TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Hakan Özkan: "Vicdanım her şeyin önünde gelir" 31.07.2009
Hakan Özkan: "Vicdanım her şeyin önünde gelir"

Türk hakemliğinin en tecrübeli isimlerinden biri. Süper Lig'e gelene kadar alt liglerde tam 11 yıl pişti. Lisede derslerle pek arası olmasa da Elektronik Mühendisliğini birinci sırada bitirdi.

Eleştirileri mesleğiyle ilgili "geri dönüş" olarak algılıyor ve gelişmesine katkı sağladığına inanıyor. Saha içinde yanlış bir kararından dönüp doğruyu bulmayı, düşük not alma pahasına vicdanının gereği olarak görüyor. Sınav notları 100'den şaşmayan, HiF hakem eğitimciliği yapan, esprili bir kişilikle karşı karşıyayız.

Röportaj: Mazlum Uluç / TamSaha

Futbolseverler sizi daha çok Collina'ya olan benzerliğinizle tanıyor ama biz sizi kamuoyuna daha yakından tanıtmak amacındayız. "Hakan Özkan kimdir?" diye sorarak başlayalım isterseniz.

1970 Amasya doğumluyum, ilkokul 5. sınıftan itibaren İzmir'de okudum. Ben küçükken ailem İzmir'e yerleşmiş. Geçen sene vefat eden babam TSK mensubuydu. Annem ilkokul öğretmeni. 9 Eylül Üniversitesi Elektronik Mühendisliği'nden mezunum. Bölümümü birinci, Fakülteyi ise ikinci sırada bitirdim. Master için ODTÜ Elektroniği kazandım ve bir süre devam ettim ama işlerimin yoğunluğu nedeniyle projemi vermediğim için bitiremedim. İki kardeşiz. 13 yaş küçük kardeşim Serkan da klasman hakemi.

Futbolla ilginiz ne zaman ve nasıl başladı? Geçmişinizde futbolculuk var mı?

Lisedeyken sporla çok iç içeydim. Neredeyse okuldan atacaklardı. Üniversite hayatım çok parlak geçti ama lise için aynı şeyleri söyleyemem. Okulun futbol, basketbol ve voleybol takımındaydım, satranç kolu başkanıydım. O kadar çok aktivite vardı ki derslere pek vakit kalmıyordu. Hatta Elektronik Mühendisliği'ni kazandığımda lisedeki hocalarımı buna inandırmakta zorlandım. Üniversitede ise bambaşka bir öğrenci oldum. "Çalışmadım" dediğim günlerde bile en az 5 saat derslerle haşir neşir olurdum.

Hakemlikle nasıl tanıştınız?

Hakem bir ağabeyimiz olan Ömer Alper, "Bundan sonra nasıl olsa futbol oynayamayacaksın, bak hakemlik kursu açıldı, istersen başvur" dedi. Üniversiteden üç arkadaşımla birlikte kursa katılıp 1990'da aday hakem, 1 yıl sonra da il hakemi oldum. Bu arada üniversitede de okuyor ve bölümler arası maçları yönetiyordum. Maç yönetmek çok hoşuma gitmişti. Okulda öyle maçlar yönettim ki, kendi bölümüm olan Elektronik Mühendisliği, "Biz Hakan'ı maçlarımıza istemiyoruz" diyordu. Diğer bölümler ise "Aman Hakan gelsin" diye bakıyordu. Sanırım kendi bölümümün maçına çıktığımda ayrıcalık tanımamam böyle çelişkili bir duruma yol açmıştı.

Hakemlik eleştiri ve hatta daha ötesinin çok yoğun yaşandığı bir meslek. İnsan neden böyle bir mesleği seçer?

