TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Baki Tuncay Akkın: "Seyircisiz maç yönetmek istemem" 2.06.2010
Baki Tuncay Akkın: "Seyircisiz maç yönetmek istemem"

Yardımcı hakemlik denildiğinde akla ilk onun adı geliyor. 38 yaşında ve yardımcı hakem kadrosunun en tecrübelisi. C Klasmanındayken Fenerbahçe-Galatasaray derbinde görevlendirilecek kadar ışık vermiş ve kendisini seçenleri yanıltmadığını da FIFA kokartını 9 yıldır takmayı sürdürerek göstermiş. Dile kolay, tecrübe heybesinde tam 303 maç bulunuyor ve bunların 215'i Süper Lig'de, …'sı dört büyüklerden birisine ait, 23 tanesi de derbi. Böyle bir ustanın, yardımcı hakemlik üzerine anlatacağı çok şey olmalı.

Röportaj: Mazlum Uluç /TamSaha

Yardımcı hakem kadrosunun en kıdemli ismi Baki Tuncay Akkın'ı daha yakından tanımak istiyoruz.

1972 İzmir doğumluyum. 9 Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezunum. Üniversite tercihlerimde bile İzmir dışında bir yeri yazmayacak kadar İzmir aşığıyım. Allah ömrümün sonuna kadar da İzmir'de yaşamayı nasip etsin. Üç kardeşiz ve kardeşlerin en büyüğü benim. Evliyim, 3 yaşında Ege Deniz isminde biri çocuğum var. 9 yıl bir aracı kurumda yatırım uzmanlığı yaptım. Daha sonra ticaretle ilgilendim. Son 3 aydır da Erol Ersoy ağabeyin ofisinde gayrimenkul danışmanlığı yapıyorum.

Futbola ilginiz nasıl doğdu, geçmişte futbol oynadınız mı?

Her erkek çocuğu gibi mahalle aralarında futbol oynayarak başladım. Bizim zamanımızda basketbol sahaları yoktu, en kolay şey iki taş koyarak bir kale yapmak ve bir de top bulup futbol oynamaktı. İzmir Atatürk Lisesi'nde okudum. 3 bin erkeğin eğitim gördüğü lisenin okul takımında oynadım. Babam spor yapmamı destekliyordu. Hakemliğe de babamın ve lisedeki beden eğitimi öğretmenimin teşvikiyle başladım. Okuldaki sınıflar arası maçlardan birisini yönetirken beni izleyen beden eğitimi öğretmenimiz, "Sende iyi bir hakemlik kumaşı var" dedi ve bu konuda ısrar etti. Sonrasında bana birkaç maç daha yönettirdi. İçimdeki hakemlik merakı bu şekilde uyandı. 20 yaşına geldiğimde de babamın "İzmir'de hakemlik kursu açılmış, sen de katıl" nasihatini dinleyerek kursa katıldım.

Biraz önce hakemlik kumaşından söz ettiniz. Nedir o kumaşın özellikleri?

Bazı şeyler, bazı insanlara doğuştan verilmiştir. Mesela ne kadar çok çalışırsanız çalışın yetenekli bir futbolcu olamazsınız. Futbolcu olsanız da Maradona olamazsınız. Bence hakemlik de böyle bir yetenek gerektiriyor. Ani kararlar verebilmek, stresle baş edebilmek, adalet duygusuyla yönetebilmek… Bunlar zor işler ve yetenek gerektiriyor. İşin zorluğunu basit bir örnekle anlatmak gerekirse, insanlar maçları televizyondan izlerken bile heyecanlanıyor, elleri, ayakları titriyor. Siz o maçları sahanın içinde kılınız bile kıpırdamadan yönetiyorsunuz.

Peki, neden hakemlik değil de yardımcı hakemlik?

Bu biraz şartlarla ve sizi yönetenlerin takdiriyle ilgili. Her hakem işe yardımcı hakem olarak başlıyor. Sonrasında yöneticileriniz sizi yeteneklerinize göre kanalize ediyor. Ben de yükselme döneminde yardımcı hakemlikteki başarılarımla ön plana çıktım. Öyle ki, 1999 yılında C Klasmanı hakemi olduğum dönemde, Süper Lig maçında görevlendirildim. Bu şekilde ilginç bir sıçrama yapmıştım. Aynı sezonun ikinci yarısında yine C Klasmanı hakemiyken Fenerbahçe-Galatasaray derbisine yardımcı hakem olarak çıktım. Aynı şekilde yardımcı hakemlik kadrosunda geçmeden, C Klasmanı hakemiyken FIFA yardımcı hakemlik kategorisine yükseldim. Hakemliğe ilk başladığımda 196 kişilik kurstan seçilmiştim. O kadrodan Süper Lig'i gören iki kişiyiz; Adil Sinem ve ben. Dolayısıyla önemli olan bulunduğunuz kadronun en iyisi olmak. Ben de yardımcı hakemler arasında en iyisi olmaya çalıştım hep.

