TR
EN
Uğur İnceman: "Güven varsa başarı da var" 1.06.2011
Uğur İnceman: "Güven varsa başarı da var"
Alman ekolünden yetişmiş birçok gurbetçi futbolcu gibi yıllardır ülkemizde görev yapıyor. İlk sezonunda şampiyonlukla taçlanan bir Beşiktaş deneyiminden sonra biten sezonu Medical Park Antalyaspor için ter dökerek geçirdi. Yeni takımında lider oyuncu kimliğini bir kez daha bulan gurbetçi, son yıllarda Türkiye'de yaşadıklarını ve Türk futbolunun sorunlarını Almanya'da yetişmiş bir oyuncu gözüyle bizlerle paylaştı.

Röportaj: Aydın Güvenir

Beşiktaş'tan Antalyaspor'a geldikten sonra takımın değişmez oyuncularından biri oldun. Bu istikrarı yakalamandaki etkenler nelerdi?

Benim gibi büyük takımdan Anadolu takımına gelip de istikrar yakalayan oyuncuların örneği çok. Ancak bazen olumsuz örneklere de rastlayabiliyoruz. Ben kendimi bu konuda şanslı hissediyorum, çünkü bana güvenen bir teknik adamla çalışıyorum. Mehmet Özdilek'in bana verdiği güven çok önemli. Beşiktaş'ta bu istikrarı yakalayamamamın önemli nedenlerinden birisi, bu güveni hissedemememdi. Ama buradaki ortam tam tersi. Mehmet Hocayla gayet uyumlu bir şekilde çalışıyoruz.

Yani kötü oynadığında bile burada kendini Beşiktaş'a göre daha mı rahat hissediyorsun?

Beşiktaş'ta kadro geniş olduğu ve çok büyük bir transfer olarak kulübe gelmediğiniz zaman çok fazla krediniz olmuyor maalesef. Krediniz çok çabuk tükenebiliyor. Burada mesela 3 maç kötü oynama krediniz varsa, orada sadece 1 maç vardır. Ama burada da sonuçta iyi oynamazsanız, hocanız oynatmaz sizi.

Antalyaspor'un sezonun ilk yarısındaki başarılı grafiğini ikinci yarıda sürdürememesinin gerekçeleri neydi?

Bu konuları kendi aramızda sık sık konuştuk. Aslında sezona çok iyi başlayamamıştık. Ancak ilk yarının ortalarından itibaren hızlı bir yükselişe geçtik ve çok başarılı sonuçlar aldık. Fakat daha sonra iyi yaptığımız şeylerden vazgeçmeye başladık. Bireysel oyun ön plana çıkmaya başladı. Herkes kendisini daha çok göstermek istedi. Bu bizim için çok olumsuz bir tablo oluşturdu. Takım olgusunu kaybettik. Düşüşün nedeni de buydu bana göre. İkinci yarının başında biraz da fikstür dezavantajımız vardı. Her şeye rağmen yenildiğimiz maçlarda çok da kötü oynamadığımızı düşünüyorum.

Schuster'in oyun planında yoktum

Sezon başında Beşiktaş'la kontratın devam etmesine rağmen sözleşmeni karşılıklı olarak feshettin. Ayrılma talebi kulüpten mi geldi, senden mi?

2009-10 sezonu tamamlanmadan 6-7 hafta önce Beşiktaş'la sözleşmemi uzatmıştım aslında. O zaman takımın başında Mustafa Hoca vardı ve oyuncuların hepsiyle sözleşme yenilenmesini istemişti. Ancak Mustafa Hoca sürpriz biçimde ayrıldı ve yerine Schuster geldi. Kamp dönemi başladığında Schuster'in beni takımda düşünmediğini anladım. Bir oyuncu her gün bulunduğu kamp ortamında hocadan bazı şeyleri görünce takımda istenmediğini hisseder. Sezon başında sadece bir maçta şans bulmuştum. O da UEFA Avrupa Ligi'nde Vikingur'a karşı oynadığımız ve turu garantilediğimiz bir formalite maçıydı. Schuster orta sahada rotasyon uygulamasına rağmen bana hiç şans vermiyordu. Daha sonra kadroya da almamaya başladı. Bu durum beni hiç mutlu etmiyordu elbette. Benim de sabretmeye tahammülüm yoktu açıkçası. Çünkü 30 yaşındaydım ve oynamam gerektiğini düşünüyordum. Bu nedenle kulübe ayrılmak istediğimi söyledim. Tabii hangi takıma gideceğim de önemliydi, çünkü sözleşmem sürüyor ve beni alacak takımın bonservis bedeli ödemesi gerekiyordu. Bir başka sıkıntı da çoğu kulübün kulüplerin sezon başı planlamasını yapmış olmasıydı. Ancak Mehmet Özdilek beni istediğini söyledi ve Antalyaspor'a transferimin gerçekleşmesini sağladı.

