TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Samet Aybaba: "Yöneticiler rolü kendilerine istiyor" 3.04.2009
Samet Aybaba: "Yöneticiler rolü kendilerine istiyor"

Başarılı bir futbolculuk kariyerinin ardından teknik direktör unvanıyla 18 yıl boyunca ülkenin doğusundan batısına 10 farklı kulüpte görev yaptı. Takımlarına oynattığı pozitif futbolun yanı sıra altyapıdan çıkartıp genç yaşta A takımda görev verdiği oyuncuların çokluğuyla kendisine farklı bir yer edindi. Ülke futbolunun en önemli sorunu olarak istikrarsızlığı görüyor ve kulüplerin kurumsallaşmak yerine kendisini ön planda tutan yöneticiler tarafından idare edilmesini, bu istikrarsızlığın en önemli nedeni olarak gösteriyor.

Röportaj: Mazlum Uluç / TamSaha

Turkcell Süper Lig'in tecrübeli teknik adamlarından birisiniz ancak ne yazık ki hiçbir kulüpte istikrar yakalayamadınız. Bunun sizden kaynaklanan sebepleri olduğu gibi ülke futbolunun kronik hastalıklarının da payı var. Öncelikle Türkiye'de teknik direktör olmanın zorluklarıyla söze başlayalım isterseniz.

Öncelikle şunu konuşmamız gerekiyor. İstikrarın olması için kulüplerin kurumsal bir yapıya kavuşmuş olması lâzım. Kulüplerin gerçekçi bütçeleri ve transfer politikaları olması, hedeflerinin ne olduğunu bilmesi ve bu hedefler doğrultusunda akılı projeler üreterek çalışması lâzım. Bunların hepsi bir araya gelmeyince ortaya çok farklı şeyler çıkıyor. Kulübün bütçesine göre küme düşmemeye mi, UEFA Kupası'na ya da Şampiyonlar Ligi'ne katılmaya mı yoksa şampiyonluğa mı oynanacağının belirlenmesi gerekiyor. Bu kriterler ortaya konulmadan ve bu kriterlere uygun teknik adam seçimleri yapılmadan başlanınca zaten sorun kendiliğinden ortaya çıkıyor. Biz her gittiğimiz kulüpte 3'er, 5'er yıllık kontratlar yapıyoruz ama 3-5 ay sonra işler bazı insanlara göre kötü gittiğinde problemler başlıyor. Ortaya kötü bir döngü çıkıyor. Taraftarlar, medya ve onların ilişkide olduğu yöneticiler çemberinde sizi mutsuz ediyor ve çalışamaz hale getiriyorlar. Böyle bir mutsuzluk tablosu ortaya çıktığında da o kulüpten ayrılmak zorunda kalıyorsunuz. Yoksa hiçbir teknik direktör "Ben burada mutluyum, keyfim yerinde, bu takımla istikrarı yakalayacağım" deyip de başladığı bir işi yarıda bırakmaz.

Aslında hepimiz başarının istikrarla sağlandığını biliyoruz…

Bakın burada önce başarının tanımını yapmamız lâzım. Türkiye'de başarının ne olduğunu bilen yok ki. Bence başarı, yöneticinin daha farklı konuma gelmesi, kamuoyunda konuşuluyor olması ve lider vasıflarının ön plana çıkarılmasıdır! Ülkemizde başka bir şey değil ki başarı. Yöneticiler takımın kuruluşunda, transferde başarıyı hep kendilerinde görüyor ve kendilerine istiyor. Siz hiç antrenörün hangi bütçeyle hangi takımı oluşturduğunu, nasıl futbol oynattığını, hangi oyuncuları kazandırdığını, oyuna nasıl müdahale ettiğini konuşan birisini gördünüz mü? "Biz bu antrenörü istemiyoruz" diyenlerin "Neden istemiyorsunuz?" sorusuna mesela "Çünkü oyuna iyi müdahale edemiyor" gibi bir gerekçe gösterdiğini hiç duydunuz mu? Gerekçe ortadadır, "Seyirci istemiyor, medya istemiyor, yöneticiler istemiyor!" Teknik direktörün mesleğiyle ilgili neler yaptığı konuşulmuyor. Rolü yöneticiler almak istiyor. Kimseye de rolden pay vermiyorlar.

