İki eski dostun buluşmasından ortaya hârika bir röportaj çıktı. İsmail Gökçek sordu, Abdullah Avcı cevapladı. "Türk futbolunun en önemli sorunu saygıdır" diyen Avcı, "Kulüplerimiz Avrupa'da genellikle mart ayını niye göremiyor?" sorusuna, "Büyük kulüplerde şampiyonluk dışında her sonucun başarısızlık sayılması, kaybedenlerin mazereti hep dışarıda araması, yerel başarıların her şeyin üstünde tutulması, kaybedenlerin kazananları kutlamaması" karşılığını verdi.
Röportaj: TamSaha / İsmail Gökçek
Abdullah Avcı ile ilk olarak yollarımızın kesişmesi rakip olarak gerçekleşti. Ben Vefa'da stoper, Abdullah Hoca da Karagümrük'te santrfor oynuyordu. Ben ve o mevkilerimizde oldukça iyiydik. Hoca tam bir pivot santrfordu. Bilekleri kadife gibi yumuşak, hava toplarında oldukça etkiliydi.

Yollarımızın ikinci olarak kesişmesi Bakırköyspor'da takım arkadaşı olarak gerçekleşti. Arkadaşlığımızın dostluğa dönüşmesini sağlayan kesişme, dört sene mücadele ettiğimiz İstanbulspor'daydı. Bundan sonra da hiç ayrılmadığım, ailece görüştüğüm üç-beş dostumdan biri oldu. 1999 yılında Samsun'da açılan antrenörlük kursunda oda arkadaşım olarak gelecekle ilgili hayaller kuruyor, sabit fikirli olmayacağımızı, yeniliklere açık olacağımızı konuşuyorduk. Kursu başarıyla bitirip A diplomamızı aldıktan sonra ben Sakaryaspor'da Giray Bulak Hocanın yardımcısı olurken Abdullah Hoca da İstanbulspor'da göreve başladı.
Teknik direktörlük kursunda kurduğumuz hayaller ve hayata dair planlarımız benim açımdan temmuz ayında konulan ALS teşhisiyle sona ermişti. Sona erdi diyorum çünkü yakalandığım hastalık en fazla üç yıl ömür biçilen bir hastalıktı. Lig başlamış, ilk maçımızda Hatay deplasmanına gitmiş, orada ilk yardımcı antrenörlük deneyimimi kulübede yaşamış ve berabere kalarak antrenörlük hayatımın ilk tek puanını alarak dönmüştük. Ertesi gün 17 Ağustos depremi olmuş, Sakarya'nın depremden en fazla etkilenen illerden biri olması hasebiyle ligden çekilmemiz sonucu benim antrenörlük serüvenim de sona ermişti.
Kuruluşuna öncülük ettiğim ALS-MNH Derneği'ne Abdullah Hoca maddî-manevî desteğini ilk günden itibaren esirgemedi. Abdullah Hoca geçenlerde ziyaretime geldiğinde önce geçmişte yaşadığımız anıları hatırladık, bazen güldük, bazen hayatlarını kaybeden arkadaşlarımızı yâd edip hüzünlendik ama çok güzel zaman geçirdik. Sonra futbol öncelikli sohbete başladık. Sizlere futbol ağırlıklı yaptığımız bu sohbeti aktarmak istiyorum.
Sohbetimize klasik bir soru ile başlayalım, Abdullah Avcı kimdir?
Hayatının yüzde 99'luk bölümünü Kasımpaşa'da geçirmiş şahane bir insan olan bir berberin oğluyum. Beş daireli, tamamı akrabalarımızın yaşadığı Avcı apartmanı… Okuldan gelince çantasını atan ve devamlı topun peşinde koşan bir çocuk... Mahalle takımlarında başlayan futbol macerası bugüne kadar süren bir futbol adamı... Kazandığı her şeyi futbola borçlu, doğru bakılırsa futbola değer katmış bir teknik direktör...
Çocukluğumda aşırı sinirli, tâbiri caizse düz duvara tırmanan bir yapım vardı… Senin çocukluğun nasıldı?
Hepimizin çocuklukları benzer… Mahalle kültürü, sporu çok seven, kahvehaneler yerine sahalarda, sokak aralarında maç yaparak yaşayan çocuklardan biri. Tüm sporlarla ilgili hiç yokluk çekmeyen, mütevazı, ailesine bağlı, mahalledeki profesyonel abileri görüp futbolla gelecek kurmanın hayalini kuran Abdullah...