Beşiktaş'ta iki sezon forma giydin. Başlangıçta seni düzenli olarak ilk 11'de görüyorduk. Ama daha sonra bir rotasyon oyuncusu oldun. Bunun sebepleri nelerdi sana göre?

Dediğiniz gibi Beşiktaş'taki kariyerim çok güzel başlamıştı. Ertuğrul Hocanın isteği doğrultusunda takıma gelmiştim ve sürekli oynuyordum. Daha sonra Metalist Kharkiv'e 4-1 yenildik ve Avrupa'dan elendik. O maçtan bir hafta sonra da Ertuğrul Hoca istifa etti. Yerine gelen Mustafa Denizli orta sahada farklı oyuncuları oynatmaya başladı. Devre arası Fabian Ernst transfer edildi. O süreç benim için biraz kötü geçti istikrar anlamında. Devamlı kadrodaydım ama bazen yedek başlıyordum, bazen ilk 11'de başlayıp oyundan alınıyordum. Bu durum da beni mutlu etmiyordu. Çünkü insan hep oynamak istiyor. Ben de kendimi oynayabilecek kapasitede görüyordum. Tekrar takımda düzenli oynayabilmek için, "Nerelerde hatam var?" diye bakarak daha çok çalışmaya başladım. Tabii ki Mustafa Hocanın da kararına saygı duyuyorum, o ayrı. Ama durum böyle olunca insan mutsuz oluyor doğal olarak. Her şeye rağmen, Beşiktaş'taki ilk sezonumda lig şampiyonluğu kupasını kaldırmayı başardım. Bunda benim de katkım vardır diye düşünüyorum. Ne olursa olsun Beşiktaş'ta yaşadıklarım benim için güzel bir tecrübe oldu. Ve bundan sonraki kariyerimde de bana mutlaka katkı sağlayacağını düşünüyorum.

Manisaspor'daki 2. Lig yıllarını saymazsak Süper Lig'deki 6. sezonunu tamamladın. Geride bıraktığımız sezon 3 gol attın, 3'ü de Bursaspor'a. 2009-10 sezonunda da Beşiktaş formasıyla tek golünü yine Bursaspor'a atmıştın. Üstelik bu dönemde Bursaspor'un teknik direktörü, seni Beşiktaş'a aldıran Ertuğrul Sağlam'dı. Bu ironik durum hakkında ne düşünüyorsun?

Manisaspor'da oynarken, Ertuğrul Hocanın çalıştırdığı Beşiktaş'a da gol atmıştım. Hep Ertuğrul Hocaya karşı oynasam her maçta golüm olacak belki de (gülüyor). Son attığım gollerin hepsinin Bursaspor'a olması belki bir tesadüftür, belki de değildir. Beşiktaş formasıyla da Bursa'ya attığım gol siyah-beyazlı ekipteki son golümdü. Bu gerçekten çok enteresan bir durum.

Oynadığın bölgeye göre sezon içerisinde daha fazla gol atman gerektiğini düşünüyor musun? Mesela 2. Lig'de Manisaspor'da oynarken 5 gol attığın bir sezon var. Ancak Süper Lig'de 6 sezonda 11 gol atmışsın.

Pozisyonum gereği oyunun iki yönünde de bulunuyorum. Sadece hücumda yer almıyorum, aynı zamanda arka bölgeye de yardım edip, takımın defansif işlerini de üstleniyorum. Zaman zaman gol bölgelerinde topla buluştuğumda bu fırsatı iyi değerlendirdiğim zaman gol atıyorum ama çok fazla pozisyona giren bir oyuncu değilim aslında. Geçmişe bakarsak, benim önümde hep başkalarının oynadığını, yani orta sahada daha çok defansif görevlerde bulunduğumu görebilirsiniz. Önümde genelde hücuma dönük bir orta saha oyuncusu olurdu. Bu yüzden ben de daha çok defansif yükünü çekerdim orta sahanın. Ancak Antalyaspor'da eski takımlarıma oranla biraz daha ön tarafta oynadığım için daha çok pozisyona girdim. Fırsatları değerlendirseydim daha çok golüm olabilirdi. Gol sayım biraz da oynadığım bölgeyle alâkalı.

En iyi partnerim Delgado'ydu

Peki orta saha partnerleri arasında kiminle daha başarılı olduğunu düşünüyorsun? Hücuma dönük partnerle mi daha çok anlaşıyorsun yoksa defansif gücü yüksek orta saha oyuncuları mı senin oyununu daha olumlu etkiliyor?