Sabır taşı olsa çatlar

Sezona Bursaspor'da başladınız. Dışarıdan bakıldığında her şey iyi gidiyor ve Bursaspor sahip olduğu potansiyele lâyık bir konuma yükselecek gibi görünüyordu ama siz görevinizden ayrılıp Gençlerbirliği'ne geçtiniz. Bunun sebebi neydi?

Bursa'ya gittiğim gün protestoyla karşılaştım. "Beşiktaşlı teknik direktör istemiyoruz" diyerek bana karşı çıktılar. Orada 1 sene çalıştım, çok da iyi işler yaptım. 8-9 genç oyuncu aldık, 6 lig maçında 5 galibiyet elde ettik. Kupayla birlikte 9 maç sonunda 7 galibiyet almış bir takımın antrenörüydüm ama hâlâ protesto ediliyordum. Son maçta "Böyle olmaz Samet" diye bağırdıklarını duyunca "Madem ki öyle olmaz, böyle olur" deyip bıraktım. Her insanın bir tahammül sınırı vardır, onu zorluyorlar. Mesela maç kadroları açıklanırken benim ismim okunduğunda ıslıklıyorlar. Ya ben Bursaspor'un Teknik Direktörüyüm. Tamam, Beşiktaşlıyım ama onunla bunun ne bağı var? Birileri bu olayı kaşıyarak başarısız bir tablo oluşturmak istiyordu. Her maçta hakaret ve protesto, medyada inanılmaz eleştiriler… Sabır taşı olsa çatlar ama ben 1 sene dayandım.

Birçok teknik adamın aynı kulüplerde ikinci kez görev aldığını görüyoruz. Bunu neye bağlamak lâzım? Birincisinde olmayan nedir ki ikinci kez yine aynı yerde deneme yapılıyor? Mesela siz de Gençlerbirliği'nde ikinci kez görev alıyorsunuz.

Gençlerbirliği'ne ilk gidişimde takım 14. sıradaydı, sezonu 5. sırada tamamladı. Ertesi sezon kupa şampiyonu olduk.

E ne güzel işte… Devamı neden gelmiyor?

Kupa finali oynayacaktık, o sırada başkanımız yabancı bir antrenörle konuşup anlaşmış. Bu olabilir, bir tercihtir. Sonuçta patron o. Ben kendisine sadece Kayseri'deki Fenerbahçe finaline o yabancı antrenörü getirmemesini söyledim. Çünkü oyuncuların üzerinde olumsuz bir etkisi olabilirdi. "Takımı izlemek için başka zamanı yok" cevabını verdi. Oysa sonrasında 7 tane de lig maçı vardı. Biz finalde kupayı aldık ve ben de istifa ettim. Sizce ne yapmam gerekiyordu?

İnsanın aklı şunu almıyor. O gün neden başarılı olmuş bir teknik direktörle yola devam edilmiyor ve aradan bir süre geçtikten sonra aynı teknik adam neden yeniden göreve getiriliyor?

Başarının kıymeti sonradan anlaşılıyor. Yoksa o gün biz neden devam etmeyelim ki? Takımı bir yere getirmişsiniz, ilişkilerinizi oturtmuşsunuz, oyuncuları tanıyorsunuz, kulübün yapısını biliyorsunuz ve bir şeyleri daha iyi yapabileceğinizi fark ediyorsunuz, ama öyle şeyler oluyor ki ayrılmak zorunda kalıyorsunuz.

Oyuncuyu yönetmek sanattır

Oyuncular, sevdikleri teknik direktör için ellerinden gelenin fazlasını yaptığını söyler. Dolayısıyla oyuncuyla iyi diyaloglar kurmak önemlidir. Siz oyuncularınızla ilişkilerinizi nasıl yönetiyorsunuz?

Bu bir sanattır ve anlatılmaz, yaşanır. Her oyuncuya karşı davranış şekliniz farklı olmalıdır. Bazen bir mimik bile bir oyuncunuzu motive etmeye yeter. Her oyuncunun farklı bir yapısı var, hepsi farklı yörelerden gelmiş, farklı kültürleri var. İyi diyalog kurmak için onu anlayabilmek lâzım. Karşınızdakini anlayabilmek de bir sanat. Bugüne kadar oyuncularımla hiçbir problemim olmadı. Onlar benimle ilişkilerinin aile gibi olduğunu ama işlerini iyi yapmadıkları zaman da başlarına ne geleceğini iyi bilir. Bu iş böyle yapılır çünkü.

