Bir kez dizi dönen, bir kez fibula kemiği kırılan ve ayağını kaybetme noktasına gelen genç bir adamın FIFA kokartlı yardımcı hakemlik düzeyine nasıl ulaştığının öyküsü bu… Başkalarının hatalarından dersler çıkartmasını biliyor, Fair Play olgusunun lâfta bırakılmayıp hayata geçirilmesini istiyor, hakemleri anlamak için empatiye ihtiyaç duyulduğunu söylüyor ve Türk hakemlerin yurtdışında yönettiği maçlarda nasıl saygı gördüğüne dikkat çekiyor.
Röportaj: Mazlum Uluç / TamSaha
Futbola ilginiz nasıl doğdu, geçmişte futbol oynadınız mı?
Futbola ilgim çocuk yaşlarımdan itibaren vardı. Profesyonel futbol oynamadım. Fakat mahalle arasında, okul bahçesinde dönemin ağabeyleri ve arkadaşlarımızla lig çekişmesi ve iddiasında maçlar oynanırdı. Futbol sevgim biraz da ailemden geliyor. Babam Hacettepe ve Barbarosspor'da, dayım ise Yolspor ve İstatistikspor'da oynamış. Hafta sonları Ankara'da oynanan 1. Lig maçlarının hemen hemen hiçbirini kaçırmazdık. Yani iyi bir futbol izleyicisiydim.
Hakem olmaya nasıl karar verdiniz? Sizi hakemliğe yönelten şey neydi?
1996'da halı mağazamız varken TSYD Ankara Şubesi'nden teklif talebi gelmişti. Görüşmeye ben gitmiştim. Dönemin başkanı rahmetli Erol Yaşar Türkalp'le görüşme sonunda sohbet ederken dayımla aynı mahalleden arkadaş oldukları ortaya çıktı. Konu futboldan açılınca, "Madem futbolu bu kadar seviyorsun, hakem olmak ister misin?" diye sordu. Sonrasında yönlendirdiği ilgililerle görüşerek aday hakem kursuna katıldım. Kurs ve sınavlar sonrasında 1996 yılında Ankara'da aday hakemliğe başladım.
Neden hakemlik değil de yardımcı hakemlik? Neden başrol değil de yardımcı oyunculuk?
2002-03 sezonunda C klasman yardımcı hakemliğine, 2004-05 sezonunda ise C klasmanına yükseldim. Fakat Akhisarspor'la Akseki Aromaspor arasındaki ihtilaf, tahkim kararları ve açılan davalar sonunda bölgesel takım sayısı yüzünden bir gün sonra tekrar C klasman yardımcı hakemliğe düştüm. Yaşadığım sakatlıklar ve şanssızlıklar sonucunda hakemlik adına bir hayli mesafe kaybetmiştim. Ertesi yıl tekrar yardımcı hakem kadrosunda başlayınca üst klasman yardımcı hakemlikle ilgili istek ve hedefimi paylaştım. Verilen şansları iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum. Yöneticilerimizin de takdiri ile üst klasman yardımcı hakem kadrosuna yükseldim. Ben olayı bir ekip işi olarak görüyorum. Burada asıl hedef ekip olarak başarıyı yakalamak. Bu noktada katkımın olduğunu görmek ve başarılı olduğumu bilmek bana keyif verir. Önemli olan hakem ekibinin bir parçası olmak. Yaptığım işe saygı duyuyor ve seviyorum.
Maçları eğitim gibi izlerim
Hakemliğe sizinle birlikte başlayan çok sayıda arkadaşınız vardı ama bugün pek çoğu belki başka işler yapıyor, sizse FIFA kokartı takıyorsunuz. Sizi diğerlerinden ayırıp bu noktaya getiren özellikleriniz nedir?
Alt liglerde çok tecrübe kazandığımı ve bu tecrübeleri, eleştirileri gelişimimde kullandığımı düşünüyorum. Ayrıca benden tecrübeli ağabeylerimin, arkadaşlarımın maçlarını da dikkatle izlerim. İzlediğim maçlarda, "Bir hatanın nasıl ve neden olduğunu irdeler, ne yapsaydı bu hata olmazdı, benim maçımda olursa ne yapmalıyım" diye ders çıkarmaya çalışırım. Bir nevi eğitim gibi izlerim maçı. Her maç bir tecrübe ve daha öğrenip geliştirilecek çok şey olduğunu düşünüyorum. Sonuçta tecrübe, yapılan hatalardan ders almayı gerektirir. Hayat kendi hatalarından ders alınacak kadar uzun değil. Başarıyı yakalamak için başkalarının hatalarından da dersler çıkarmamız gerekiyor. Bir de ne kadar teknik bilginiz olursa olsun sonuçta fiziksel performans gerektiren bir iş yapıyoruz. Antrenmana çok önem veriyor ve düzenli yapıyorum. Kondisyon olarak iyi durumda olduğumu bilmek beni motivasyon ve özgüven olarak olumlu etkiliyor.