Bu tarz konular aslında oyun zekâsıyla ilgili. Çünkü bir orta saha oyuncusunun fiziki gücünün çok yüksek olması önemli değil bence. Oyun zekâsı bakımından anlaşabildiğim oyuncularla oynamayı daha çok seviyorum o yüzden. Mesela pas alışverişleri sırasında ben partnerime pas atmadan bunu anlaması ya da atacağım pasa göre duruşunu alması benim de işimi çok kolaylaştırıyor. Bu konuda kariyerimde en iyi anlaştığım oyuncu Beşiktaş'ta oynarken Matias Delgado'ydu. Delgado, oyun zekâsı ve tekniği çok yüksek bir oyuncuydu. Birbirimizi tamamlıyorduk. Bana göre futbolda oyuna bakış açısı çok önemlidir ve bu bakış açısı oyuncular arasında da farklılık gösterebilir. Ama bu bakımdan birbiriyle uyuşan oyuncular bir arada olduğunda ortaya daha iyi bir anlaşma çıkar. Benim de Delgado ile aramdaki durum buna benzerdi.

Tek ön liberolu sistemde ya da birden fazla defansif orta saha ile birlikte oynamak fark ediyor mu senin için?

Maçtan maça değişiyor bu durum, çünkü her rakip aynı değil. Maçın taktiği rakibe göre değişebiliyor. Kapanan takımlara karşı tek ön libero ile oynamak daha mantıklı oluyor. Ancak siz takım olarak savunmaya çekildiğiniz zaman tabii ki daha çok pres yapan ve savaşan partnerlerle birlikte oynamak işinizi kolaylaştırıyor.

Mustafa Hoca diyalog kurmayı çok iyi bilir

Almanya'da oynarken seni Manisaspor'a getiren Mustafa Denizli'ydi. Tek Süper Lig şampiyonluğunu da yine Mustafa Hoca ile birlikte kazandın. Bize Mustafa Denizli'nin diğer hocalardan farkını anlatır mısın?

Mustafa Hoca kariyeri ve yaşadıklarından dolayı çok tecrübeli bir teknik adam. Basınla, oyuncusuyla, diğer kişilerle ilişkisini nasıl kuracağını çok iyi bilir. Bana göre Mustafa Hocanın başarısının en önemli sebeplerinden biri de bu. Bunun dışında kimsenin beklemediği bir anda hem kendi oyuncularını hem de rakibi şaşırtan değişik hamleler yapardı. Ayrıca her idmana mutlaka güleryüzle gelirdi ve bazen bize espriler yapardı. Bu da bizi motive eder ve ortamda gergin bir hava varsa yumuşamasına neden olurdu. Onunla çalıştığım, ondan bir şeyler öğrendiğim için çok mutluyum. Çünkü Türkiye'de üst düzey teknik adamlardan söz edildiğinde bir tanesi de tabii ki Mustafa Denizli'dir. Ayrıca Türkiye'de bundan önce kimsenin yapamadığı, bundan sonra da bana göre yapılamayacak bir şey başardı üç farklı takımı şampiyon yapmakla. Bu da onu farklı kılıyor zaten.

Mustafa Denizli, Ersun Yanal, Ertuğrul Sağlam, Mehmet Özdilek gibi Türkiye'nin önemli teknik adamlarıyla çalışma fırsatı buldun. Bugünkü teknik direktörün Mehmet Özdilek'i de bir kenara ayırırsak Ersun Yanal ve Ertuğrul Sağlam hangi yönleriyle sende iz bıraktı?

Ersun Hoca bizi antrenmanlarda çok iyi çalıştırırdı. Hatta bazen aşırı çalıştırır, adeta öldürürdü (gülüyor). Onun antrenmanlarında resmen kusana kadar koşardık. Ama maçlarda faydasını da çok görürdük bu ağır idmanların. O kadar kondisyonlu olurduk ki, rakibe üç kişiyle pres yapardık. Ertuğrul Hocayla ise çok uzun bir çalışma dönemim olamadı maalesef. Ama kısa sürede görebildiğim kadarıyla hep koruduğu sakinliği ve maç toplantılarında takıma güven veren konuşmalarıyla iz bıraktı bende. Ayrıca da çok centilmen bir insan. Bunun dışında Ertuğrul Hocanın da idmanları Ersun Hoca kadar olmasa da tempolu geçerdi.