Her teknik adamın mutlaka diğerlerinden bir farkı vardır. Samet Aybaba'nın diğer meslektaşlarına göre en bariz farkı nedir?

Çalıştığım takımlarda bir tek şeyi ön planda tutarım, iyi futbol oynamak. Ben futbol antrenörüyüm yani… Başka şeyleri bilmem. Benim takımım iyi pas yapmalı; iyi atak yapmalı, oyucularım hep pozitif düşünmeli. Sadece oyuna karşı değil, rakibe ve hakeme karşı da pozitif olmalı. Koşan, mücadele eden, topu iyi kullanan bir takımım olsun isterim. Bir de bazı antrenörler çizgiye gelene kadar, bazıları da çizginin içinde iyidir. Ben hakem düdüğünden sonra çok etkiliyimdir, oyunu çok iyi okurum. Eskiden liberoydum, zeki adamım yani.

Türkiye'de bazı antrenörler "Bu ligde futbol oynatmak isteyenden daha fazla oyunu bozmayı amaçlayan bir anlayış hâkim" diye şikâyetçi oluyor. Siz de bu şikâyete katılıyor musunuz?

Ligimizde bazı takımların oynayarak, bazılarının da rakibi bozarak kazanmayı amaçladığı doğru bir tespit. Ama bizim buna karşı yapabileceğimiz bir şey yok. Rakip takımın antrenörüne "Biz futbol oynamak istiyoruz ama siz bizim oyunumuzu bozuyorsunuz" diyemeyiz ki…

Doğru, elbette böyle bir şey söylenemez. Ancak öte yandan da tribüne güzel futbol izlemeye gelenler açısından bakıldığında ortada olumsuz bir tablo yok mu? Yani iyi futbol oynayarak maç kazanılamaz mı? Teknik adamların da oyuna güzellik katma yönünde çaba harcaması gerekmez mi?

Ben tamamen bunu savunuyorum. Benim takımım pas yapan takım olmalı. Futbolun içindeki keyifler nelerse bunları yansıtacaksınız, çünkü insanlar statlara keyif almak için geliyor. Ben "Türkiye'de oyun yok" diyen teknik adamları bu anlamda destekliyorum ama oyun bozarak futbol oynayanlardan şikâyet ederek bir yere varamayız. Böyle bir oyun tarzı benim ruh halimi de bozuyor ancak hiç kimseye "9 kişiyle defansa çekilip öndeki tek santrfora uzun top şişirmeyin" diyemeyiz. Biz ancak kendi takımımızın iyi futbol oynamasından sorumluyuz.

Takımların teknik direktörlerin karakterini yansıttığı söylenir. Sizin takımlarınız için nasıl bir oyun karakteri tanımlaması yapılabilir?

Benim takımlarım sakindir ama topla ilişkileri çok iyidir. Bir kere benim takımlarım sistem takımı olur. Daha birinci dakikadan ne oynadığını anlarsınız.

Yeteneğin yaşı olmaz

Biraz önce sizi diğer teknik direktörlerden ayıran en önemli özelliğinizi sorarken, "genç oyunculara fırsat tanımak" cevabını alacağımı düşünmüştüm. Birçok teknik adam genç oyunculardan uzak dururken sizi genç oyunculara cesaretle forma vermeye iten düşünce nedir?

Ben her oyuncuma eşit bakıyorum. Bir de bir oyuncunun bir şeyleri yapabileceğini yakalıyorum. Yaşı önemli değil ki. Bir oyuncu sizin istediklerinizi 35 yaşında da yapabilir, 17 yaşında da yapabilir. O nedenle hepsine eşit bakıp, içlerinden birinin yükselişini yakalarsanız, o oyuncuyu oynatmakta tereddüt etmezsiniz. Ama "Bu oyuncu yabancı, şu kadar para verdik, bu oyuncuyu yeni transfer ettik" diye bakarsanız o zaman takım içindeki kontrolü kaybedersiniz. Yaşı 16 da olsa, yükseliş içindeki bir yeteneği gördüğümde oynatırım. Eğer oynatmazsam haksızlık yapacağımı düşünüyorum. Bir de kendi insanıma inanılmaz güvenim var. Kendi insanımız çıksın, uzun yıllar hizmet etsin, ülke futboluna katkı sağlasın isterim. Biz sadece bir takımı şampiyon yaptık, ikinci yaptık diye anılacağımıza bu ülkenin birçok genç evladını bir yerlere getirmeliyiz. Ben oyuncularımın büyük takımlara veya Milli Takım'a gittiğini görünce gurur duyuyorum. Mesela bu sezon oynattığım Soner var, Ümit Milli Takım'a gitti, formasını bana getirdi. Benim için bu olay şampiyon olmaktan daha güzel. Futbolun içindeki bu güzellikleri yakalamak gerekir. Ama bu yönüyle bakan insan sayısı o kadar az ki. Ben onun için yalnızım.

