TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Mehmet Eren "Rüzgârın Oğlu" 3.04.2007
Mehmet Eren "Rüzgârın Oğlu"

Doktor babasının zoruyla girdiği üniversiteyi futbol aşkı için terk etti. Alp Yalman ve Ergun Gürsoy tarafından Galatasaray'a kazandırıldı ama kendini ne Hagi'ye ne de Gerets'e kabul ettirebildi. Eskişehirspor'da "Rüzgârın Oğlu" mertebesine yükseldi ancak sezon başında gittiği Erciyesspor'da kulübeye mahkûm oldu. Bülent Korkmaz'ın işbaşına gelmesinin ardından patlama yaparak Erciyesspor'un en gözde futbolcu haline geldi. O artık güçlü fiziği, sürati ve attığı gollerle takımının kümede kalma mücadelesinin en önemli aktörlerinden biri.

Futbolseverler senin kimliğini Süper Lig'de bu sezonun ikinci yarısından itibaren öğrendi. Öncelikle seni biraz daha yakından tanıyalım istersen.

1981'de Karadeniz Ereğli'de doğdum. Doktor bir babanın oğluyum. Ereğli TED Koleji'nde okurken basketbol oynamaya başladım. Dayımın amatör futbolcu olmasının etkisiyle futbola ilgi duydum ve 13 yaşımda Erdemir Ereğlispor'un altyapısına girdim. Daha sonra Ereğli Belediyespor'da 2 sezon oynadım ve ardından Antalyaspor PAF takımına gittim.

Kolej yıllarında basketbol oynadığın dönemden söz eder misin biraz? Basketbolda umut göremediğin için mi seçtin futbolu?

Okulda futbol takımı yoktu, bu nedenle basketbol takımında oynamıştım. Yoksa içimde özel bir basketbol sevgisi yoktu. Ereğli Belediyespor'da oynadığım dönemde Akdeniz Üniversitesi Turizm ve Otelcilik Bölümü'nü kazandım ve Antalya'ya gitmek zorunda kaldım. Antalya'ya gidişim Antalya PAF takımında oynamak için değil üniversitede okumak içindi. Ancak Antalyaspor PAF takımının sorumlusu Sancar Bıçakçı, Ereğli'deki hocam Cihat Erbil'in eski talebesiydi. Cihat Hocamın aracılığıyla Antalyaspor PAF takımına alındım. O sırada sezonun 8. haftasıydı. 14. haftada ise A takıma alınmıştım. Teknik Direktörümüz Metin Ünal'dı. PAF takımla maçlara çıkıyordum ama A takımın kadrosuna da alınıyordum. Ertesi sezon Antalya Kepezspor'a geçtim. Antalyaspor'dayken üniversite eğitimimi sürdürüyordum ama Kepezspor'a geçince bırakmak zorunda kaldım.

Futbol için üniversiteyi bıraktım

Bugün dönüp baktığında okulu bıraktığına pişman mısın, yoksa "İyi ki de futbolcu olmuşum" mu diyorsun?

Bu tercih tamamen bana aitti zaten. Futbolcu olmak istiyordum ve oldum. Babam doktor olduğu için okumam yönünde sürekli baskı yapıyordu. Avukat olmamı istiyordu. Üniversiteye gitmem benim babamdan kurtuluşum oldu.

Futbola başladığında tavrı çok olumlu olmamıştır o zaman.

Evet, çok kızıyordu ve futbol oynamamı, antrenmanlara gitmemi istemiyordu. Hele derslerimde problem olduğunda, karnemde bir-iki zayıf getirdiğimde çok kızıyordu. Beni bir köşeye çekip ciddi şekilde azarlıyordu.

Sen neden bu kadar ısrar ettin futbol oynamak için?

İçimde futbola karşı büyük bir sevgi vardı çünkü. Tek sebep bu. Ama babam futbol oynamama engel olduğu için o hırsla üniversiteyi de kazandım. Üniversiteyi kazandığımda futbolcu olma yolum da kapanabilirdi. Çünkü herhangi bir takıma transfer olmamıştım. Antalya'ya okumaya gittiğimde kopma noktasına gelmiştim ama Cihat Erbil ve Sancar ağabey sayesinde yeniden futbola dönebildim.

