TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Serdar Terekli - Ömer Ateş: "Özsaygı olmazsa özgüven de olmaz" 1.03.2010
Serdar Terekli - Ömer Ateş: "Özsaygı olmazsa özgüven de olmaz"

Turcell Süper Lig hakemleri, her hafta yönetecekleri maçlar öncesinde Silivri'de kampa alınarak eğitimden geçiriliyor. Bu eğitimin bir parçası da psikolojik destek. Alanlarında uzman iki spor psikoloğu ile hem mesleklerinin inceliklerini hem de Silivri kampında hakemler üzerinde yaptıkları çalışmaları konuştuk. Ortaya ilginç ve çarpıcı bir tablo çıktı. Şimdi sözü uzmanlara bırakalım.

Röportaj: Mazlum Uluç

Bir süredir hakemlere psikolojik destek sağladığınızı biliyoruz. Öncelikle sizi tanımak ve bu konudaki yetkinliğiniz hakkında bilgi sahibi olmak istiyoruz.

Serdar Terekli: Ege Üniversitesi BESYO mezunuyum. Anadolu Üniversitesi'nde öğretim üyesiyim. Doktoramı bu alanda yaptım. 1.5 yıldır hakemlerle çalışıyorum. Yüksek Lisans ve doktora yaparken alanlarımız ayrılıyor. Doktora yaparken spor psikolojisi alanını seçtim.

Ömer Ateş: 1998'de Marmara Üniversitesi BESYO Spor Yöneticiliği bölümünden mezun oldum. Aynı yılın sonunda ABD'de dil eğitimi, daha sonra kolejde temel psikoloji üzerine dersler aldım. Ardından J&F Kennedy Üniversitesi'nde spor psikolojisi üzerine master yaptım. Orada kısa bir çalışmanın ardından 2007'de Türkiye'ye geldim. TFF'de Coca-Cola Akademi Ligleri'nde ve Genç Milli Takımlarda çalışmaya başladım. Geçen yıldan beri de hakemlere psikolojik danışmanlık yapıyorum.

Sporcu psikolojisi Türkiye için yeni bir saha. Bu konuda eğitim alanlar nasıl bir süreçten geçiyor?

S. T: Yüksek lisans ve doktora programlarında psikososyal alanlar denilen bir ana bilim dalı bulunuyor. Bunu da her üniversite açamıyor. Birinci öncelikli olarak o alanda yüksek lisans ve doktora yapan arkadaşlarımız var. Bir de benim gibi spor yöneticiliği yüksek lisansına girip, spor psikolojisi alanına kayanlar var. Doktora tezimi de spor psikolojisi alanında yaptım. Türkiye'de spor psikolojisine ilişkin verilen eğitim bu kadar. Yani bu konuda bir lisans eğitimi yok. Tabii farklı okullardan mezun olup da bu alanı seçenler arasında bir karmaşa yaşanıyor.

Ö. A: Bu işi yapanların hem sporu hem de psikolojiyi çok iyi bilmesi gerekiyor. Sadece psikoloji bilmekle spor psikoloğu olunmuyor. Dünyada bu konuyla ilgili etik değerler var. Hangi eğitimlerden geçtiğiniz önemli. Türkiye'de ise psikoloji veya spor psikolojisi eğitimi almamış kişiler kendilerini mentör olarak lanse edebiliyor.

Spor psikologlarının futbol kulüplerinde değerlendirilmesi konusunda neler söylersiniz?

Ö. A: Yurtdışından geldiğimde futbol ve basketbol kulüpleriyle görüşmeler yaptım. Spor psikoloğunun ne iş yaptığı konusunda net bir bilgileri yok. Ne yazık ki Süper Lig'deki 17 takımın hiçbirinde spor psikoloğu bulunmuyor. Türkiye'de spor psikoloğundan çok çabuk başarı bekleniyor. Bir teknik direktörümüz bana, "Küme düşmeme mücadelesi verdiğimiz dönemde spor psikoloğu ile çalıştım ama faydasını göremedim" dedi. Oysa mühim olan hastalanmadan doktora gitmek. Sezon başında çalışmak önemli. Kamp döneminde teknikler öğretiliyor. Bu teknikler stresin başlamadığı ortamlarda oturuyor. Ama her şeyin kritik bir noktaya geldiği anda spor psikoloğu ile çalışmak yanlış bir zamanlama. Avrupa'daki futbol kulüpleri ve ABD'de NBA takımlarının tümü spor psikologları ile çalışıyor.