Konya'da yönettiğim bir müsabakada tribünden protestolar geliyordu. Yalnız birisi vardı ki, herkesin sustuğu bir anda çok yakından bir yerden tek başına bağırıyordu. O bölgede bir taç atışı olduğunda tribüne baktım ve o şahsı çok net biçimde gördüm. Müsabakanın ardından otele gitmek için taksiye biner binmez şoförü tanıdım; maç sırasında göz göze geldiğim şahıstı. "Maçı seyrettin mi, hakem nasıldı?" diye sordum. "Hakem çok iyiydi. Bir pozisyonda faulü vermedi ama o kadar da olur. Yalnız kültür seviyemizden midir nedir, hep hakeme küfür ettiler" dedi. Taksiden inerken, "Sen maç boyunca bana küfür etmiştin, hiç yakıştı mı?" dedim. Çok mahcup oldu ve "Hocam kusura bakma, biz de topluluğa uyduk, aslında öyle bir şey yok" diyerek özür diledi. Şunu söylemek istiyorum; evet küfür ediyorlar ama dışarı çıktığınız zaman sizinle iletişimleri belli bir saygı çerçevesinde gerçekleşiyor. Oradaki küfrün nedeni toplum psikolojisine uyulması. Eğer konsantrasyonunuzu bozup da tribünleri duyarsanız o maçın içinden çıkamazsınız. Hakemlik dışarıdan göründüğü gibi bir meslek değil. İnsan yönetimini çok iyi bilmeniz gerekir.

Hakemlik 100 metre koşusu değil

Hakemlik motivasyonunuz altında ne yatıyor? Şan ve şöhret mi, para kazanmak mı, yönetme duygunuzu tatmin etmek mi?

Benim için motivasyon futbolu çok sevmekti. Arkadaşlarımın yanında bir hakem olarak bulunmak istedim. Çünkü hepimiz futbolu çok seviyor, izliyor ve oynuyorduk. Ben aynı zamanda HiF eğitimcisiyim. Uşak ve İzmir'de iki kurs açtım. Orada ve daha önceki aday hakemlerde gördüğüm düşünce şuydu; "Biz hakem olacağız, büyük takımların maçlarını yöneteceğiz, gazetelerde boy boy resmimiz çıkacak, bir yere gittiğimiz zaman saygı göreceğiz." Bizim dönemimizden farklı olarak şimdi bu düşünce ön planda. Oysa bu iş bir piramit ve ben açtığım kurslarda bunu anlatıyorum. Bu piramidin tabanı geniş ama yukarı doğru yükseldikçe daralacak. Bu daralmaya rağmen hakemliği 100 metre koşusu olarak düşünmemek gerekir. Diyelim ki yıllarca klasmana çıkamadınız. Eğer bırakırsanız, bu, savaşı kaybedip alanı terk ettiğiniz anlamına gelir. Oysa hakemlik bir maraton.

HiF hakemlerine bunları anlatırken kendi yaşamınızı örnek veriyor gibisiniz. Çünkü sizin de yükselişiniz uzun bir süre aldı değil mi?

Evet, ben 5 yıl il hakemliği yaptım. Genelde 2 yıl geçtiği zaman klasman hakemi olamayanlar bu işi bırakır. Ama ben 5 yıl yaptım. Sonrasında çoğu 2. Lig'de maç yönetmek üzere 11 yıl daha klasmanda hakemlik yaptım. Yani 16. yılımda Süper Lig'e yükseldim. Klasmandaki 11 yılımda gerçekten çok müsabakaya gittim ve tecrübe kazandım. Yanlış hatırlamıyorsam, sadece profesyonel liglerde hakem, yardımcı ve dördüncü hakem olarak çıktığım maçların sayısı 299. İşte bunun için, "Hakemlik 100 metre koşusu değil, maraton" diyorum. Önemli olan bu maratonu bitirmek. Bitirdiğiniz zaman içinizde bir huzur ve güven duygusu olacak, herkes sizi alkışlayacak. Çünkü insanlar finişte bekler ve sonuncu geleni de alkışlar.