Hakemlikte idolleriniz var mı?
Ankara'da olmam sebebiyle üst düzey maçlarda görev alan ağabeylerimle hem antrenmanlara katılma, hem de amatörde bile olsa beraber maçlara çıkma şansım oldu. Beğeni ile takip edip örnek aldığım birçok isim var. Gürhan Güneykaya, Cengiz Akyüz, Sürhat Müniroğlu, Aykut Gümülü, hakemliğe geçse de Koray Gençerler şu an hemen aklıma gelen isimler. Şu anki kadrodan Baki Tuncay Akkın, Adil Sinem, Bülent Gökçü ve Selçuk Kaya ile beraber hakemlik yapıyor olmak da ayrı bir mutluluk ve gurur benim için.
Ustanız sayılan hakemlerle birlikte yaşadığınız bir hatıra var mı?
2006'da Adil ağabeyin ve 2007'de Baki ağabeyin imzalayarak verdikleri kokartlar benim için çok değerli hatıralar. Baki ağabey ile Rizespor-Fenerbahçe maçına çıkmıştım. Mesleğin duayeniyle aynı ekipte yer almak benim için büyük bir heyecandı. Maç öncesi, sırası ve sonrası yaptığım hazırlıkları, tutum ve davranışları takip eden Baki ağabey, "Aferin, seni çok beğendim. İyi bir yardımcı hakem olacaksın" dedi ve o sezon kullandığı FIFA kokartını imzalayıp bana verdi. Bir de yine büyük beğeniyle izlediğim yardımcı hakemlerden Gürhan Güneykaya ile benim aday hakem olduğum dönemde bir maça çıkmıştık. Kendisi son derece disiplinli ve çalışkan bir hakemdi. Mükemmel bir memorandum dosyası hazırlamıştı. O dosyaya hayranlıkla baktığımı görünce, "İstersen sana verebilirim" demişti. Sevinçle kabul ettim elbette. Ertesi hafta dosyanın bir kopyası getirip bana verdi. Düşünün, o dönemde ben aday hakemdim.
İyi bir yardımcı hakemin en ayırt edici özellikleri neler?
Ekip başarısına önem veren, konsantrasyonunu maç başından sonuna kadar koruyan ve hakemin ihtiyacı olduğunda gerekli yardımı iletişim içinde yapabilen yardımcı hakem bence başarılıdır. İşbirliği sadece taç, aut, korner değildir. Hakemin arkasında ya da göremeyeceği açıda meydana gelen bazı özel durumlarda onu uyarabilmektir. Yapılan yardım ve işbirliği, yeri geldiğinde ekibi ve maçı kurtarabilmeli.
Yardımcı hakemin hakemle diyaloğu, başarısındaki önemli faktörlerden birisi. Bazı yardımcı hakemler, hakemin kimliğine göre yardımda bulunduğunu söylüyor. Sizce de yardımcı hakem, hakemin maç yönetme biçimine göre mi tavır almalı?
Sonuçta bizlerin standart olarak yapması gereken görev ve yetkiler, kural kitapları ile talimatlarda belirtiliyor. Hangi pozisyonda ne şekilde karar vermemiz, yardımda bulunmamız gerektiği belli. Ancak ekip bütünlüğü ve başarısı için hakemin stilini bilmek, ters düşmemek adına onun yönetim tarzını göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Ayağımı kaybedecektim
Kariyeriniz boyunca önemli zorluklarla karşılaştığınızı biliyoruz. Dizinizin dönmesi, ayağınızın kırılması gibi. Bu olaylardan biraz söz eder misiniz?
23 Aralık 2000 tarihinde 19 Mayıs 2 No'lu sahada oynanan 1. Küme maçının son dakikasında dizim döndü. O sezonu kapatmıştım. Ertesi yıl ise sezona başladıktan üç ay sonra futbol oynarken sol ayağım fibula kemiğinden kırıldı ve bir hastanenin acil servisinde alçıya alındı. Devam eden gün çok acı çekiyordum. Ağrılar dayanılmaz hale gelmişti. Tekrar başka bir hastaneye gittik. Alçı tam kırık parçaların üzerinde bitirilmiş, yani yanlış alçıya alınmış. Alçı açıldığında gözlerime inanamamıştım. Sol bacağım diz altından itibaren siyaha yakın mordu. Ayağım tekrar kalçaya kadar alçıya alındı. Doktorun ifadesiyle hastaneye iki gün geç gitseymişim ayağımı kaybedebilirmişim.
Sonrasında nasıl ayakta kaldınız? Sizi devam etmeye yönelten motivasyon neydi?