S. T: Zaten bu konu UEFA kriterlerinde de var. Bu kriterler uygulanmaya başlandığında kulüpler spor psikologları ile çalışmak zorunda kalacak.

Geçmişte spor psikolojisinin adından bile söz edilmezken bugün neden bir ihtiyaç haline geldi?

S. T: Psikoloji zaten en yeni bilim alanlarından bir tanesi. Özellikle son 40 yıldır çok işlerlik kazandı. Bunun da nedeni insan davranışlarının çeşitlenmesi. Futbolcuya etki eden iki faktör var. Birisi fizyolojik yapı, diğeri psikolojik yapı. Bugüne kadar hep fizyolojik yapı üzerinde duruldu ve belli bir noktaya kadar gelinip orada duruldu. Bunu aşabilmenin, yedek depoyu ortaya çıkarabilmenin yolu psikolojik yapıyı ortaya çıkarmakla mümkün.

Hakemlerle çalışma fikri nasıl doğdu?

S.T: Bedri Dölkeleş Bey yaklaşık 1.5 yıl önce benden bir yazı istemişti. Ben de kendisine o yazıyla birlikte hakemlerle ilgili bir öneri listesi gönderdim. O gün de tesadüfen MHK'nın bir toplantısı varmış. Bedri Bey, gönderdiğim yazıyı Oğuz Beye göstermiş. Bunun üzerine beni çağırdılar. Saat 10'da girdik, akşam 18.30'a kadar yemek bile yemeden bir görüşme yaptık Bana çeşitli sorular sordular, ben de cevaplarını verdim. Nihayetinde "Hocam sizinle çalışmak istiyoruz" dediler ve böyle başladım.

Ö.A: 2008'in Mart ayında TFF'ye başvurmuştum. O sırada İzmir, Adana ve İstanbul'da Akademi Ligleri için seminerler vermiştim. Seminerlerin ardından Sayın Ahmet Güvener'in oluru ile çalışmaya başladım.

İkinizin de çalışma alanları aynı mı? Görev bölümünü nasıl yapıyorsunuz?

S. T: Bir ortak yaptığımız derslerimiz var, bir de bireysel olarak yaptığımız çalışmalar var. Kampta otururken hakemlerden bir geliyor ve Ömer'le konuşmaya başlıyor. Bir başka hakem geliyor, ben de onunla çalışmaya başlıyorum. Özel konuşmak isteyen varsa, odada onunla konuşuyorum. Bazen odalarımız dolar. Gece 3.30'da yatarız. Kalem çıkarılır, tahta getirilir, ders başlar. Hakemleri aramızda paylaşmamız söz konusu değil.

Her hafta kamplarda hakemlerle buluşuyorsunuz. Bu kamplarda nasıl bir program izliyorsunuz?

S. T: Bizim alanımızdaki en önemli faktör güven. Karşımızdaki insanın güvenini kazanmamız çok önemli. O güveni kazandıktan sonra zaten işimizin yüzde 50'sini halletmiş oluyoruz. Karşınızdaki insanın gizli yapısını çözebilmemiz için bir takım anahtarlara ihtiyacımız var. Güveni kazandığımızda karşımızdaki kişi o anahtarları bize vermiş oluyor. Öncelikle hakemin müsabaka algısıyla, stratejik planlarıyla, zihinsel oyun planının yapılmasıyla ilgili her şeyi konuşuyoruz. Hem o hafta yöneteceği maçla ilgili olarak konuşuyoruz hem de bir hafta önce yönettiği maçla ilgili görüntüleri ortaya koyarak düzeltmesi gereken yönleri anlatıyoruz.

Oyun planının belirlenmesi dediniz. Hakem maça çıkmadan önce bir plan mı hazırlıyor?

S. T: Tıpkı sağlık çantası gibi bizim de bir mental çantamız var. Hakemlere bu sanal çantayı taşıttırıyoruz. Hakemler malzemelerini çok düzün yerleştirir. Eşlerine bu konuda hiç güvenmez, kendi çantalarını kendileri hazırlarlar. Biz de onlara böyle bir mental çanta hazırlatıyoruz.

Bu mental çantanın içinde neler bulunuyor?

