

karşılaşıyorsunuz. Hoş şeyler bun-
lar. Dünyanın her yerinde böyledir.
Sporcular, sanatçılar bu tip hare-
ketlere lâyık kişiler.
Fenerbahçe ile 1983 yılında yaşadı-
ğınız Türkiye Kupası şampiyonlu-
ğunun ardından sarı-lacivertli
takım 29 yıl bu başarıyı tekrarlaya-
madı. 29 yıl boyunca siz konuşul-
dunuz. Sizinle o dönem zarfında
röportaj yapmıştımve bana,
“Yeter artık Fenerbahçe bu kupayı
alsa da biz de bu röportaj verme
eziyetinden kurtulsak” demiştiniz.
Bu süre zarfınca yaşadığınız ilginç
anılar var mı?
O zaman da üç kulvarda yarışıyor-
duk. Şampiyon olduğumuz sene
Bordeaux’yu elemiştik. UEFA Kupa-
sı’nda yarışa devam ediyorduk.
Türkiye Ligi var, bir de Türkiye
Kupası var. Bunlardan kopmuyor-
duk. İyi de bir takımımız vardı.
İyi arkadaşlığımız vardı. Arkadaşlık
çok önemlidir. 5-6 kişi birden
gezerdik. Belki hepsiyle samimi
olmuyorduk ama hep birlikteydik.
29 sene kupanın alınmamasına
tesadüf diyebilirim. Çünkü belki lige
ağırlık verdi takım… Belki Avru-
pa’ya ağırlık verdi. Gruplara katıl-
mayı garantilemek için yedek kadro
çıktı. Bu yüzden 29 sene geçti.
Fenerbahçe’den sonra Malatya-
spor’da da çok önemli başarılar
kazandınız ve şehrin futbol tari-
hine damga vurdunuz. Takım tari-
hinde ilk kez ligi üçüncü bitirdi.
O günleri nasıl hatırlıyorsunuz?
O dönemMalatyaspor’un yönetimi
çok güçlüydü. Türkiye’nin önemli
oyuncularını transfer ettiler. Ünal
Karaman vardı, Metin Yıldız vardı
Galatasaray’dan… Feyzullah, Oktay,
Levent, Eren iyi futbolculardı. İlk
sezonda ligi beşinci sırada bitirdik.
İkinci sezonda üçüncü olduk ve
Balkan Kupası’na katıldık. Ertesi
sezon Malatyaspor’dan ayrıldıp
Sarıyer’e geldim. Malatya’da iki yıl
kaldım. Çokmutlu günlerimgeçti.
Hâlâ efsane kadro diye anılıyor o
kadro… Ama ertesi sezon Brezil-
ya’dan üç oyuncu geldi. Kaleci Car-
los ve Eder Brezilya Millî Takımı’nın
banko oyuncularıydı. Ama küme
düştüler. Sadece şöhretli futbolcu
aldılar. İyi futbolcu demeyeyim,
şöhret aldılar; küme düştüler.
Sarıyer’e geldim. Sarıyer’de de aynı
şekilde iyi bir kadromuz vardı.
Rahmetli Selçuk Yula, Beşiktaşlı
Fikret Demirel, CemPamiroğlu, ben,
Erdal Keser, Mustafa Yücedağ,
Sercan Görgülü, Cengiz Güzeltepe,
Osman Yıldırım… Kadromuz müt-
hişti. Erdi ile daha sonra Fenerbah-
çe’de buluşmuştuk. Sarıyer’de bir
beşinci, bir üçüncü bitirdik ligi. Yine
aynı başarıyı tekrarlamış oldum.
Bir sezonda 12 penaltının, 8’ini
kurtardım. Arşivlerde vardır bu…
Ben Türkiye’de en çok penaltı atan,
en çok kurtaran kaleciyim…
Şu anda Bursaspor’un kalecisi
5 penaltı üst üste kurtardı ama
rekorumdaha geçilemedi…
Rakamları hatırlıyor musunuz
hocam?
Bir sezonda diyorumdüşünün…
12 penaltının 8’ini kurtardım. 8-10
tane penaltıdan golümvardır.
Penaltı atmak, kurtarmaktan daha
zordur. Çünkü neden? Atamayınca
başkanlar ödüllendirirlerdi. Para
verirlerdi. Tabiî bir ayrıcalık görü-
yorsun kendinde. O şehrin temsil-
cisi olarakMillî Takım’a seçilmek
gurur verici. Ay-yıldızlı armayı taşı-
mak herkese nasip olmuyor. Bugün
İngiltere’deWembley’de oynaya-
mayan bir sürü oyuncu var. Çünkü
Millî Takımoyuncuları oynuyor
Wembley’de. Bunun gibi bir şeydi.
