TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Hüseyin Eroğlu: "Her Yarışın İçinde Olmayı Hedefliyoruz" 3.09.2023
Hüseyin Eroğlu: "Her Yarışın İçinde Olmayı Hedefliyoruz"

Adını Bucaspor'la Nike Premier Cup U15'te önce Türkiye, sonra da Avrupa şampiyonu olarak duyurdu. Altınordu projesinin doğuşundan itibaren 10 yıl boyunca teknik direktörlüğünü yaptı ve Çağlar Söyüncü ile Cengiz Ünder gibi iki genç oyuncuyu dünya piyasasına yıldız olarak sundu. Geçtiğimiz sezon ise Samsunspor'u Süper Lig'e taşıdı. Başarılı teknik adamla hayat hikâyesini, futbol felsefesini ve hedeflerini konuştuk.

Röportaj: TamSaha / Rasim Artagan

Hocam merhaba. 2 Kasım 1972 Delmenhorst, Almanya doğumlusunuz. Futboldan öncesiyle başlayabilir miyiz? Aileniz ne zaman Almanya'ya göç etmiş? Kaç kardeşsiniz? Almanya'da yaşadığınız 12 yıllık periyodu anlatabilir misiniz?

Babam 1963 yılında çalışmak için işçi olarak Almanya'ya gidiyor ve 1970'te de annemi yanına alıyor. Üç kardeşiz. Bir ablam ve ağabeyim var. Onlar Türkiye'de, ben Almanya'da doğdum. Sıcacık bir yuvada çok güzel bir çocukluk yaşadım. Birbirine bağlı, aile kültürüne düşkün bir yapımız var. Çocukluğum hep futbol topunun peşinde geçti. Küçükken parklarda oynadığım futbol, sonrasında bir kulübe gidip futbol oynama çabasına dönüştü. Babam parktaki oyunlarımıza zaman zaman izin vermese de önüne geçilmeyecek kadar güzel bir tutkuydu futbol. Almanya'daki çocukluğum dolu dolu geçti. Aslında Türkiye'de büyüyen bizim jenerasyondaki insanlar için de aynı şeyler geçerli. Şimdi kendi çocuklarıma baktığımda arada çok fark görüyorum. İlkokul 4. sınıfı Almanya'da tamamladıktan sonra 12 yaşımda Türkiye'ye döndük.

Doğduğunuz yer olan Delmenhorst, yetenekli göçmen futbolcuların çıktığı bir bölge. Delmenhorst'u ve o günleri sizden dinleyebilir miyiz?

Delmenhorst'ta özellikle Almanya'nın kuzeyinde Bremen, Hamburg, Hannover gibi kentlerde birçok futbolcu yetişti ve büyük başarılara imza attı. Bizim jenerasyonumuzdan İlyas Tüfekçi, Erdal Keser ve Erhan Önal'ı örnek gösterebilirim. Sonrasında Almanya'da futbola yönelen Türk çocukların sayısı her sene artarak devam etti. Delmenhorst da futbol şehri olarak ön planda olmasa da aslında çok sayıda Türk genci yetişti.

Türkiye'ye kesin dönüş yapmanızın sebebi neydi?

O dönem fabrikalar kapanmaya ve Türk ailelerinin tazminatları ödenmeye başlamıştı. Annem ve babam, yün ve pamuk üzerine üretim yapan bir fabrikada beraber çalışıyorlardı. Bu aşamada çok kritik bir karar noktasına geldiler. Ben 12, ağabeyim 14, ablam 20'li yaşlarındaydı. Birçok arkadaşımız orada kalmaya karar verdi. Belki yaşımız biraz daha büyük olsaydı biz de kalabilirdik. Babam aileyi bir arada tutmak adına bir karar verdi ve 1984 yılında hep beraber vatanımıza dönüş yaptık.

Almanya'da o yıllarda doğup büyümek, bugünkü Hüseyin Eroğlu'na neler kattı?

Sosyalleşme ve disiplin. Yaşadığımız mahallede, Alman ve Yunan vatandaşları başta olmak üzere çok farklı kültürden insanla büyüdük.  Bugünlere gelmemde en önemli katkı sağlayan özellikler olan iş disiplini, çalışmak ve her zaman en iyiyi yapmayı hedeflemek o günlerden miras kaldı. Futbola çok meraklı olsam da başlangıçta lisanslı olarak futbol oynayamadım. İsmini hatırlamadığım bir Alman antrenör beni sürekli çağırmasına rağmen babam o dönemde izin vermemişti.

İzmir'de Semih Şentürk, Hüseyin Beşok, Faruk Beşok, Musa Çağıran gibi çok iyi sporcular çıkartan İzmir Çamdibigücü takımına geliyorsunuz. Sizdeki futbol yeteneğini ilk kim keşfetti ve o süreçte neler yaşadınız?