Bence o kadar da yalnız değilsiniz. Biz bu röportaj için sizi seçerken öncelikle futbolumuza kazandırdığınız genç oyuncuları göz önünde tuttuk. Futbolu futbolcuların oynadığını biliyoruz ve bizim açımızdan oyuncu üreten teknik direktörlerin değeri çok daha fazla.

Kulüplerin bütçesine büyük katkımız oluyor ama hiç bunlardan bahseden yok. Mesela Bursaspor Serkan Kurtuluş'u 1 milyon 250 bin euroya sattı, o oyuncuyu ben oynatmıştım. Sercan Yıldırım şimdi bütün Avrupa'nın gündeminde. Volkan Şen PAF takımında oynuyordu, "Kim bu sarı ayakkabılı?" dedim, A takıma aldım oynattım.

Geçmişten de bu tip oyunculara örnek verebilir misiniz?

Çok oyuncu var. İlk aklıma gelenler, şimdi Trabzonspor'da oynayan Serkan Balcı, Gençlerbirliği'nin PAF takımından A takıma çıkarıp oynattığım Gökhan Ünal, Gaziantepspor'da İbrahim Toraman, Bekir İrtegün, Erdal Güleç, Trabzonspor'da Tayfun Cora, Tolga Zenğin. Ali Şen vardı, onun için çok üzgünüm. Çok iyi bir çıkış yaptı ama sonrasını getiremedi.

Bugüne kadar çalıştırdığınız oyuncuların arasında en iyisi hangisiydi diye sorsam?..

Hepsi iyiydi. Çoğu yetenekli oyunculardı. Yeteneksiz olsa zaten oynatmam. Şimdi oynattığım Soner de öyle, çok yetenekli bir oyuncu. İyi bir sol ayağı var. Forvet arkası oynuyor. Ölü topları çok başarılı kullanıyor. Fiziği de fena değil ve koşuyor. Kendisini geliştirirse Türk futbolunun yıldızlarından birisi olacak.

Bir teknik direktör genç oyuncuya nasıl yaklaşmalı? Sadece şans verip bırakmalı mı yoksa onun gelişimi sırasında yol gösterici mi olmalı?

Tabii ki yol gösterici olmalı. Mesela Bursaspor'da oyunculara İngilizce dersi aldırtıyordum. Bütün oyuncularıma kitap aldırtır ve okuturum. Gençlerbirliği'nde yabancılara bile kendi dillerinde kitap aldırtıyorum. Deplasmanlara giderken bütün oyuncularım kitap okuyor. Onlara "Daha büyük bir takıma gideceksiniz sadece futbolculuğunuzla ön plana çıkamazsınız, orada kalamazsınız. Farklı özellikleriniz de olmalı. Ülkenizi, yaşanan sorunları, aile yapınızı, dış politikayı, ekonomiyi uzmanı kadar olmasa da biraz bileceksiniz. Bunları bilirsiniz, kimliğiniz, kişiliğiniz olursa futbolculuğunuz daha ileri gider" diye nasihat ediyorum. Zaten futbolla ilgili eksikliklerini sahada anlatıyorsunuz. Bunları algılayıp kendini geliştiren oyuncu tavan yapar.

A takımlarda görev yapan teknik direktörlerin, altyapıdan eksiklerle gelen oyuncularla ilgili bir sıkıntısı vardır. Türkiye'deki altyapıları bu anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz? Oyuncular elinize dört dörtlük mü geliyor?

Tabii ki değil. Altyapıdaki antrenörlerin de sorunları var. 600-700 lira maaş alıyorlar. Çoğu bu işi ikinci iş gibi görüyor. Kulüplerin yapısını bunun için eleştiriyorum. Arkadaş siz önce yapılanmanızı bir tamamlayın. Ondan sonra bu yapılanmaya uygun sağlıklı transfer ve teknik adam tercihlerinde bulunun. Ortaya daha sağlıklı bir ürün çıksın.