Bu anlattıklarınızı dinledikten sonra ortaya çıkan profil, MHK'nın bugünkü anlayışını da göz önünde tuttuğumuzda ciddi bir avantaj gibi görünüyor. Çünkü MHK üst klasman hakemlerinde olgunluğa ve tecrübeye çok önem veriyor. Bu nedenle üst klasman hakem listesini de dondurdular. Klasman çıkamadıkları için bu karardan mutsuz olan hakemler de var ama siz bugünkü uygulamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu uygulama sadece benim için değil, her hakem için avantaj. Bir müsabakaya çıktığınızda, oyuncularla aranızda bir iletişim oluyor. Karşınızdaki oyuncuların bir kısmı 30 yaşlarında. 25 yaşındaki bir hakemin konuşmaları, bazen 30 yaşındaki futbolcu tarafından kabul görmeyebilir. Bu her meslek için de böyledir. Ama belli bir yaşı geçmiş bir hakemin aynı biçimdeki konuşması, 30 yaşındaki oyuncunun gocunmasına yol açmayabilir. İnsanların kişilikleri 20 yaşında, davranış biçimleri ise 30 yaşından sonra oturur. O yaştan sonra belli bir stile sahip olursunuz. Bu anlamda hakemlerin belirli bir olgunluğa geldikten sonra Süper Lig'de maç yönetmesi bir avantaj. Tabii ki olgunluk sadece yaşla da alakalı değil. Yönettiğiniz maç sayısı da hakemlik stilinizin oluşmasında çok önemli.

Türkiye'de 3 bin 500 civarında hakem var ama Süper Lig hakemleri belli bir sayıyla sınırlı. Siz hangi özelliklerinizle aradan sıyrılıp bu noktaya gelebildiğinizi düşünüyorsunuz?

Benimle birlikte başlayan arkadaşların bir kısmı işi gereği bıraktı, bazısı da beklediği klasmana gelemediği için ayrıldı. Ben biraz daha inatçıyım diyelim. Normal hayatımda da inatçıyım. Bu işi seviyordum ve sonuna kadar götürmeye kararlıydım. Hiçbir zaman, "Süper Lig hakemi olamadım ya da FIFA hakemi olamadım" diye bu işi bırakmayı aklıma getirmedim. Ailem de mutlu olduğu sürece devam etmeye karar verdim. Oysa benim klasmanda geçirdiğim 11 yılda birçok arkadaşım üst klasman hakemi oldu, FIFA oldu, hatta hakemliği bıraktı. Sanırım bu sabır, inatçılığımdan ve mantıklı düşünmemden kaynaklandı.

11 yıl sonra Hakan Özkan'da ne keşfettiler de üst klasman hakemi yaptılar?

Alt liglerde önemli maçlar yönetmiş ve gerçekten tecrübeli bir hakem olmuştum. Süper Lig hakem kursu açıldığında beni de davet ettiler ve kursta başarılı oldum. Son aşamada mülakata girdiğimde beni tanıtırken, "Hakan tecrübeli, şu yaşta, elektronik mühendisi, İngilizce biliyor ve bu sezon da müsabakaları çok güzel geçti" diye bir giriş yaptılar. Ardından sorular soruldu, mülakat yapıldı. Ben bu yükselişi o sezonki performansıma bağlıyorum. Bir de demek ki, daha önceki sezonlarda şartlar olgunlaşmamıştı, Hakan bazı müsabakalarda belirli hatalar yapıyordu.

Hakemlikte örnek aldığınız kişiler var mı? Mesela sizin için Collina bir idol müydü?

Belirli bir noktaya geldikten sonra Collina'nın beden dilini çok beğendim. Tabii herkesin kendine özgü bir davranış biçimi var. Ben hoşgörülü bir insanım, insanlarla konuşurken alttan almayı bilirim, çok fazla kızmamaya özen gösteririm, ama belirli de bir koşu şeklim var, konuşurken belirli bir söz dizimim var. Dolayısıyla benim bir başka hakem gibi koşup, bir başka hakem gibi konuşmama imkân yok. Ama Collina'nın beden dilini ve oyuncularla iletişimini çok beğendim, acaba ben de onun gibi olabilir miyim diye uygulamaya çalıştım. Onun dışında koşu stili ve oyuncuya davranış stilini beğendiğim Urs Meier vardı.

Eleştirilerden beslenirim

Medyada hakkınızda çıkan eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz?