Herkesin bir rüyası, hayaliydi…
O dönemdört büyüklerin haricinde
Bursaspor ve Zonguldakspor da
beni istiyordu. Ekonomik durumları
çok iyiydi. Hepsi beni istiyordu.
Tercihimi Fenerbahçe’den yana
kullandım. Transfer hikâyemde
enteresandır. Fenerbahçe beni
istiyor, diğer kulüpler de istiyor.
Gazeteler de yazıyor. BizimFener-
bahçe ile maçımız vardı İstanbul’da.
Omaçta Fenerbahçe bize 4-0 yenil-
seydi küme düşüyordu. 1-0 galiptik.
O zaman Gaziantepspor’da penaltı-
ları ben atıyordum. 1-0 galipken
penaltı oldu. Hocama, “Ben atmaya-
yım. AdımFenerbahçe ile geçiyor.
Dedikodu olmasın” dedim. “Hayır,
sen atacaksın” dedi. Atamadımben
penaltıyı. Kaleci Ademkurtardı.
Fenerbahçe’nin o zamanki hocası
Friedel Raush’du. Adem ile hocası
saha içinde tartışma yaşadı. O dö-
nemki Başkan Ali Şen beni ofisine
çağırdı transferim için. “Niye atma-
dın penaltıyı?” dedi bana… Ben de,
“Atmak istedim ama atamadım
sayın başkanım” dedim. O zaman
geldi sarıldı, öptü beni. Ben gerçeği
söylemiştim. Öyle gerçekleşti
transferim. O zaman şimdiki gibi
Bosman kanunları yok. Bonservis-
lerimiz kulüplere bağlıydı. İstedik-
leri gibi rakam talep edebiliyorlardı.
O şekilde gerçekleşti transferim.
7 yıllık Fenerbahçe kariyerinizde
iki lig, bir Türkiye Kupası
şampiyonluğu yaşadınız.
O 7 yılı nasıl anlatırsınız?
Fenerbahçe’ye gittiğinizde Anadolu
kulüplerindeki gibi rahat bir ortam
göremiyorsunuz. Çok odaklanma-
nız lâzım. Fenerbahçe camiası
ikinciliği bile kabul etmiyor, sadece
şampiyonluk istiyor. Biz de her iki
senede bir şampiyon olduk.
Bir dönem 5 kupayı birden aldık.
Branko Stankovic döneminde
5 kupa aldık. Spor Yazarları,
Donanma Kupası, Türkiye Kupası,
Türkiye Şampiyonluğu, Cumhur-
başkanlığı Kupası… Tabiî çok güzel
duygulardı. İleride gurur duyabile-
ceğiniz başarılar bunlar. O zaman
sizinle yaşayan arkadaşlarınız, aile-
niz, komşular; basında çıkan gurur
verici yazılar yüreğinizi kabartıyor.
İtibar görüyorsunuz. Bir ayrıcalık
görüyorsunuz. Her ne kadar o ayrı-
calıklı kişiliğiniz yoksa bile; o ayrı-
calığı görmek istememenize
rağmen böyle davranış şekilleriyle
“
“
“
Kaleci antrenörümhiç olmadı. Şimdi bu
kadar güzel ortam; her şehrimizde artık
statlar muazzam. Bir antrenör ve
futbolcu olarak yaşam aynı olmalı.
Ev, idman sahası… O kadar… Başka ne
yapacak? Futbolcu sadece işine
odaklanacak. Buna katlanmayacak,
zevkle yapacak.
Fenerbahçe’ye Türkiye rekoru ile
geldim. Bir ev aldımKurbağalıdere’de…
Bir de araba aldım. Biraz akrabalarıma
dağıttım; para bitti. Biz o zaman araba
konuşurduk. Şimdikiler çiftlik
konuşuyor. Yat konuşuyorlar, kat
konuşuyorlar. 3 milyon eurodan aşağı
imza atan kaleci yok neredeyse.
Millî Takım’la maça giderken, “2-0’a
razıyız” diyen arkadaşları görüyordum.
Böyle bir zihniyette maça çıkan
futbolcunun başarısı ne olur? Ama
sonradan cesur antrenörler çıktı.
Başta Fatih Hocamız… Kazanmanın,
yenmenin ne olduğunu anlattı. Bunlara
Şenol Hoca, Mustafa Hoca da dâhil.
62
63