımcılığını yapıyordu. Fenerbahçe de yerli kaleci antrenörü arıyordu. Benim uygun olabileceğimi Daum'a iletmiş. Daum da kriterlerine uygun olduğumu düşünerek beni ekibine dâhil etti.

En iyisi olmak istedim

Neydi o kriterler ve siz hangi aşamalardan geçerek o kriterlere sahip olmuştunuz?

Kalecilik yaptığım dönemde erken yaşlarda büyük bir sakatlık geçirmiştim. 20 yaşımdan itibaren kaleci antrenörü olma fikri kafamda oluşmuştu. Kaleci olduğum dönemde de iyi kaleci antrenörleriyle çalışma fırsatı bulmuştum. İlk hocalarım Erol Aydın, Adil Eriç ve Cem Onuk'tu. Eskişehirspor'da da Datcu gibi büyük bir ustayla çalışmıştım. O dönemde antrenörlüğü daha da fazla sevdim. Bir taraftan oynarken, bir taraftan da kaleci antrenörlüğü için bilgi birikimine sahip olmak için araştırma yapmaya başladım. Hedefim günü geldiğinde en iyi kaleci antrenörü olmaktı ve bunun için neler yapmam gerektiğini planlamıştım.

İyi bir kaleci antrenörü olmanın gerekleri nelerdi?

Katıldığınız eğitim sonrası antrenörlük belgesini alıyorsunuz. Ama o sadece bir başlangıç. Ondan sonrası sizin donanımınız, hayata bakışınız ve antrenman bilginizle alakalı. En başta bütün dünya literatürünü takip edebilmek için yabancı dil veya diller bilmeniz önemli. İyi bir antrenman bilgisine sahip olmanız, psikoloji bilmeniz ve dürüst, yeniliğe açık, öngörü sahibi olmanız, işinizi çok sevmeniz gerekli.

Fenerbahçe'ye geldikten sonra neler yaptınız?

İlk sezon ekipte kaleci antrenörü olarak Eike Immel de vardı ve birlikte çalıştık. Ama orada da ilginç bir durum var. Ben Fenerbahçe'ye yabancı kaleci antrenörünün çalışma yasağından dolayı gelmiştim ama saha çalışmalarının büyük bölümünü, kaleci antrenman programlarının da ağırlıklı bir kısmını yapmaya başladım. Ertesi sezon Immel ülkesine döndü ve tek kaleci antrenörü olarak devam ettim. Sayın Daum'un ardından 2 yıl da Zico ile beraber iyi bir çalışma ortamı yakaladım. Aragones'in antrenörlüğü döneminde ayrıldım ve Milli Takımlar Kaleci Departmanı'nda çalıştım. Sayın Daum dönünce sezon başında yeniden Fenerbahçe'ye geldim.

Uygulamalı eğitime geçilmeli

Hep söylenir, önce eğitimcileri eğitmek gerekir diye… Bu noktadan bakarsak, Türkiye'deki kaleci antrenörü eğitimi ve Türk kaleci antrenörlerinin bugün geldiği nokta hakkında neler söylersiniz?