Beni Alp Yalman transfer etti

Sonrasında Beylerbeyi deneyimin var. O takıma transferin nasıl gerçekleşti?

Aslında istemeye istemeye geldim çünkü Lig B'den 3.Lig'e iniyordum. Oysa Lig A'dan üç takım beni istiyordu ve özellikle Yozgatspor bu konuda çok ısrarlıydı. Ama Alp Yalman devreye girdi ve Galatasaray'ın pilot takımı Beylerbeyi'ne transferim gerçekleşti. Alp Bey'in bana söylediği, Beylerbeyi'nde oynadıktan sonra Galatasaray'a geçeceğimdi. Nitekim Beylerbeyi ile bir sezon oynadıktan sonra ertesi sezon Galatasaray A takımı ile beş gün antrenmanlara çıktım ama kampa götürülmedim. O dönemde Teknik Direktör Hagi'ydi. Yeniden Beylerbeyi'ne döndüm ve o sezon 24 maçta 20 gol atarak gol kralı oldum. Sezon devam ederken, Ergun Gürsoy ve Fatih Gökşen maçlarımıza geliyordu. Bana 3 sezonluk imza attırdılar. Sezon sonunda Gerets geldikten sonra antrenmanlara çağrıldım ama sanki Ergun Bey'in zorlamasıyla gelmişim gibi bir hava doğdu. Almanya kampına gittim ancak zoraki olduğu için hazırlık maçlarında hiç oynatılmadım ve dönüşte de Eskişehirspor'la anlaştım.

Eskişehir'de inanılmaz biçimde sevildiğini öğrendim. Kulüple ilgili forumlara girdiğimde takımdan ayrılma sürecinde yönetime büyük tepkiler gösterildiğini fark ettim. Neydi bu sevgi bağının sebebi? Bir de senin için "Rüzgârın Oğlu" diyorlar.

Evet, böyle bir lakabım var. Eskişehir'de beni çok sevmelerinin nedeni süratimin yanında takım için canla başla mücadele etmemdi. Ama bu sevgi karşılıklıydı. Ben de bu nedenle hâlâ 26 numaralı formayı giyiyorum.

Benliğimi Eskişehir'de buldum

Bu da ilginç aslında. Doğduğun yerin ya da oynadığın diğer takımların değil de Eskişehirspor'un plaka numarasını seçmişsin.

Eskişehir'de dört büyük takımı tutan yok, herkes Eskişehirsporlu. Bu çok güzel bir olay. Takımlarını çok seviyorlar, büyük destek veriyorlar. Ben de futbolcu olduğumu ilk defa orada hissettim. Orada geçirdiğim bir sezon bana çok şey kattı. Benliğimi orada buldum. Zaten Eskişehirspor'dan ayrılmak da istememiştim. Ama bonservisim Galatasaray'daydı ve beni bedelsiz olarak Erciyesspor'a verdiler.

Biraz mecburi bir ayrılık oldu o zaman.

Erciyesspor'a gelmek benim için dezavantajdı. Önümde Agali, Cenk, Lazarov ve Djalovic vardı. Ama iki sezondur ısrarla istiyorlardı. Beşinci santrfor olarak takıma katılmak başlangıçta çok saçma geldi. Ama Erol Bedir Başkan, Özhan Canaydın'dan bonservisimi alınca ben de gelmek zorunda kaldım.

Sanki Erciyes'e ara transferde gelmiş gibi bir durumun var. Sezonun ilk yarısında hemen hemen hiç oynatılmadın, ikinci yarıda ise sürekli varsın. Ligde ve kupada attığın gollerle Erciyesspor'u belli bir noktaya taşıdın. İlk yarıda hiç şans bulamamanı nasıl değerlendiriyorsun?

Önümdeki forvetlerin fazlalığına bağlıyorum. Bir de hepsi isimli futbolculardı.

O forvetler hâlâ takımda ama sen şimdi oynuyorsun.

Bu da hocaların bakış açısından kaynaklanıyor.

Yani seni Bülent Hoca mı keşfetti?

Evet. Benim için Bülent Hoca'dan önce ve Bülent Hoca'dan sonra diye bir durum söz konusu.

Sezonun ilk yarısında hiç oynamayan bir oyuncu olarak neler hissettin?

