TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Adem Büyük: "Küçük dev adam" 1.04.2013
Adem Büyük: "Küçük dev adam"

1.67'lik boyunuzla iri cüsseli stoperlerin üzerinden kafa vursanız ya da onları sırtınıza alıp adeta taşısanız, sizin için de bu başlığı atabilirdik. Karşımızdaki oyuncu 15 yaşında Beşiktaş tarafından keşfedilip altyapıda bir gol makinesine dönüşen ancak ilerleyen dönemde "agresif" damgasıyla kulüp kulüp dolaştırılan birisi. Kiralık gittiği her kulüpte gollerini sıralamasına rağmen yine de yaranamayan, 1. Lig'de üç kez Süper Lig'e yükselme gururu yaşayan ve "Evlendim, duruldum" diyen santrfor, ligin yeni markası olacağını iddia ettiği Kasımpaşa ile şampiyonluk yaşayarak tabuları yıkmak istiyor.

Röportaj: Mazlum Uluç

Adem Büyük çok özellikli ama bir türlü istediği patlamayı yapamayan bir oyuncu olarak görünüyor. Fakat bir yandan da her an patlayacak potansiyeli içinde barındırıyor. Röportajı bu çerçeveye oturtmak ve çok umut bağlanan oyuncuların neden bazen beklenen sıçramaları yapamadığını anlamak istiyorum. Ancak bu merakı blok bir soru olarak yöneltmektense senin hikâyeni en başından itibaren dinleyelim ve bir sonuç çıkarmayı da okuyanlara bırakalım.

Futbola başlamam benim için büyük bir şans eseriydi. Futbol hayatım daha başlamadan bitebilirdi. Artvin Hopaspor'un altyapısında başladım, ardından Arhavispor'a geçtim. Ama ilk ve orta okulda çok başarılı bir öğrenciyken futbol oynamaya başladıktan sonra derslerimde aksamalar olmuştu. Bu durum da babamla aramızda ciddi sorunlara yol açıyordu. Futbol oynamamı değil, okuluma önem vermemi ve eskisi gibi başarılı bir öğrenci olmamı istiyordu babam. Beni de "Seni kulüpten alacağım" diye sık sık uyarıyordu. Bu sırada Arhavispor'la gruplara kaldık. Takım Erzincan'a gidecekti ama babam benim gitmeme izin vermiyordu. Takımın Erzincan'a gideceği gün ben çaresizce üniformamı giyip, okula gitmek için hazırlanmaya başladım. Hiç unutmuyorum, babamın elinde benim okula devamsızlık günlerimi gösteren bir dosya vardı ve bu nedenle bana karşı son derecede öfkeliydi. O sırada antrenörümüz eve geldi ve 2 saat süren bir konuşmanın ardından babamı ikna etmeyi başardı. Rica minnet Erzincan'a gittim. Şans da orada çıktı karşıma. Beşiktaş'ın izleme komitesinden Hayri Tekelioğlu oradaydı. Maçlarımızı izledi ve beni beğendi. Kimliğimi, adresimi aldı. Eve döndüğümde babam bana karşı hâlâ çok öfkeliydi. Ancak iki gün sonra eve geldiğinde Trabzonspor'dan Turgay Semercioğlu'nun arayıp beni istediğini söyledi. Annemse ona eve bir telefon geldiği ve Beşiktaş'ın beni istediği haberini verdi.

Seçimi nasıl yaptınız ve baban İstanbul'a gitmene nasıl izin verdi?

Annem "Oğlum bana daha yakın olsun" diye Trabzon'u istedi. Babamsa İstanbul'da eğitimimi de daha iyi sürdürebileceğimi düşünerek Beşiktaş'ı tercih etti. Açıkçası ben de ilk etapta Beşiktaş'ı istemiştim ve futbola böyle bir yolculukla başladım. Babamın izin verişine gelince; büyük takımların beni istemesi üzerine geleceğimi futbolla kurabileceğime ikna olmuştu.