Bizim dönemimizdeki çocuklar mı şanslı yoksa bugünün çocukları mı?
Kesin olarak biz daha şanslı bir jenerasyonuz. Hepimiz baba olunca çocuklarımızın hayallerini ve kendilerini gerçekleştirmesi için çalıştık. İyi eğitim almaları için babalarımız gibi fedakârlıklar yaptık. Belki daha iyi koşullar da sağladık ama bizim çocukluğumuz daha iyiydi. Sokaklar, denizler bizimdi… Sebze, meyve daha sağlıklı ve ucuzdu. En önemlisi sitelerde değil dayanışma kültürü yüksek mahallelerde yaşıyorduk. Mahallemizin kızına laf atılamaz, abilerin yanında sigara içilmezdi. Mahalleli birbirinin derdine koşardı, şimdi insanlar aynı katta oturduğu komşusunu tanımıyor.
Futbol dışındaki hayatında seni en çok ne mutlu eder?
Ailemin mutluluğu ve sağlığı, insanların beni gördüğünde mutlu olması, sevdiğim saydığım dostlarımla yalansız, riyasız zaman geçirebilmek. Gücüm yettiğince yardımcı olabileceğim insanlara destek vermek ve davranışlarıyla çocuklara, gençlere iyi örnek olmayı başarabilmek.
Teknik direktörlük dışında ilgilendiğin, seni rahatlatan hobilerin var mı?
Sinemada film izlemek, tiyatroya gitmek beni çok rahatlatıyor ve başka dünyalara götürüyor. Elbette spor yapmak ve yürüyüş yaparken kitap dinlemek.
Futbol kariyerin boyunca en çok kime minnettarsın ve neden?
O kadar çok insan var ki; "en" diye bir kişiyi söylemek haksızlık ve saygısızlık olur. Sürece bakarsak en çok öne çıkan isimlerden birincisi, teknik adamlıkta bana alan açan Ziya Doğan. İkincisi, yaklaşık 10 sene birlikte çalıştığımız, iyi günde kötü günde arkamda duran ve şampiyonluk dışında büyük başarılar yaşadığımız Göksel Gümüşdağ. Üçüncüsü, Trabzonspor'da çalışmam için beni ikna eden, çok güzel koşullarda teknik direktörlük yapmamı ve dolayısıyla Süper Lig'de şampiyonluk yaşamamı sağlayan Ertuğrul Doğan…
En zor gününü hatırlıyor musun? O gün sana en çok ne güç verdi?
İstanbulspor'dan ayrılırken yaşadığım duygular, Ziya Hocamın manevî desteği ve Ali Yavaş'ın Galatasaray altyapısının kapısını aralaması. Daha büyük bir camianın kapısının açılması başarabileceğinin kanıtı oluyor, o da Millî Takım'ın ve Avrupa şampiyonluğunun ilk adımı hâline geliyordu. Bir şeyi kaybettiğinde manen yıkılırsın ama bu tür kötü olaylar belki de olacak daha iyi şeylerin ilk adımıdır.
Bir teknik direktör olarak zor kararlar vermek zorundasın. Bir oyuncuya forma şansı veremediğinde veya onu kadro dışı bıraktığında bunun insanî yükü sana nasıl yansıyor?
Maç önü, maç içi karar vermek bizim en önemli görevlerimizden biri. Hayalî sahaya çıkıp fark yaratmak, amaçları kendi kariyerini geliştirmek olan 24-25 farklı karakteri, farklı hayat bakışı olan insanı yönetmek zorundayız. Teknik direktör olarak rakibe göre plan hazırlayacaksın, oyun senaryosu hazırlayacaksın, A, B ve C planların olacak. Oyuncularına, yönetimine, taraftarlara karşı sorumlusun. Oyuncuların hafta içi davranışlarını, antrenmana katılımını, problemlerini biliyorsun ve kararlar alıyorsun. Problem çıkartan ama standardı yüksek bir oyuncuyu kimi zaman almıyorsun ve bu sorunları onu çok seven taraftarlarla paylaşamıyorsun. Ben oyuncularla doğru iletişim kurma konusunda iyi olduğumu düşünüyorum. Ancak radikal kararlar aldığında ve bir de sonuç kötü çıkarsa ihale de sana kalıyor…
Hayatın boyunca hep futbolun içindeydin. Hiç "Acaba farklı bir meslek seçseydim nasıl olurdu?" diye düşündün mü?