Eskişehir'de el üstünde tutulurken buraya gelip de hiç kimsenin tanımadığı bir adam olmak çok koydu açıkçası. Memur gibi antrenmana çıkıp duruyordum. Hayat boş geçiyordu sanki. Bir amacım yok gibiydi. Takım kötü gidiyordu ama ısrarla aynı oyuncular oynatılıyordu. Bir maçta sonradan oyuna girip gol atmama rağmen ertesi hafta kadroya bile giremedim.

Futbol hayatım bitecek sandım

Sezonun ilk yarısı bittiğinde oynayabileceğin takıma gitmek gibi düşünceler geçmedi mi kafandan?

Geçti elbette. İlk yarının sonunda kadro dışı kalacak isimler belli olacaktı ve ben de o isimlerden biri olmayı bekliyordum. Çünkü hiç ilk onbirde oynatılmamıştım. Ama Lorant beni bırakmadı. O zaman büyük bir sıkıntıya düştüm. Çünkü Lorant beni hem oynatmıyor hem de bırakmıyordu. Herhalde futbol hayatım burada bitecek diye düşündüm.

Bu arada gelen teklifler var mıydı?

Eskişehirspor'a geri dönmeyi düşünüyordum. Çünkü beni tanıyan başka takım da yok gibiydi. 6 ay boyunca hiç oynamamıştım. Sadece Gaziantepspor Büyükşehir Belediyesi'nin başındaki Suat Kaya daha önceden tanıdığı için beni çok istemişti. Ama Lorant bırakmayınca yapabilecek bir şeyim yoktu.

Sonrasında Bülent Korkmaz takımın başına geldi. Sen hiç oynamamış, kendine güvenini kaybetmiş bir oyuncuydun. Ne oldu da böyle bir patlama yaptın?

Bülent Hoca geldikten dört gün sonra Bursaspor'la kupa maçımız vardı. Kamp dönemini hiç iyi geçirmemiştik. Takımın başında Lorant vardı ama herkes gideceğini biliyordu. O gittikten sonra üç gün antrenman yapmadık. Bir tane hazırlık maçı bile oynamadık. Bülent Hoca böyle bir ortamda geldi ve Bursaspor maçından bir gün önce benimle konuştu. "Galatasaray maçını izledim, seni beğendim" dedi. Daha sonra maça çıktık ve iki gol attım. O maçta formayı aldım ve kimseye de vermiyorum. Bülent Hoca elimden tuttu yani.

İki gol attığın maçtan sonra kendine güvenini kazandın elbette.

Bülent Hoca'nın bana formayı vermesi güvenini gösteriyordu. Zaten futbolcu ayrımı yapan bir teknik adam değil, herkesle ilgileniyor. Erciyesspor'un ilk yarıda topladığı puanla ikinci yarıdaki puanları arasında da dağlar kadar fark var.

Kazanmak istemeyi öğrendik

Genellikle teknik direktörün takım üzerindeki katkısı yüzde 10'dur denir. Ama Erciyesspor'da biraz farklı oldu galiba.

Bizde bayağı bir fark etti. Gerçi yeni gelen arkadaşlarımız da oldu. Orkun, Kürşat, Ali Turan, Ergün, Jabi gibi oyuncular aramıza katıldı ve çok çabuk uyum sağladılar. Hiç hazırlık maçı yapmadan direkt lige girdik ve zor maçlar oynamamıza rağmen umulanın çok üzerinde puan topladık. Bülent Hoca'nın gelmesinin ardından kazanmak istemeyi öğrendik. Biz bu isteği yitirmiştik. Her maçta 5-6 pozisyon veriyorduk. Golü yiyince de dağılıyorduk.

İlk yarının sonunda "iflâh olmaz" diye bakılan bir takıma bu inancı aşılayabilmek de kolay olmasa gerek.

Bu takım iflâh olmaz görüşü sadece başkalarında değil, içerideki futbolcularda da vardı. Bülent Hoca nasıl yaptı bilmiyorum ama şimdi her şey çok farklı. Sanki elinde sihirli bir değnek vardı. Her maça kazanma inancıyla çıkıyoruz. Arkadaşlık da üst düzeye yükseldi. Daha önce alınan kötü sonuçlardan dolayı herkes kendi içine çekilmişti. Ama iyi sonuçlar almaya başladıktan sonra hepimizin birbirimize bakış açısı değişti.