Öncelikle ailem, özellikle babam çok destek oldu. Beraber antrenmanlara giderdik. Beni götürür, bıkmadan bekler, kronometre tutar ve koştururdu. Dönemin İl Hakem Kurulu Başkan ve yöneticileri de çok destek oldu. Devam edip dönmem durumunda gelecekte başarılı olacağım konusundaki inançlarını sürekli dile getirdiler. Başlarda çok zorlanıyordum. 2 bin 600'lük testleri zorlukla bitiriyordum. Hiçbir zaman yılmadım, devamlı çalıştım. Allah'a çok şükür ki önce sağlığıma, sonrada hedeflerime ulaşmayı nasip etti.
Süper Lig'de çıktığınız ilk maçı hatırlıyor musunuz? O maçla ilgili bir anınız var mı?
26 Ağustos 2006'da 19 Mayıs Stadı'nda oynanan Gençlerbirliği-Ankaraspor müsabakasıydı. Maçın hakemi Bünyamin Gezer'di. Gençlerbirliği 2-1 kazanmıştı. Maç öncesi heyecanlıydım. Gözlemcimiz Yahya Diker hocamızın yanaklarımı okşayarak başarı dilemesi ve "Hayırlı olsun" demesi beni çok rahatlatmıştı.
Avrupa'da saygı görüyoruz
Yurtdışında çıktığınız maçlarla Türkiye'deki maçların atmosferi açısından nasıl farklar gözlemliyorsunuz?
Gözlemlediğim en belirgin fark, öncelikle futbolun, sahadaki oyunun önemli parçalarından olarak görülen hakem ekibine saygı duyulması. Yapılan hataları günlerce tartışılacak boyutlara ulaştırmıyorlar, futbolun içindeki doğal sonuçlar olarak algılıyorlar. Everton-Bate Borisov maçından önce ısınmaya çıktığımızda taraftarların bizden imza istemesinden ve sevgi gösterilerinden çok etkilenmiştim.
Peki, çizgide, tribünlerin hemen önünde maç yönetmek sizi nasıl etkiliyor? Kenardan gelen tepkilerden arınmak için nasıl bir yöntem uyguluyorsunuz?
Bu yöntemle değil de tecrübeyle ilintili bir durum. Zamanla kenardan gelen sesleri ve detayları duymuyorsunuz. Atmosferi yüksek maçlarda pozisyonlara konsantre olmak, seyircisiz maçlardan daha kolay bence.
TV'lerdeki eleştiriler sizi nasıl etkiliyor? Bu programlarda yardımcı hakem hataları daha da fazla konuşuluyor.
TV'deki spor programlarını mümkün olduğunca izlerim. Sonuçta orada takımların teknik analizleri de yapılıyor. Bu analizler maç planlarında ipucu olabiliyor. Hakem eleştirilerinde gelişimim açısından dikkate almam gereken bir konu varsa onu almaya çalışırım. Yardımcı hakemin kritik ofsayt bayrağı kaldırdığı ya da devam ettirdiği pozisyonlarda sanal bir çizgi çekiliyor. Yorumlar da çizgiyle sabitlenmiş kararlar üzerine yapıldığı için keskin ifadelerle fazla konuşuluyor. Yalnız çizgi, bazen top ayağa yapışıkken, bazen de ayrılınca çekiliyor. İşte buradaki o ufacık zaman farkında büyük karar farklılıkları olabiliyor. Yorumlarda buna da biraz dikkat edilmeli.
Hepimiz ofsayt kararlarının çok kritik olduğunu biliyoruz. Peki, bu kararda hatayı asgariye indirebilmenin bir püf noktası var mı?
Püf noktası değil de olmazsa olmazı var; sondan ikinci savunma oyuncu ile aynı hizada olmak. Mümkün olduğunca oyunu yan koşularla takip etmek ve konsantrasyonu yitirmemek.
Hakemlerin eğitimi için UEFA'dan Uilenberg geliyor. Şimdi yardımcı hakemler için de Sharp var. Ondan neler öğrendiğinizi düşünüyorsunuz?
Aldığımız temel eğitimlere ilâve olarak saha uygulamaları, pozisyon alma gibi konularda katkı sağlıyor. Son seminerde işlediği kavga ve kargaşa takibi ile ilgili demonstrasyon çok faydalıydı.
O çalışmayı biraz açar mısınız?
