

önemli bir şey. Ben agresif bir
oyuncuydum. Ama şahsa değil topa
agresiftim…
Kariyerinizde unutamadığınız
maçlar hangileri?
Çokmaç var…Mesela Fenerbahçe
ile şampiyon olduğumuz sene Gazi-
antepspor ile efsane bir maç oyna-
mıştık. 3-0 geriye düştükten sonra
4-3 kazanmıştıkmaçı… Onu unuta-
mam. Mesela Samsun’daki şampi-
yonlukmaçı… Beşiktaş’ta
Fenerbahçe’ye karşı oynadığım
kupa maçı... Ya aslında çokmaç var.
Birkaç maç vererek diğerlerinin de
önemsiz algılanmasını istemiyo-
rum. Aklıma direkt gelen bunlar.
Ya da ilk oyuna girdiğimmaç…
Bundesliga 2’deydi… Bundesliga’da
iseWerder Bremenmaçında ilk kez
sahaya çıkmıştım…
Şimdi 19 yaşına geri dönelim.
Avrupa’da yaşayan her Türk genci
gibi siz de “Türkiye mi, başka bir
millî takımmı?” çelişkisini yaşadı-
nız mı? O dönemTürkiye’den size
teklif geldi mi? Almanya’yı seçer-
ken hangi kriterlere dikkat ettiniz?
Şimdi şöyle söyleyeyim… Şu an
Türk Millî Takımı bu yönde çok
büyük çalışmalar yapıyor. Genç
yaşta oyuncuları Millî Takımkadro-
suna almak için ciddi çaba harcı-
yorlar. Benimdönemimde durum
biraz daha farklıydı. Ben her zaman
söylüyorum, TürkMillî Takımı’nda
oynamayı çok isterdim. Ama şu an
1980’li yıllardan bahsediyoruz. İlk
teklif Alman Millî Takımı’ndan geldi.
Benimkariyerim için çok önemliydi.
Çünkü Millî Takım’da oynamak
demek, kendi yaş grubunun en iyisi
olmak demek… Dolayısıyla kendi
oynadığın takımda bu durum sana
ayrı bir avantaj kazandırıyor. Orada
uluslararası deneyimkazanıyorsun.
Özgüvenin artıyor. Kendi oynadığın
takımda A takıma çıkma ihtimalin
güçleniyor. Bu zincirleme bir olay…
İyi eğitim alıyorsun. Dolayısıyla
Alman Federasyonu’na bana bu
imkânları sağladığı için teşekkür
ediyorum. Tabiî ki TürkMillî Ta-
kımı’nda oynamayı çok isterdim.
Ama benimdönemimde geriye
dönüş yoktu. Şimdi U21 bile oyna-
sanız Millî Takımdeğiştirebiliyorsu-
nuz. Ama benimdönemimde statü
farklıydı. U18’de Millî Takım forması
giydimve dönüşümmümkün ol-
madı. Alman Millî Takımı’nda forma
giydiğim için de bir pişmanlık yaşa-
madım. Türkiye’de oynayabilsey-
dim, böyle bir imkân olsaydı, Amillî
olma sayım çok daha fazla olurdu.
Hans-Jürgen Dörner tarafından
FIFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası’na
çağrıldınız. 19 kez Almanya 21 Yaş
Altı Millî Takımı, iki kez de
Almanya AMillî Takımı’nın
formasını giydiniz. Bumaçlardan
birisi Konfederasyon Kupası’nda
ABD’ye 2-0 yenildiğiniz karşılaşma
ki omaçta 41. dakikada oyuna dâhil
oldunuz. Diğeri de 2000 Avrupa
Şampiyonası Elemeleri’nde Türkiye
ile oynanan ve 0-0 bitenmaçtı.
Omaçta da 89. dakikada oyuna
girdiniz. Bugün geriye dönüp
baktığınız zaman Almanya
tercihini nasıl yorumluyorsunuz?
İlginç bir ayrıntı var orada… Türkiye
ile oynadığımız maçta Mustafa
Denizli Teknik Direktördü… İlkmaç
Konfederasyon Kupası’ydı zaten.
