TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Orta direk ses veriyor
TamSaha/Nisan 2012
19.04.2012
Orta direk ses veriyorTamSaha/Nisan 2012

Yakın zamana dek büyük kupalarda hep aynı takımları sahneye çıkaran Avrupa futbolu tam bir kısır döngüye girmek üzereydi. Bu noktada farklı bir yol izleyen "orta direk" takımlar gidişata yavaş yavaş "dur" diyor. Lille, Udinese, Montpellier ve Twente gibileri yeni yeni yüksek uçuşa geçerken, Borussia Dortmund, Mönchengladbach, Napoli ve Tottenham gibi eski efsaneler küllerinden doğmanın peşinde.

Yazı: Mustafa Akkaya / TamSaha

Brian Clough, Derby County veya Nottingham Forest gibi vasat ekiplerin başına geçerken kimse onların birer şampiyona dönüşeceğini tahmin etmiyordu. Hele ki Bill Shankly Liverpool'daki görevine başlarken sırf yaratacağı ekol sayesinde bugün bile birçok futbolseveri kulübe âşık edeceğini bilemezdi. Aynı şekilde Maradona da Napoli formasını sırtına geçirirken Serie A ve UEFA Kupası zaferlerinin geleceğinden emin değildi. Ancak şu bir gerçek ki, geçmişte orta karar bir takımın ağızları açık bırakan başarılar elde etmesi bugüne göre daha kolaydı.

Endüstrileşen futbol, varlıklı kulüplerin elini daha da kuvvetlendirip onları ayrı bir sınıfa yükseltirken, orta direktekilerin bu kartele girmesini zamanla zorlaştırdı. Böylece özellikle 2000'li yılların Şampiyonlar Ligi'nde son 8'e kalan takımlar çoğunlukla aynıydı. Bugün ise Apoel gibi neredeyse kimsenin bilmediği bir ekibi çeyrek finalde Real Madrid karşısında izleyebiliyoruz. Peki, yakın zamana dek vasat olarak bilinen takımların tekrardan Avrupa futbolunda söz sahibi olmaya başlamasında etkili olan unsurlar neler?

Kararlı yönetim

Her ne kadar tüm maçlar en nihayetinde sahada kazanılsa da takım, karakterli bir teknik adam ve özellikle de vizyon sahibi bir yönetimle desteklenmediği sürece uzun vadede başarı elde etmek çok zor. Bunun en iyi örneğini belki de Napoli Başkanı Aurelio de Laurentiis gösteriyor. Sadece yedi sezon önce iflâs etmiş halde Serie C1 kümesinde tekrar canlanmaya çalışan Napoli, bugün Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final biletini kıl payı kaçırıyorsa, bunda Laurentiis'in yönetim başarısının payı yadsınamaz. Sportif direktöründen teknik adamına ve futbolcusuna kadar kiminle ne zaman çalışıp ne zaman yolunu ayıracağını çok iyi bilen Laurentiis, bu şekilde yıllarca Napoli'de istikrarı korumayı başardı. Son olarak teknik direktör Walter Mazzarri ile beş yıllık sözleşme imzalayan Laurentiis, bugün kâr eden az sayıdaki futbol kulübünden birini yönetiyor.

Twente'nin sahibi Munsterman'ın, kulübü baştan yaratışı da Laurentiis'ten pek farklı değil. Takım iflâs etmek üzereyken onu satın almak için sadece 1 milyon euro ödemişti; ancak borç yükü 10 milyon euroyu buluyordu. Kısa zamanda bu beladan kurtulan ve yeni bir stadyum inşa ederek düzenli gelirlere kavuşan Twente, Steve McClaren ile ilk lig şampiyonluğunu bile elde etti. Yine de bu tarihî başarı, Borussia Dortmund'un yükselişinden daha zorlu değildi.

