TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Emre Belözoğlu: "Önce savaşmak gerek" 2.06.2008
Emre Belözoğlu: "Önce savaşmak gerek"

Türk futbolunun yaşadığı üç büyük zaferde de payı büyük isimlerden biri olmayı başardı. Ardından İtalya ve İngiltere liglerinde kariyerini zenginleştirdi, tecrübesini artırdı. Geçtiğimiz sezon boyunca sakatlıklarla boğuşsa da Euro 2008'de yine Milli Takımımızın kilit oyuncularının başında gelecek. Avrupa Şampiyonası'nda çeyrek final dahil her türlü finalin başarı sayılması gerektiğini savunuyor ve başarının formülünü şu cümlelerle anlatıyor: "Geçmişteki başarıları hep rakiplerimizi bozarak elde ettik. Ne zaman çok fazla pas yapmaya başladık, rakipler bizi bozdu. Bizim stilimiz ve karakterimiz belli. Hem oynayıp hem oynatmamak. Bunun için de öncelikle savaşmamız gerekiyor. Hem biz oynayalım hem rakibimiz oynasın diye beklersek sıkıntı yaşarız."

Röportaj: Mazlum Uluç

Öncelikle İngiltere'de sona eren sezonla ve senin performansınla başlayalım. Uyum problemlerini aştığın ve giderek daha iyi olman gerektiği düşünülebilir ama bu sezon işler pek de senin istediğin gibi gitmedi. 6 maçta ilk on bire çıktın, 8 maçta sonradan oyuna girdin ve uzun bir zamandır da oynamıyorsun.

İlk ve en büyük şanssızlığım sezon başından önce Bosna-Hersek maçı kampında bileğimin kırılması oldu. Bu nedenle dört ay sahalardan uzak kaldım ve sezon başı kampını kaçırdım. Takımın başına yeni gelen bir teknik direktörümüz vardı. Akabinde 20-25 günlük ciddi bir toparlanma sürecim oldu ve teknik direktörümüz beni hemen oynatmaya başladı. Bu dönemdeki çıkışım Milli Takım'a da yansıdı. Malta ve Macaristan maçlarında sonra elimden geleni yapmaya çalıştım. Ancak 2-2.5ay sonra bu defa da bileğim döndü ve 2 aydır da bu nedenle oynayamadım. Son 2.5 haftada takımımla antrenmanlara çıktım. Sağ olsun şu andaki hocamız Kevin Keegan da bana çok yardımcı oldu ve Milli Takım kampına erken yolladı. Yani bu sezon yaşadığım problemler hep sakatlıkla ilgiliydi. Daha önce Inter'de iki sene kasık ağrıları çekmiştim. Bu sene de bileğimle alakalı böyle bir sorun yaşadım. Bunlar tabii ki şanssızlık ama ben hayatta her şeyin olabileceğini düşünüyorum. Sakatlıklar haricinde yapabileceğimin maksimumunu yapmaya çalıştım. Tabii ki daha fazla maç oynamak isterdim. Çünkü bunun Milli Takım'a yansıması daha olumlu olabilirdi.

Şu andaki performansın için ne söyleyebilirsin? Uzun süredir oynamayan bir oyuncu olarak Euro 2008 için kendini tam anlamıyla hazır hissediyor musun?

Benim adıma şöyle bir dezavantaj var. Buraya gelen herkes maç tecrübesine sahip. Bense 2-5 aydır maç yapmıyorum. Ama Euro 2008'e hazırlık sürecinde 1 aylık güzel bir kamp geçirdim ve hazırlık maçlarında oynadım. Dolayısıyla açığımı biraz olsun kapadım. Milli Takım'a çok değer veriyorum ve bu takım için önemli bir oyuncu olduğuma inanıyorum. Euro 2008'de ilk maçtan itibaren oynamak ve takımım adına olabildiğince verimli olmak istiyorum.