Almanya'dan dönüşte, çoğunlukla göçmen ailelerin yaşadığı Çamdibi ilçesine geldik. Bu semtte yaşayanlar çok farklı spor branşlarında çok güzel noktalara gelmişti ve halen de devam ediyor. Ağabeyimle beraber bizi futbola başlatan Lütfü Cihaner Hocamız, gençlere çok değer veren, her biriyle yakından ilgilenen ve genç takımlarda başarılı olan bir antrenördü. Halit ağabeyim ve ben 13 yaşında futbola başladık. Lütfü Hocamızla hâlâ görüşüyoruz. O zamanlar 13 yaş kategorisinde lig yoktu. 16 yaşımıza geldiğimizde B gençlerde oynadık. Tam yedi sene Çamdibigücü'nde tüm kategorilerde sahaya çıktım. Günde iki maç yaptığımız zamanlar oldu. Futbolu çok seviyordum. Toprak zeminlerde oynadım, çim saha yoktu. Şöyle bir örnek vermek istiyorum; o dönemler kimse özel antrenman yapmazken ağabeyimle birlikte sabah saat 05.30'da Atatürk Stadı'nın yanındaki Seha Aksoy Atletizm Sahası'na gider, özel çalışırdık. Çünkü çim sadece orada vardı. Gün ağardığında bekçi uyanıyor, bizim de antrenman sona eriyordu.

1994'te Soma Sotesspor'da profesyonel hayatınız başlıyor. Ardından Marmarisspor, Akhisar Belediyespor ve Eskişehirspor formalarını terletiyorsunuz. 2005 yılında aktif futbol yaşantınıza nokta koyuyorsunuz. Bir yandan da Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu'ndan mezun oluyorsunuz. Futbol ile eğitimi bir arada sürdürmenin zorlukları hakkında neler söylersiniz?

12 yıl profesyonel futbol oynadım. Profesyonel futbolculuğum devam ederken aynı zamanda Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu'nda okuyordum. Çok zorlandığım dönemler oldu. Hem derslere devam edip hem de antrenmanlara gitmek çok zor oluyordu. Geri dönüp baktığımda çok yoğun bir süreç yaşadığımı söyleyebilirim. Sadece futbola devam etsem hangi seviyelere gelebilirdim, yükselir miydim bilmiyorum ama okumam gerektiğini biliyorum. Şimdi bakınca doğru karar verdiğimi görüyorum. 12 yıllık profesyonel futbolculuk kariyerimde performans olarak inişler çıkışlar olsa da hiçbir teknik direktörümün işini zorlaştıracak bir karakter olmadım. Antrenman kaçırmayan, her zaman çok çalışan bir oyuncu oldum. Her zaman elimden gelenin fazlasını yaptım, doğru beslendim, uyku saatlerine dikkat ettim. Günümüzde eğitim ve profesyonel futbolu aynı anda götürmek çok daha zor. Bunu başarabilen futbolculara şapka çıkartmak gerek. Ancak oyuncular, profesyonel kariyerlerinin devam etmeme ihtimalini hiç unutmadan, akademik kariyer yapmayı da düşünmeli.

Antrenörlük kariyerinize de tıpkı futbolculuk gibi İzmir Çamdibigücü'nde başlıyorsunuz. Öncelikle futbola nokta koyduktan sonra teknik direktörlük yapma kararını nasıl aldınız ve Çamdibigücü'ne dönüşünüz nasıl oldu?

Disiplinli ve sorun çözücü bir yapım var. Bunu fark eden antrenörlerim, iyi bir teknik direktör olacağımı düşündüklerini söylüyorlardı. Süreç de böyle yürüdü. Futbolu bıraktıktan sonra antrenörlüğe de Çamdibigücü'nde başladım. 12-18 yaş aralığındaki tüm gruplarla çalışma fırsatı buldum. Amatör kulüplerde çalışmak çok zor. Top yok, saha yok, zaman yok! Bu, bende tam tersine bir etki yaptı. Mazeret üretmek yerine kıt kaynakları verimli kullanmaya odaklandım. Çoğu futbol adamı, hangi düzeyde olursa olsun maalesef mazeret üretiyor. O zamanlar yaşça benden küçük Yalçın Hocamız vardı ve askere gitmişti. Takımları bana kalmıştı. Çalıştırdığım takım ve oyuncu sayısı çok arttı. Çocuklarla doğru iletişim kurmak, onlara rol model olmak önemliydi. Şu anki becerilerimin çoğunu o dönemde kazandım. Takım mühendisliği, oyuncu değişimi, kulübü, takımı, oyuncuyu geliştirmek için yapılması gerekenler güçlü kaslarım oldu. Üst düzey profesyonel futbol oynayan insanlar bunu yapmayı tercih etmiyor ve hata yapıyorlar. Bir an önce A takımda yardımcı antrenör olma düşüncesini doğru bulmuyorum. Liderlik, yardımcı antrenörlük yaparken öğrenilmez. En üst düzey takımda da öğrenilmez. Tüm kardeşlerime altyapılarda teknik adamlık yapmalarını öneriyorum. Yol biraz uzun gelecek ama bu çabayı gösterirlerse daha başarılı olacaklarından eminim.