Eleştirilerden gocunmuyorum. Çünkü eleştiri sahipleri kendi işlerini yapıyor ve bu arada bana da bir değer katıyor. "Sen burada kötü yönettin, biz seni eleştiriyoruz" diyorlar ve ben de yaptığım hatayı görüp düzeltmeye çalışıyorum. Yoksa "Bunlar benim hakkımda şöyle yazmışlar, demek ki bunlar kötü insanlar" gibi bir düşüncem yok. TV programlarını da gazeteleri de takip ediyorum. İyi veya kötü eleştirinin içinden bir şeyler yakalayabilirsem mutlu oluyorum. Çünkü bunu yazan ağabeyimiz bir hatayı yakalamış ve bana bir geri dönüş yapıyor. Gözlemciden, maçı izleyen insanlardan gelen geri dönüşler de var ve hepsi birbirinden farklı. Eğer bu geri dönüşleri yakalayabilip bir şeyler alabiliyor ve hatamı düzeltebiliyorsam dünyanın en mutlu insanı olurum. Ama düzeltemiyorsam ve eleştirileri okuyup, "Bu bana böyle demiş, al sana iki katı" diyorsam ya yerimde sayarım ya da geri giderim.

Saha içinde oyuncularla nasıl diyaloglar kuruyorsunuz? Verdiğiniz kararları açıklama yolunu mu tercih edersiniz, yoksa "Kararı verdim, herkes buna uyacak" mı dersiniz?

Birisi bana kızarak geliyorsa, ben ona o derecede sükûnetle davranıyorum. Bu, özel hayatımda da böyle. Maç sırasında bir oyuncu bana sert bir şekilde gelirse, ona "Sakin ol. Haklı olabilirsin ama benim bulunduğum açıdan böyle görünüyor" diyorum. Ben olumlu yaklaşıyorum ve oyuncudan güzel geri dönüşler alıyorum. Ha, olumlu geri dönüş almadığım oyuncu olmuyor mu, oluyor. Onlara da yine nezaketle ama kararlı yaklaşıyorum. Oyuncuya "Senin itirazınla benim kararım değişmez" imajını veriyorum.

Hakemin futbolcularla saha içindeki diyalogları bazen "açık oturum" boyutuna varabiliyor. Bu konuşmaların ölçüsü sizce ne olmalı?

Müsabaka içinde duraklama anları var. Örneğin sakatlanmalar. Bu tip kararlarda bazı oyuncular gelir ve itiraz eder. İşte o anlarda benim de oyuncularla çok konuştuğum müsabakalar oldu. Yapmamak lâzım. Kararınızı bildirip fazla diyaloğa girmemeniz gerekiyor. Ama bu da "Ben hakemim, sen oyuncusun, git kardeşim benimle konuşma" şeklinde olmaz. Hepimiz insanız ve bir şekilde iletişim kuracağız. Oyuncu gelip iki çift lâf ediyorsa, ben de ona iki çift lâf etmeliyim. İşte ölçü de bu "iki" çift lâf olmalı. Üçüncü, beşinci çift lâfları ne ben edeyim ne o etsin.

Yanlış yaparsam vicdan azabı çekerim

Maçı yönetirken yanlış karar verdiğinizi anladığınızda ne yapıyorsunuz?

Bu iki türlüdür. Birincisi, müsabaka içinde hatalı karar verirsiniz ve sonra o karardan geri dönersiniz; ikincisi de karardan dönmez ve oyunu sürdürürsünüz. Mesela oyunu devam ettirdiniz ama aslında faul vardı ve oyuncunun ayağı kanıyor. Eğer kararın yanlış olduğunu anlayıp döndüyseniz, diyorsunuz ki, "Keşke bu kararı böyle vermeseydim. Niye yanlış yaptım? Ama Allah'tan ki döndüm. Düşük not alacağım ama hiç olmazsa vicdanım rahat." Çünkü siz hata yapmış olsanız da sonuçta doğru ortaya çıkıyor. Diğer türlü ise "Bence faul değil, oyna" diyorsunuz ama oyuncu sakatlanmış ve yerden kalkamıyor. Yanına gidip baktığınızda ayağındaki yaralanmayı görüyorsunuz. İşte o anda benim ayağımı yaralasalar daha iyi. Vicdan azabı çekiyorum. Ama bu vicdan azabı, "Bir dahaki pozisyonda ben bu oyuncuya iltimas geçeyim" şeklinde değil. Ya da akşam televizyonda maçın tekrarını izlerken hata yaptığımı gördüğümde içimden bir şeyler akıp gidiyor. Ama bunu bir an evvel atlatmaya ve sonrasında doğruyu nasıl bulabileceğime bakıyorum.