Sağ olsun futbol bana bunu çok düşündürtmedi. Oysa babam benim önce tersanede işçi olmamı istemişti, tersaneden kaçtım. Gemi Yapı Meslek sınavına soktu, boş kâğıt verdim. Sonra Beyoğlu Ticaret Lisesi ve lisede okurken Vefaspor'a davet… Şükürler olsun bugün bu röportajı veriyorum…
Profesyonelliğe giden yolda neler yaşadın?
Vefaspor'da ilk antrenörüm çok şey öğrendiğim Halil Bıçakçı'ydı, Allah rahmet eylesin. Genç takımda oynamadan Genç Millî Takım'a gittim. Üç sene sonra 18 yaşımda 20 maçta 32 gol atıp gol kralı oldum ve amatör takımda oynamadan A takımla profesyonel mukavele yaptım. Çok çalıştım… Babam izin vermiyordu, onu ikna etmekte çok zorlandım. Kolay olmadı ama güzel oldu.
Teknik direktör olmaya nasıl karar verdin? Bu yola çıkarken hedeflerin nelerdi, geldiğin noktada hedefinin yüzde kaçını gerçekleştirdiğini düşünüyorsun?
Hem futbolculuk hem de teknik direktörlük hayatımda çok önemli bir rolü olan Ziya Doğan'ın verdiği motivasyonla bu yola girdim. "Senin gibi insanların bu işin içine girmesi lâzım. Sen hem çok iyi bir antrenör olacaksın hem de senin iletişimin ve ilişkin diğer insanlardan çok farklı" diyerek beni teşvik etti. Ama daha somut bir yolu da önüme sundu "Ben şu an yardımcılık yapıyorum ama teknik direktörlük yapacağım. Ben seni ekibimin içinde yardımcı antrenör olarak düşünüyorum" dedi. 1999'da girdiğim antrenör kursundan sonra Ziya Hocamın yardımcı antrenörü olarak dört yıl kaptanlığını yaptığım İstanbulspor'da başladım ve başlayış o başlayış… İstanbulspor'da yardımcı antrenörlük, PAF takımı teknik direktörlüğünde üçüncülük, Galatasaray'da U19'la şampiyonluk, U17 Millî Takımı ile Avrupa şampiyonluğu ve dünya dördüncülüğü, İBB ile 2. Lig şampiyonluğu, Süper Lig'de dört yılda güzel işler, A Millî Takım Teknik Direktörlüğü, Başakşehir'de hârika bir dört sezon… Sezon başında düşer miyiz diye düşünen yöneticilerimiz vardı ama ilk sezonumuzda dördüncü olmayı ve Avrupa kupalarına katılma hakkını kazanmayı başardık. İki kez ikinci, bir kez üçüncü olduk. Bizim ikinci olduğumuz puanlarla ligde şampiyon olan takımlar vardı. Beşiktaş'ta çalışmak ve Trabzonspor'da şampiyonluk, A Millî Takım'dan sonra Galatasaray ve Fenerbahçe'den alınan transfer teklifleri... Aslında hedeflerimin yüzde 80'inin gerçekleştirdim diyebilirim. Rakipleri hiç değersizleştirmeden, hakemleri hedef göstermeden, oyuna saygılı, futbola değer katan bir teknik adam olmaya çalıştım.
Geçmişte çalıştığın hocalardan örnek aldıkların var mı? Varsa hangi özellikleri seni etkiledi?
Çalıştığım her hocamdan elbette bir şey almışımdır ama kendi iletişimimi ve formasyonumu geliştirmek için çalışmışımdır. Özellikle Avrupa'daki güncel oyunu takip ederek…
Takımlarını çalıştırırken en çok önem verdiğin taktik prensipler nelerdir?
Doğru hücum, doğru savunma, takım oyunu, bütün içinde oyuncuların bireysel yeteneklerini maksimuma çıkarma. Alanları iyi paylaşma, oyuncuların takım savunmasında birlikte, üçüncü bölgede özgürlüklerini ve yeteneklerini kullanarak fark yaratma… Duran topta savunmada ve hücumda analizler doğrultusunda fark oluşturma…
Herhangi bir takımın yüzde 70-80 topa sahip olduğu maçta aleyhine tabelada 2 veya 3 sıfır yazmasını nasıl değerlendirirsin?