Çamdibigücü ile U15'te Türkiye finali oynuyorsunuz. Ardından yeni kurulan Bucaspor'un altyapısına geçiyor ve 2007'de Türkiye ikincisi oluyorsunuz. 2010'da Nike Premier Cup U15 Türkiye Şampiyonu oluyor ve Danimarka'da düzenlenen Nike Premier Cup Avrupa Şampiyonası'na gitmeye hak kazanıyorsunuz. Finalde Porto'yu penaltılarla 5-4 alt ederek Avrupa Şampiyonu oluyorsunuz. Bu altın günleri nasıl anlatırsınız?

Çamdibigücü U15 Takımı ile birlikte başarılı bir sezon geçiriyorduk. Finaldeki rakibimiz Bucaspor oldu. Burada bir parantez açmak istiyorum. Teknik direktörlüğe geçişimde çok büyük katkıları olan kişi, Ege Üniversitesi BESYO Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mustafa Ferit Acar'dır. Kendisine her zaman müteşekkirim. Çamdibigücü ile finale yükseldiğimiz dönemde Seyit Mehmet Özkan önderliğinde çok büyük bir yatırımla Bucaspor Futbol Akademisi kuruldu. Mustafa Ferit Acar da U15 takımını bana teklif etti. Çamdibigücü-Bucaspor finalinde bu kez Bucaspor U15 Takımı'nın başına geçtim. Seyit Mehmet Özkan'ın genç futbolculara sağladığı olanaklar ve tesisleşme hamleleri harikaydı. Sadece oyuncular için değil antrenörler için de çok güzel bir ortam vardı. 2007'de Türkiye üçüncülüğünü kazandık. Ancak en güzel sezonlarımızdan biri 2010 yılıydı. O sezonda yine Bucaspor U15 Takımı ile Türkiye Şampiyonluğu, Nike Premier Cup Türkiye Şampiyonluğu kazandık ve Danimarka'da düzenlenen Nike Premier Cup Grup Şampiyonası'nı da ilk sırada tamamladık. Yarı finalde PSV'yi eleyip penaltılara giden finalde Porto'yu 5-4 yendik. Kendisinden bir yaş büyüklerle oynarken Türkiye üçüncüsü olan harika bir takım olmuştuk. Bugün Samsunspor'a gelen Taylan Antalyalı o takımın çok önemli bir oyuncusuydu. Aslında bu takımın gelişimiyle birlikte kendi gelişimimi de sağlıyordum. Antrenmanlarda uyguladığım çalışma programı ve doğru iletişimle o dönem Pep Guardiola'nın Barcelona'da oynatmaya çalıştığı futbolun benzerini oynatmayı başarmıştım. Sekiz oyuncumuz U15 Millî Takımı'na davet edilmişti. Bu benim için çok anlamlı bir sonuçtu. Nike Premier Cup grup finalinden sonra televizyonda bizimle ilgili çok güzel sözler söylemişlerdi. "Siz Türkiye'den geliyorsunuz. Biz sizin hakkınızda çok yanılmışız. Siz takımınızı kenardan yönetirken takımınız buna ayak uyduruyor. Takım futbolun bütün güzelliklerini sahaya yansıtırken Fair Play'e sadakatle oynuyorsunuz. Yere yatmayan, itiraz etmeyen, aklı sadece futbolda olan bir Türk takımı" demişlerdi ve çok mutlu olmuştuk.

Nike Premier Cup çok değerli bir turnuvaydı. Bucaspor ile aynı yıl Manchester'de yapılan Nike Premier Cup Dünya Şampiyonası'na da gittiniz. Avrupa ile yarışmak ve bu tecrübeleri yaşamak size neler kattı?

Avrupa tecrübesi yaşamak futbolcular kadar teknik adamlar için de önemli. Yeni futbol adamları ile tanışmak, ülkelerdeki kültürü öğrenmek, organizasyonlara tanıklık etmek bence değerli. Teknik adamlıktaki gelişimim halen devam ediyor. Çağı yakalamak ve yenilikçi olmak zorundayız. Öğrenmeyi seven biriyim ve gelişimimi bu yönde sürdürüyorum.

Genç oyuncularla çalışmak, onlara bir şeyler öğretmek ve bugün geriye dönüp baktığınızda genç oyuncuların birer yıldıza dönüştüğünü görmek nasıl bir duygu?