Öncelikle hepimiz ikişerli gruplara ayrıldık. Aynı olaya iki farklı açıdan bakan hakem gruplarının olayları algılayış biçimlerini gözlemledik. Bir kargaşa olduğunda her iki taraftaki yardımcı hakemlerin olaya ne kadar yaklaşacağını, hakemle birlikte nasıl bir üçgen oluşturulması gerektiğini sahada uygulayarak öğrendik. Sharp'ın bu tip pozisyonlar için bize yaptığı önemli bir uyarı da "O kargaşada sürekli yüzlere bakarsanız aradan bir simayı kaçırabilirsiniz. Oyuncuların şortlarına da bakın ve numaraları hafızanıza kaydedin" şeklindeydi. Aslında teorik olarak bildiklerimizi sahada uygulayarak daha akılda kalıcı olmasını sağladığını söyleyebilirim.
Kariyeriniz boyunca unutamadığınız maçlar var mı?
Yurtiçinde Halis Özkahya ile gittiğimiz 2007-08 sezonunda 33. haftada oynanan 3-5'lik Sivasspor-Galatasaray maçı. Şampiyonun büyük ölçüde belirleneceği, önemi ve atmosferi açısından müthiş bir maçtı. Ekip olarak başarılıydık. Benim adıma da kritik kararlarda katkım bulunan güzel bir müsabaka olmuştu. Yurtdışında ise Selçuk ağabeyle gittiğimiz 2-3'lük Cluj-Sparta Prag UEFA Avrupa Ligi maçı var. Cluj 9 kişi kaldığı maçta 90+1'de 2-2'yi yakalamış, 90+5'te skor 2-3 olmuştu.
Empati bekliyoruz
Bazen işler kötü gider ve insan yaptığı işten pişmanlık duyar. Sizin açınızdan da "Bırakıp gitsem" dediğiniz bir maç oldu mu?
Her hakemin kötü yönettiği maçı olmuştur. Benim de oldu ama hiçbir zaman "Bırakıp gitsem" diye düşünmedim. Buralara gelebilmek için o kadar çok emek verdim ki… Bana ve bize düşen bırakıp gitmek değil. Başarmak için daha çok çalışmak. Ancak bazı maçlardan sonraki yorumları izlerken, "Nasıl bir iş yapıyorum?" diye de düşünmüyor değilim. İnsanlara "Empati nedir?" diye sorsanız, yüzde 90'ı açık bir şekilde tanımlar, ancak yüzde kaçı bunu hayatında uygulayabiliyor? Ya da saha içindeki oyuncuların yüzde kaçı empati yapabiliyor? Kendini yere bırakıp hakemi ve rakiplerini aldatarak haksız kazanç elde eden futbolcu ertesi hafta ilk on birde sahaya çıkıyor ama ne yazık ki o yanılgıya düşen hakem, o futbolcunun oynadığı maçları 4-5 hafta televizyondan izlemek zorunda kalıyor. Hakemi aldatan oyuncu, maçtan sonra mikrofonlara çıkıp, "Evet, o pozisyonda topu elimle almıştım" diyebiliyor. Bunu da sanki büyük bir dürüstlükmüş gibi sunuyor. Eğer içinde Fair Play duygusu varsa o oyuncu maç içinde o hareketi ya hiç yapmayacak ya da bir refleks sonucu yapmışsa da hakeme, "Bu penaltı değil, ben kendimi bıraktım" diyebilecek.
İş hayatınızla hakemliği bir arada götürmek zor olmuyor mu?
Eskiden antrenman zorunlu iken daha zordu. Şimdi bireysel antrenman yaptığımız için nispeten daha rahat. Hakemlikten dolayı düzenli ve disiplinli bir hayat yaşıyorsunuz ve bu da işinize yansıyor. Spor yapmanız da ayrıca yaşam ve iş kalitenizi arttıran diğer bir unsur.
Hobileriniz var mı?
Ankara dışında ufak bir bahçemiz var. Fırsat oldukça ailemle oraya gidip toprakla uğraşmak, teknoloji ve gürültüden uzakta zaman geçirmek hoşuma gidiyor. Tiyatro ve sinemaya gidiyorum. Oğlumla basketbol oynamak, yüzmek, arkadaşlarımla playstation oynamak boş zamanlardaki keyif anları.
Oğullarınız maçlarınızı izliyor mu?
Bugüne kadar bir maçıma geldiler. Ankaragücü ile Gençlerbirliği arasında oynanan TSYD Kupası maçıydı. Seremonideyken büyük oğlum "Bakın o benim babam" diye bağırmaya başladı. Tabii benim de kendisini görmemi ve bir işaret vermemi istiyor. Ancak seremonide olduğumuz için fazla da kıpırdayamıyorum. Israrla "Baba" diye bağırmaya devam edince bayrağımı hafifçe salladım ve durumu kurtardım. Çocuklarımdan söz etmişken, ilk oğlum doğduğunda C yardımcı, ikinci oğlum doğduğunda ise Süper Lig yardımcı hakemliğine yükselmiştim. Hani derler ya; "Çocuk kısmeti ile gelir." Onların hayatımda ve kariyerimde dönüm noktalarındaki uğurlarına inanıyorum.