Ö. A: Motivasyonu, konsantrasyonu, baskı yönetimini, stres yönetimini, öfke kontrolünü, özgüveni ve iletişimi çalışırız. Hakem maça hazırlanırken psikolojik olarak zihinsel hazırlığını yaparız. Zihinsel oyun planı şudur; geçmiş tecrübelere dayanarak, bir maçta bir kriz anı oluştuğunda hakemin yaklaşım tarzı ne olacak? Diyelim ki oyuncular, teknik direktörler, seyirciler kötü niyetli. O anda bir kriz ortamı oluştu ve baskı başladı. İşte hakemin burada o sanal çantasından bir şeyi çıkarması gerekiyor. O da özgüven.

Peki, bu özgüven nasıl oluşuyor? Onu çantaya nasıl koyuyorsunuz?

S. T: Zaman içinde hakemlere karşı bakış açısının değiştiğini görüyorsunuzdur herhalde. Hakemler saha içinde daha özgüvenli ve kendilerini daha iyi ifade edebiliyor. Biz buraya girdiğimiz zaman Oğuz Sarvan Hocamıza hep şunu söyledim; "Özsaygıyı zedeleyecek hiçbir şey yapmayalım." Çünkü geçmişte hakemlerin özsaygıları hep zedelenmiş. İnsanın en değerli, en farkındalığı yaratabildiği değeri özsaygıdır. Ben hakemlerle ilk olarak Fethi Heper Hocanın MHK yöneticisi olduğu dönemde bir araya geldim. Riva'da kamp yapıyorlardı ve benden ders anlatmamı istedi. Hakemlerle ilk tanışmamız böyle oldu ve çantayı beraberce hazırlamaya başladık. Kurul üyelerine de hakemlerle daha demokratik bir ilişki kurmaları talebimizi ilettik.

Ö. A: Özsaygı kişinin yeteneklerine olan inancı, özgüven ise bir şeyi yapacağına olan inancıdır. Eğer özsaygı yoksa özgüvenin olması da mümkün değil. İşte biz hakemlerin kendi yeteneklerinin farkındalığını sağlıyoruz. Hakemlere güçlü yönleri neler, eksik yönleri neler, bir maç içinde fırsatlar neler, tehditler neler, bunları anlatıyoruz. Bir hakem güçlü yönlerine odaklanıp olumlu düşünürse özgüveni artar. Hakem kriz anında "Eyvah nereden geldim bu maça" diye de düşünebilir, "İşte bu benim için bir fırsat. Eğer bu krizi atlatabilirsem ileride bir derbi alabilirim" şeklinde de düşünebilir. İşte biz hakemlere maçın fırsatlarını göstermeye çalışıyoruz. Konsantrasyonun temel felsefesi, olumlu düşünmektir. Bir hakem, oyuncu veya antrenör maça çıkarken her zaman güçlü yönlerini düşünerek çıkmak zorunda. Eksik yönler orta ve uzun vadeli planlarla hedef konularak geliştirilir.

S. T: Hakemin çantasının içinde güçlü yönlerinin ne olduğu var. Devre arasında soyunma odasına girdi ve maça çıkmak istemiyor. Olabilir yani. Ama bunun bir panzehiri olmalı. "Benim yerime sen çık" deme şansı yok. Zorla çıkıp da yönetemez. O zaman çantayı açıp panzehirini bulacak ve o maçı aynı konsantrasyonla yönetecek.

Vücut dili, ses tonu ve özel kelime

Hakemlere somut olarak neler anlattığınızdan bahsedebilir miyiz?

S. T: Mesela bu sezon yaz kampında öğrettiğimiz bir vücut hareketi var. Bunu hakemlere defalarca uygulamalarla anlattık. Hakemin bir özel alanı var. Bu özel alana kimseyi sokmaması gerekiyor. Bu alanın için soktuğunuz anda temaslar, itişip-kakışmalar başlıyor. Peki, bu alana oyuncuyu nasıl sokmayacak? Bunun özel bir hareketi var. Hakem olduğu yerde bacakları açık vaziyette dik duracak ve avuç içleri karşıya bakacak şekilde iki elini öne uzatarak "Dur" diyecek. Kesinlikle karşınızdaki insanı durduran bir hareket. Bunu en iyi Tolga Özkalfa yapıyor. Bünyamin Gezer de çok iyi yapmaya başladı. Bu hareketi yaptığınız zaman karşınızdaki insan doğal olarak duruyor. Durduğu andan itibaren artık ne yapacağınızı düşünebilirsiniz. Ama o mesafeyi kaybettiğiniz anda artık düşünme şansınız kalmıyor.