2002 öncesi havayı yaşıyoruz

2000'de UEFA Kupası'nı, hemen ardından Süper Kupa'yı kazanmış ve sonrasında 2002'de Dünya Kupası üçüncülüğü yaşamış bir oyuncusun. Türk futbolu da o dönemde zirve yapmıştı. Art arda gelen bu başarıların arkasındaki sır neydi sence?

O dönemde Galatasaray'ın başarısının ardından gelen bir Milli Takım başarısı vardı. Galatasaray'ın ilk on birinde oynayan oyuncuların 6-7'si Milli Takım'ın ilk on birinde yer alıyordu. Taffarel'in yerine Rüştü ağabey, Popescu'nun yerine Alpay ağabey, Hagi'nin yerine Yıldıray oynuyordu. Oturmuş bu kadronun yanında dünya üçüncülüğü başarısının gelmesinin en büyük sebebi takım içindeki müthiş arkadaşlıktı. Dünya Kupası'ndan önce 53 gün kampta kaldık, antrenmanlarda bile iki kişi arasında en küçük söz dalaşı dahi olmadı. Herkes birbirini çok seviyor, sayıyordu. Her biri saygın ve yetenekli oyunculardı. Herkes performansının en üst noktasına çıkabilecek yaştaydı. Galatasaray'daki takım ruhunu Milli Takım'a da yansıtmıştık. Takım ruhunu oluşturmanın en büyük kuralı, kendin için düşündüğün her şeyi takım arkadaşın için de düşünmektir. Arkadaşın topu kaptırdığında kendin kaptırmış gibi düşünürsen mücadelen de o oranda yükselir. Kendi kaptırdığın topa koşup, arkadaşının kaptırdığı topa koşmazsan bu çok büyük bencillik olur. Bizim takımımızda o dönemde çok iyi bir ortam vardı.

Bugün o atmosfere ne kadar yakınız?

Ben bugün de aynı ortamın varlığını hissediyorum. Başımızda tüm dünyanın saygı duyduğu çok önemli bir teknik direktör bulunuyor. Bunun da biz getirdiği avantajlar var. Fatih Hoca bence oyuncuyu maça konsantre etme konusunda dünyanın sayılı teknik adamlarından birisi. Bugün takımımızda çok sayıda genç oyuncu var ve onlarla harmanlanabilecek çok tecrübeli ve üstelik yine yaşları genç oyuncular mevcut. Nihat, Yıldıray, Tuncay, ben uluslararası alanda tecrübeliyiz ve aynı zamanda yaşlarımız da genç. Bu önemli bir avantaj. Ben bu avantajın turnuvaya da çok iyi yansıyacağını düşünüyorum. Burada oynadım-oynamadım derdine düşecek oyuncular da yok. Herkes burasının Milli Takım olduğunun bilincinde. Hizmet için yarışmaktan başka bir şey yapmayacağız.

Grup maçlarında oldukça zorlanan bir takımdık. Kolay rakipler karşısında puanlar kaybettik ama zor denilen çok kritik maçlardan galibiyetle ayrıldık. Bu çelişkiyi neye bağlamak gerekir?

Dünyada futbol takımları mücadele ettikleri sürece birbirlerine çok yaklaştılar. Biz Malta'yla berabere kalırken o hafta Portekiz de Ermenistan'ı yenemedi. Biz Malta'yla berabere kaldığımızda kıyamet kopartılmaya çalışıldı. Ama biz inancımızı hiç yitirmedik. Grup maçları iki senelik bir periyot. İlk sene 13 puan topladık. İkinci sene ise futbolcuların değişen performanslarının sıkıntısını yaşadık. Bence bu oynadığımız takımlarla ilgili değildi. Çünkü ilk sene seyircisiz oynadığımız maçta Malta'ya 4 gol attık, Yunanistan'ı deplasmanda farklı yendik. Elbette önemli maçlara daha iyi konsantre oluyorsunuz. Büyük maçları her zaman lehine çevirebilecek bir takımız. Bu şampiyona öncesi en büyük silahımız da bu; çünkü orada bizi büyük maçlar bekliyor.