Yine Türkiye'yi seçerdim

Zamanında Alman Millî Takımı'nda oynamayı reddedip ay-yıldızlı forma için oynamayı seçen futbolculardan birisin. Ancak A Millî Takım'da sadece 1 hazırlık maçında forma giyebildin. Geriye baktığında, "Almanya'yı seçmiş olsam şu an kariyerim daha yüksekte olurdu" diyor musun?

Eğer Alman Millî Takımı'nı seçmiş olsaydım, bir Türk takımında oynamam düşük bir ihtimal olurdu. Bu bir gerçek. Çünkü eğer Almanya için oynamayı kabul etseydim, o dönemde U18 Dünya Şampiyonası'na gidecektim. O zaman U18 takımının başında Uli Stielike vardı ve beni takımında görmeyi çok istiyordu. O şampiyonaya gitseydim belki de kariyerim bundan çok daha farklı olabilirdi. Ama eğer geçmişe dönme şansım olsaydı duygusal anlamda yine Türkiye'yi seçerdim. Mantığım ön plana çıksaydı Almanya'yı seçebilirdim. Çünkü futbol eğitimini orada alıyorsunuz, arkadaşlarınızın hepsi orada. Genç yaşta bu gibi faktörler etkili olabiliyor bir oyuncu için. Fakat şunu da söylemeliyim; Almanya U18 Millî Takımı'nın teklifini değerlendirmeden önce takım kampına girdiğimde ortama ısınamadım. Orada soğuk bir hava vardı. Almanlar buz gibi adamlar derler ya, hakikaten öyledir. Türkiye'yi seçip U18 Millî Takımı'ndaki ortamı gördüğümde ise çok mutlu oldum. Çünkü buradaki arkadaşlık daha samimi ve ortam da çok daha sıcak.

Senin gibi Almanya'da yetişen Türk oyuncuların millî takım tercihleri ile ilgili neler düşünüyorsun peki?

Öncelikle söylemek istediğim şey, oradaki Türk oyuncular kesinlikle çok erken keşfedilmeli. Çünkü ben Almanya'yı reddettiğim zaman Türkiye'den önce Almanlar teklifte bulunmuştu bana. Tekliflerini kabul etsem beni U18 Dünya Şampiyonası'na götüreceklerdi az önce de dediğim gibi. Ama daha sonra Türkiye'den teklif gelince ay-yıldızlı formayı seçtim. Ancak keşfetme ve takıma kazandırma daha önce olmalı bana göre. Çünkü Almanya'da doğuyorsunuz, büyüyorsunuz ve orada bir yerlere geliyorsunuz. Ama buna rağmen Türkiye'den kimse sizi aramayabiliyor bazen. En azından benim dönemimde öyleydi. O zaman da doğal olarak Almanya'yı tercih etmek durumunda kalıyorsunuz. Ama Almanlar çok genç yaştan itibaren sizi izliyor, yeteneğinizi görüyor ve teklifte bulunuyor. Olaya duygusal yönden bakmazsanız Almanya'yı seçiyorsunuz. Ama duygusal bakımdan düşünenler kararını Türkiye'den yana veriyor. Kısacası oyuncuların tercihlerini Türkiye'den yana kullanmasını sağlamak için kesinlikle Almanlardan önce davranılmalı.

Almanya'nın dolu tribünlerini özlüyorum

Almanya ve Türkiye'nin taraftar kültürleri oldukça farklı. İki tarafı da yaşamış bir oyuncu olarak bu konuda neler söylersin, ortam bakımından St. Pauli günlerini özlüyor musun?