2002 yılında ekonomik darboğaz yüzünden Westfalen Stadı'nı satışa çıkaran Dortmund, 2005'te eski günlerine dönme özlemiyle yaptığı pahalı transferler bekleneni veremeyince tabancadaki son kurşunu neredeyse kendi kafasına sıkmış gibiydi. Bu yıkım sonrasında CEO görevini üstlenerek ipleri eline alan Joachim Watzke, sahip olmadıkları paraları harcamanın nasıl sonuçlanabileceğinin farkındaydı. Öncelikle mâliyetler kontrol altına aldı ve Bundesliga'daki ucuz bilet uygulamasından şaşmayarak zaten yüksek olan taraftar potansiyelini ticarî anlamda iyi değerlendirdi. Almanya'da altyapı yatırımı konusunda esen rüzgârı da arkasına aldıktan sonra Dortmund'un oyuncu profili iyice gençleşti ve düzelen finansal yapı sonucu Westfalen Stadı kulüp bünyesine Signal Iduna Park olarak tekrar girdi. 2008 yılında teknik direktörlüğe getirilen Jürgen Klopp ise bu gelişim ivmesinin zirve noktası oldu. Detaylara ve sisteme önem veren, bilimselliğiyle diğerlerinden ayrılan, motivasyon ve oyuncu ilişkilerindeki rahatlığı ile öne çıkan Klopp, böylece yaş ortalaması sadece 24 olan takımını Bundesliga'nın zirvesine herkese keyif vererek çıkardı.

Jürgen Klopp'un başarısını İngiltere'de daha uzun vadede gerçeğe dönüştüren isim, bugünlerde Capello'nun halefi olarak düşünülen Harry Redknapp'ten başkası değil. Juande Ramos'tan tabiri caizse bir enkaz devralan Redknapp, takım yaratma becerisi ve atağı düşünen felsefesiyle Tottenham'a sınıf atlattı. Ayrıca Mönchengladbach'ta Lucien Favre ve Lille'de Rudi Garcia da hızlı, topa sahip olmayı seven ve hücumu ilke edinen taktiklerle liglerinde zirveye oynuyor. Udinese ve Montpellier ise hep daha yukarısını zorlayan bir orta direk takımın uzun vadede temel kaynağı olan altyapı verimliliği konusunda kendilerine oldukça güveniyor.

Oyuncu döngüsü

Eğer Rus, Arap veya ABD'li cebi kabarık bir başkanı yoksa, orta karar bir takım denizdeki büyük balıklarla baş etmek için masa başında yapılan akıllıca yönetim stratejilerinden fazlasına ihtiyaç duyar. Kaliteli oyuncu transfer etmek adına bolca kaynak yaratmaktansa, iyi bir altyapı ve araştırma ekibi kurarak futbolcu kaynağının kendisine sahip olmak en mantıklı çözüm olabilir. Son yıllarda atılım gerçekleştiren kulüplerin neredeyse tamamı, kendi yükseliş planlarıyla paralel biçimde kariyerini ve yeteneğini geliştiren oyuncu havuzu sayesinde üst sıralara tırmandı.

Euro 2000 sonrası federasyonun büyük desteğiyle altyapı devrimine giden Bundesliga'da, bu akımı en verimli değerlendiren kulüp Borussia Dortmund oldu. Geçen sezonki şampiyonlukta kilit rol oynayan ve bugün hâlâ kadroda yer alan Klopp'un çocuklarından Götze, Schmelzer ve Bender altyapıdan yetişirken, Kagawa, Subotic ve Lewandowski için ödenen toplam para sadece 9.3 milyon euroydu. Bugün yaş ortalaması 22'yi bile bulmayan bu altı oyuncunun tahmini piyasa değerinin toplam 100 milyon euroyu geçtiğini düşünürsek, verimlilik düzeyini daha iyi anlayabiliriz. Tabii tecrübeleriyle bu gençlere yol gösteren Weidenfeller, kaptan Kehl ve Owomoyela'nın yanı sıra Real Madrid'e transfer olan Nuri Şahin'in katkılarını da es geçmemek gerek.