1990'ların başında Sayın Rasim Kara'nın büyük emekleriyle başlayan kalecinin ayrı bir antrenörü olması fikri, Eğitim Dairesi tarafından kurs açılarak kaleci antrenörüne ait diploma verilmesiyle hayata geçirildi. Bu Türk futbolu açısından devrimdi. Sayın Şükrü Ersoy ve Yavuz Şimşek'in katkılarıyla gelişti. Gerçekten de birçok bilgi bu havuzda eşine az rastlanır biçimde toplandı. Ancak geldiğimiz noktada bu müfredatın doğal olarak gözden geçirilmeye ihtiyacı var. Kaleci antrenörlüğünde mutlak surette amatör, genç ve performans sıralaması getirilmeli. Saha uygulamalı eğitime daha çok yer verilmeli. Kalecinin taktik anlayışının gelişmesine daha çok zaman ayrılmalı. Uygulamalı eğitim, bence kaleci antrenörlüğü eğitiminin birinci şartı. Kaleci antrenörü temel bilgileri salonda öğrenmeli, kalan büyük kısmını ise uygulamalı olarak sahada görmeli. Milli Takımlarda çalıştığım dönemde departman olarak Sayın Eser Özaltındere öncülüğünde Sayın Mehmet Tezcan eşliğinde Adana'da ilk defa böyle bir bölgesel uygulama yaptık. Uygulamanın artılarını ve eksilerini görüp Türkiye geneline yaymayı düşünüyorduk. Adana'daki çalışma sadece saha uygulamalarıyla son derece verimli geçti. Fakat bundan sonrası için bu projenin geleceğinin ne olacağını bilmiyorum. Türk kaleci antrenörlüğü belli bir noktaya gelmiştir. Bugün kaleci antrenörlüğü diplomasına sahip yaklaşık 350 arkadaşımız var. Ancak bu sayının içinden belirli iyi örneklerin olması, bir ekolün tam olarak oluştuğu anlamına gelmiyor. Küçük de olsa belli bir grubun yeterli bilgi birikimine sahip olduğuna ve dünya üzerinde takip edilebilir potansiyele ulaştığına inanıyorum. Örneğin Fenerbahçe ile yurtdışında yaptığımız kamplar ve maçlar sırasında yabancı meslektaşlarımız tarafından kaleci antrenmanlarımız ilgi ile izlenir ve onlardan çok olumlu yorumlar duyarız. Bu da bizim bir farklılık oluşturduğumuzu ortaya koyan önemli bir veri. Bizim bu işin neresinde olduğumuzu gösteriyor.

İtalyanlar, İspanyollar, Ruslar geleneksel olarak iyi kaleci yetiştiren ülkeler olarak bilinir. Ama kalecilikte bir Türk ekolünden söz edemiyoruz.

Türk kaleci tipini oluşturmak için kaleci antrenörleri olarak münferiden bir araya geldik. Bugün bir Alman, bir İngiliz veya Orta Avrupa'da yetişmiş Çek, Hırvat, Slovak kaleciyi, Afrikalı bir kaleciyi nasıl ayırt edebiliyorsak, bugüne kadar bir Türk kaleci modeli de oluşturulabilmeliydi. Her antrenör kendine göre, temeli farklı model uygularsa doğal olarak sonuç bu oluyor. İşin temel noktaları aynı, ayrıntıları farklılık gösterebilen model en verimli olanı bence. Bu görev de TFF Eğitim Dairesi'nindir.

Kaleci yalnız adam denilir her zaman. Yenilen bir golde birçok oyuncunun hatası olsa bile faturanın kesildiği son adres hep kalecidir. Böylesine kritik bir bölgede görev yapan oyuncunun psikolojisi de diğerlerinden farklı olur. Psikolojik destek anlamında kaleci antrenörleri nasıl devreye girer?

Kaleci için psikolojik değerler çok önemli. Her iyi kalecinin de zaman zaman performansının düştüğü, farklı sorunlarla karşılaştığı dönemler yaşanır. Geçmişte onunla aynı işi yaptığınız için bu konuda belli bir tecrübeye sahip oluyorsunuz. Zaten iyi kaleciler dönüşü kendi kendine yapar. Kendini yenileyebilen kaleci, kötü bir dönemden sonra çok daha iyi olarak sahalara dönebiliyor. Biz bunu Rüştü'de de Volkan'da da Serdar'da da yaşadık. Çünkü elit kalecilerdi ve yaşadıkları problemlerin ardından daha güçlü olarak geri dönmeyi başardılar. Bunu yapamazsanız zaten elit olma şansınız yok. Bu kriter sadece kaleciler için değil, tüm sporcular için geçerli.

Kalecinin psikolojisinin farklı olduğunu söylerken, bir de onlar için yapılan "deli" yakıştırmasını konuşalım.

Kaleciler gerçekten diğer oyunculardan farklıdır. Ama biz onlardan saha içinde sakinliği ve gerilimi belli seviyede tutmalarını, baskı altında karar verebilme yeteneklerini ortaya koymalarını istiyoruz. Dolayısıyla özel birey olduklarının farkındalar. Bu farkındalığı delilik olarak nitelemek ne derece doğru, bilemiyorum.