İşime hep saygı duydum

Söylediğiniz gibi, çok sayıda hakemin arasından sadece iki kişi sıyrılıp Süper Lig'e gelebiliyorsunuz. O halde sizi diğerlerinden ayıran özellikleriniz olmalı değil mi?

Cevaplaması zor bir soru tabii. Belki de o 196 kişinin en başarılı ikisi biz değildik. Diğerlerinin de arasında çok iyi hakem olabilecek kişiler vardı. Fakat hakemlikte şöyle bir şey var, gelen şansı en iyi şekilde değerlendiren ilerliyor. İlk şansı iyi değerlendirenin önü açılıyor. Bir de ben işimi ve futbolu gerçekten çok seviyorum. Başladığım ilk günden bu yana gittiğim her maça aynı önemi verdim. Bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisine çıktıktan sonra amatör kümedeki maça giderken de aynı hazırlığı yaparım. Takım elbisemi giyer, tıraşımı olur, kravatımı takarım. Hakemliğe başladığım ilk günden beri kravatsız hiçbir maça gitmedim. Bu, işinize duyduğunuz saygıyla ilgili bir şey.

Yardımcı hakemlerin de idolleri var mıdır?

Öncelikle şunu söyleyeyim, Türk yardımcı hakemliği Avrupa'daki meslektaşlarının çok önünde. Bunu çok kesin bir dille söylüyorum. İki tarafta da verilen kritik kararlara baktığınızda bunu görürsünüz. Bu nedenle idol olarak yabancı bir hakemi hiç düşünmedim. FIFA yardımcı hakemlik kadrosuna geçtiğimde 29 yaşındaydım ve aynı kadroda çok başarılı ağabeylerim vardı. Daha önce televizyondan hayranlıkla izlediğim Turgay Güdü, Münir Takbak, Sürhat Müniroğlu, Cengiz Aksoy, Fahir Ersoy ağabeylerimle aynı kadroda yer aldım ve hepsinden çok şey öğrendim. Ama İzmirli olmam nedeniyle en çok Münir ağabeyin başını ağrıttım.

Bir tür usta-çırak ilişkisi var yani. Peki, yardımcı hakemliğin ustadan çırağa geçen incelikleri neler?

Başlangıçta "Ben daha C Klasmanı'ndayken derbiye çıkabiliyorum. Fenerbahçe'nin, Galatasaray'ın, Beşiktaş'ın maçlarını yönetebiliyorum" diyordum. Ama o zaman tecrübenin ne demek olduğunu bilmiyordum. Şu anda ilk yönettiğim maçları hatırlıyorum da bugünle arasında büyük fark var. İşte ben o tecrübeyi bu ağabeylerimden elde ettim. Belki onlara garip gelecek sorular da sormuş olabilirim ama soruyordum işte. İlk Fenerbahçe-Galatasaray maçına çıkacağımı öğrendiğim zaman Münir ağabeye, "Fenerbahçe-Galatasaray maçı yönetmek ne demek?" diye sormuştum. Ama o tecrübeyi yaşamış insanlardan bilgi almak çok önemli gerçekten. Çünkü onlar yaşamış ve görmüş, bense yeni yaşayacağım. O zaman bilenlerden, yaşayanlardan öğrenmek gerekiyor. Yol haritanızı daha önce o yollardan geçmiş olanlardan alırsanız başarıya ulaşmanız kolaylaşır çünkü. Hakemlikte "Ben oldum. Ben mükemmelim" diye bir şey yok. Sürekli kendinizi geliştirmeniz, fiziksel ve mental anlamda hazır olmanız gerekiyor.

Bir hakemin örnek alınacak yönlerini aşağı yukarı herkes bilir. Peki, iyi bir yardımcı hakemin ayırt edici özellikleri nelerdir?