Maça çıkmadan önce, takımların durumuna göre özel hazırlıklar yapar mısınız?

Elbette. Takımları ve oyuncularını incelerim. Hangi pozisyonda nasıl davranacaklarına ya da takımların nasıl atak, nasıl savunma yaptıklarına bakarım. O takımların son maçlarına çıkan arkadaşlarımdan da bilgi almaya çalışırım. Bunun sebebini de bir hatırayla anlatayım. Manisaspor'la Galatasaray arasında İzmir'de oynanan bir özel maçı yönetiyorum. O dönemde Süper Lig hakemi değilim. Song bir pozisyon nedeniyle yardımcı hakeme ısrarla itiraz etti. Ben de Song'un yanına gittim ve İngilizce olarak "Lütfen itiraz etme, düdük bende, kararları ben veriyorum" dedim. Bir ben konuştum, bir o konuştu ama ikimiz de birbirimizi anlamadık. Bir de hani müsabakaları izlerken problemli oyuncular vardır ve herkes onları fark eder. Bu maçı kaydettik ve sonrasında kasetten izledim. Ondan sonra MHK üyem bana, "Maç hakkında ne düşünüyorsun Hakan?" diye sordu. "Hocam her müsabakada problemli oyuncular vardır ama bu müsabakada problemli bir hakem vardı. Oyuncuyu yanına çağırmış, sürekli konuşuyor" dedim. "Bu konuda söyleyeceğin başka bir şey var mı?" diye sordu. "Bu kadar konuştuğuma çok üzüldüm, çünkü Song Fransızca biliyormuş ve ben İngilizce konuşuyordum" dedim. Herkes, Song'a bir şeyler anlatmam için 30-35 saniye beni bekledi. Ondan sonra oyuncuları ve takımları tek tek tanımaya karar verdim. Bir defasında da şöyle bir olay yaşadım. Bir oyuncu sakatlandı ve yere düştü. Oyunu durdurdum ve İngilizce olarak doktor isteyip istemediğini sordum. Bu arada yüzü de kapalı ve bana cevap vermiyor. Israrla İngilizce olarak soruyorum. Bu arada kulaklığıma yardımcı hakem Ekrem Kan'ın sesi geldi, "Ağabey, oyuncu Türk."

"Ben iyi yönettim ama anlamadılar" deme hakkımız yok

Hakemler hem kulüp yöneticileri hem de medya tarafından yoğun baskı altında tutuluyor. Siz bu baskıyla nasıl baş edebiliyorsunuz?

Yapılan eleştiriler ve yorumlar medyada yer aldığında, hakemlerin bunlardan farklı etkileneceği düşünülüyor. Ben bütün eleştirileri yapıcı olarak algılıyorum. Bir eleştiri varsa, sizi izleyen birisi mutlaka rahatsız olmuştur. Ben doğru yönetmiş olabilirim ama bunun bir önemi yok. Demek ki vücut dilim doğru değilmiş. İnsanlara bir şeyi anlatamamışım ki, o kişi beni eleştiriyor. Hakemin, "Ben adam gibi maç yönettim, bunlar zaten fanatik" deme hakkı yok. O eleştirinin yüzde 90'ı yalan olsa bile mutlaka yüzde 10'luk doğruluk payı vardır. Ben o yüzde 10'u yakalamalıyım. Tabii bu eleştiriler varsa mutlaka baskı da oluyor. Ben de tebligatı aldıktan sonra medyadaki spor haberlerini takip etmiyorum. Sadece yöneteceğim maça konsantre oluyorum ve takımların oyun anlayışları üzerine bilgi topluyorum.

Yardımcılarınızla diyaloğunuzda onlardan neler istersiniz? Yetkilerinizi onlarla paylaşır mısınız?