Ö. A: Bu noktada vücut dili yüzde 58, ses tonu yüzde 37, söylediğiniz söz yüzde 8 önemli. Burada sadece hareketi yapmak değil, ses tonunuz ve söyleyeceğiz kelime de çok önemli. Ayrıca bakış da önemli. Kafanızı hafifçe eğerek göstereceğiniz sert bir bakış daha etkili oluyor. Hakemler bu hareketleri ayna karşısında çalışıyor. Sezonun ilk haftalarında bir hakemimiz sözünü ettiğimiz dur hareketini yaptığında 8-9 oyuncunun aynı anda durduğunu gördüm. Hatta bazıları dururken fren yapıp kayıyor.

Bu tip başka çarpıcı örnekler var mı?

S. T: Yer almayla ilgili olarak hakemlere "Bir sanal daire çizin ve bu dairenin içine asla girmeyin" diyoruz. Oyuncunun pas vermesini ya da topa müdahale etmesini engellememeniz lâzım. Bir serbest atışta hakemin arkasında bir oyuncu asla olmamalı. Bunları görüntülerle hakemlere anlatıyoruz. Sahaya çıkarken mutlaka hakemin yüzünde bir tebessüm olmalı. Eskiden dudaklarını yiyen hakemler vardı. Oyuncularla göz teması istiyoruz. Isınmaya çıktığı andan itibaren, tehdit alacağı tribün hangisiyse onun önünde koşmasını istiyoruz. Onlar hakeme bağıracak, çağıracak ama hakem orada dimdik ısınmasını sürdürecek.

Dünyadaki örneklerle karşılaştırırsak bu çalışmalar hakkında neler söylenebilir?

S. T: Bir süre önce UEFA'nın psikoloğu Piffaretti geldi. Bizden ne yaptığımızı öğrenmek istedi. Karşılıklı görüş alışverişinin ardından, "Türkiye'de Futbol Federasyonu'nun böyle bir çalışma yapacağını aklımdan bile geçirmezdim" dedi. Çünkü onlar UEFA'da ülkelerin sadece Top Class hakemleri üzerinde çalışma yapıyor. Bizi 35 hakemle çalışırken görünce şaşırdı ve çok teşekkür etti.

Hakem çatışmayı kaybetmemeli

Başka ne gibi teknikler uyguluyorsunuz?

Ö. A: Zihinde canlandırma çok önemli bir teknik. Motivasyonu, konsantrasyonu sağlar, stresi önler, reaksiyon zamanını hızlandırır. "O anı iyi yaşamak istiyorsanız 5 duyu organınızı iyi kullanmanız lâzım. Stadı, takımları, oyuncuları, giyecekleri formaları, tribünlerin atmosferini biliyorsunuz. Tebligatı aldıktan sonra o maçı kafanızda oynayın" diyoruz. "Kafanızda maçı oynarken tribünlerin sesini, oyuncuların itirazlarını, hareketlerini, yüz ifadelerini canlandırın" diyoruz. Bunları önceden yaşamak, hazırlıklı olmak açısından çok önemli.

S. T: Göz temasını kesinlikle kaybetmemelerini istiyoruz. Bazen oyuncuyla hakemin burun buruna geldiği oluyor. Bunlar hep bizim sevdiğimiz şeyler. Hakem çatışmaya girdiği andan itibaren asla altta kalamaz. O çatışmayı ne kadar iyi yönetirse sahadan o kadar güçlü çıkar. Hakem, oyuncunun parmak sallamasına asla göz yummamalı. Çünkü o hareket bir tehdittir. Hakem bu tehdidin altında kalmamalı. Oyun bir kuş gibi. Ne çok fazla sık, ne çok fazla serbest bırak. O durmaktan, sen elinde tutmaktan mutlu olacaksın. Hakem devre arasında oturup düşünmeli, "Maç elimde mi değil mi?" Eğer değilse çantasından panzehiri çıkaracak ve "Burada demokratik bir liderlik tarzına gerek yok. Burada otokratik bir lider olmalıyım" diyecek.

Bir de görüntülerle çalıştığınızı biliyoruz. Bu çalışmalarda neler yapıyorsunuz?

Ö. A: Maçlarda bizi ilgilendiren görüntüleri kesiyoruz. Verilen penaltı kararı hatalı olabilir. Ama bizim için orada önemli olan hakemin duruşudur. Hakem kendisinden çok emindir ve kararlı bir şekilde düdük çalmıştır. Karar yanlış bile olsa bu kararlılık bizim için değerlidir. Görüntülerde vücut dilini görürüz ama sesi duymayız. Orada ne söylediğini hakeme sorarız. Bu çok önemli. Vücut dilinde yapılan yanlış bir şey varsa hakemi uyarırız.