Autu da korneri de taç kararını da küçümsememek gerekiyor. Hepsini en iyi en şekilde yapmak zorundasınız. Çünkü bazen verdiğiniz bir yanlış taç kararı bile maçın sonucunu etkileyebilir. Bir de hakeme çok iyi yardımcı olmalısınız. Ayrıca istikrar çok önemli. Yani 3 maç iyi, dördüncü maç kötü olursa olmuyor. Bu güveni hem hakeme hem sizi yönetenlere vermek zorundasınız. Özellikle kritik anlarda verdiğiniz kararların doğruluk oranı yüksek olmalı. Çünkü herkes bu işi iyi yapmaya çalışıyor ama nüanslar belirleyici oluyor.

Hakemin stilini bilmeniz gerek

Hakemler memorandumlarda yardımcılarına hangi pozisyonlarda kendilerine yardım etmeleri gerektiğini anlatır. Bazıları geniş yetkiler verir, bazıları ise "Sadece şu konularda yardımcı ol" der. Bu yetkilendirmenin geniş veya dar olmasında yardımcı hakemin kim olduğu önemli mi?

Hakem, tanıdığı, bildiği, güvendiği yardımcıyla maça çıkarsa rahatlar. Hakemlerin yardımcıları takip ettiği gibi ben de hakemleri takip ediyorum. Her hakemin bir stili vardır ve olmak zorundadır. Seyirciler de zaten bu tip yorumları yapıyor; bu hakem oyunu oynatmak çabasındadır, şu hakem sertliğe izin vermez, çok kart gösterir gibi... İyi bir yardımcı hakem kendi stilini hakemin stili ile örtüştürmeli. "Benim stilim bu, hakemin stili beni ilgilendirmez" diyemezsiniz. Vereceğiniz kararlarda hakemin yönetim tarzını göz önünde bulundurmak zorundasınız. Ama bu kuralları değiştirmek anlamında değil elbette. Sadece kuralların yorumlanması anlamında hakemi zor durumda bırakmamanız gerekiyor. Hakemin stilini maçtan önce çok iyi bilmeniz lâzım. İşte hakemi rahatlatan da bu. Kendisini tanıyan yönetimine yardımcı olan hakemle çıkmak onu rahatlatıyor.

Süper Lig'de yönettiğiniz ilk maç hangisiydi?

Bu ilginç bir hikâye. 993'te aday hakem kursuna başladığımda, bizi teşvik etmek amacıyla İzmir'in Süper Lig hakemleri teşrif etmişti. O dönem televizyonda gördüğüm ünlü hakemleri bir anda karşımda görmek beni heyecanlandırmıştı. Aralarında bugünkü Oğuz Sarvan da vardı. O zaman içimden, "Acaba bir gün ben de bu hakem ağabeylerimle maça çıkabilecek miyim?" diye geçirmiştim. 1999'da C Klasmanı hakem olduğum dönemde, Oğuz ağabey beni yanına çağırdı. O zaman yatırım uzmanlığı yapıyordum ve "Herhalde işimle ilgili bir şey soracak" diye düşündüm. Ama Oğuz ağabey, "Hafta sonu beraberiz, hayırlı olsun" dedi. Öylece kaldım. Hele "Erzurumspor-İstanbulspor maçındayız" cümlesinin ardından hiçbir şey duymadım. Benim için çok unutulmaz bir andır. İşte ilk maçıma Oğuz ağabeyle çıktım. Bir başka tesadüf de Oğuz ağabeyin son maçında yine beraber olmamızdı. 4-4 biten Adanaspor-Kocaelispor maçı Oğuz ağabeyin hakemlik kariyerindeki son maçıydı ve yardımcılarından birisi de bendim.

16 derbi yönettin ve hâlâ hayattasın

Yurt dışında yönettiğiniz maçlarla Türkiye'deki maçların atmosferi açısından nasıl farklar gözlemliyorsunuz?

Yurt dışında yönettiğimiz maçlarda baskı çok daha az, dolayısıyla daha rahat yönetiyorsunuz. Türkiye'de çok baskı görüyoruz ama yine de çok iyi maçlar yönetiyoruz. Türk hakemi bence bu şartlarda maç yönetmeye alıştı. Bu konuyla ilgili ilginç bir hatıram var. Yurt dışında bir maç yönetmiştik. Gözlemcimiz de Türkiye'de Fenerbahçe'nin, Galatasaray'ın Avrupa kupası maçlarında görev yapmış, Türkiye'deki atmosferi bilen birisiydi. Bana "Kaç tane Fenerbahçe-Galatasaray maçı yönettin?" diye sordu. "16 kadar" dediğim zaman "Hâlâ hayattasın" deyip gülmüştü. Bizim hangi atmosferde maç yönettiğimizi onlar da biliyor.