Sen hikâyeni 14 yaşında futbola resmen başladığın dönemden başlattın ama öncesinde de topla bir ilişkin olmalı değil mi?

Olmaz mı, var elbette. Mahallede kendimden büyüklerle oynardım ve onlar da beni hep kaleye geçirirdi. Uzun süre kalecilik yaptım. Ama sonra ben de onlar gibi oynamak istedim. Büyükler beni aralarına almayınca yaşıtlarımla oynadım ben de. Büyükler futbolumu görünce bu sefer "Gel bizimle oyna" dediler. Her akşam geç saatlere kadar maç yapıyordum ve okuldaki notlarım da düşmeye başlamıştı. Babamla aram bu yüzden açıldı zaten.

Bize biraz ailenden de söz eder misin?

Üç kardeşiz biz. Benden 1 yaş büyük bir ağabeyim ve bir de kız kardeşim var. Abim benden çok daha yetenekliydi ama okumayı tercih etti. Babam da abimin yolundan yürümemi istiyor, bu nedenle futbolla bu kadar haşır-neşir olmama karşı çıkıyordu. Babam TEDAŞ'ta işçiydi ve ayrıca köyümüzün muhtarıydı. Annem ise ev hanımı.

15 yaşında Beşiktaş'ın altyapısına geliyorsun. O yaşta ailenden kopmak zor olmadı mı senin için?

İstanbul'a yalnız geldim ve Fulya'da tesislerde kaldım. İstanbul çok büyük bir şehir ve ben buraya ilk kez geliyordum. Başlangıçta çok zorlandım ama sağ olsunlar daha önce orada kalan arkadaşlarımla hocalarım bana çok yardımcı oldu ve 1-2 ay içinde bu zorluklardan kurtuldum.

Futbola başladığın dönemde idollerin var mıydı?

Hem karakter hem de futbolculuk özellikleriyle Hakan Şükür'ü çok beğeniyordum ama kendimi en çok benzettiğim oyuncu İlhan Mansız'dı. O da saha dışında çok iyi bir insan ama saha içinde çok agresif. Dediğim gibi kendimi İlhan Mansız'a benzetsem de en beğendiğim futbolcu Hakan Şükür'dü. Hakan Şükür'ün duruşu, liderliği, oyun stili bambaşkaydı bana göre. Yaşının ilerlediği dönemlerde bile sahada basmadık yer bıraktığını hatırlamıyorum. En beğendiğim özelliği de kafa toplarına çıkışıydı.

Beşiktaş'ın PAF takımındaki gelişiminden söz eder misin bize? Orada oldukça parlak günler geçirdiğini biliyoruz.

İlk sezonumda B genç takımında oynadım ve 49 gol attım. Ertesi sezon PAF takımda 26 maçta 28 gollük bir başarı elde ettim ama başka oyuncular A takıma çıkarken ben alınmadım.

Burası ilginç. A takımların ilk baktığı yerler kendi altyapılarıdır. Ancak sen o altyapının en parlak oyuncularından biri olmana rağmen yukarı çıkamadın.

O sezon takımın başına Rıza Çalımbay gelmiş ve altyapı da ona bağlanmıştı. O dönemde altyapıda büyük bir revizyona gidildi ve ben kadroda yer almadım. Altyapı sorumlumuz Sinan Vardar'la görüştüm, bana Zeytinburnuspor'a kiralık olarak gönderileceğimi söyledi. Bu transferi istemesem de fazla seçeneğim yoktu. O dönemde çok sıkıntı yaşadım. Ama sonuçta beni bugünlere getiren de Beşiktaş'tır.

Zeytinburnuspor'la başlayan kiralanma sürecin Akçaabat Sebatspor ve Altay'la devam ediyor...

Zeytinburnuspor'da yarım sezon kaldım, ikinci devrede Akçaabat Sebatspor'a gittim. Ertesi sezon bir dönem daha Akçaabat Sebatspor'da oynadım. Sezon bittiğinde Beşiktaş'a döndüm ve kampa davet edildim. Ertuğrul Sağlam dönemiydi ama bir kez daha olmadı. Beşiktaş'ta kalamadım. Sonrasında Altay'la anlaştım.