Oyuncu yetiştirme ve keşfetmeyi nitelikli politika halinde sürdüren kulüplerden Lille, zamanı geldiğinde onları uygun biçimde elden çıkararak başarısını devam ettirebiliyor. Bu konuda Lyon'un izinden giden Rudi Garcia'nın şampiyon takımında geçtiğimiz sezon gollerin %70'ine imza atan Hazard, Gervinho ve Sow'un toplam maliyeti sadece 6 milyon euro idi. Sow ve Gervinho ayrılırken kulübe 22 milyon euro bıraktı; Hazard'ın değeri ise 25 milyon euro olarak tahmin ediliyor. Kulüp şampiyon olmadan gönderilen Bastos ve Keita'dan da toplam 35 milyon euro kazanılırken, bu iki oyuncu sadece 6 milyon euroya mâlolmuştu.

2002 ve 2008 arasında Fransa Millî Takımı'nda sırasıyla 19, 16 ve 21 yaş altı gruplarını çalıştıran Rene Girard'ın 2009 yazında Montpellier'nin başına geçerken temel misyonu, altyapıdan oyuncu yetiştirerek aynı zamanda takımı yukarılara taşımaktı. Şu sıralar PSG'nin peşinde Ligue 1 liderliği için çabalayan takımın belkemiklerinden olan Belhanda, Bocaly ve Mbiwa, Girard'ın henüz yolun başındaki başarılı politikasının meyveleri... Benzer stratejiyi uygulayan ve 50 kişilik gözlemci ekibiyle dünyanın çeşitli ülkelerinde keşif yapan Udinese de sezon başında Gökhan İnler, Zapata ve Alexis Sanchez gibi yıldız oyuncuları elden çıkarmasına rağmen Serie A'nın üst sıralarından düşmedi ve 53 milyon euroyu kasasına koydu. Neredeyse hiç para harcanmadan kadroya katılan Handanovic, Isla, Benatio ve Kwando'nun bugünkü değeri ise 40 milyon euronun üzerinde.

Altyapıdan oyuncu yetiştirme veya genç oyuncu keşfetmenin yanında, takım içi dengeleri bozmayacak biçimde ekibe katkı sağlayacak futbolcu transfer etmek de tam bir sanat. Hamsik ve Lavezzi'ye harcanan 12 milyon euro, Napoli'nin bütçesini zorlamış olsa da bu ikilinin ortalama katkısı düşünüldüğünde, finans ikinci planda kalıyor. Yedi yıl önce Serie C1'de yer alan bir kulübün bugün Cavani ile Gökhan İnler'in bonservisine toplam 34 milyon euro harcayarak halen kâr edebilmesi ve liginde zirveye oynayarak Avrupa'da yol alması tam bir başarı öyküsü. Keza Modric ve Bale için 35 milyon euro harcayıp onları dünya çapında oyunculara dönüştüren, Van der Vaart'ı 10 milyon euroya kadroya katıp onun futbolla barışmasını sağlayan Tottenham da banka hesabından eksilenden çok daha fazla katma değeri onlar sayesinde elde etti.

Para yönetimi

Vasat bir takımın elinde kulüp vizyonuyla ilintili olarak aşama kaydetmeye açık potansiyel yetenekler bulunsa bile, çoğu kez futbolcunun geçirdiği evrim takımın ortalama gelişiminden hızlı olur. Kabiliyetli bir oyuncu takım ortalamasından yükseğe çıktıkça doğal olarak daha büyük ülkelerde ve Şampiyonlar Ligi'nde oynamak ister. Dolayısıyla büyüyen bir kulübün bu noktaya gelmiş oyuncularını uygun rakamlara elden çıkarması kulübün finansal olarak da güçlenmesine müthiş katkı sağlarken, yerlerine bulunan yeni yetenekler gelecek için de yeni fırsatlar doğurur. Örneğin bugün Porto ve Lyon'un uzman olduğu bu noktada Hoffenheim ve Real Sociedad sınıfta kaldığı için beklenen noktaya ulaşamazken, Lille ve Udinese oyuncu sattıkça gücünden pek bir şey kaybetmeyip sahadaki başarısını büyük oranda korudu.