Gençlerbirliği'nde Soner'in arkasından başka genç yetenekler de geliyor mu?

Ön libero mevkiinde oynayan Caner var. O da çok yetenekli. Sağ kanat oyuncusu Uğur var. Onlar da zaman içerisinde bu takımın içinde yer alırlar.

Gençlerbirliği'nde kalıcı olmanızı dileyelim ve kafanızdaki tüm planları gerçekleştirdiğiniz takdirde ortaya nasıl bir takım çıkacağını soralım.

Gençlerbirliği'nin maddi anlamda bir problemi yok. Başkanımız bütün bu problemleri çözüyor. Gerçi onun parası da Cavcav lirası; dolardan, eurodan daha kıymetli… Eğer gerçekten bir sisteme bağlı, bir şeyleri geliştirerek yapalım diye düşünülürse Gençlerbirliği bu ligin beş takımından biri olur, hiçbir kriz yaşamaz, devamlı oyuncu üretir, para kazanır ve asla alta düşmez. Gençlerbirliği'nin futbolu da geliştirmeye müsait. Çünkü kulübün gerçekten de bir futbol mantalitesi mevcut. Onu geliştirirseniz, Gençlerbirliği çok büyük aşama yapabilir.

Türkiye'de futbol bilgisi çok zayıf

Türkiye'den neden hep sonuçlara takılı kalıyoruz da takımın oynadığı futbolu değerlendirmiyoruz. Sonuçta iyi oynayan bir takım, zamanı gelince iyi sonuçlar almaya başlamaz mı?

Kesinlikle öyle, iyi oynayarak kötüye gitmezsiniz. Ancak Türkiye'de futbol bilgisi çok zayıf. İnsanlar futbola seyir olarak bakıyor ve sonuç istedikleri gibi çıkarsa mutluluktan havalara uçuyor. Antrenör bu oyuncuyu niye oynatıyor, bu oyuncuyu niye çıkarıyor diye düşünmüyor. Ölü toptan bir gol yiyorsunuz, "Vay böyle gol yenir mi?" deniliyor. Halbuki biz bu pozisyonları en az 30 kere çalışıyoruz. Ama rakip o pozisyonda bizimkinden daha iyi, geliyor ve vuruyor, ne yapalım yani?

Peki, bu tabloda suç futbolu izleyen insanların mı, yoksa onları böyle yönlendirenlerin mi?

Direkt medyanın. Türk medyasında büyük bir kitlenin yaptığı maç analizlerine bakın. Aynı insanlar kazanılan maçtan sonra ne yazmış, kaybedilen maçtan sonra ne yazmış, bir karşılaştırın. Futbolla hiç ilgisi yok. Oysa futbol analizi yapmak o kadar zor bir şey değil. Antrenörün neden yapamadığını araştıran yok.

Profesyonellik açısından değerlendirirsek Türk oyuncularla yabancı oyuncuların bir kıyaslamasını yapabilir misiniz? Teknik adamlar genellikle yabancıların profesyonellik anlayışından daha memnun.

Türk oyuncuları bu hale getiren bizim insanlarımız. Bir oyuncu iki maç iyi oynuyor göklere çıkarıyorlar. Adam da ne olduğunu şaşırıyor. Kimliğini, karakterini ortaya koyamıyor. Yöneticinin yanına gidiyor, farklı muamele görüyor. Biz kendi oyuncularımızı bozuyoruz. Genç oyuncunun önüne koyabileceğimiz örnek bir tip yok. Herkesin farklı ilişkileri var çünkü. Genç oyuncu "Ben çalışıyorum ama hoca daha pahalı transfer diye diğerini oynatıyor" diye düşünüyor ve bozuluyor. Aynı şey oyuncu-yönetici ilişkilerinde de mevcut. Yöneticiler bazı oyunculara karşı farklı, bazılarına ise daha farklı davranıyor. Bu atmosferde ortaya örnek tip çıkmıyor. Biraz sivrilen genç oyuncuyu arkadaşları, ailesi, medya, yöneticiler, teknik adamlar şımartıyor. Geliştirmek için bir şey yapmıyorlar. Oysa genç oyuncunun futbolcu sınıfına konulabilmesi için 3-5 sezon istikrarlı bir performans göstermesi gerekir.

Bugüne kadar çalıştığınız kulüpler arasında en çok mutlu olduğunuz hangisiydi?