İki yıla yayılan elemelerle, bir-iki haftaya sığan turnuva süreci arasında ne gibi farklar var?

Kesinlikle çok farklı oluyor. Turnuva takımı olmak çok önemli. 2002 Dünya Kupası'nda üçüncü olan takımımız böyle bir ekipti. Bu takımla henüz turnuvaya gitmedik ama aynı havayı yakalayabileceğinden eminim. Çünkü bizler işi vatan meselesine döktük mü, çok ayrı konsantre oluyoruz. Bu bize has bir durum. Turnuva takımı olabileceğimizi düşünüyorum. Çünkü bu takımın büyük bölümü en azından 2-3 turnuva daha görebilecek, başarıyı çok isteyen oyunculardan oluşuyor.

Hem oynayıp hem oynatmamalıyız

Ligimizde bir tempo sorunu göze çarpıyor. En azından İngiltere ve İspanya'daki tempoda oynamıyoruz. Bu durum Milli Takım'a nasıl yansıyor?

Yurt dışından gelen oyuncularımızın performansı yükselmiş durumda. Bu da Milli Takım'a olumlu yansıyacak. Ama Turkcell Süper Lig'deki tempo hiçbir zaman Avrupa'nın üzerine çıkmadı. Biz Galatasaray'da çok koşan, çok mücadele eden bir takımdık. O takım, Avrupa'nın üzerinde tempo göstermişti. Bir futbolcu kendisine hedef belirlerken bir sınır çekmemeli. Saha içinde kendisini iyi hissediyorsa mücadele, koşma veya top kazanma anlamında kendisini sınırlandırmamalı. Özellikle Milli Takım'a gelen oyuncular kendilerini asla yeterli görmeli ve daha iyi olmaya çalışmalı. Türkiye'de vizyonla alakalı problemimiz var. Bu da Milli Takım'a yansır mı? Bence yansır. Çünkü bu ülkenin liginde oynanan futbol, milli takımlar bazında oynanan temponun çok altında. Ama şunu unutmamak lazım, Galatasaray ve Milli Takım'la başarılı olduğumuz dönemde hep rakiplerimizi bozarak başarılı olduk. Ne zaman çok fazla pas yapmaya başladık, rakipler bizi bozmaya başladı. Bizim stilimiz ve karakterimiz belli. Hem oynayıp hem oynatmamak. Bunun için de öncelikle savaşmamız gerekiyor. Hem biz oynayalım hem rakibimiz oynasın diye beklersek sıkıntı yaşarız. Bizim mutlaka rakibimizi bozmamız gerekiyor.

Geçmişte Galatasaray'ın Avrupa'da başarılı olan bir kadrosu vardı ve o kadro Milli Takımımızı da önemli noktalara taşıdı dedik. Bugün Avrupa'da oynayan oyuncularımızın nispeten çoğalması aynı etkiyi gösterebilir mi? Bir de şunu merak ediyorum; Avrupa'nın büyük liglerinde oynamak oyuncunun kalitesine nasıl katkılar sağlıyor?