İkinci maçta beraberlik Alman Millî
Takımı’na yarıyordu. Birinci oldu
zaten. Türkiye de İrlanda ile karşıla-
şarak işi bitirdi. Aslında benim
temennimgerçek oldu. Elele final-
lere kalmaktı temennim…
Nasıl bir histi Türkiye’ye karşı oy-
namak ya da o sahada bulunmak?
Tabiî diğer maçlar gibi olmuyor.
Kendi anavatanımız. Türkiye’de fut-
bol oynuyoruz. Orada yapabileceği-
niz iki taraflı hata futbol kariyerinizi
ciddi anlamda etkileyebilir.
Almanya adına yapacağınız hata
Almanya’da, Türkiye adına yapaca-
ğınız bir hata da Türkiye’de sizi zor
durumda bırakır. Zaten son dakika-
larda skoru korumaya yönelik bir
hamleydi oyuna girmem… Hatta bir
taç atışı sırasında Tayfun Korkut ile
dirsek dirseğe bir mücadeleye gir-
dik. İkili mücadeleydi. Takım arka-
daşımdı aynı zamanda… Bunlar
olabiliyor. Türkiye gerçekten iyi
oynamıştı. 0-0 bizim için şanslı bir
skordu.
Şu an baktığımız zaman neden
sadece iki maç Amillî formayı
giyebildiniz? Bu sayı neden iki
maçta kaldı?
Almanya’da Lothar Matthaeus ile
bile oynadım. Stefan Effenberg’le
oynadım. Genç Millî Takımlarda hiç
yedek kalmadım, hep ilk 11’de oy-
nadım. Amillî takımda az oyna-
mamı ise şuna bağlıyorum. Doğru
zamanda sakatlığımdan dolayı gi-
demediğim zamanlar oldu. Teknik
direktör değişiklikleri oldu, bunlar
da beni etkiledi. Mesela Berti Vogts
millî takıma çağırdı beni. Daha son-
rasında Erich Ribbeck geldi ve o da
çağırdı. Rudi Völler geldikten sonra
ise kendi iskeletini oluşturdu. Zaten
Türkiye’de oynadığım için biraz
gözden uzaktım. Türkiye Ligi’ni
o kadar çok takip etmiyorlardı.
Bugün Türkiye’de forma giyen yerli
oyuncuların üçte biri Avrupa’da
yetişti ve Türkiye’ye geldi. Av-
rupa’da 5 milyon Türk olduğunu
düşünürsek, 80milyonluk ülke-
mizden sizce neden bu kadar az sa-
yıda oyuncu çıkıyor? Avrupa’daki
farkları bu yollardan geçmiş bir
oyuncu olarak bize anlatır mısınız?
Kurulan organizasyon, verilen eği-
timve sağlanan imkânlarla ilgili bir
durumbu. Türkiye’yi de doğru
okumak lâzım. Herkes İstanbul’da,
İzmir’de, Antalya’da yaşamıyor.
Doğu’daki şartların aynı olmadığını
göz ardı edemezsiniz. Mesela do-
ğuda bir futbolcu var, çok yetenekli.
Ama o yeteneklerini sergileyebile-
ceği ortamyok. Dolayısıyla o oyun-
cuyu siz çıkartamıyorsunuz. Ama
Almanya ya da Avrupa öyle değil.
Her futbolcu bu işe hobi olarak baş-
lıyor. O yaş grubundaki çocukların
ailelerine bir yönden çok karşıyım.
Futbol gözde spor diye çocuklarını
futbolcu yapmak istiyorlar. Belki
çok iyi bir tenisçi olacak, belki çok
iyi bir basketçi olacak. Ama herkes
futbolu takip ettiği için zorla futbola
yönlendirdiğinizde olmuyor. Dolayı-
sıyla ben bunu oradaki imkânlara,
iyi eğitime ve organizasyona bağlı-
yorum. Türkiye bu konuda aşama
kaydetmiyor mu? O dönemlere kı-
yasla çok ediyor. Biz şu anda UEFA
A kursu görüyoruz. UEFA A demek,
14-16 yaş grubuna nasıl eğitim
verilmesi gerektiğini anlatmak
demek… Dolayısıyla bu eğitimleri
alan teknik adamlar daha dona-
nımlı olacağı için yetenekli oyuncu-
ları bulup çıkartmak daha kolay
olacaktır. Türkiye’yi doğru okumak
lâzım. Bir çocuk sabahtan akşama
kadar okulda. Onun haricinde ders-
leri var. Futbola zaman ayırmak
lâzım. Almanya’da futbolu geliştir-
mek için okullarla anlaşma yapıyor
federasyon… 2000’li yıllarda sistemi
değiştirdiler. Alman futbolu kriz-
deydi. Dediler ki “Bazı şeyleri değiş-
tirmemiz gerekiyor.” Zaten tesisleri
vardı; teknikleri ve antrenmanları
değiştirdiler. Okullara yöneldiler.