"Kral benim, istediğimi yaparım, siz sadece kenarda durup tacı, korneri, ofsaydı işaret edin" demem. Oyun kuralları kitabında yardımcı ve dördüncü hakemlere verilmiş görevler yazılı. Bugüne kadar yapılan maçlardaki hatalar incelenmiş ve çözüm yolları bulunmuş ki, yardımcı hakemlere burada yazılı görevler yüklenmiş. Maçı hakem değil, tüm ekip yönetecek. Nasıl ki maçı sadece gol atan santrfor değil de takım kazanıyorsa, biz de böyle bir takım olmalıyız. Benimle birlikte maça çıkan yardımcı hakemlere mutlaka kitaptaki o bölümü okurum ve onlardan ne istediğimi bilirler. "Sizden sadece görevinizi yapmanızı istiyorum. Onu da yapabildiğiniz ölçüde istiyorum. Çünkü görmek ve karar vermek benim işim. Sen yapamasan da sorumluluk benim. Ama yapabilirsen ekip olarak yüksek bir performans göstermiş oluruz" derim. Bir de eski müsabakalarımdan örnek veririm ki kulağımıza küpe olur. Mesela dördüncü hakem olduğum bir müsabakadaki serbest atışta oyuncu elle oynadı. Hakemin korner vereceğini anlayınca ben ve diğer yardımcı hakem telsizden "Elle oynadı" diye bağırdık. Hakem elini kaldırdı ve elle oynama işareti yaptı, ardından da bize "İçeride mi, dışarıda mı?" diye sordu. Beş saniye evvel kıyameti kopardığımız telsizde çıt yok. Çünkü görmedik. Yardım yaptık ama eksik yaptık. Ben, "Baraj çizginin önünde kurulmuştu, demek ki içeride değil" diye bir kanaat bildirdim. Hakem bu kez sarı kart göstermek için, "Kaç numara eliyle oynadı?" diye sordu. Onu hiç görmemiştim. Hakem de ısrarla "Kaç numara?" diye sordu. "Hocam yanlış kişiye göstereceğine istersen kart gösterme" dedim. Mesela bu olayı maç konuşmamda örnek olarak anlatıyorum. Şöyle bir yararını görüyoruz. Ben bir baraj kurdurduğumda, diğer taraftaki yardımcı hakem bile, "Ağabey baraj içeride mi dışarıda mı?" diye soruyor. O zaman o pozisyon aklımıza geliyor ve daha dikkatli oluyoruz.

Süper Lig hakemi olduktan sonra hayatınızda neler değişti? Olumlu ya da olumsuz neler yaşıyorsunuz?

Açıkçası saygınlık düzeyimin arttığını hissettim. Eskiden "Hakan Özkan Elektronik Mühendisi, AR-GE Müdürümüz" diye tanıştırılırken, "Hakan Özkan Süper Lig hakemi" diye tanıştırılmaya başladım. İnsanlarla iletişimim zaten iyidir ama daha da güçlendi. Bunun yanında olumsuz bir tarafı da var. Kötü geçen bir maçtan sonra gelen tepki ve eleştirilerin düzeyi de arttı. Güzel ve başarılı bir maçtan sonra gelen güzel sözler ise beni mutlu etti. İtiraf ediyorum, bu mutluluk seviyesi başlangıçta insanı havaya sokan, böbürlenmesine sebep olan nitelikteydi. "Ben artık popülerim, harika bir maç yönettim" diyordum. Sonra baktım ki, bu benim trendimi yükseltmiyor, aksine gerilememe yol açıyor. Çünkü fazla özgüven insanın konsantrasyonuna engel oluyor. Bunu tespit ettikten sonra böyle davranmamaya ve futbolcu tabiriyle, "Önümüzdeki maçlara bakacağız" demeye başladım.

"Nereden hakem oldum, keşke bu işi yapmasaydım" gibi bir noktaya hiç geldiniz mi?