Kiralık olarak oynadığın takımlarda en verimli olduğun dönem hangisiydi?

Akçaabat'ta başarılıydım ama çok fazla oynama şansı bulamamıştım. Oradaki hocam Ekrem Al, Altay'la anlaştıktan sonra beni de oraya aldı. Başlangıçta çok forma şansı bulamasam da Feyyaz Uçar'ın göreve gelmesiyle daha fazla oynamaya ve oynadıkça da açılmaya başladım. Takım olarak bir başarı yakalayamadık ama kendi adıma çok verimli bir sezondu. 18 yaşında bir oyuncu olarak gol krallığı yarışında üçüncülüğü elde etmiştim.

15 yaşında Beşiktaş'a büyük hayallerle gelip başlangıçta altyapının yıldızı olurken sonrasında sürekli kiralanan bir oyuncuya dönüşmek seni nasıl etkiledi?

Bir yandan çok üzüldüm, hayal kırıklığına uğradım, bir yandan da hırslandım, daha iyi olabilmek için çok daha fazla çalıştım. Üzüldüm, çünkü gittiğim kulüplerde iyi oynayarak geri dönmüş ama forma şansı bulamamıştım. Mesela Altay'da sezonu 16 golle tamamlayıp Beşiktaş'a dönmüştüm. Ertuğrul Sağlam döneminde Almanya'ya kampa götürüldüm. Ama kampta iki gün kaldıktan sonra menajerimiz Sinan Engin beni yanına çağırdı. "Önemli olduğumu hissettirmek için çağırıyor" diye düşünürken, Uğur İnceman karşılığında Manisaspor'a verildiğimi söyledi. O zaman niye kampa getirildiğimi sorunca da "Altay'da başarılı olmuştun, seni ödüllendirmek için getirdik" dedi. Tabii yine elim kolum bağlı olarak Manisaspor'a gittim.

Ancak orada da umduğunu bulamadın sanırım.

Manisaspor'daki ilk sezonumda sakatlığım nedeniyle çok fazla oynama şansı bulamasam da takım Süper Lig'e yükseldi. O sezon ilk kez Süper Lig'de oynama şansı bulacaktım. Ne var ki Levent Eriş'in görevden ayrılıp yerine yeni bir hocanın gelmesi, kadroda da değişimi beraberinde getirdi. Benim bölgeme de çok sayıda oyuncu transfer edilince bu kez kiralanmayı ben istedim ve Boluspor'a gittim. Orada geçirdiğim bir sezonda 13 gol attım ancak çok başarılı olduğumu düşünmüyorum. Çünkü takımdan beklenti çok yüksekti ve biz bu beklentiye cevap veremedik.

Ertesi sezon da Mersin İdman Yurdu'nda izledik seni. Gezgin bir oyuncuya döndün adeta. Bu bir sıkıntı mıdır oyuncu için yoksa her takım yeni bir tecrübe diye düşünülebilir mi?

Aslında Boluspor'la sezonu bitirdikten sonra Manisaspor'a döndüm ve bu defa kalmak istedim. Çünkü sürekli takım değiştirmek moralimi bozmuştu. Oyuncunun imajı açısından da sürekli kiralık olarak dolaşmak iyi bir şey değil. Takımda kalabilmek için sözleşmemdeki rakamın yarısına bile razı oldum. Çünkü artık Süper Lig'de oynamak ve kendimi göstermek istiyordum. Ama yine oynama şansı bulamadım. Bunun üzerine Mersin İdman Yurdu'na gittim.

Galiba futbol kariyerinin en iyi dönemlerinden birisini Mersin İdman Yurdu'nda geçirdin. Takımın Süper Lig'e yükselirken sen de ligin en iyi oyuncusu seçilmiştin. Mersin İdman Yurdu'ndaki çıkışın sebepleri neydi? Orada nasıl bir ortam bulmuştun?