Kalecilik ruhundan uzaklaşılıyor

Kaleciliğin evriminde, çizgi kalecisinden libero kaleciye kadar geldik. Üstelik kaleciden topu Beckenbauer gibi kullanmasını bekliyoruz. Güney Amerikalı kalecilerin oluşturduğu stil mi geçerli olmalı günümüzde?

Son dönemde tartışılan konu bu. 2008 Avrupa Şampiyonası'nda kalecilerde bir tıkanma görüldü. Örneğin Almanya, Kahn'ın yerine Lehmann'ı tercih etti. Bunun nedeni, takımın 4'lü savunmayla oynaması ve Lehmann'ın İngiltere'de edindiği tecrübeyle, savunma arkasına atılan toplara daha iyi müdahale edebilmesiydi. Güney Amerikalı kalecilerin getirdiği ayak tekniği, kalecilik için öncelikli kritermiş gibi algılanmaya başladı. Bu bir yere kadar doğru ama bir noktadan sonra çok sakıncalı. Çünkü kalecinin en önemli özelliği, onu diğer oyunculardan ayıran ellerini kullanabilme avantajdır. Bu avantaj bir kenara itilip kalecinin ayaklarının çok iyi olması yönünde antrenman drilleri geliştiriliyor. Dolayısıyla kalecilik ruhundan uzaklaşılıyor. 2008 Avrupa Şampiyonası'nda yaşanan sıkıntılardan bir tanesi bu.

Yani kaleciler ayak tekniklerini geliştirirken topu tutmayı mı unuttu?

Evet, işin temeli bu. Verilmiş bir avantajı geliştirmek yerine, gerekli olan ama belli bir noktaya kadar gerekli olan bir konunun üzerine çok gidilerek, ana damar ihmal edilir bir duruma geldi. Futbol kamuoyu da böyle bakmaya başladı ve bu dünya için büyük bir problem. Ayakları iyi olan Güney Amerikalı kaleciler, ellerini de iyi kullanabilmeli ki kalecilik bütün olsun. Sadece ayak tekniğine bakarak kaleciyi değerlendirmeye başladığınız zaman olay farklılaşıyor.

Teknik ve taktik bilgi çok önemli

O zaman ben sizin kaleciden neler beklediğinizi sorayım.

Bir teknik direktörle konuştuğunuz zaman, "Kaleci yenilecek golü yesin, tutulacak topu tutsun" der. Bunun arkasındaki düşünce, kaleciye güven duyma beklentisidir. Dolayısıyla kaleci bazı temel hataları çok az yapmalıdır. Bu da eğitimle ilişkilidir. Belli bir döneme kadar sistem şuydu; fiziği iyi kaleciler altyapılarda eğitiliyor ve o fiziği sayesinde 18-19 yaşına kadar geliyor. Ancak teknik ve kaleci taktiği olarak yeterli eğitimi almıyor. Bu çok önemli. Ve sonrasında kalecinin taktik bilgisi, onun görgüsüne ve tecrübesine bırakılıyor. Kaleciyi 18-19 yaşında okyanusa açılan bir gemi gibi düşünün; sadece fiziksel özellikleriyle dalgalarla boğuşması mümkün değil. Taktik bilgisinin ve kaleci tekniğinin çok üst düzeyde olması lâzım. Bu teknikleri çok tekrar etmiş olması gerekli. Yıllar içinde emek sarf edilmiş ve genç milli takımlarda görev verilmiş kaleciler, bu tip eksikliklerinden dolayı tıkanıp kalıyor ve A Milli Takım'a gelemiyor.

Bir yandan da çocukların orta saha veya forvet oyunculuğuna daha hevesli olduğunu düşünürsek, kaleciliğe gönüllü çok sayıda aday bulunamaması da bir sıkıntı olarak değerlendirilebilir mi?

Aslında böyle bir gerçek olmasına rağmen Türkiye'de altyapılarda eğitilmeyi bekleyen çok sayıda kaleci adayı var. Sadece eğitim de yetmiyor, çok iyi bir organizasyon gerekiyor. Bunun sağlanması için en önemli şart, her kulübün kaleci departmanını oluşturması. Bu departman Milli Takımlarda kuruldu. Kulüplerin de aynı yolu takip etmesi gerekiyor. O departmandaki kaleci antrenörleri aynı dili konuşacağı için aynı tip kalecileri seçecek, aynı tip antrenmanları yaptıracak. Böylece bir sistem ortaya çıkacak ve kaleci belirli bir formatta yetişecek.