Kayseri'de çok mutluydum. Trabzon'da çok mutluydum. Antrenörler Trabzon'u pek istemez, "Orada herkes futbolu biliyor" derler. Daha iyi ya kardeşim, bu bir dezavantaj değil ki. Siz biliyorsanız, başkalarının bilmesinden niye rahatsız oluyorsunuz ki? Aranızda daha iyi bir diyalog vardır. Mesela Trabzonspor-Konyaspor maçında Colman oyundan alındığında Ersun Hocayı protesto etmediler, "Colman" diye bağırdılar. Oyuncu değişikliğinden memnun olmadıklarını bir tür mizahla gösterdiler.

Geriye dönüp baktığınızda keşke şunu yapmasaydım dediğiniz bir dönüm noktası var mı?

Herkesin bir karakteri var. Benimle ilgili olarak da bu karakter yapımdan taviz vermem gerektiği söylemleri var ancak ben bunu yapamam. Yapamadığım için de bu düzeyde mutlu olmaya çalışıyorum.

Sizden ne yapmanızı istiyorlar da karakteriniz izin vermiyor?

İlişkileriniz, diyaloglarınız olacak, bir kısım insanlarla oturup yemek yiyeceksiniz, onlara bir şeyler anlatacaksınız. Ya da onları dinleyeceksiniz. Bu ilişkiler kurulduğu anda sizi de istedikleri yere getirirler.

Peki, böyle bir ortamda siz neyi hedefliyorsunuz?

Yapacağım bir şey yok, bildiğim doğrularla çalışmayı sürdüreceğim. Gönül ister ki imkânları daha iyi olan takımları çalıştıralım, şampiyon yapalım, Avrupa'da hedefleri ola kadrolar kuralım, Milli Takım'ı çalıştıralım, Avrupa ve Dünya Şampiyonalarında hedeflere yürüyelim. Her teknik direktör bunları ister.

Beşiktaş hayaliniz devam ediyor mu? Bunu her zaman söylerdiniz çünkü…

Söylerdim ama artık çok uzak kaldı.

Menajerler teknik adamlara Pazar açmalı

Yurt dışında takım çalıştırmak gibi bir hedefiniz var mı? Fatih Terim bu yönde önemli bir yol açtı… Öncesinde Mustafa Denizli'nin bir Aachen deneyimi var. Şenol Güneş Kore'de, Rasim Kara Azerbaycan'da çalıştı…

Avrupa'da takım çalıştırabilmemiz için menajerlik sisteminin sağlıklı işlemesi gerekir. Türkiye'de maalesef menajerlik sistemi dışarıdan içeriye yönelik çalışıyor. Halbuki bu ülkenin iyi futbolcuları, iyi teknik direktörleri var. Bunların da pazarlanması gerekir ama bu yönde çalışan bir menajer yok. Biz de bir pazar bulalım ve kendimizi gösterelim. Bu ülkede 5-6 bin teknik direktör var. Etrafımızda Türkî devletler var. Oralarda yabancı antrenörler çalışıyor. Bizim menajerlerimizin de o pazarlarda teknik direktörlerimize alan açması lâzım.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Geçenlerde Eczacılık Fakültesi'nde bir panele gittim, orada bir arkadaş, teknik direktörlerin çok para kazandığından söz etti. Ona "35 yıldır futbolun içindeyim ve para kazandığım da doğru. Peki, siz Türkiye'nin en çok para kazanan avukatlarından, turizmcilerinden, muhasebecilerinden bir kişiyi tanıyor musunuz?" diye sordum. "Tanımıyoruz" dedi. O zaman nedir bizim bu çektiğimiz? Teknik direktör zeki insandır. Hele uzun soluklu bir yarışın içinde sürekli varsanız o zaman bayağı zeki bir insansızın demektir. Zeki insan başka bir iş yaparak da zengin olabilir. İnsanlar yazın Marmaris'te, Datça'da tatil yaparken biz ailemizden ayrı, dağlarda koşuyoruz. Bu ülke teknik direktörlere karşı bu kadar insafsız olmamalı. Her maçta küfür yiyoruz, her maçtan sonra inanılmaz eleştiriliyoruz. Kendimi günah keçisi gibi hissediyorum. Bunlar beni incitiyor. Ülkenin bu işi yapan insanlara sahip çıkması, daha iyiye yöneltmesi lâzım.