Bir kere futbolu özlemem çok önemli bir faktördü. Yaptığım işi çok seviyorum ve futbol bana göre bir eğlence. Oynamadığım zaman futbolu özlüyorum. Mersin İdman Yurdu'na gittiğimde de Nurullah Sağlam Hocam bana çok sahip çıktı. Başlangıçta "Oynamayan oyuncu alınır mı?" gibi tepkiler vardı. Hatta kulüp başkanı da bana pek sıcak bakmamıştı. Nurullah Hocanın ısrarı sayesinde imzayı atmıştım. Futbola duyduğum özlem ve Nurullah Hocanın bana sahip çıkması birleşince ben de iyi başladım. Taraftar takıma inanılmaz biçimde sahip çıktı. Takımımız da çok üst düzey bir takımdı. Mehmet Polat, Erman Özgür, Fatih Şen, Fatih Egedik, Erdal Güneş bir çırpıda aklıma gelenler... Tümü birleşince benim ekstra bir şey yapmama da gerek kalmadı. Yarım sezonda 10 gol attım ama o oyuncular arkanızda olduğu zaman size de sadece gol atmak kalıyor zaten.

Sezon bittiğinde neden Mersin İdman Yurdu'nda kalmak yerine Manisaspor'a döndün?

Şampiyon olduğumuz Boluspor maçında ben golü atıp sevinç için Nurullah Hocaya koştuğumda birbirimize sarıldık ve o 5-10 saniyelik süre içinde Hoca bana "Seneye de beraberiz" dedi. Ben de kalmayı çok istiyordum. Hatta görüşmeler sırasında onlara, "Sizden bir şey istemiyorum, yeter ki bonservisimi alın" dedim. Ancak sanırım iki kulüp anlaşamadı ve ben de Manisaspor'a dönmek zorunda kaldım. Fakat Manisaspor'da benim açımdan değişen bir şey olmuştu. Daha önce kadroya giremezken, artık kulübede oturuyordum (gülüyor). Doğrusunu söylemek gerekirse takım da gerçekten çok iyiydi. 13. hafta geride kaldığında Manisaspor dördüncü sıradaydı. Ben de devre arasında Kasımpaşa'dan gelen teklifi değerlendirdim.

Devre arasında geldiğin Kasımpaşa'da bir kez daha Süper Lig'e yükselme gururunu tattın. O sezondaki performansından söz eder misin biraz?

Gol atamadığım zaman kendimi çok rahatsız hissediyorum. Kasımpaşa'da da ilk başlarda bir maçta gol atıyor, üç maçı boş geçiyordum. Ama sonra düzenli olarak gol atmaya başladım. Metin Diyadin takımın başına geldikten sonra daha da iyi oldum. Gerçi Metin Hoca zaman zaman beni kenarda oturttu ama yine de onun döneminde takıma daha fazla katkı yapabildim. Şampiyonluğa gelince, bu çok ayrı bir mutluluk. İki sezon üst üste bu mutluluğu yaşadım. Bir de yarım sezon oynayıp da katkı yapabiliyorsanız bu da ayrı bir sevinç veriyor. Hatta arkadaşlarım benimle, "Fikstüre bakıyorsun, hangi takım şampiyon olacaksa ona gidiyorsun" diye dalga geçti. Tamam, diyelim ki o takımları ben seçiyorum ama o takımlar da beni istiyor değil mi (gülüyor)?

Manisaspor, Mersin İdman Yurdu ve Kasımpaşa ile Süper Lig'e yükselme sevincini yaşadın. Senin için en değerlisi hangisiydi?