Türk tipi kaleciden söz ettik az önce. Nasıl bir kalecidir Türk tipi kaleci?

Türk tipi kaleciden söz ederken, bir defa kaleciliğe ait temel unsurları içermesi gerekir. Fiziği kuvvetli olacak, çabuk olacak, önde oynayabilecek, kişisel gelişimi ve psikolojisi yeterli seviyede olacak, oyun algısı, teknik ve taktik bilgisi üst düzeyde olacak. Fakat dünyanın her yerinde eğitim üç aşağı beş yukarı birbirine benziyor. Peki, o zaman bir Alman kaleci ile bir İngiliz kaleci neden birbirinden ayrılıyor? Neden Afrikalı bir kaleci ile bir Orta Avrupalı kaleci birbirinden farklı? Ülkenin futbol kültürü ve futbol tipi o kaleciye bir özellik veriyor. İngiltere'deki kaleciler, kalecilik tekniği açısından çok iyi değildir. Onların fizik ve taktik bilgileri çok üst düzeydedir. İspanyol kalecilerin, Güney Amerikalılar gibi ayak teknikleri ve taktik bilgileri üst düzeydedir ama fizik kaliteleri İngilizler kadar iyi değildir. Diğer taraftan bir Alman modeli vardır ve kaleci tekniği daha da farklıdır. Açı daraltma ve blokaj teknikleri değişiktir. Kaleciden istenilen sorumluluk da farklıdır. Yan toplarda Alman kaleciler altı pasın içinde belli bir bölgeden sorumludur ve o bölgedeki toplara müdahale etmek zorundadır. Altı pasın dışındaki yüksek toplardan ise sorumlu tutulmazsınız. Seyirci de bunu bildiği için altı pasın içindeki bir topu tuttuğunuzda alkışlar, kötü müdahalenizi ise protesto eder. Çünkü oradaki sorumluluk bilinci farklıdır. Dolayısıyla iyi kaleci yetişip yetişmediğinden çok, kaleciden neler beklediğimizi sorgulamamız gerekiyor. Türkiye'deki sıkıntılardan birisi de bu.

Kaleci takımın lideri olmak zorunda değil

Galiba sorun şurada. Biz sözünü ettiğiniz farklı kaleci tiplerinin en iyi özelliklerini bir araya getiriyor ve ülkemizdeki kalecilerden bu iyi işlerin tümünü yerine getirmesini bekliyoruz.

Evet, ama bu arada kendi değerlerimizin de farkında değiliz. Türkiye'de çok yetenekli kaleciler var, arkadan gelenler de var. Ben bu kalecilerin Avrupa takımlarında oynadıkları takdirde çok daha başarılı olacaklarını düşünüyorum. Bunun da nedeni, gittikleri ligde kendilerinden beklenenleri bilecek olmaları. Giden kaleci zeki bir kaleci olacak mutlaka. Oradaki beklentileri bildiği için ona göre hareket edecek. Bu arada bir başka tartışma daha var. Kaleciden mutlaka takım lideri olması bekleniyor. Oysa böyle bir zorunluluk yok. Kaleci takım lideri olmak "zorunda" değildir ama bölgesinin lideri olma gibi bir "görevi" vardır. Bu çok önemli. Biz görev tanımlarını tam olarak belirlediğimiz ve bu konuda kamuoyu oluşturduğumuz zaman ülkemizdeki kaleci eleştirileri de mutlaka azalacak. Buna katkı yapmak için de altyapılardan başlayarak kaleci tekniğini ve taktik bilgisini geliştirmek durumundayız.

Peki, görev tanımının netleşmesi kaleci açısından somut olarak neyi sağlayacak?

Mutlaka kalecinin performansının artmasını beraberinde getirecek. Sadece tribünden izleyenlerin değil, arkadaşlarının da bakış açısını değiştirecek. Kaleci, yediği bir golden sonra takım arkadaşının kendisine bakışından bile ne hissettiğini anlar.