2. Lig maçlarını yeni almaya başladığım dönemde, bir müsabakaya çıktım. 85 dakika bütün hakemler gibi ben de 10 numara bir maç yönettim. O dakikada savunma oyuncusu ceza sahasında topa eliyle vurdu, ben de penaltıyı çaldım. İtirazları bertaraf ettim ve topu penaltı noktasına koydurdum. Maç 0-0 ve atışı ev sahibi takım kullanacak. Bu sırada yardımcı hakemim beni yanına çağırdı ve "Topla savunma oyuncusu değil, hücum oyuncusu elle oynadı" dedi. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Eğer o zaman kolumda polar saat olsaydı 200 vururdu. Önümde iki seçenek vardı. Ya herkesin razı olduğu gibi penaltı atışını kullandıracağım ya da verdiğim karardan döneceğim. Gittim ve kararımdan döndüm. Ev sahibi takımın kaptanına da "Senin adamın elle oynamış, ben yanlış gördüm. İtiraz etmenize gerek yok. İşin doğrusunu yapmamız lâzım. Benim vicdanım rahat etmez, seninki edecek mi?" dedim. "Tamam hocam" dedi ve gitti. Oyun başladı ama seyirciler koptu tabii. Maç bitti, soyunma odasına girdik, gözlemci de geldi. Bu sırada kapı çalındı ve ev sahibi takımın başkanı bizimle görüşmek istedi. "Hocam, seyirciler o kadar taşkınlık yaptı. Buna sen sebep oldun. Kararını vermişsin, penaltıyı attırsaydın" dedi. "Buna vicdanım izin vermez. Bu benim son maçım. Penaltıyı yanlış attırdım diyeceğime, bu işi yapmam" dedim. O da ikna oldu ve "Lütfen raporda seyirci taşkınlıklarının sebebini yazın bari" dedi. Daha sonra MHK üyemi arayıp olayı anlattım ve "Bundan sonra hakemlik yapmak istemiyorum" dedim. Bana, "Yarın gel, konuşalım, o zaman bırakmak istiyorsan bırak" cevabını verdi. Ertesi gün yaptığımız konuşmada, "Bu genç yaşında bir hakemin hayatı boyunca yaşayabileceği olayları yaşadın. Bu senin iyi bir hakem olabilmen için önemli bir avantaj. Çünkü tecrübe kazandın. Benim tavsiyem bırakmaman yönünde" dedi. 10 gün kadar kafam kurcalandı ve sonunda bırakmamaya karar verdim.

Profesyonel hakemliğe nasıl bakıyorsunuz?

2010 Dünya Kupası'nda yer alacak hakemlerin tümüne profesyonel olma zorunluluğu getirilmiş. Eğer böyle bir kural geliyorsa Türk hakemliğinin de profesyonelliğe geçmesi lâzım. Yalnız bu durumda şöyle bir handikap var. Kendi işi olan hakemler için bu durum bir problem değil. Hatta özel sektörde çalışanlar için de problem olmayabilir. Sonuçta işinden ayrılıp hakemliğe geçebilir, sonra yeniden özel sektöre dönebilir. Ama kamuda çalışanların böyle bir şansı yok. Bu nedenle başlangıçta Süper Lig'de sadece isteyen hakemlerin profesyonel olması için bir teklif getirilebilir. Bu da 1'er yıllık sözleşmelerle yapılabilir. Sonraki aşamada zorunluluk getirilebilir ve buna da FIFA hakemleriyle başlanabilir.

Elinizde olsa Türk hakemliğiyle ilgili düzeltmeniz gereken ilk konu ne olurdu?

Benim en rahatsız olduğum konu, her hakemin farklı işaretler yapması ve farklı biçimlerde diyagonal alması. Oysa bütün dünyada uygulanan, literatüre girmiş standart işaretler ve diyagonal biçimi var. İl hakemlerimizi de izliyorum, onlarda da bu konularda bir standart yok. Çünkü her biri Süper Lig'de maç yöneten bir hakemi kendisine örnek alıyor ve onun gibi davranıyor. Süper Lig'deki her hakemin farklı işareti ve farklı diyagonali olunca, bu farklılık aşağıya doğru çok daha geniş bir biçimde sirayet ediyor. Bu konuda standart sağlayacak eğitimlerin yapılması ve saha uygulamasının da ısrarla takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir de kararlardaki yorum farklılıklarının ortadan kaldırılması gerekiyor.