Mersin İdman Yurdu'nda yaşadığım şampiyonluğun değeri daha farklı. Çünkü çok büyük zorluklarla bu başarıya ulaşmıştık. Maddi-manevi sıkıntılar yaşamış ama 5 puan geriden gelerek bitime bir hafta kala ligi şampiyon olarak tamamlamıştık. Bu nedenle en değerli şampiyonluk Mersin'dekiydi. En zorlusu ise Kasımpaşa ile Süper Lig'e yükselişimiz oldu. Mersin'dekine oranla daha iyi bir kadromuz vardı. Ama şanssızlıklar bir türlü yakamızı bırakmadı. Açık ara şampiyon oluruz dediğimiz dönemde sıkıntı yaşadık. Fazla maç mı oynamak istedik bilmiyorum ama son maçta bile Adanaspor karşısında uzatmalarda kazandık.

Bu süreçte sana en fazla katkı yapan teknik direktör kim?

Zaman zaman beni yedek bıraksa da Metin Diyadin. Bazen gol attığım maçların ardından bile kenarda oturdum ve çok hırslandım. Hırslandıkça da daha çok çalıştım ve daha iyi oynadım. Bir yandan da bana çok fazla güvendiğini hissettiriyordu. O güveni boşa çıkartmamak için o kadar çok çalıştım ki, 10 kilo verdim.

Birlikte oynadığın oyuncular arasında en çok etkilendiğin oyuncular kimler? Hangi takım arkadaşın için "Bu adam çok iyi oyuncu" dersin.

Şimdi futbolu bırakan Mehmet Polat... Mersin İdman Yurdu'nda takıma mükemmel abilik yapması bir yana, ömrüm boyunca böyle bir stoper görmedim. Tek kelimeyle müthişti. Daha önce başkalarından ne kadar iyi bir stoper olduğunu duymuştum, Mersin'de gözlerimle de gördüm. Bir kere çok zeki bir oyuncuydu. 80 metreye gol pası atabiliyordu. Mersin'de onun bu pasları sayesinde çok gol attık. Çalışma açısından ise Yalçın Ayhan'ın yeri çok ayrı. Ben ekstra çalışan çok oyuncu gördüm ama Yalçın abi gibisini görmedim. İdmana 2 saat önce gelir, salona girer, 45 dakika pedal çevirir. Antrenmana çıkar, en üst düzey performansı gösterir. Antrenmandan sonra yine salona girer. Çalışma konusunda Yalçın abiyi tek geçerim. Yetenek konusunda ise Erman Özgür... Harika bir sol ayağı vardı. Mersin'de bize inanılmaz katkıları oldu.

Süratli bir oyuncusun, adam eksiltebiliyorsun, iyi şut atıyorsun. Fiziğine bakıldığında bunların tümü normal. Ancak 1.67'lik boyunla sağladığın hava hâkimiyeti ve sırtı dönük oynayabilmen açıklanmaya muhtaç.

Sırtı dönük oynamak benim özelliğim. Bugüne kadar da hep böyle oynadım. Çok maç izlerim, bütün ligleri takip ederim ve izlediğim oyuncuların ne yaptığını gözlemlerim. Bir orta saha kadar mücadele edemem, koşamam ama kendi mevkiim için neler yapmam gerektiğini biliyorum. Kendimi bugünkü oyunculardan Rooney'ye benzetiyorum bu anlamda. O da kısa boylu olmasına rağmen sırtı dönük oynayabiliyor. Tevez de öyle. İkisi de çok iyi top saklayabiliyor. Galiba bu daha çok istemekle alakalı. Ben kafa topuna, "Bu topu mutlaka alacağım" diye çıkıyorum.

Tamam sen topu alacağım diye çıkıyorsun da karşında 1.90'lık stoperler var. Yani "Alacağım" demek tek başına yeterli değil gibi görünüyor.

Eğer bu konuda çalışmaktan söz ediyorsanız bunun için ekstra bir çalışma yapmadım. İyi sıçrıyorum ve zamanlamayı iyi yapıyorum. Vurmak istiyorum ve vuruyorum. Bir de kafa topuna çok büyük bir zevkle çıkıyorum. Uzun boylu rakibin üzerinden topa vurduğum zaman büyük keyif alıyorum. Basketbolda smaç yapmak gibi bir şey bu. Belki de çocukken basketbol ve voleybol oynamama da borçluyum bunu.