Çalışmaya başladığımız andan itibaren hep uluslararası seviyede futbolcu yetiştirmeyi amaçladık. 2012, 2013 ve 2014 yıllarında uzak ihtimal görünen hemen her şeyi hayata geçirmeyi başardık. Sadece Türk oyuncularla oynadığımız takımda iki önemli isim 18 yaşındaki Çağlar Söyüncü ve 16 yaşındaki Cengiz Ünder'di. O günün şartlarında sert ligde genç oyuncu ile oynamak risk gibi gözükse de bunu da gerçekleştirdik.

Bugün Avrupa'da bizi gururlandıran Cengiz Ünder ve Çağlar Söyüncü sizin tezgâhınızda yetiştirilmiş ürünler. Bu iki oyuncuyu birkaç cümleyle tarif etmek isterseniz neler söylersiniz?

Çağlar Söyüncü, Avrupa'nın beş büyük liginin üçünde oynadı. İngiltere'de şampiyonluk yaşadı, adına besteler yapıldı. Cengiz Ünder çok özel bir yetenek. Cengiz, İtalya-İngiltere ve Fransa'dan sonra 15 milyon avro bonservis bedeliyle ülkeye döndü. Bu iki oyuncumuzun ve aynı dönemde çok sayıda gencin ortaya çıkmasını motivasyonel iklime de bağlıyorum. Kısaca herkesin birbirini yükseltmesi şeklinde özetleyebileceğim bu sistem, Altınordu projesinin hızla yükselmesini sağladı. Bu iki önemli futbolcuya profesyonel kariyerlerinde şans veren ilk teknik direktör olmanın gururunu yaşıyorum. Çok mutluyum. Onlar Türk gençlerinin Avrupa'da neler yapabileceğini gösterdi ve birçok oyuncuya yol açtılar. Şu an yeni yetişen genç oyunculara ilham kaynağı oldukları için Cengiz ve Çağlar'la gurur duyuyorum.

2010-2011 sezonunda Bucaspor Süper Lig'deyken son 10 maç Sait Karafırtınalar Hocanın yardımcılığını yapıyorsunuz. Ardından 2012 Haziran'da Seyit Mehmet Özkan'ın teklifi üzerine Altınordu ile yeni bir serüvene atılıyorsunuz. Altınordu'yu çalıştığınız süre içerisinde Seyit Mehmet Özkan'la birlikte ilmek ilmek örülen süreci sizden dinleyebilir miyiz?

Öncelikle Sait Karafırtınalar benim için çok değerlidir.  A takım kadrosunda görev almam için istekte bulunmuştu o dönemde. Süper Lig sürecim böylelikle başlamış oldu. Seyit Mehmet Özkan'ın Bucaspor'dan ayrılıp Altınordu'ya geçmesiyle birlikte benim de Altınordu'da teknik direktörlüğe başlamam bir oldu. Sene 2012... Başkanımız, "Bir serüvene gidiyoruz" dedi, ben de tereddütsüz kabul ettim. O zaman Altınordu 3. Lig'deydi. Tesis yoktu, saha yoktu. Belki de şu an Altınordu amatör kümede olacaktı. Bana her zaman güvendi. 3. Lig'de başladık, üst üste rekorlarla şampiyon olup 1. Lig'e yükseldik. Eş zamanlı olarak, tesisleşme anlamında devrim yapan, ilmek ilmek dokunarak büyüyen bir Altınordu çıktı ortaya. Bu 10 yıllık dönemde başkanımızla birlikte çok güzel bir süreç yürüttük ve başarılı olduk. Başarı sadece şampiyonluklar değil, futbola değer katmak, birçok futbolcuyu Türk futboluna kazandırmak, örnek bir model yaratmak, sürdürülebilir bir sitemin öncüsü olmak, futbolun güzel değerlerini konuşmaya başlamaktır… Bunların hepsi kariyerim ve gelişimim açısından çok değerlidir. Altınordu'da 10 yılda 360'a yakın maça çıktım, Türkiye'de sık rastlanan bir durum değil. Ancak tüm süreçleri başarılı ve dolu dolu yönettiğimize inanıyorum. 1. Lig'deki sekiz sezonumuzda tek bir yabancı futbolcu oynatmadan iki kez play-off iddiamızı son maça kadar koruduk ve bir kez play-off finali oynadık. Bence Türkiye'nin en sempatik takımı da olduk.

Altınordu ile 3. Lig, 2. Lig şampiyonlukları yaşadınız. Mustafa Denizli'nin çalıştırdığı Altay'la 1. Lig finali oynadınız, Süper Lig'in kapısından döndünüz. Altınordu'nun yabancı futbolcu oynatmadan yürüdüğü bu yolda yakaladığı bu başarılar hakkında neler söylersiniz?