Sürekli vurguladığınız kalecinin taktik bilgisi konusunu da biraz açalım isterseniz.

Türkiye'de kalecinin taktik bilgisi ihmal edildi. Çok basit bir örnekle, kaleci topa sahip oldu diyelim. Kalecinin o anda topu uzun mu, kısa mı ve sahanın hangi bölgesine oynayacağı veya oyunu dinlendirmesi mi gerektiği, taktik bilgisiyle ilgilidir. Bunu uygulayabilmek için de teknik bilgi devreye girer. Ayağıyla veya eliyle topu istediği yere atabilmesi ise tekniğiyle ilgidir. Ama siz kaleciye topu sadece istediği yere atabilmesini öğretir de neyi ne zaman yapması gerektiği bilgisini, yani taktik bilgiyi ihmal ederseniz, o zaman kaleci ancak doğaçlama yapabilir. Üst düzey performans gerektiren maçlarda da taktik bilgi eksikliği sorunlara yol açar.

Geçmişte daha iri yarı kaleciler varken, bugün daha çevik ve hareketli kaleciliğe bir geçiş olduğu söylenilir mi?

Bence tam olarak öyle değil. Son Avrupa Şampiyonası'nda süre alan kalecilerin büyük bölümü 30 yaşın üzerindeydi. Tıkanmadan bahsettiğim konu şu… Eski kaleci yıllar içinde kendisini geliştirmiş, eksiklerini tamamlamış ve bu nedenle de teknik adamlar tarafından tercih edilir hale gelmişti. Lehmann'ın 39 yaşındaki fizik, taktik ve teknik durumunun başlangıcını Almanlar Rene Adler ve Manuel Neuer'de yakaladı. İkisinin fizik yapısı ve oyun bilgisi Lehmann'a yakın. Aralarında ise 4-5 kuşak var. Demek ki onlar doğru olanın bu fiziksel özellikteki bir kaleci olduğuna karar vermiş ve o tipte kaleciler yetiştirmeye başlamış. Arada kısa boylu kalecilerin prim yapmasının nedeni ise ideal anlayışa uygun kalecilerin yetişmemesiydi. Günümüzde hızlı oynanan oyunda kalecinin fiziğinin çok iyi olması gerekiyor. Orta boylu kaleciler de zaman içinde gelişip kendilerini geniş alanda oynamaya uygun hale getirdiler. Geniş alanda oynamak bir kaleci için en zor şeydir. Cesaret, tecrübe ve fiziksel kalite ister. O kaleciler bunu yaptı.

Volkan Demirel'in bir dönem yaptığı çıkışın ardından iniş yaşadığını görüyoruz. Sonrasında ise çok farklı ve kendini geliştirmiş bir Volkan'la karşı karşıyayız. Volkan'ın bunu nasıl başardığını anlatır mısınız?

2007 sezonunda Volkan sıkıntılı bir dönem geçirdi. Fakat dediğim gibi elit sporcuların bir özelliği var. Bu Rüştü ve Serdar'da da var. Bazen sıçramak için bir adım geriye atmaları gerekiyor. Volkan da bir adım geriye adım atıp sonra patlama yaptı.

Bu arada bir de öğrenme süreci var değil mi?

Tabii. Zaten dikkat ederseniz Volkan her hatanın ardından "Ders alacağım" der. Bu altı boş bir cümle değil. O dönemde neyi iyi yapıyorum, neyi iyi yapamadım, neyi iyi yapabilirimi sürekli konuştuk. Sizin donanımınızla onun üzerinde uyandırdığınız saygı, bu noktada çok önemli. Zaten kalecilerle kaleci antrenörlerinin ilişkisi çok sıkı bir ilişkidir. Kaleci antrenörleri teknik kadro içinde hep kaleciyi koruyucu biçimde hareket eder. Bunu bilen kaleci de her zaman daha iyi performans gösterme çabasındadır.

3. Lig eğitim ligi olmalı

Son dönemde Türk kalecilerin sayısında bir artış gözlemliyoruz. Türk kalecilerin yeterince oynama şansı bulduğundan söz edebilir miyiz?