Bazıları seni Barcelonalı David Villa'ya bile benzetiyor. Peki, sen şöyle bir durup baktığında "Ben neden David Villa'ya yakın bir konumda değilim? Ben nerede yanlış yaptım veya yapıyorum?" diyor musun?

Herkes bunu soruyor ama ben de şunu söylüyorum, "Süper Lig'de oynama fırsatını ilk kez bu sezon elde ettim." Daha önce Beşiktaş ve Manisaspor'da bu şansı yakalayamamıştım. Başka takımlara kiralık giderken hep kendimi gösterip geri dönmeyi ve Süper Lig'de oynamayı hedeflemiştim ama olmadı. Tabii bende de kabahat var. Benim için agresif diyorlar. Doğru gerçekten. Babam gibi ben de sinirli bir adamım. Galiba Karadenizli olmaktan kaynaklanan bir durum. Saha içinde benimle alâkası olmasa da haksız bir durumla karşılaştığımda sinirleniyorum işte. Dayanamıyorum. Agresif olduğumu kabul ediyorum ama bir yandan kiralık gidip başarılı olduktan sonra geri döndüğüm zaman oynayamamak da beni agresif yapıyordu. Bir kısır döngü yani. "Agresifsin" deyip oynatmıyorlar. Ben de haksızlığa uğradığımı düşünerek agresifleşiyorum. Ama artık bıraktım agresifliği.

Nasıl oldu?

Evlendim, bir kızım oldu, sorumluluklarım arttı ve yaşım ilerledikçe de olgunlaştım herhalde. Bazı şeyleri normal karşılamaya başladım. Davranışlarımın bana zarar verdiğini anladım. Evlilik bana yüzde yüz yaradı. Eşim de çok destek oldu bana. Tabii zaman zaman yine agresif olabiliyorum ama eskisi gibi değilim.

Oynadığın takıma, Kasımpaşa'ya gelirsek... Yeni yönetimiyle farklı bir kulüp yapılanması var önümüzde. Kulübü daha profesyonel bir yapıya kavuşturmak, kurumsallaştırmak istiyorlar gibi görünüyorlar dışarıdan bakıldığında. Bir çok kulüpte top oynamış bir oyuncu olarak Kasımpaşa'nın bu yeni yapısı hakkında neler söylersin?

Kasımpaşa'nın yeni yönetimi gerçekten de çok farklı ve güçlü bir kulüp oluşturmayı hedefliyor. Bunu birkaç zengin işadamının bir araya gelip para harcaması şeklinde değerlendiremeyiz çünkü gerçekten de profesyonel bir yapılanma var. Bir kere Kasımpaşa'yı bir sene çıkıp ertesi sene düşen bir görüntüden kurtarmak, kalıcı ve başarılı bir kulüp haline getirmek istiyorlar. Yapılan transferler de bunun kanıtı. Yeni yönetim marka bir takım oluşturmak, İstanbul'daki üç büyükler tabusunu yıkmak ve yeni bir büyük takım ortaya çıkarmak amacında. Bu sezonu bir geçiş dönemi olarak değerlendirmek gerekiyor. Yeni sezonda çok daha güçlü bir Kasımpaşa göreceğimizden eminim. Biz de oyuncular olarak güçlü bir yönetime sahip olmanın avantajını yaşıyoruz. Kafamız son derece rahat. Tüm ödemelerimiz gününde yapılıyor. Ama asıl önemli yanı yöneticilerimiz "Paramız var" veya "Kulübümüz zengin " diye kibirlenen insanlar değil. Bize verdikleri manevi destek de çok önemli. Hilmi Başkanımız sürekli bizimle birlikte. Zafer Yıldırım Başkanımız olsun, Turgay Ciner Başkanımız olsun her kampımızı ziyaret ediyor, fırsat buldukça antrenmanlarımızı izliyor ve sürekli arkamızda olduklarını hissettiriyor.