Çok sık karşılaşılan bir durum değil bu… Rakip kalecinin devleştiği, savunma oyuncularının verimli olamadığı, rakibin senin hatalarını cezalandırdığı, üzücü bir maç olarak hatırlarım. Yaşamışlığım da vardı ve çok üzücüdür ve daha çok çalışırım son pasa, son vuruşa, savunmaya. Bu istatistiklerle bir kaybedersin, dokuz kazanırsın.
Günümüz futbolunda teknik direktörlerin sürekli kendini güncellemesi gerekiyor. Sen kendini nasıl geliştiriyorsun?
İngiltere'ye gittim, Manchester City başta pek çok kulübün antrenmanlarını ve maçlarını seyrettim. Altyapı tesislerini inceledim. Antrenör ekibimle her hafta analiz toplantılarımız sürüyor. Geliştirebiliyor muyum bilmiyorum ama besleniyorum.
Teknik direktörlükte saha içi kadar saha dışındaki iletişim de önemli. Futbolcularınla ve ekibinle nasıl bir iletişim dili kuruyorsun?
Samimi ve dürüst… Oyuncu çok zekidir ve karşısında âdil bir teknik adam görmek ister. Böyle davranmaya hep özen gösterdim. Oyuncularımın da samimi ve dürüst ama çalışkan olmasını isterim. Ekibimle uzun senedir birlikte çalışıyoruz. Herkesin sorumlulukları, neyi ne zaman ve nasıl yapmaları gerektiği bellidir. Geri bildirimleri, analizleri eksiksiz ve tam almak isterim. İletişim dilim gerektiği gibidir. Duruma, tansiyona göre değişir. Kalabalıklar içinde asla gurur kıracak bir dil kullanmam.
Bir oyuncunun performansı düştüğünde onu tekrar kazanmak için nasıl bir yol izliyorsun? Takım içindeki rekabeti ve oyuncuların motivasyonunu nasıl sağlıyorsun?
Konuşuruz… Problemin kaynağını doğru tespit etmek önemlidir. Oyuncunun motivasyonu için ekstra bir çabaya gerek yok. Çünkü bu mesleği en iyi şekilde yapmak için yüksek maaşlar alınıyor. Tabiî zaman zaman abi gibi davranarak, kimi zaman uyarılarla, doğru çalıştırarak "ekibimle" yukarı çekmeye çalışırız.
Kariyerinde seni en çok zorlayan dönem hangisiydi ve bu süreci nasıl yönettin?
Baktığınızda A Millî Takım ve Beşiktaş sonrası dönemlerde zorlandığımı söyleyebilirim. Bilgi alışverişi yaparak, zaman zaman destek alarak süreci yönetmeye gayret ettim.
Türkiye'de teknik direktörler genellikle kısa sürede baskı altında kalıyor. Bu baskıyı nasıl yönetiyorsun? Eleştirilerle nasıl başa çıkıyorsun? Seni en çok hangi eleştiriler etkiliyor?
Futbolun en güzel tarafı demokratikliği, bilgisi olmayanların bile fikri var! İzlerken de dünyanın en kolay oyunu, zaten bu yüzden hakkında herkes konuşabilir, yorum yapabilir. İşimizin en önemli kısmı baskıyla başa çıkabilmek. Zirvelerde rüzgâr sert eser. Baskıyla başa çıkabilmek nispeten kolay, küfür ve hakaretler ise çok zorlayıcı. Eleştiriler başımız üstüne. Eleştiri hakaret içermiyor ve haklılık barındırıyorsa üzerinde düşünürüz. Yapıcı olan her eleştiri, önerme içeren her eleştiri etkileyicidir. Ama ömrünün 50 yılını futbolda geçirmiş, 25 yıldır teknik direktör olarak takım yöneten kişilere "bilgisiz olduğun bir konuda" futbol öğretir gibi konuşulması çok rahatsız edici oluyor.
Genç oyunculara forma şansı verme konusunda ne düşünüyorsun?