Geçen sene Milli Takımlardayken bir çalışma yapmıştım. Bank Asya 1. Lig'de kalecilerin yaş ortalaması 29. TFF 2. Lig'de altyapıya ağırlık veren Ege ve Akdeniz bölgesindeki takımların yaş ortalaması 25, diğer bölgelerde 30. TFF 3. Lig'de ise yaş ortalaması 27. Futbolda ileri ülkelerle karşılaştırdığımızda o düzeydeki ligde kalecinin yaş ortalamasının 21-22 olması gerekiyor. Bu da sistemle ilgili bir şey. Bu tabloyu düzeltmek için yeni bir organizasyon gerekiyor. 3.Lig en azından kaleciler için bir yaş sınırlamasıyla eğitim ligi haline dönüştürülebilir.

Türkiye'ye gelen yabancı kalecilerle yerli kaleciler arasında bir kıyaslama yaparsak nasıl bir sonuca ulaşırız?

Bence en önemli fark bakış açısı. Ülkemize gelen yabancı kaleciler, teknik ve taktik bilgilerini belli bir düzeye getirmiş ve belli bir tecrübeye erişmiş. Yapması gerekenleri yapıyor, yapmaması gerekenleri de yapmıyorlar. Dolayısıyla da genel olarak iyi görünüyorlar. Ortalama performansları seyirciyi tatmin edebiliyor. Bazı takımlarımızda ise tam tersi bir durum var. Son derece yetenekli bir kaleci, altyapıda yeterli teknik ve taktik bilgisine ulaşamadığı için üst düzey maçlarda bir yabancı kaleciyle aynı performansı gösteremeyebiliyor.

Her hastaya aynı ilacı veremezsiniz

Farklı olabilmek için çok çalıştığınızı söylediniz. Bildiğim kadarıyla sizin kaleci antrenmanlarıyla ilgili özel çalışmalarınız var. Bu konudan biraz söz eder misiniz?

Sadece Avrupa'yı değil, dünya literatürünü izlemeniz, antrenman bilginizin çok iyi olması ve psikoloji bilmeniz gerekiyor. Uygulanmış ve sonucu alınmış çalışmaları iyi gözlemlemeniz lâzım. Kaleci antrenörü arkadaşlarımızın sorunlarından birisi de bu. Her drili her kaleciye uygulamaya çalıştığınız zaman verim alma şansınız yok. Kendinizi bir doktor olarak düşünün, tedavi için her ilacı her hastaya veremezsiniz. Kaleci antrenman drilleri dünyanın her yerinde üç aşağı beş yukarı aynıdır. Önemli olan neyi ne zaman yapacağınızı bilmek. Bir de yeniliklere açık olmanız lâzım. Mesela ben 3 yıl önce kalecilerin çabuk kuvvet antrenmanlarını verimli hale getirebilmek için özel bir platform aldım ve saha çalışmaları yaptırdım. Reaksiyon süratlerini geliştirmek için çeşitli aletler yaptırdım. Bunların Avrupa'da örnekleri var ama biz burada değişen şartlara göre daha farklı bir çalışma yaptık. Bu çalışma da çok verimli sonuçlar verdi. Aslında kaleci için reaksiyon hızı çok artırılabilir bir konu değildir. Zaten reaksiyon süresi iyi olan kalecilere sahibiz. Biz sadece onların sınırlarını zorladık. Bir de kalecinin sıkılmaması için bu antrenmanları farklılaştırdık.

Buna somut örnek vermek gerekirse, mesela Fenerbahçe'de Volkan Demirel'le Volkan Babacan'ın çalışma biçimleri farklı mıdır?

Elbette farklıdır. Temel olarak aynı olsa bile özel zamanlarda onların ihtiyaçlarına göre antrenman programları yapılır. Mesela Volkan Babacan, Mert Günok ve Ertuğrul Taşkıran her antrenmandan önce salonda fiziksel gelişimlerini sağlayabilmek için program dahilinde işinin uzmanı olan bireysel oyuncu antrenörümüz Dolu Aslan'la çalışma yapar. Ama Volkan Demirel gelişimini tamamladığı için koruyucu fiziksel antrenman yapar. Sahada da her kaleciye gelişim beklediğimiz tarafına yönelik program uygulanır. Ben antrenörlüğü doktorluğa da benzetirim. Koruyucu hekimlik de vardır. Hastalık ortaya çıkmadan müdahale ediyorsanız, işinizde bir adım öndesinizdir.