Her ligi izliyorum ve bana göre dünyanın en tempolu liginde oynuyorum. O maçlardan birinden çıktıktan sonra Milli Takım'a geldiğimde, bir maçın görebileceği en yüksek tempoyu zaten görmüş oluyorum. Dolayısıyla milli maça çıktığımda her türlü tempoyu rahatlıkla kaldırabiliyorum. Çünkü hem zihinsel hem de fiziksel olarak o tempo artık bende meleke haline gelmiş durumda. Türkiye Ligi'nde oynadığım dönemde ise lig maçının ardından Şampiyonlar Ligi maçına çıktığımızda çok zorlanıyorduk. Çünkü farklı bir tempo ve çok farklı özelliklere sahip rakip oyuncular vardı orada. Avrupa'da oynamak bir kere bu tecrübeyi kazandırıyor. Saha içinde daha rahat hareket etmemizi sağlıyor. Milli maçlar sırasında Nihat'la da Yıldıray'la da konuşuyoruz, oynadığımız lig maçlarıyla arada bir fark göremiyoruz. Hatta milli maçların temposu daha düşük oluyor. Üstelik bizim içimizde milli formayı giymenin getirdiği ekstra bir motivasyon da var. Norveç maçı için "Çok tempolu geçti" diyorlar ama bana göre İngiltere Ligi'ndeki herhangi bir maçtan daha tempolu değildi. Bu yüzden oyuncularımız Avrupa'da oynamalı ki, bu pratiği elde etsinler. O nedenle genç arkadaşlara, bir an önce Avrupa liglerine gitmelerini söylüyorum. Bunun Milli Takım'a da kendi kariyerlerine de çok ciddi yansımaları olur.

Yunanistan'ın şampiyonluğuna bakarak "Biz niye olmayalım?" diyebilir miyiz?

Kesinlikle diyebiliriz. Baktığınız zaman Yunanistan da kapanarak, belli bir stille rakibi bozarak oynamaya çalıştı ve başarılı oldu. O şampiyonadan sonra top oynamak istediler ama başarısız oldular. Biz de yapabiliriz, çünkü oynama anlamında Yunanistan'dan daha kaliteli bir takımız. Özellikle öndeki altılı her an oyunu değiştirecek kapasitedeki oyunculardan oluşacak. Onlar kadar disiplinli oynarsak farkımız zaten ortaya çıkar.

Her türlü final başarı olur

Euro 2008'deki favorin kim?

Gerçekçi yaklaşmak isterim. Bizim için her türlü finali görebilmek başarı olur. Buna çeyrek final de dâhil. Çünkü biz genç bir takımız ve önümüzde birkaç turnuvamız daha var. Avrupa Şampiyonası'na yaşadığımız bunca sıkıntıya rağmen gelmemiz bile başarıdır. Favorilerime gelince, Fransa olabilir, grubumuzdaki Portekiz olabilir. İspanya göze hoş gelen futbol oynayan bir takım. Almanya'dan bir şey beklemiyordum ama Dünya Kupası'ndaki performanslarını görünce onlar da favorilerden biri oldu. Aslında "Şu kazanır" diye düşünen bir oyuncu değilim. Bence en iyi konsantre olan takım kazanacak.

Gruplardaki rakiplerimizi değerlendirirsek, sanki Portekiz'le biz bir adım önde gibi duruyoruz. Ama Çeklerin de kaliteli bir kadrosu ve oturmuş bir sistemleri var. İsviçre de kolay gol yemeyen bir takım.

Evet, İsviçre uzunca bir dönemdir savunması güçlü bir takım olarak biliniyor. Onları baraj maçında 4-2 yendiğimizde grup maçlarında toplam üç gol yemişlerdi. Son Dünya Kupası finallerinde de gol yemediler. Zor maçlarımızdan bir tanesi olacak. Zaten psikolojik anlamda da bir zorluğu var. Portekiz ise gerçekten iyi bir takım. Grubun neticesiyle ilgili ilk maçın çok etkili olacağını düşünüyorum. Kazansak da kaybetsek de o maçtaki performansımız çok etkili olacak. Çekler ise İrlanda'nın grubundan geldiler. Newcastle'daki İrlandalı arkadaşlarımla onların durumunu konuştuğumuzda pek olumlu bahsetmediler. Ama ben Çeklerin karşısında oynadığımız iki maç hatırlıyorum. Birini 4-0 kaybettik, diğerinde 2-2 berabere kaldık. Çok önemli oyunculara sahipler ve bu oyuncular gerçekten büyük takımlarda forma giymiş futbolcular. Uluslararası tecrübeye sahipler. Rosicky'nin yokluğu ise bizim için avantaj olarak kabul edilebilir.