Maçlara çıkmadan önce bir uğurunuz var mı?

Mutlaka dua ederim. Ayrıca annemin de hayır dualarını alırım. O da "Oğlum, sadece maç için değil, her zaman senin için dua ederim" der ve bunu duymak beni mutlu eder. Bir de mutlaka sağ ayağımla saha çıkarım.

Hakemlikte bundan sonraki hedefleriniz neler?

Yaş sebebiyle FIFA hakemi olmam mümkün değil. Ama hedefim çok iyi müsabakalar yönetip aranılan hakemler arasına girebilmek. Seyircilerin, takımların, teknik adamların ve yöneticilerimin, "Bu müsabakayı Hakan yönetir" dediği, aranılan bir hakem olmak istiyorum.

HiF eğitimcisi olduğunuzu söylemiştiniz. Hakemliği bıraktıktan sonra da eğitimci olarak devam etmek gibi bir niyetiniz var mı?

Eğitimi ve eğitimciliği çok seviyorum. Kuralları okumayı ve yorumlamayı, kendi kendime olsa da fikir teatisinde bulunmayı çok seviyorum. Kendime sorular sorup bu soruların cevabını bulmaya çalışıyorum. Kuralları okuyorum ve ezberlemek hoşuma gitmiyor; neden bu şekilde yazıldığı üzerine kafa yoruyorum. Mesela neden ofsayt kuralı bugünkü haline dönüştürülmüş, neden teknik adamın taktik verdikten sonra yerine dönmesiyle ilgili talimat değiştirilmiş gibi… FIFA'nın internet sitesine girer, oyun kurallarını indiririm. Türkçe çevirisinde bir hata olabilir ya da bir virgülün atlanması anlam değişikliğine yol açabilir diye orijinalini incelerim. Aynı zamanda il eğitimcisiyim ancak faal hakem olduğum için bunu yapamıyorum. Bu nedenle HiF eğitimciliği benim için çok iyi oldu. İzmir ve Uşak'ta açtığım iki kurstan 85 HiF hakemi mezun ettim. Sadece onlarla değil, herkesle bir şeyleri paylaşmak çok hoşuma gidiyor. Hakemlik bittikten sonra eğitim konusunda çalışmaktan da çok memnun olurum. Eskiden hakem arkadaşlara 100 soru hazırlardım ama öyle sorular ki, kitabın tamamını çalışmaları lâzım. En fazla 60 alırlardı ve "Sınavı geçemeyeceğiz" deyip sonra deli gibi çalışırlardı. İzmir'in not ortalamaları da her zaman yüksek gelirdi. Sınav dönemlerinde arkadaşlarla toplanır çalışırız. Orada da "Ben söyledim, benim dediğim mutlak doğrudur" diye bir tavrım olmaz. Karşı tarafın bakış açısından ben de mutlaka öğrenirim.

Futbolun dışındaki hayatınızda neler var?

Hakemliğin dışında, halı sahalarda futbol, basketbol, voleybol oynamayı, yüzmeyi seviyorum. Her yere yürüyerek gitmeye çalışırım. Tracking yaparım. Amatörce fotoğraf çekiyorum. Şarkı söylemeyi de çok seviyorum ama dinleyenler pek hoşlanmıyor. Müzik aleti olarak da ıslık çalarım. (Gülüyor)Elektronikle ilgili yayınları yakından takip ederim ve bundan büyük zevk alırım. Matematiği çok seviyorum. Bir problemle 1 gün boyunca uğraşabilirim.

Biraz da ailenden bahsedelim. Onlarla nasıl vakit geçiriyorsun?

Aslında pek vaktim olmuyor. Sadece akşamları birlikte oluyoruz. Eşim sınıf öğretmeni. Kızım Doğa 6. sınıfa geçti. Akşamları onun ödevleriyle ilgileniyoruz. Bir de babamın vefatından sonra annemi yalnız bırakmamaya çalışıyoruz.