Peki, çizgide, tribünlerin hemen önünde maç yönetmek sizi nasıl etkiliyor?

Buna alıştım artık. Seyircisiz oynama cezası almış bir takımın maçını yönetmek istemem. Seyirci beni maça motive ediyor, kendime getiriyor. İnanın o seyircinin gürültüsünü çok önemli pozisyonlar öncesi duymadığım bile oluyor. Seyircisiz birkaç maç yönettim, daha zor konsantre oluyorum.

TV'lerdeki eleştiriler sizi nasıl etkiliyor? Bu programlarda yardımcı hakem hataları daha da fazla konuşuluyor.

Bu tartışmaların fazla olmasının nedeni ofsayt kararları. Hakemin en önemli kararı penaltı, yardımcı hakeminki ise ofsayttır. Penaltıda "hakemin yorumu" diye bir esneklik var ama ofsayt çok net. Ya var ya yok. Ekranda bir çizgi çekiliyor ve ofsayt mı değil mi ortaya çıkıyor. Yorum yapılabilecek tek nokta aktif-pasif meselesi. Kuralın yorumunun olmaması da yardımcı hakem eleştirilerini kolaylaştırıyor. Tabii ki eleştiri yapılmalı. Bu eleştiriler bizi de geliştirir. Ancak ofsayt konusunda hata yaptıysam, televizyonda izlerken ben de zaten görüyorum hata yaptığımı.

Hepimiz ofsayt kararlarının çok kritik olduğunu biliyoruz. Peki, bu kararda hatayı asgariye indirebilmenin bir püf noktası var mı?

Bir kere şunu söyleyeyim, gelişen ve değişen futbolda yardımcı hakemin işi çok zor. Eskiden futbol daha düşük tempolu ve üstelik liberolu oynanıyordu. Yani defans derinliğinde bir oyuncu kalıyordu. Bugün ise oyun çok çabuk oynanıyor, savunma çizgi halinde hareket ediyor ve sürekli ileri-geri gidip geliyor. Bu defans kurgularına göre de forvetler kendilerini geliştiriyor. Dolayısıyla yardımcı hakemin ofsayt tespitinde işi giderek zorlaşıyor. Çünkü üç hareketli öğeyi yakalamanız, tek noktada birleştirip karar vermeniz gerekiyor. Defans oyuncusu, forvet ve top, üçü de hareket ediyor. Siz onların üçünü tek noktada birleştiriyorsunuz.

Çantayı alıp maça gitmekle başarılı olunmaz

Bunu yaparken size yardımcı olan şey nedir?

Eskiden "topun sesi" denilirdi ama Kadıköy'de, İnönü'de değil top sesini, kulaklıktan kendi sesinizi bile duyamazsınız. Gerçekten ilk önce tecrübe çok önemli, ikincisi takımların sistemlerini iyi bilmeniz gerekiyor. Yani çantanızı alıp maça gitmekle olmuyor bu işler. Bir maçı yöneteceğiniz zaman iki takımın forvetleri nasıl, defansları nasıl, hangi sistemde oynuyorlar, bunlara bilmek lâzım. Mesela takımlardan örnek verecek olursak, Fenerbahçe atağa kalkacağı zaman hep Alex'i arar gözlerim. Çünkü toplar ondan dağılır. Top ona geldiği zaman ileriye doğru oynanır. Ve genelde kanatlara doğru oynar topu. Bunları maçtan önce analiz etmek önemli. Mesela Beşiktaş genelde kanatlardan oynar ve ben de hep kanatlardaki oyuncuları takip ederim. Tabii bu çalışmalar sizin verdiğiniz doğru kararların sayısını da artırıyor. Yani hiçbir başarı çalışmadan gelmez. Bizi eleştiren insanların da bizim insan olduğumuzu unutmaması gerekiyor.

Bundan sonrası için kariyer planlamanız nasıl?

Benim hedefim, "Baki Tuncay Akkın diye bir hakem vardı" dedirtebilmek. Tabii ki sonrasında edindiğim tecrübelerimi arkadaşlarıma aktarmak istiyorum. Bundan sonra yapacaklarımız Türk hakemliğinin biraz daha ileriye gitmesi için olacak. Çünkü belli bir yerlere geldik. Bu sorumluluk bilinciyle hareket edeceğim. Bir de şu var, bir rüzgârla bir yerlere gelebilirsiniz ama önemli olan orada kalabilmek. FIFA hakemliğinde 9. yılımı yaşıyorum ve insanlar benden hatasız olmamı bekliyor. Bu da çok zor bir işmiş.