İlk teknik direktörlük yılımda kazanılan 3. Lig şampiyonluğu ve rekor kırarak 84 puanla ulaşılan 2. Lig şampiyonluğu çok önemli bir başarıydı. Sonrasında 1. Lig'de dolu dolu geçen sekiz yıllık bir çalışma süreci, bir play-off finali. Bunu her sene yeniden oluşturulan takımlarla, altyapıdan 7-8 oyuncuya forma vererek ve yalnıza Türk oyuncuları oynatarak başardık. Oyunu ve oyuncuyu geliştiren çok güzel yıllar geçirdik. Rakiplerimizin bütçeleri ve kadrolarıyla karşılaştırınca gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki aldığımız her derece, şampiyonluk kadar değerlidir. Süper Lig'e Altınordu ile çıkıp takımı orada da yönetmeyi çok isterdim. Finalde Altay'a karşı son dakikalarda Marco Paixao'nun golüyle kaybedip Süper Lig'in kapısından döndük. Süper Lig'e yükselebilsek futbol kulüplerinin altyapıya bakışını değiştirecek bir devrim yaratacaktık. O sezon 17 farklı akademi oyuncusuna şans vermiştik. Sonrasında bir sezon daha çalıştıktan sonra Altınordu'daki misyonumu tamamladım ve ayrıldım.

Altınordu kariyerinizle ilgili geriye dönüp baktığınızda neler görüyorsunuz?

Kendimi öğrenen, gelişen, geliştiren, yetiştiren bir teknik direktör olarak görüyorum. Altınordu'nun bana verdiği görevi, Türk sporuna yakışır şekilde yapmaya gayret ettim ve başardım. Çok sayıda futbolcumuzu güzel bir kariyere kavuşturmak mutluluk verici. Herkesin saygı gösterdiği Altınordu markasının bir parçası olmaktan her zaman gurur duyacağım.

Hüseyin Eroğlu'nun hayalleri nedir? Kendini nerelerde görmek ister? Neler yapmak ister? Ufkunuzu anlatır mısınız?

Altınordu'da görev yaptığım dönemde Süper Lig ve Bundesliga'dan teklifler aldım. Ama başladığım süreci tamamlamak istiyordum ve ayrılmadım. 10 yılın sonunda ise hedefleri olan, camiası büyük bir takımla çalışmayı hedefliyordum. Samsunspor, her zaman hedefimde olan bir kulüptü. Kendimi bir kez daha ve farklı bir kulvarda kanıtlayabileceğim yeni hedeflerin zamanı gelmişti. Böylelikle futbolseverler de seyirci baskısının olduğu, Süper Lig iddiası bulunan, zorluk derecesi çok yüksek maçlara çıkacak bir kulüpte Hüseyin Eroğlu başarılı olabilecek mi sorusunun cevabını bulacaktı.

26 Eylül 2022'de yeni bir serüvene başladınız ve Samsunspor'la anlaştınız. Sezonu şampiyonlukla tamamladınız ve Samsunspor, Süper Lig'e geri döndü. Sıcağı sıcağına çok anlattınız ama detaylı düşündüğünüzde geçen sezonun hikâyesini bugün nasıl yorumluyorsunuz?

Samsunspor benim için tertemiz yeni bir sayfaydı. Daha önceki güzel sayfaların ardından kendimi kanıtlayacağım güzel bir meydan okumaydı. Samsunspor gibi camiası, taraftarı, medyası güçlü ve 11 yıllık Süper Lig özlemi olan bir kulüpte görev yapmak, kendimizi test etmek açısından çok önemli bir fırsattı. Başkanımız Yüksel Yıldırım'la çalışmak da doğru bir karardı. Yalnızca Samsunspor'un bugününü değil geleceğini de düşündüğünü, genç oyuncular için yaptığı süper tesisle aslında tüm Türkiye'ye gösterdi. Ekibimle birlikte inancımız tamdı. Sezonu 36 maçta 23 galibiyet, 9 beraberlik ve 4 yenilgiyle tamamladık. Bütün istatistiklerde ligin zirvesinde yer aldık. En çok gol atan, en az gol yiyen, rakip ceza alanında topla en çok buluşan, en çok şut atan takım olduk.  Rüya gibi geçen bir sezon yaşadık. 20 hafta kaybetmediğimiz bir seri, fark yaratan güçlü bir oyun bize başarıyı, Samsunspor'a 11 yıl sonra şampiyonluğu getirdi. Samsunspor'da teknik direktör olmam beni gerçekten gururlandırıyor.

Hocam kırmızı kazak, beyaz gömlek… Hikâyesini çok anlattınız ama benzer bir çalışmayı bu sezon görecek miyiz? Ya da bizleri başka bir sürpriz mi bekliyor?