Turnuvadaki yıldız adayın kim?

Bizim takımımızdan Arda ve Nihat etkili olabilir. Ronaldo ise kendisini zaten ispatlamış bir adam ve turnuvanın yıldızı o olabilir. Ama ben bir turnuvada Zidane'la oynamayı çok isterdim.

Ben mükemmel değilim

Saha içinde zaman zaman hırçın bir portre çiziyorsun. Bu hırçınlık nereden kaynaklanıyor?

Bu biraz da kazanma hırsından. Ben kız kardeşimle tavla oynarken bile çok sinirlenebilirim. İnsan hata üzerine yaratılmış bir varlık. "Ben mükemmelim" diyen hiç kimseye inanmam. Ben de mükemmel değilim. Ne futbolculuğumla ne de insanlığımla. Bu nedenle her alanda hatalarım, kusurlarım olmuştur. Hayatım boyunca hep kazanma yanlısı bir insan oldum ve bunun yararını da zararını da gördüm. Yaşım şimdi 28'e geldi. Hayata daha farklı bakabiliyorum. Zamanın çok çabuk geçtiğine şahit olduğum dönemlerdeyim. 13 yaşında Galatasaray'a transfer oldum, 16 yaşında A takıma çıktım. 13 senedir profesyonel futbol oynuyorum. Sorsanız "1 ay mı daha çabuk geçti, 13 sene mi?" diye, 13 sene daha hızlı geçti. Bizler sorumluluğu olan insanlarız ama küçük yaşlarda bunun farkına çok fazla varamıyorsunuz. Nabzınızın çok yükseldiği dönemler oluyor ve bazen kendinizi kontrol edemiyorsunuz. Bir de yaradılış meselesi bu. Herkesin farklı fıtratı var. Bunu en iyiye nasıl çekebilirim diye bir danışman eşliğinde çalışıyorum. Hatalarım, kusurlarım bundan sonra da olmayacak dersem yalan olabilir. Ama her şeyden ders almak için çaba sarf ediyorum. Hırçınlık, kontrol edebilirsem avantajım. Ama kontrol edemezsem avantajın yanında sıkıntı da teşkil edebiliyor.

Türkiye'de oyuncular genellikle medyadan şikâyetçidir. Türk medyası ile İngiliz medyası arasında bir fark var mı?

Aslında çok benzerlikler var. Ciddi yayınları bir kenara bırakırsak, onlar da bizimkiler gibi spekülasyonu çok seviyor. Çünkü bu tip haberler daha fazla prim yapıyor. Aslında her işin kendi ahlâkı var. Futbolcularda olduğu gibi gazetecilerde de işini çok iyi yapmaya çalışanlar var. Bizim içimizdeki gibi medyanın içinde de işini iyi yapmayanlar var. Sonuç itibarıyla iki medyanın da birbirine benzer yanları çok. Magazin yönü çok ağır basıyor, futbolcuların hayatlarıyla ilgili çok fazla spekülasyon yapılıyor. Performansla ilgili günlük değerlendirmeler ön plana çıkabiliyor. Ortası olmayan bir durum var yani. İnsan bunu zamanla anlıyor. Okunmak ya da izlenmek için ya çok iyi ya da çok kötü olmalı. Artık daha anlayışlı bakabiliyorum. Olumlu ya da olumsuz yazılanlarla yaşanmıyor. Geçenlerde bir yerde duymuştum, kendimize ancak kendimiz zarar verebiliriz. Yazılanların veya konuşulanların beni etkilemesine ancak ben kendim izin verebilirim. Ben izin vermezsem kimse bana bir şey yapamaz. Sonuçta bizler bunun da eğitimini almalıyız.

Newcastle'daki geleceğini nasıl görüyorsun?..

2.5 sene daha sözleşmem var. Dolayısıyla inisiyatif kulübümün elinde. Oynatmak isterlerse oynatırlar, göndermek isterlerse gönderebilirler.