Almanya belki de dünyanın en zen-
gin federasyonu ama bu parayı
rezervde tutacak değil. Onu gelişim
için harcıyor. Zaten amaç da bu
olmalı. İstanbul’da olan bir çocuk
içinmesela trafiği göz ardı edemez-
siniz. Çocuğun vaktinin olması
lâzım. Ama bugün bakıyorum ço-
cuklar vakitlerini sosyal medyada
ya da sanal oyunlarla geçiriyor.
Çocukları spor yapmaya teşvik
etmemiz gerekir. Türkiye’de bir
takım şeyler yapılıyor ama bunun
için de bir süre lâzım. Almanya bir
günde buraya gelmedi…
Kariyerinizde çok önemli teknik
adamlarla çalıştınız. Birisi Al-
manya ile Dünya Kupası’nı kazan-
mış Joachim Löw, diğeri de
kazandığı kupaları buraya yazarak
sığdıramayacağımız Vicente del
Bosque. Mustafa Denizli gibi büyük
bir değer var. Bu büyük kariyerli
hocalara baktığınız zaman çalışma
stilleri ile ilgili bize neler söylersi-
niz? Bu isimlerin ne farkı var?
Ben çok değerli hocalarla çalıştım.
Hepsinden de bir şeyler öğrendim;
öğrenmeye çalıştım. Eleştirdiğim
yönleri olmadı mı? Oldu. “Teknik
adam olsambunu böyle yapardım”
dediğimyerler de oldu. “Ben bu
pencereden bakmamıştım. Bu bana
bir şeyler kattı” dediğimhocalarım
da oldu. Bence bu bir zenginliktir.
Bugün çalıştığımhocalardan ikisi
dünya şampiyonu olduysa çok da
yanlış şeyler yapmış olamazlar.
Ne farklı hocampeki?
Antrenman tarzları farklı olabilir.
Futbolcularla iletişimi değişik
olabilir. O dönemki oyuncu kadrosu
farklı olabilir. Çok iyi bir teknik
adamolabilir ama oyuncu kadrosu
yeterli değildir. Medya ile ilişkileri
farklı olabilir. Her teknik direktörün
kendine göre bir tarzı vardır ama
totalde baktığımız zaman futbolu
çok farklı bir yere taşımamak lâzım.
Futbol basit bir oyun, eğer biliyor-
san… Böyle de bir cümle var.
Bir dönemTV’de spor yorumculuğu
yaptınız. Ancak sanırım içinizdeki
futbol tutkusunu yorumculuk
kesmedi ve teknik adamolarak
yolunuza devam etmeye karar
verdiniz. Bu kararı nasıl aldınız?
Futbolu çok erken yaşta bıraktım.
Bir an öyle bir karar aldımve
bıraktım. Bıraktıktan iki hafta
sonra TV’de yorumculuğa başladım.
O dönemkamp, seyahat, maç
döngüsünden uzaklaşmak istedim.
Dolayısıyla teknik direktörlük o
dönembana biraz daha uzak duru-
yordu. Ne yapmak istediğimle ilgili
sağlıklı bir karar verebilmek ama-
cıyla, ama futboldan da kopmamak
için için yorumculuk yaptım.
Keyif de aldım… Dolayısıyla futbol
ailesinin içinde kaldım. Bu dönemde
UEFA B kursuna gittim. Hatta kurs
arkadaşlarımSergen Yalçın ve
Yusuf Şimşek’ti… Zamanla bu arka-
daşlarımın teknik direktörlük yap-
tığını gördüm. Kendi akranlarımın
Süper Lig’de olduğunu görünce
hem çokmutlu oldumhemde “Ben
de mi yönelsem” diye düşündüm.
42
43