Bir de şunu merak ediyorum. Kötü sonuçlar aldığınız dönemde şehre çıkıyorsunuz ve insanlar sizi tanıyor; size hangi gözle bakıyorlardı? Çünkü bir de ortada Kayserispor gibi bir başarı örneği var.

Zaten öyle bir durumda insanın içinden bir yerlere çıkmak gelmiyor ki. Utanıyorsun, mahcup oluyorsun, gidip bir yerlerde oturamıyorsun. Şimdi ise göğsümüzü gere gere dolaşıyoruz. Ama henüz işimiz bitmedi. Bu takımı ligde bırakabilirsek o zaman görevimizi yerine getirmiş olacağız.

Peki, şehirdeki insanların size bakışında bir değişiklik oluştu mu?

Olmaz mı? Büyük bir ilgi ve sevgi var. Artık dolu tribünlere oynuyoruz. Destek sonsuz. Çünkü Erciyesspor halkın takımı ve daha çok seviliyor.

Kendimi kanıtlamaya çalışıyorum

Galatasaray'a karşı iki kupa maçı oynadın. Bu maçlardaki performansınla da parmak ısırttın. Galatasaray'a karşı özel bir motivasyonun var mıydı?

Hayır. Ben her maça aynı gözle bakıyorum. Çünkü henüz kendini kanıtlamaya çalışan bir oyuncuyum. Dolayısıyla her maça aynı motivasyonla çıkıyorum ve bütün maçlarda en üst düzeyde oynamaya çalışıyorum.

Kendi mevkiinde oynayan oyuncularla aranda bir kıyaslama yaptığında ne görüyorsun? Bu mevkide en beğendiğin oyuncular kim?

Küçükken Baliç'i çok beğeniyordum. O dönemde Bursaspor'da oynuyordu. Bir de Amokachi'yi beğenirdim. Bugün ise Cristiano Ronaldo benim için bir numara. Yattara'yı da beğeniyorum ama onun tarzı farklı. O daha çok tekniğiyle oynuyor, bense fizik gücüm ve kondisyonumla.

Genç bir oyuncusun ve bu sezonki performansınla cazibe merkezi haline dönüştün. Bundan sonraki hedeflerin neler?

Elbette insan Milli Takım'da oynamak ister ama ben şimdilik bundan sonrasını düşünecek durumda değilim. Şu andaki tek hedefim Erciyesspor'u ligde bırakmak. Eğer bunu başarabilirsek sonrasını da o zaman düşünebilirim. Zaten şunun şurasında oynamaya başlayalı 8-9 maç oldu. Böyle bir oyuncunun "Ben Galatasaray'da, Fenerbahçe'de oynayacağım" demesi çok saçma olur. Önümü görmem, bir istikrar yakalamam lazım.

Peki, sözünü ettiğin takımlarda oynayan oyunculara baktığında aranda büyük farklar görüyor musun?

Onlar kendilerini kanıtlamış oyuncular. Benim de performansımı sürdürmem, başarıda istikrar göstermem ve kalitemi ispatlamam lazım.

Futbol dışındaki yaşantından söz eder misin?

Genellikle takım arkadaşlarımla beraberdim. Zaten bekâr futbolcular olarak tesislerde kalıyoruz. Birlikte sinemaya gidiyoruz, bir yerlerde oturuyoruz ya da playstation oynuyoruz.

Kolejli bir futbolcu olarak kitaplarla aran nasıl? Yoksa babana karşı bir tepki olarak kitap da mı okumuyorsun?

Hayır hayır. En son Soner Yalçın'ın kitaplarını okudum ama fazla derin devlet ilişkileri olunca bırakmaya karar verdim. Şu an gençliğimde okuyamadığım Nutuk'u okuyorum. Genellikle tür tercihi yapmadan her çeşit kitabı okurum.

Sinemayla aran nasıl?

Kayseri'de yapacak fazla bir şey olmadığı için sinemayla yakından ilgiliyim. Hemen hemen seyretmediğim film yok diyebilirim. En son Kanlı Elmas'ı izledim. Bu arada müzikle de aram iyi. Oda arkadaşım kaleci Yusuf müzikle çok ilgili. Ben de onun sayesinde müzikle bol bol ilgileniyorum. Takım halinde Hakan Altun hayranıyız.
 

Röportaj: Mazlum Uluç