Kasımpaşa taraftarıyla kişisel ilişkilerin nasıl?

Herkes benimle "Hep sana tezahürat yapıyorlar, tribünlere hep seni çağırıyorlar. Para mı veriyorsun?" diye dalga geçiyor (gülüyor). Oynamadığım dönemde bile tribünler mutlaka beni çağırıyor. Bunu Mersin'de, Bolu'da, Manisa'da da yaşadım. Belki de takım için kavga eden ruhumu seviyorlar. Geçen sezon son müsabakada 5 maç ceza aldım ama bana olan sevgileri hiç eksilmedi.

Kulübün yeni yapılanması Kasımpaşa taraftarınca başlangıçta pek benimsenmemişti? Ancak takım giderek ivme kazandı ve Avrupa kupaları biletinin peşinde koşuyor. Bu durum taraftarla ilişkileri nasıl etkiledi?

Taraftarın bir bölümünün protestosu hâlâ devam ediyor. Başlangıçta bu durum çok daha keskindi, bugün bir bölümü tribünlere gelmeye başladı ama çoğunluk tavrını hâlâ sürdürüyor. Bu kırgınlığın oyunculara karşı olmadığını biliyoruz ama tribünlere gelmemeleri Kasımpaşa takımına zarar veriyor. Biz onları arkamızda görmek, taraftarımızla bütünleşmek istiyoruz. Kasımpaşa belki bu sezon tarihinde ilk kez Avrupa kupalarına katılma hakkını elde edecek. Bu mücadelede taraftarımızın da yanımızda olması ve kendisini göstermesi çok önemli.

Şota Arveladze oyunculuğunda olduğu kadar teknik adamlığında da özel bir profil çiziyor. Özellikle basın toplantılarında verdiği mesajlar son derece zekice. Bir yandan bizi çok iyi tanıyan, bir yandan da İskoçya, Hollanda gibi köklü futbol kültürüne sahip ülkelerde top koşturmuş bir teknik adam olarak Şota'nın farklı bir teknik direktör olduğu söylenebilir mi?

Şota da Nurullah Hoca gibi sürekli pas antrenmanı yaptıran bir teknik adam. Topun sürekli bizde kalmasını istiyor. Kayserispor'da görev yaptığı dönemde de aynı mantaliteye sahipti. Doğrusu oyuncular açısından da topa sahip olarak oynamak keyif verici bir şey. Futbolculuğu döneminde çok zeki bir oyuncu olduğunu biliyoruz, o zekâsını teknik direktörlüğünde de kullanıyor. Bunu oyuna müdahalelerinde de görmek mümkün. Bir de Türkiye'de kale önünde topun fazla evelenip gevelendiğinden şikayet ediyor ve bize "İsterse auta gitsin ama topa vurun. Beş metreden vurmayacaksan nereden vuracaksın?" diyor. Bazı antrenmanların bitiminde forvetlerle birlikte sahada kalıyor ve vuruş tekniklerini bizzat gösteriyor. Benim de Uche'nin de sırtı dönük oynarken topu ayağımızda fazla tutmamamızı istemiyor. "Tek topta bırakın, gidip pozisyon alın" diyor. Ama Uche de ben de sırtı dönük topu aldığımızda arkamızdaki adamla mücadele etmeyi seviyoruz.

Oysa verip gitmek çok daha avantajlı...

Elbette öyle. Mesela Drogba gelir gelmez Akhisar maçında bunun örneklerini verdi. Türkiye'de bence bunu en iyi yapan iki oyuncu Webo ve Sow. Bizimki Türk mantalitesi, onlar altyapılarını iyi kulüplerde almışlar. Ben amatör takımlarda oynadım, gerçek altyapıyla 15 yaşından sonra tanıştım. Sadece forvet oyuncuları değil savunma oyuncuları da altyapılarda iyi eğitim almamış olmanın sıkıntılarını yaşıyor.

Diğer takımlarda hangi santrforları beğeniyorsun?