Genç oyuncuyu en çok oynatan hocalardan biri benim. Yabancı sayısının bu kadar arttığı dönemde zor tabiî. Her kulübün yarışan kimliğinin olması, bir organizasyonunun olmaması işi zor hâle getiriyor. Ama oyuncu mental ve fiziksel olarak hazırsa, Cengiz Ünder ve Ahmetcan Kaplan gibi oyuncular hemen yükselip gidiyor.
A takıma yükselen altyapı oyuncusunun 1 yıl antrenman yaptığı hâlde kondisyonunun A takım seviyesine gelmemesini nasıl değerlendiriyorsun?
Antrenman temposu ile maç kondisyonu kazanmak zor. Altyapıdan A takıma yükselen futbolcuların A takımda forma giymesinin zor olduğu dönemlerde maç yapmasını, rekabetçi oyunlarda mücadele etmesini sağladığımız zaman bu dediğin sıkıntı daha kolay ortadan kalkacaktır. Bu oyunculara muhakkak bireysel programlar da yapılmalı.
Teknik adamlık yolculuğunda ne gibi zorluklar yaşadın, "Nereden girdim bu işe" dediğin zamanlar oldu mu?
Ben İstanbulspor altyapısında teknik direktör olarak toprak sahada dört yamalı topla bu göreve başladım. Hiç ama hiçbir zaman "Nereden girdim bu işe" demedim. Çok çalıştım. Bir-iki istisna hâriç doğru başkan ve yöneticilerle, doğru futbolcularla, doğru kulüplerde çalıştığım için şanslıyım. Üzüldüğüm, daha iyisini nasıl yapabilirdim diye düşündüğüm çok maç, çok sezon oldu ama vazgeçmek yerine hep üstüne koymaya çalıştım.
Türk futbolunun gelişmesi için sence en önemli adımlar neler olmalı? Türk futbolunun temel sorunu nedir. Neden Avrupa kupalarında mart ayını istikrarlı bir şekilde göremiyoruz.
Türk futbolunun en önemli sorunu saygıdır! Büyük kulüplerde şampiyonluk dışında her sonucun başarısızlık sayılmasıdır. Kaybedenlerin mazereti hep dışarıda araması, yerel başarıların her şeyin üstünde tutulmasıdır, kaybedenlerin kazananları kutlamamasıdır. Avrupa'da mart ve ötesini göremiyoruz çünkü kadrolar her sene aşağı yukarı değişiyor. Kulüp kültürünü, oyun kültürünü bilen oyuncular takımlarında uzun süre görev yapamıyor. Ligimizin temposu çok düşük, top oyunda az kalıyor. Lig daha ön planda tutulduğu için mart ayını gören başarılı sayılıyor. Altyapıdan üstyapıya geçiş için de bir planlama yok!
Harcanan bunca para, yapılan onca transfere rağmen Edirne'den öteye gittiğimizde kayda değer başarı elde edemeyen takımlarımızın hedefi ligimizde şampiyon olmaksa o zaman bu transferleri yapmaya, kulüpleri bu kadar borca sokmaya ne gerek var diye düşünüyorum. Dört büyükler zaten sezona şampiyonluğun doğal adayı olarak giriyorlar. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Seninle aynısını düşünüyorum. Şampiyonluk çok önemli ve değerli elbette… Ancak hemen şampiyon olabilmek için çılgınca transfer yapmaktansa sürdürülebilir başarı için doğru kadro planlaması ve denk bütçe yapmak şart. Bu kısır döngüden çıkmak için kulüp başkanları uzun vadeli planlar yapmalı ve taraftarlarını iknâ etmeli. Taraftarlar da sadece galibiyet izlemek için değil, futbolu bütün kalbiyle sevdiği için stada gelmeli. Bu kadar para harcamaya gerçekten gerek yok. Ayrıca iş para harcamaya kalırsa senden fazla para harcayabilecek en az 30 takım var. İş organizasyonda…
Sence iyi takım kurmak için çok paraya ihtiyaç var mı?
Elbette belli bir bütçeye sahip olmak gerekir. Şampiyonlar Ligi hâriç, UEFA ve Konferans Ligi'nde çeyrek finalden finale kadar kalan takımlara bakarsanız doğru bir kadro planlaması ve oyun ezberi ile oralarda olmak mucize değil. Bir Türk takımı Konferans Ligi'ni kazanabilir, UEFA'da çeyrek, yarı final yaşayabilir…
Sence kulüplerimizin mevcut borçlarından kurtulması için neler yapılması gerekiyor?