Kırmızı kazak, beyaz gömlek geçen sezon bir sembol oldu. Taraftarın çok istediği bir kombine dönüştü. İlk önce eşime söyledim, çok beğendi. Altınordu markasının yaratılmasında çok büyük emekleri olan sevgili dostlarım Özgür Özgürengin ve Ali Ergöçmez kazağın aslında önemli bir sembol olabileceğini belirtip taraftarların da bu tutumdan hoşnut olacağını söylediler. 20 maçlık seride özellikle iç saha maçlarında kırmızı kazak, beyaz gömlek taraftarın da istediği güzel bir kombine dönüştü. Yağmur yağdığında bile taraftarlar, montumu çıkartıp kazakla kalmamı istediler ki o enerjinin bizi şampiyonluğa götüren süreçte katkısı olduğu düşüncesindeyim. Kazak tabiî ki de çok güzel bir etki yarattı ama o geçen sezonda kaldı. Gerçek şu ki; bizler çok çalışmazsak, doğru ve amaca yönelik antrenmanlar yapmazsak, analizlerimiz zayıf, maça müdahalemiz yanlış olursa hiç bir kazak sizi kurtaramaz. 

İşim sebebiyle Samsun'u çok ziyaret ediyorum. Samsunspor'un mevcut tesislerini, yeni yapılan harika altyapı tesislerini, güzel stadyumunu ve ateşli taraftarını çok iyi biliyorum. Tüm bunlara ve kariyerinize bakarak çok büyük bir uyum görüyorum. Bu bütünlüğü siz nasıl yorumluyorsunuz?

Geçen yıl Samsunspor'a imza attığımda tam anlamıyla bir teknik direktörün çalışması gereken bir yer olduğunu gördüm. Stadyumu, taraftarları, tesisleri,  seyircisi, ekonomik yapısı ve geçmişine baktığımızda çok önemli bir kulüp. Samsunpor Futbol Akademisi yatırımı çok önemli. Süper Lig'deki diğer kulüplerle kıyasladığımızda birçok takımının sahip olmadığı avantajları var. Birçok kulübün stadı küçük ve yetersiz, kendisini destekleyen taraftar sayısı az, akademisi iyi düzeyde değil ve en önemlisi ekonomik anlamda büyük sıkıntılar taşıyorlar. Bu anlamda Samsunspor, Türkiye için çok kıymetli. Süper Lig'in Samsunspor'a ihtiyacı var. Çok değerli yatırımları yapan Başkanımız Yüksel Yıldırım, Avrupa vizyonu olan bir insan. Buradaki hedefi de orta vadede Samsunspor'un Avrupa kupalarına katılması... İlk yıllardaki hedefimiz Süper Lig'de kalıcı olmayı sağlamak ve sonraki yıllarda sürekli yükselen bir Samsunspor izletmeyi istiyoruz. Bunu da başaracağımıza inanıyorum.

Rakiplerin durumlarını da göz önünde bulundurarak yeni sezondaki hedefleriniz nedir?

Üç-dört kulüp, kadro derinlikleri ve kadro kaliteleri ile şampiyonluğun en büyük adayı. Bu dördü zorlayacak güçte kadroya sahip takımlar da var. Diğer tüm ekipler ise yaklaşık aynı güçte. Bu noktada teknik direktör performanslarının sıralamada çok etkili olacağını düşünüyorum. Kadroyu en iyi şekilde kurup yönetecek, iş disiplininden ödün vermeden çalışacak, ligi iyi analiz edebilecek, rakipleri iyi analiz edebilecek, kendi gücünü ve rakibin zayıf yönlerini ortaya çıkarabilecek teknik direktörler, farklı sonuçlar yaratacaktır. Samsunspor olarak her yarışın içerisinde olmayı hedefliyoruz.

Ligimizde oynanan futbolun sonuç odaklı olmasıyla ilgili eleştiriler var. Birçok takım futbolseverlerin futbol açlığını doyurmak yerine pozisyonsuz, temposuz bir oyunla netice almayı tercih ediyor. Sizin Süper Lig'deki tercihiniz ne olacak? Önceliğiniz iyi oyun mu, iyi sonuç mu?

Ülkemizde futbol sonuç odaklı. Sonucun iyi olması hâlinde, kötü futbol başta olmak üzere çok sayıda sorun görmezden geliniyor. Önemli olan iyi sonuçları alırken futbolun da doğrularını yapabilmek. Hedef; çoğu zaman günü kurtarmak olduğu için gelişemiyoruz. Ben tüm kariyerimde planlarıma sadık kaldım. Plan yaparım, o plan doğrultusunda o maçta sonuç alamasam bile bunun beni uzun süreçte başarıya götüreceğine inanırım. Oyunu ve oyuncuyu geliştirecek, futbolu güzelleştirecek planlar bunlar. GETS felsefesi, başarımda çok önemli yer tutuyor. "Gelişim, Takım Mühendisliği, Sistem…" Gelişim, bir yandan oyunu ve oyuncuyu, diğer yandan futbolun tüm aktörlerini geliştirmek. Takım mühendisliği, en uygun bütçeyle en iyi takımı kurmak ve en üst verimi almak, doğru çalışmak. Sistem ise takıma ve geleceğe yatırımdır. Süper Lig'de bu felsefeyi devam ettirip, her rakibe göre özel hazırlanıp, futbolun doğrularını yaparak iyi sonuçlar alan bir takım yaratmak istiyorum. Elbette kolay değil ama taraftarımızın sabrı, sevgisi ve desteği bize bu konuda başarılı olmak için çok katkı verecek.