İyi kalecinin tanımını istesek, neler söylersiniz?

Kalecilik oradan oraya atlayabilmek değildir. Ayakta kalan, iyi pozisyon alan kaleci iyi kalecidir. Tek cümleyle bir tanım isterseniz, karmaşık ve zor olanı basit gösterebilen kaleci, iyi kalecidir. Maçları bu gözle izleyin, o zaman kaleciye daha farklı bakarsınız. Tribünden baktığınız zaman, bir şut atılır ve kaleci çok basit şekilde tutar. "Aaa, vurdular, üstüne geldi" dersiniz. Oysa kaleci o duruma gelebilmek için defalarca tekrar yapmıştır. Eğer yanlış pozisyon almışsa, olağanüstü bir hamle yaparak da topu kurtarabilir ve seyirci de alkışlayabilir. Ancak ben baktığımda kalecinin yanlış pozisyonda olduğunu görürüm. Örneğin bir dönemde Serdar Kulbilge için "Her atılan şut eline geliyor" deniliyordu. Ama biz biliyorduk ki, Serdar akan oyunda doğru yerlerde gezinen ve doğru açılarda kalan bir kaleciydi.

Ülkemizde oyunu bu şekilde basitleştiren kaleciler hangileri?

Rüştü ve Volkan Demirel bu tip kaleciliğin çok iyi örnekleri. Volkan çok zor topları çok kolay gösterebilme yeteneğine sahip. Şimdi bizim genç kalecilerimiz de bu yönde yetişiyor. Basitten başlarsanız, karmaşık hareketleri çok daha iyi yapabilir hale gelirler. Türkiye'deki kalecilerin en büyük problemi topa erken yatmaları. Aslında antrenman temeli budur. Erken yön tayin etmek üzerine kurulan driller zaman içinde kaleciyi topa vurulmadan yatmaya yönlendiriyor. Oysa temel unsur ayakta bekleyip, vurulduktan sonra hamle yapmaktır. Kaleci bunu yaparsa, özel pozisyonlar dışında hiçbir zaman sırt üstü düşmez veya ters köşeye yatmaz.

Bunu da kaleciye antrenörün vermesi gerekiyor herhalde…

Mutlaka antrenörün görevi. Son zamanlarda iş fiziksel antrenmanlara dönmeye başladı. Fiziksel gelişim ön planda tutulduğu zaman taktik ve teknik atlanıyor. Bir de literatürde sorun var. Dünyada kalecilik üzerine yazılmış kitapların ve hazırlanmış görsel materyallerin büyük bölümünü inceledim. Aralarında inanılmaz yanlışlar var. Bunu birebir doğru olarak kabul eden antrenör arkadaşlarımız da yanılabiliyor. İşte o zaman ortaya karmaşık bir kaleci tipi çıkıyor.

Kalecilere ne gibi önerilerde bulunursunuz?

Kaleci maç içinde veya sonrasında sevinç ve üzüntü aralığını geniş tutmamalı. O zaman geleceğinize güvenle bakabilirsiniz. Derin gelgitler yaşarsanız performansınız da olumsuz etkilenir. Bir de kalecilik bırakana kadar gelişimin istendiği mevkidir. 40 yaşına kadar oynayan bir kalecinin 40 yaşındaki durumu, 39 yaşındakinden daha iyi olmalı. Lehmann ve Van der Sar, yıllar içinde gelişen kalecilerin örneği. Mesela Lehmann Almanya'da oynarken, antrenörleri onun reaksiyon süratini geliştirmeye çalışıyor. Aslında bu gelişim sınırlıdır. Ama 33 yaşında 1 yıl boyunca bu çalışmaya ağırlık verilmiş ve belli oranda gelişim sağlanmış. O dönemden sonra Lehmann penaltı kurtarmaya başlamış.