Bugüne kadar nasıl bir mesafe kat ettiğinizi düşünüyorsunuz? Bugün hakemlerin geldiği nokta neresi?

Ö. A: Devre arası seminerinde Oğuz Hocamız bir grafik gösterdi ve "Hakem performanslarında gözle görülür bir yükseliş var" dedi. Bu tabii sadece bizim yaptığımız eğitimle ilgili değil. Silivri kamplarının bu başarıda önemli payı olduğunu düşünüyorum.

S. T: Her şeyden önce hakemler arasında bir birlik-beraberlik havası oluştu. Birbirinden uzak duran hakemler vardı. Bugün hakemler ortak hareket eden bir grup haline dönüştü.

Hakemlerin yaşı, tecrübesi, sosyal statüleri ve eğitim düzeyleri, psikolojik durumlarını nasıl etkiliyor?

Ö. A: Tecrübenin etkisi çok büyük. Başarılı insanların yaptığı mesleklerde 10 bin tekrar diye bir kural var. Ne kadar çok tekrar yaparsanız o kadar başarılı olursunuz. Beatles grubu ABD'ye gittiğinde niçin o kadar başarılı oldu? Öncesinde Hamburg'da konser veriyorlardı. Haftada 2 konserle başladılar, sonra 4'e, 6'ya ve 7'ye çıktılar. Günde 2 saat konser verirken, bu sayı 7-8 saate kadar yükseldi. Tekrar arttıkça repertuarları genişledi, tecrübeleri arttı ve 1964'te ABD'ye gittiklerinde patlama yaptılar. Aynı şey her meslek için geçerli. Ne kadar çok tekrar yapılırsa performans o kadar artıyor. Tabii burada analizin de büyük önemi var. İyi ve eksik yönlerin ortaya konulması, bunların bir sonraki maça olumlu yansıtılması gerekiyor. En iyi tecrübe, başkalarının hatalarından ders alarak edinilen tecrübedir. Hem acı çekmez hem de vakit kaybetmezsiniz.

Hakemlerin düzeltilmesi gereken eksiklerine örnekler verebilir misiniz?

S. T: Mesela bazı hakemlerde odaklanma problemi vardır. Pozisyonda alt tarafı çok iyi görür, üstü göremez. Görüntüyü birleştiremez. Bunun bir eğitimi var. İki görüntüyü birleştirmeyi ve odak noktasını öğretiyoruz. Hakemlere, pozisyona koşarak gelmemelerini öğütüyoruz. Koşarak geldiğiniz zaman görüntü grileşiyor çünkü.

Ö. A: Hakemler arasındaki iletişim de önemli bir konu. Bazı durumlar oluyor, yardımcı hakem "Faul yok" diyor. Ama hakem orada önce faul kelimesini duyduğu için faul düdüğü çalabiliyor. Bu nedenle uyarıların tek kelimeyle yapılması gerekiyor. "Faul, ofsayt, oyna, avantaj" gibi…

Sezon başında bir kere seminer veriyorsunuz. Ondan sonra her hafta yeniden bir araya gelmenizin ne gibi faydaları var?

S. T: Bir hafta öncesinin analizini taze taze yaparak anında değerlendirmeniz çok önemli. Aksi takdirde pozisyonlar unutulabiliyor. Hataları anında gösterip bir hafta sonrası için düzeltme şansı oluyor. Bir başka avantajı da takım ruhunun oluşması. Hakemler bir arada kendilerini çok daha rahat ifade etme imkânı bulabiliyor.

Ö. A: Hakemlerin bir araya gelmesi, birbirlerinden güç almalarını da beraberinde getiriyor. Kampta bilgilerini de tazeledikleri için maçlara daha güçlü çıkabiliyorlar.

Hakemler medyadaki eleştirilerden ya da kulüp yöneticilerinin demeçlerinden ne kadar etkileniyor?

Ö.A: Hakemler medyadaki eleştirilerden kesinlikle etkilenmiyor. Ama "Yöneticiler hafta içinde konuşuyor ve hakemleri etkiliyor, bir hafta sonra da bunun sonucunu alıyor" diye bir algı var. Biz buna kesinlikle inanmıyoruz. Tam aksine bu tür demeçler sadece hakemleri birbirine daha fazla kenetliyor.