Daha önce röportaj yaptığım Daha önce röportaj yaptığım yardımcı hakemlerin birçoğu sizden "idolümüz" diye söz etmişti. Kadrodaki genç hakemlerle ilişkileriniz nasıl?

Bahattin Duran ve Serkan Ok arkadaşıma buradan çok teşekkür ediyorum da. Onların röportajlarını okuduğumda çok mutlu oldum. Örnek alınan kişi olmak gerçekten güzel. Bir de aynı kadrodayız. Bu açıdan da beni örnek almaları büyük erdem. Çok iyi bir arkadaşlık, çok iyi bir ilişki kurmuşuz ki, bunu söylüyorlar. Demek ki aramızdaki rekabeti güzel bir şekilde yapıyoruz. Açıkçası onları okuyunca çok duygulandım. Bir de şöyle bir anımız var. Eskiden istatisyen hakemlik vardı. Gelecek vaat eden hakemler maçlara götürülüp istatistik tutturulurdu. Benim çıktığım bir Fenerbahçe-Galatasaray maçının istatistiklerini de Serkan Ok ve Bahattin Duran tutuyordu. O gün mahcup bir şekilde bir köşede duruyorlardı. Ben de onlara meyve suyu ikram etmiştim. Şimdi onlar "Bizim çocukluğumuzda sakızlardan Baki Tuncay Akkın'ın resimleri çıkardı, onları biriktirirdik" diyorlar, ben de onlara bu hatırayı anlatıyorum (Gülüyor).

Genç hakemlere neler tavsiye ediyorsunuz?

Benim bilgilerimi kimseyle paylaşmayayım diye bir derdim yok. Dolayısıyla isteyenle tecrübelerimi paylaşıyorum. Yardımcı hakemin yardım etme duygusu ön planda olmalı. Hakemin ön planda olduğunu kabullenmeli ve kompleksten arınmalı. İşini çok sevmeli ve yardımcı hakemliğin çok önemli bir iş olduğunu kavramalı. Bir de başarı ve başarısızlıklarını fazla uzatmadan yaşamaları gerekiyor. Ben bunu yaşayarak gördüm. Çok başarılı bir maç yönetiyorsunuz ve hemen havaya giriyorsun. Belki yürüyüşünüz bile değişiyor. Benim tavsiyem 1 günü "Ne güzel bir iş yaptım" diye geçirsinler, ayaklarını uzatsınlar, ondan sonra yönetecekleri maçın hazırlıklarına başlasınlar. Hatalar için de bu geçerli. Hatayı da çok büyütmesinler. "Ben kendimi biliyorum, yeteneklerimi biliyorum. Bunun üstesinden gelmeyi de başarırım" desinler.

Hakemliğin ve işinizin dışında nelerle ilgileniyorsunuz?

Bütün boş zamanlarımı eşim ve çocuğumla geçirmeye çalışıyorum. Buradan eşime çok teşekkür etmek istiyorum, çünkü hakem eşi olmak zor. Bütün üzüntüleri ve heyecanları bizimle beraber yaşıyorlar. Kötü maç yönettiğimizde evdeki atmosferi dengelemek gerçekten zor. O ortamlarda eşinizin sizi çok iyi idare etmesi gerekiyor. Yani eşler sürekli fedakârlık yapıyor. Durum böyle olunca ben de her boş vaktimi eşim ve çocuğuma ayırıyorum. Ailemle birlikte arkadaşlarımızla görüşüyoruz. Ben deniz kenarı, mangal hastasıyım. Havaların uygun olduğu zamanlarda arkadaşlarımı organize eder, gezmeye gideriz. Kalabalık ortamlardan uzak, kendimi rahatlatacak ortamlar beni mutlu ediyor.

Hobileriniz var mı?

Müzik aleti çalmayı çok isterdim ama maalesef öyle bir yeteneğim yok. Benim dedem devlet sanatçısıydı. Bütün telli aletleri çalardı. Ama benim müzik kulağım çok kötü. 3 yaşındaki oğlum bile 4-5 tane şarkıyı söyler ama ben bir şarkının iki kelimesini söyler, üçüncüsünü hatırlamam. En çok sevdiğim şeylerden birisi de Tolga Özkalfa ile playstation oynamak.