Euro 2008 kariyerim için önemli

Keegan'ın gelmesiyle senin açından neler değişti? Çünkü o klasik İngiliz futbolunun dışında topu yere indiren adam olarak bilinir ve senin tipindeki oyuncuları da sever.

Keegan'ın bana bakışı çok olumlu. Futbol oynamaya çalışan her oyuncusunu seviyor. Birebir diyaloglarımızda da bunu söylüyor. Benim için gerçekten önemli bir insan ve kararlarına çok değer veriyorum. Newcastle'la alakalı bir problemim yok ama bu turnuva iyi geçerse belki daha farklı durumlar oluşabilir. Sonuçta bu turnuva çok önemli bir vitrin. Her oyuncu, takımını düşündüğü gibi kendi geleceğini de düşünür.

İngiltere'deki kulüp yapılarından söz eder misin biraz da?..

Kulüplerin mali durumlarından tutun da futbolcuların, menajerlerin derneklerine kadar araştırmamız gereken çok şey var. Futbolcuların, menajerlerin, yöneticilerin ne kadar yaptırım güçleri var? Kulüplerin planlamaları nedir? Kulübümüzü iki adam yönetiyor, birisinin yüzünü iki senedir hiç görmedim. Bizdeyse bir takım poster çekimine gidiyor, futbolcudan çok yönetici var. Futbolcular, yöneticiler, teknik adamlar ve kulüpler bazında İngiltere'den öğreneceğimiz çok şey var. Hani diyorlar ya "Biz şu kadar gerideyiz" diye… Bu doğru. Buna rağmen Milli Takım ve kulüpler bazında başarılı olabiliyorsak bence en büyük pay sahibi futbolcular ve teknik direktörler. Çünkü bu başarılar için ciddi anlamda bir yapılanma ve hazırlık yok. Ama Avrupa'da sistem oturtulmuş. Yabancı oyuncu sınırlandırmasından altyapılarından oyuncu yetiştirmeye kadar çok farklı özellikleri var. Eğer İngiltere'yi örnek alacaksak, irdelenmesi gereken konunun çok basit olduğunu düşünmüyorum.

Şu yabancı meselesi de önemli. Yerli oyuncularımız, yabancı sayısının giderek artması nedeniyle takımlarında yer bulmakta zorlanıyor.

Bizim oyuncularımız oynasalar da oynamasalar da sürekli çalışmalı ve kendilerini hiçbir zaman yeterli görmemeli. Milli Takım'a gelmek adına çok fazla çalışmak zorundalar. Öncelikle kendi takımlarında oynamalılar. Şu bir gerçek ki, Türkiye'de 2.Lig'de çok yüksek bir performans gösteren oyuncu bile Milli Takım'a gelebilir. Çünkü buradaki düzen adaletli bir düzen. Mehmet Topal gruplarda maça çıkmadı ama bugün Euro 2008 kadrosunda. Bu demek oluyor ki, performansını yükselten, maça iyi konsantre olan herkes Milli Takım'a gelebilir. Bizler böyle düşüneceğiz. İşte Galatasaray'da bir yabancı oynuyordu ama şimdi Mehmet Topal oynuyor. Seneye orada bir yabancı olsa bile bence yine Mehmet Topal oynayacak. Türkiye'de kamuoyu ve medya yabancı oyunculara daha fazla prim verir. Bu bir gerçek. Avrupalılar ise kendi oyuncularını el üstünde tutuyor. Ancak burası bizim ülkemiz ve bu gerçekle yaşamak zorundayız. Kabullenmemiz gereken şeyler var, değiştirebileceğimiz şeyler var. Futbolcunun değiştirebileceği şey, önünde oynayan yabancıyı geçip oynamak. Değiştiremeyeceği ise yabancıya fazla prim veren anlayış. Sen de değiştiremeyeceğin şey için sabredecek, değiştirebileceğin için de mücadele vereceksin. Bu kadar basit yani.