Bence en iyi santrfor Webo. Kafa topuna çıkıyor, top saklıyor, iade ediyor, her topa gidiyor. Fenerbahçe'de oynadığı dönemde Nobre'yi de çok beğeniyordum.

Millî Takım formasını ilk olarak 2004'te U18 kategorisinde giymiş ve Almanya'yı 2-1 yendiğimiz maçta Arda Turan'la birlikte gollerden birisini sen atmıştın. Sonrasında kesintilerle de olsa ay-yıldızlı formayı U21 ve A2 kategorilerinde de giydin. Bundan sonrası için Millî Takım'la ilgili nasıl beklentilerin var?

Kulüp takımlarında yaşadıklarım, Millî Takımlarda da tekrarlandı aslında. Beşiktaş'ta B genç takımında 49 gol attım ama Millî Takım'a ben değil bir başka arkadaşım gitti. Altay'da 16 gol attığım sezon ancak Mehmet Batdal sakatlandığı için son anda kadroya davet edildim. Yine de dediğiniz gibi zaman zaman Millî Takımlarda görev aldım. Orada olmak çok değişik bir duygu. O formayı giydiğiniz zaman Türk milletini temsil ediyor, göğsünüzün üzerinde ay-yıldızı taşıyorsunuz. Bu inanılmaz bir sorumluluk ve gurur. Ahmet İlhan'la konuşuyorum, A millî olmanın mutluluğunu tarif edemiyor. İnşallah bana da nasip olur.

Gelecekle ilgili nasıl planlar kuruyorsun?

Ben plan yapan değil günübirlik yaşayan bir insanım. Kasımpaşa'da iyi bir sezon geçirdiğimi düşünüyorum. Öncelikle burada daha iyi şeyler yapmak istiyorum. Her oyuncu dört büyük takımda oynamak ister ama bir kaç yıl sonra genç oyuncuların tercihleri arasına Kasımpaşa'yı da alacağına inanıyorum. Ben de böyle bir takımın parçası olmaktan, o takımın başarısına katkı sağlamaktan mutluyum. En büyük hayalim Kasımpaşa ile şampiyonluk yaşamak ve bir tabuyu yıkmak.

Futbolun dışında nasıl bir insansın? Saha içindeki agresifliğin orada da devam ediyor mu?

Yok yok (gülüyor). Şakacı ve neşeli bir insanım, takımdaki arkadaşlarım ve ağabeylerimle çok iyi ilişkilerim var. Ama yorgun olduğum zaman hiç çekilmem, çünkü o zaman konuşacak mecalim bile olmaz. Rahmeti Müslüm Gürses'i, İbrahim Tatlıses'i dinlemeyi severim ama öyle çok bunalımlı şarkılarını değil. Tulum sesine bayılırım. Telefonumda da tulum melodileri vardır. Son dönemde Selçuk Balcı favorilerimden biri. Tabii hepsinin ustası rahmetli Kazım Koyuncu'nun bendeki yeri çok farklı.

Geçmişte futboldan iyi paralar kazanan pek çok oyuncunun futbolu bıraktıktan sonra çok zor durumlara düştüğünü gördük. Günümüz oyuncuları ise bu konuda daha dikkatli davranıyor. Sen kazandığın parayı nasıl yönlendiriyorsun?

Herkes gibi kazandığım parayı doğru biçimde değerlendirmeye çalışıyorum. Çünkü futbolda hiçbir şeyin garantisi yok. Bugün oynuyorum ama yarın ne olacağını kimse bilemez ki. Musluk akarken doldurmak ve geleceği garanti altına almak lâzım.

O yüzden de bir halk arabasına biniyorsun galiba...

(Gülüyor) Bu araba eşimin, benim şu anda arabam yok. Kendi arabamı sattım, iki aydır eşimin arabasını kullanıyorum. Allah'a şükür 500 bin liralık araba alabilirim ama çok akıllı bir yatırım olduğunu düşünmüyorum. Bir de lüksü, şaşaayı seven bir adam değilim.