Önce kulüp denk bütçe yapmalı. Altyapıdan üstyapıya oyuncuların hazır gelmesi sağlanmalı. Taraftar bu çocuklara hoşgörü ile bakmalı. Bankalar Birliği borçları kapatılıp faiz yüklerinden kurtulmalı. TFF altyapılarda nitelikli antrenörlerle doğru antrenman yapılıp yapılmadığını denetlemeli ve çocuklar çok maç oynayarak gelmeli. Yapacak çok iş var.
Trabzonspor'u 38 yıl sonra şampiyon yapan teknik direktör olarak neler hissettin? Sezon boyunca yaşadığın zorlukların üstesinden nasıl geldin?
Bu benim hayatımdaki en büyük gurur kaynaklarımdan biri olarak kalacak. Kendi öz kaynaklarından çıkan futbolcularıyla üç büyüklerin saltanatına son veren, tutkunun en üst düzeyde yaşandığı ve uzun bir süre şampiyonluktan uzak kalmış bir kulüp. İyi başladık, arayı açtık ama finalde yavaşladık. Nisanda şampiyonluğu garantiledik, "Geç oldu" diye eleştirildi. Ertuğrul Başkan başta yöneticilerimizle, futbolcularımızla, teknik heyetimizle, stadyumları tıklım tıklım dolduran taraftarlarımızla... Şükürler olsun, kasketimle, kazandığımız kupalarla, fotoğraflarımızla ben de Trabzonspor tarihinde ve müzesindeyim.
Yıllar sonra Galatasaray-Fenerbahçe derbini yabancı hakemlerin yönetmesini nasıl değerlendiriyorsun? Hakemlerimize duyulan güvensizliğin sebepleri nelerdir?
Bir derbi maçının yabancı bir hakem tarafından yönetilmesi üzücü, ancak hakemlik organizasyonunda çok radikal değişiklikler yapıldı. Yeni hakemler çok deneyimsizler, teknik olarak gelişmeleri ve kriz yönetebilmeyi başarabilmeleri için zamana ihtiyaçları var.
Son 20 yılda futbol seyircisinin her geçen sene stadyumları boş bırakmasının sebepleri neler? Seyircileri tekrar tribünlere çekmek için neler yapılmalı?
Çok sayıda sebebi var. Birincisi futbolsever kitle dünyanın her yerindeki maçları seyretme şansına sahip. Bizim kısır çekişmemizde futbola dair doğruları da çok görmüyorlar. Top oyunda Avrupa'nın üst liglerine göre 8-9 dakika daha az kalıyor. Bilet almaya bütçe yaratmakta zorlanıyorlar. Anadolu'da özellikle gençleri stadyumlara çekmek için eğitici programlarla kampanyalar düzenlemeliyiz. Futbolu seven, rakibe saygılı, kuralları bilen genç bir jenerasyona bu alışkanlığı kazandırabilsek, o takımların futbol kalitesi de yükselecektir.
Geçmişteki futbolla bugünkü futbolu karşılaştırdığında ne gibi farklılıklar görüyorsun?
Dayanıklılık, devamlılık, sürat, alan kullanımı, taktik yaklaşımlar, kadrodaki futbolcu sayısı, stadyumların güzelliği, bilimsel yaklaşımlar, beslenme, analiz, toplam maç sayısı, topların kalitesi her şey farklı. Kıyas kabul etmez ama geçmişteki maçların güzelliği, teknik futbolcuların çokluğu da bugünle kıyaslanamaz. Değişmeyen tek şey, futbol, dünyanın en güzel oyunlarından biri.
Bu röportajı sen kendinle yapsaydın ne sorardın kendine?
Çalışmayı, üretmeyi özledin mi? Evet doğru zamanda, doğru yerde, iyi bir projeyle çalışmayı özledim.
Sevgili dostum Abdullah Avcı geldiği noktaya büyük emek sarf ederek ulaşmış, oynattığı futbolla takımlarına "teknik direktör takımı" dedirtmiştir. Bana göre jenerasyonumuzun en iyi üç teknik direktöründen biri olmayı başarmıştır.
Yaşam sevinciniz hiç bitmesin. Sağlıkla kalın…