Futbol bana göre bir şovdur. Futbolcular sahneye çıkar ve kendilerini izleyen bir seyirci topluluğunun olmasını ister. Almanya bu konuda gerçekten çok iyi. Türkiye ise çok geri bir durumda maalesef. 100-200 kişinin önünde oynadığımız Süper Lig maçları bile olabiliyor. Almanya 3. Ligi'nde bile seyirci sayısı bundan fazladır emin olun. Olaya bu açıdan bakarsak tabii ki özlüyorum dolu tribünler önünde oynamayı ve Almanya günlerini. Burada herkes yeri gelince teknik direktör gibi davranmaya kalkıyor ama iş desteğe geldiği zaman kimse tam anlamıyla o desteği vermiyor. Mesela Antalyaspor olarak da bu konuda sıkıntı çekiyoruz. Antalya'da oynarken kendi evimizde miyiz, deplasmanda mıyız bazen anlayamıyoruz bile. Tribünler o kadar boş oluyor ki, sahaya çıkmadan kendi aramızdaki konuşmalarla birbirimizi motive etmeye çalışıyoruz. Ama taraftar olsa buna gerek kalmıyor. Zaten onların desteğiyle kendiliğinizden maça hazır hale geliyorsunuz. Mesela İnönü'de ısınmanıza bile gerek yoktur, direkt sahaya çıkabilirsiniz. Bu arada St. Pauli demişken, St. Pauli'nin çok ayrı bir kulüp olduğunu belirtmek lâzım. Orada çok büyük paralara oynayan futbolcular yoktur, kulüp ve taraftarlar da zaten izin vermez böyle bir şeye. Taraftarların ise takıma çok büyük bir aşkı vardır. Mesela kaybettiğimiz bir maçtan sonra stadyumdan çıkarken bizi kapıda beklerler, bağırlarına basarlar, "Kaybetmeniz hiç sorun değil, yeter ki savaşın, biz sadece bunu görmek istiyoruz" derlerdi. Galip gelmişiz ya da yenilmişiz, umurlarında değildi. "Yeter ki St. Pauli ruhunuzu, yani savaşçı ruhunuzu kaybetmeyin" derlerdi bizlere. Bu Türkiye'de hayatta olmayacak bir şey maalesef. Burada herkes sonuca endeksli. Ama buradaki tüm tepkilere rağmen, biz de Almanya'da olduğu gibi dolu stadyumlarda oynamak istiyoruz. Bundesliga maçlarını izlerken dolu tribünleri görünce kıskanıyorum açıkçası. Baskı da olsa razıyız, yeter ki tribünler dolu olsun. Mesela stat doluyken bir hata yaptığınız zaman tepkiler gelince daha çok konsantre olup bir daha aynı hatayı yapmamaya daha çok dikkat ediyorsunuz. O yüzden taraftarın baskısı beni teşvik ediyor diyebilirim.

Türkiye ve Almanya'nın altyapısındaki farklılıklar ne sana göre?

Almanya'nın en büyüklerinden kabul edilen Bayern Münih bile çoğu zaman altyapıdan oyuncu çıkarıyor. Şu anda da ilk 11'de oynayan 4-5 altyapı oyuncusu var takımda. Türkiye'de buna daha çok dikkat edilmeli bana göre. Galatasaray ve Beşiktaş bu konuda başarılıydı bir dönem. Ama böyle takımların daha çok olması lâzım. Barcelona'ya bakıyorsunuz, o kadar başarının yanında neredeyse tüm takımın altyapıdan yetişme olduğunu görüyorsunuz. Bu da altyapıya daha çok yoğunlaşmak, oraya daha elit teknik adamlar koymak, gençleri altyapıdan daha iyi eğitmekle sağlanabilir. Türkiye'de bir oyuncu futbola 10-11 yaşlarında başlıyor genelde. Ben Almanya'da futbola başladığımda 4 yaşındaydım. Aradaki 6 senelik fark çok önemli gerçekten. Burada futbola geç başlanınca her şey bir araya sıkıştırılmaya çalışılıyor. Mesela bir oyuncu PAF takımından A takıma çıktığında, "Bize orada herhangi bir taktik çalışması yaptırmadılar. Saha içinde nerede duracağımı bilmiyorum, sadece koşuyoruz" diyor. Yani 18 yaşındasınız ama futbol hakkında fazla bir şey görmemiş oluyorsunuz. Türkiye'de bu düzenin değişmesi lâzım.

Hemen hemen röportaj yaptığımız her oyuncuya sorduğumuz soruyu sana da yöneltelim, kendi bölgende oynayan en beğendiğin oyuncular kimler?

Hangi bölgenin oyuncusu olursanız olun, Zidane'ın oynadığı dönemde herkes onun hayranıydı. Ben de onlardan biriydim. Ama Avrupa'daki oyuncuların özelliklerine baktığınızda her futbolcudan bir şeyler kapabiliyorsunuz. Benden küçük yaştaki oyunculardan bile alabileceğim çok şeyler var. İsim söylemek istemiyorum, çünkü beğendiğim birçok oyuncu vardır. Ama mutlaka bir isim söylemek gerekirse en beğendiğim orta saha oyuncusu Xavi diyebilirim.

Gelecek yıllardaki hedeflerin neler?

Belki Tam Saha'ya verdiğim ilk röportajda da söylemişimdir. Benim için ilk hedef öncelikle sağlığımı koruyabilmektir. Çünkü sağlığım yerinde olduğu sürece her şeyi başarabileceğimi düşünüyorum. O yüzden şimdiki hedefim sağlıklı kalmak. Onun dışında tabii ki idmanlarda daha iyi çalışıp Antalyaspor'u daha iyi yerlere taşımak ve belki de en önemlisi bir gün dolu tribünler önünde oynamak.