Önce Seyit Mehmet Özkan, şimdi de Yüksel Yıldırım. İkisi de nev-i şahsına münhasır başkanlar. Yüksel Başkanla nasıl bir ilişkiniz var?

Türk futbolu için iki başkan da çok değerli. Altınordu'da Seyit Mehmet Özkan, Samsunspor'da Yüksel Yıldırım. İkisinin de benzer yanları var. Yüksel Beyle bir yıldır çalışıyorum, Mehmet Beyle tam 15 yıl çalıştım.  Her ikisi de Türk futboluna değer katmak için maddî-manevî büyük fedakârlık yapıyor. Mehmet Bey kulübün misyonu ve vizyonu doğrultusunda yabancı oyuncu oynatmıyor, Türk gençlerine büyük yatırım yapıyor, akademi ve tesisleşmesi ile ön plana çıkmış bir kulübü yönetiyor. Yüksel Bey için ilk hedef Süper Lig'e çıkmaktı. Eş zamanlı olarak futbol akademisi için önemli hamleler yapıldı. Burada da gelecekte akademiden çıkan oyuncular A takım forması giyecek. Her ikisi de başarı için, genç oyuncuları da ön plana alarak ellerinden geleni yapmaktan kaçınmayan insanlar. Mehmet Bey daha çok yetiştiriciliği ön plana alırken Yüksel Bey hem yarışta zirveyi zorlamayı hem de yetiştirmeyi tercih eden bir vizyona sahip.

Yeniden gelecek hayallerinizi konuşacak olursak…

Dışarıdan bakıldığında istikrarlı ve sabırlı bir teknik direktör olarak görüldüğümü düşünüyorum. Samsunspor'la da 2026 yılına kadar sözleşmemiz var. Öncelikli hedefimiz bu yıl ligde kalıcı olmak ve sonrasında Avrupa'yı hedefleyen bir Samsunspor oluşturmak. Kariyer hedeflerim arasında her Türk teknik adamın hayali olan A Millî Takım'da teknik direktörlük yapmak var. Kamuoyunu teknik, taktik başarımla, davranış ve söylemlerimle ikna ettiğim gün orada da görev almak isterim. Bir diğer hayalim Bundesliga'da teknik direktörlük yapmak. Hedefime ulaşmak için çok çalışıyorum.

Arda Güler'in Real Madrid'e transferini Türk futbolu açısından nasıl yorumluyorsunuz?

Arda Güler son yıllarda adından en çok söz ettiren yeteneğimiz. Fenerbahçe sonrası dünyanın en büyük kulübü olan Real Madrid'e transfer oldu. Yeteneği erken keşfedildi. Hem ailesi hem antrenörleri hem kulübü tarafından doğru planlamalar yapıldı. Yaş önemli değil... Arda Güler sahaya adım attığında hiçbir zaman 16-17 yaşında gibi görünmedi. Arda Güler ülkemizi çok iyi temsil edecektir. Ancelotti de onun gelişimine katkı sağlayacaktır. Türk milleti olarak onunla gurur duyacağız. Arda, birçok Türk genci için uzak olan hedefleri yakınlaştırdı. Çok başarılı olacağını düşünüyorum.

Tüm dünyada antrenmanlar, oyun taktikleri sürekli değişiyor, gelişiyor. Teknoloji futbolun içerisine inanılmaz bir hızda girdi. Siz bu değişimi nasıl yorumluyor ve ayak uyduruyorsunuz?

Futbol sürekli gelişiyor, gelişime ayak uydurmak gerekiyor. 10-15 yıl önce teknik kadrolar üç-beş kişiden oluşuyordu. Bugün gelinen noktada analiz ve maç izleme antrenörleri, psikologlar, diyetisyenler ve iletişimciler de bu kadroya dâhil oldu. Çok farklı değişkenleri birlikte yönetmek için üç-dört kişinin yeterli olmayacağı görüldü. Fiziksel performans mental olarak desteklenmezse, rakibinizi iyi analiz etmezseniz, bunu doğru bir iletişimle yönetiminize, futbolculara, taraftara ve kamuoyuna anlatmazsanız hep bir ayak eksik kalır. Teknoloji de artık futbolun tamamen içinde. Futbol hızlı oynanmaya başladı. Eskiden pazarlama kitaplarında "Büyük balık, küçük balığı yutar" diye anlatırlardı, şimdi ise hızlı balık, yavaş balığı yutmaya başladı. Çok ama çok hızlı düşünmeniz, rakibinize de düşünecek alan ve zaman bırakmamanız gerekiyor.  Bireysellikten takım oyununa doğru hızlı bir evrilme var. Bir saniyenin, hatta bir santimetrekarenin bile önemli ve değerli olduğu bir spor dalı artık futbol. Bu hız size teknoloji kullanımını zorunlu hale getiriyor. Ben bu değişim ve gelişime adapte olmak için inanılmaz bir çaba gösteriyorum. Her zaman daha iyisini hedefleyip kendimi güncelliyorum.