Şampiyonlar Ligi özellikle bu arenaya pek alışık olmayan orta direkler için önemli bir gelir kaynağı yaratıyor. Tottenham geçtiğimiz sezon bu lige katılamasaydı elindeki birçok oyuncuyu tutması zorlaşabilirdi. Ne var ki çeyrek finale kadar ulaşarak başarılı bir sezonu yaklaşık 40 milyon euroluk ek gelirin de katkısıyla kârlı kapadı. Aynı şekilde Serie B günlerinden bu yana hiç zarar etmeyen Napoli de bu sezonki Şampiyonlar Ligi macerası sayesinde gelirlerini önemli biçimde artıracak gibi duruyor. Öte yandan Dortmund bu sezon Devler Ligi'nde grubunu sonuncu bitirerek hayal kırıklığı yaratmış olabilir. Ancak ligde geçen sezon olduğu gibi parlayan genç yıldızlarını ve üretken altyapısını düşünürsek Jürgen Klopp'u gelecek için hem sportif hem de finansal olarak karamsarlığa itecek bir durum görünmüyor.

Gün geçtikçe yaklaşan Finansal Fair Play, tüm Avrupa kulüplerini ekonomik olarak hizaya çekmeyi hedeflediğinden orta direkler için hem fırsat hem de tehdit niteliği taşıyor. Zira yakın gelecekte birçok büyük kulüp, bonservislere bol sıfırlı rakamlar ödeyip futbolculara yüksek ücretli sözleşmeler imzalatmaktan uzak duracak. Hâl böyle olunca yetenekli bir oyuncu takımını terk etmek için bugünkü kadar istekli olamayacak. Bu da Montpellier ile Mönchengladbach gibi çabalarının meyvesini henüz tam olarak toplayamamış kulüpler için daha istikrarlı bir kadro yapısı ve daha uzun vadeli başarıların kapısını açıyor. Elbette uyumlu bir kadro yapısı yine de başarının kesin garantisi değil. Takım hedeflenen seviyeye ulaşamadığında gelirleri de çoğunlukla istenen boyutta olmayacak. Sonuç olarak kâr etmek adına tek silah olarak futbolcu satışı kalacak. Ne var ki bu çark günümüzde Udinese ve Lille gibilerinin faydalandığı üzere artık büyük meblağlar üzerinden dönemeyeceği için orta direklerin eli futbolcu sirkülasyonundan gelen para konusunda zayıflayacak.

Bir kulübü ligin orta sıralarından alıp zirvelerine, hatta Avrupa'da önemli yerlere taşımak için mucizeler yaratmak gerekmiyor. 10 yıl önce Olympique Lyon da bugün Napoli, Tottenham, Lille, Dortmund ve diğerlerine benzer bir noktadaydı. Nitekim vizyon sahibi bir yönetim önderliğinde, takımın hedeflerine âşinâ teknik adamlarla çalışarak, yetiştirdiği oyuncuları yüksek fiyata satıp yerlerini doldurarak ve ticarî girişimlerden uzak durmayarak tam yedi yıl üst üste Ligue 1 birinciliğini kimseye kaptırmadı. Üstelik düzenli bir Şampiyonlar Ligi katılımcısı olarak finansal tablolarında pozitif istikrara kavuştular. Benzer atılımın tohumlarını atan bugünün orta direkleri, bu dikkatli adımlar sayesinde yarının devleri olmaya hiç uzak değil.