Futbol dünyasını son dönemde sallayan bir de Arap baharı var… İnanılmaz rakamlar ortalığa saçılmış durumda. Resmen transfer çılgınlığı yaşanıyor. Bunun dünya futbolu üzerindeki etkisi ne olur sizce?

Daha önceki yıllarda da Arap ülkelerine çok sayıda yetenekli ve kariyerli oyuncu transfer oluyordu. Özellikle bu yıl orada oluşturulmak istenilen atmosfere, algıya dönük çok büyük paralar harcanıyor. Bazı futbolcular idealist ve paranın her şeyden önemli olmadığını, futbolun, kariyerin ve kalitenin daha değerli olduğunu, teklifleri reddederek gösteriyor, bazı oyuncular ise bu büyük rakamlara transfer oluyor. Orada futbol kalitesini artırmak ve dünyada söz sahibi olmak için büyük paralar harcıyorlar. Bununla birlikte futbolcu fiyatlarının arttığını gözlemliyoruz. Bu güç daha ne kadar devam edecek, fiyatlar yükselecek mi yoksa düşüşe mi geçecek bunu süreç gösterecek. Şu an için rakamlar astronomik düzeylerde.

Hocam futboldan uzak kalmak ve kafanızı boşaltmak istediğiniz zamanlarda neler yaparsınız?

Bugün geldiğim nokta, kariyerimle ilgili gençken verdiğim kararın ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. Aralıksız olarak 16 yıldır çalışıyorum. Ailemizden çok ayrı kalmamızı gerektiren bir meslek bu. Aileden uzak olduğumuz için çocuklarımızın büyüdüğünü göremiyoruz. Ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki eşim Fatma dâhil çocuklarla ilgili bu kadar sorumluluk alan teknik direktör eşleri birer kahramandır. Annem, babam, eşim, çocuklarım çok önemli. Çalışmadığım zamanlarda en çok zamanı aileme harcıyorum.  Bunun dışında kitap okumayı ve film izlemeyi severim. Zaman zaman arkadaşlarımla yemeğe çıkarak bu stresli ruh hâlimden sıyrılıyorum.

Son olarak, TFF tarafından Fair Play ödüllerinde yılın teknik direktörü seçildiniz. Bu konuda neler söylersiniz?

Bu ödül, çocuklarıma bırakacağım en değerli anılardan biri olacak. Yaşamım boyunca bilimin ışığında çok çalıştım. Görev yaptığım kulüpleri, oyuncuları ve oyunu geliştirmeye gayret ettim.

Yüzlerce futbolcunun çocukluklarından profesyonelliğe geçişinde elimden geldiğince katkıda bulundum. Onların başarılarıyla yalnız ben değil ülkemiz de gururlanıyor.  Ailemizden aldığımız terbiyeyle paralel toplumun yazılı olan ve olmayan bütün kurallarına uydum. Fair Play, temelini saygıdan alan 10 maddelik bir kurallar bütünü... "Kazanmak için oyna" diye başlar, kurallara uymayı, rakibe, hakemlere, takım arkadaşlarına saygı diye devam eder, "Futbolun saygınlığını savunan kişileri onurlandır" diye devam eder. Bu çok sert ve rekabetçi futbol ikliminde bu kurallara sıkı sıkıya bağlı kalmak zor. Her teknik direktör aynı zamanda birer öğretmendir. Bir öğretmen de sadece bilgisi değil, davranışlarıyla da örnek alınacak kişidir. Siz bana bunu başardığımı söylediğiniz için teşekkür ediyorum. Fair Play'e sadık kalmak için elimden geleni yaptım ve yapacağım. Ve ben bütün bunları bir ödül beklentisi içinde asla yapmadım. Futbol kariyerim boyunca davranış olarak yaptığım doğruların ödüllendirilmesi ne kadar mutluluk verici, anca yaşayan bilir. Bu değerlendirmeyi yapıp, beni mutluluğa boğan Fair Play Komitesi Başkanı Ali Erten'e ve değerli üyelerine şükranlarımı sunuyorum.

Bizim unuttuğumuz, sizin eklemek istedikleriniz var mıdır?

Çok keyifli bir sohbet oldu. Yeni sezonun Türk futbolu için başarılarla, dostlukla dolu bir yıl olmasını diliyorum. Röportajı okuyan herkese selamlar, size de teşekkür ediyorum.

Orjinal boyutları için tıklayınız
Orjinal boyutları için tıklayınız
Orjinal boyutları için tıklayınız
Orjinal boyutları için tıklayınız