TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Nihat Kahveci: "Başarının reytingi yok" 2.07.2008
Nihat Kahveci: "Başarının reytingi yok"

Türk futbolunun Avrupa'daki gelmiş geçmiş en başarılı temsilcisi o. Hem transferleri hem yurt dışında kalış süresi hem de takımlarına yaptığı katkıyla tartışmasız 1 numara. Geçirdiği ağır sakatlıkların ardından önce Villarreal'i Şampiyonlar Ligi'ne, ardından da Milli Takımımızı Euro 2008'e ve finallerde de tura taşıyan kritik gollerin altında onun imzası vardı. Başarının dünde kaldığına ve hep bugüne bakmak gerektiğine inanıyor, geldiği noktayı da dünü unutmasına bağlıyor. Türkiye'de kaosa ve tartışmaya prim veren anlayışa sitem ediyor.

Röportaj: Türker Tozar

Çok yönlü bir hücum oyuncusu olduğunu biliyoruz. Forvet arkası, sağ ve sol kanadın yanı sıra santrfor da oynayabiliyorsun. Sence ileride tek olmak ve orta saha oyuncuları tarafından desteklenmek mi iyi, yoksa önde iki kişi olmak mı?

Beşiktaş'tayken sağ kanatta oynuyordum. Buna rağmen ofansif yönüm çok iyiydi. Bu şekilde hem kendim gol atıyor hem de arkadaşlarıma goller attırıyordum. Beşiktaş'tan Real Sociedad'a gittiğimde Teknik Direktörümüz Raynald Denoueix uzun boylu santrfor Darko Kovacevic'in yanında, daha kısa boylu, onun indirdiği topları alabilecek, şut atabilecek ikinci bir forvet oyuncusu arayışına girdi ve beni ileri uçta oynatmaya başladı. Bu da benim oyun stilimin değişmesine neden oldu. Gole daha yakın bir mevkide oynadığım için maçlardan daha çok keyif almaya başlamıştım. Kovacevic'le iyi bir ikili oluşturmuştuk o dönemde. Teknik olarak kendimi tanımlarsam, gerçek bir santrforum diyemem. Sahada serbest oynamayı seven, yeri geldiğinde kanatlara giden, defansa yardımcı olan bir oyun karakterine sahibim. Bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın, iyi bir takım oyuncusu olduğumu düşünüyorum, kendi kafama göre oynamıyorum.

Son dönemlerde yaşadığın ciddi sakatlıklardan kurtulduktan sonra Villarreal'de çok başarılı bir sezon geçirdin. 25 lig maçında 18 gol kaydettin. Sakatlıklar yaşadığın dönemde umudunu kaybettiğin oldu mu?

Bir futbolcunun başına gelebilecek en ağır sakatlıkları üstelik üst üste iki kere yaşadım. Sakatlıkları kabullendim ve psikolojik olarak kendimi kuvvetli tutabildiğim için sahalara eskisi kadar güçlü dönebildim. "Çalışacağım ve tekrar sahalara döneceğim" dedim kendi kendime. Burada eşime de çok şey borçluyum. Çünkü en zor günlerimde hep yanımda oldu ve beni çok iyi motive etti. Açıkçası, ameliyat olduktan sonra "Bu ayak yürür mü?" diye kendi kendime sormuştum ama umudumu hiç kaybetmedim. Doğruyu söylemek gerekirse, böylesine görkemli bir dönüş yapabileceğimi kendim de beklemiyordum. Unutulmaz bir sezon geçirdim. Hem Villarreal'de kaydettiğim gollerle takımımın ligi ikinci bitirip Şampiyonlar Ligi'ne girmesine katkıda bulundum hem de Milli Takım için attığım gollerle Euro 2008 finallerine gidilmesinde pay sahibi oldum.

Eğer bu sakatlıklar olmasaydı, seni daha da üst noktalarda görebilir miydik?

Öncelikle bulunduğum yerden memnun olduğumu söylemek istiyorum. Ama çok formda olduğum dönemlerde ağır sakatlıklar geçirdim. Eğer geçirmeseydim ne olurdu onu tam bilemiyorum. Ancak her şeyde bir hayır vardır. Demek ki benim için hayırlısı bu yoldan geçmekmiş. Bir de şöyle düşünmek lazım; buralarda da olamayabilirdim. Daha aşağı bir pozisyonda da bulunabilirdim. O yüzden mutlu olmam gerek. Dün iyi de olsa kötü de olsa ben unutmaya çalışırım. Çünkü bizim yaptığımız işte bugün ne olduğu önemli. Ben de eğer başarılı olduysam dünümü unuttuğum içindir. Eğer dünde kalsaydım, belki çok gol attığım için havaya girecek ve başarısız olacaktım.

Kendi gözlemimden hareketle soracağım. Oynadığın takım ister kulüp takımı olsun ister Milli Takım, atağa dönük bir oyun stiliyle oynandığında daha verimli bir performans sergiliyorsun. Eğer defansif oynarsa, senin de etkili olma ihtimalin sınırlanıyor gibi. Bu görüşe katılıyor musun?

Her takımın mevcut oyuncu yapısına göre bir sistemi oluyor. Bu noktada, kulüp takımıyla Milli Takım'ı kıyaslamanın da doğru olmayacağını düşünüyorum. Milli Takım seviyeleri genelde hep üst düzey olur. Avrupa Şampiyonası'nda mücadele eden 16 takımın hepsi de birbirinden iyiydi. Bütün ülkelerin en iyi oyuncuları bir araya geliyor. Kulüp takımınızda elde ettiğiniz kadar çok pozisyona giremez ve çok da gol atamazsınız. Defansınıza daha çok ağırlık vermeniz lâzım. Çünkü bir gol yedikten sonra iki gol atmanız çok zor bir şey. Ayrıca, günümüzdeki futbol öyle bir hale geldi ki, iyi bir defansif anlayışınız yoksa hiçbir maçı kazanamazsınız. İspanya Ligi'ndeki takımlar atak futbol oynamayı seviyor, futbolun güzel yanlarını ortaya çıkarmaya çalışıyor. Ben de bu açıdan şanslıyım, çünkü Villarreal çok kaliteli bir kadroya sahip. Bu oyuncular da size çok top getiriyor ve sizi pozisyona sokuyor. Önde oynayan oyuncular olarak da bizim görevimiz aldığımız bu paslara bitirici vuruşları yapmak.

Kendimize inandık ve başardık

Bir gol yedikten sonra iki tane atmak zor dedin ama Milli Takımımız İsviçre karşısında 1-0'dan 2-1'lik galibiyete ulaştı. Daha sonra da 2-0'den 3-2'ye gelen bir Çek Cumhuriyeti zaferi var. Bu şekilde "Milli Takım zoru sever" sözü kanıtlanmış oldu.

Evet, bu kesinlikle doğru. Hedefinize ulaşacağınıza inandıktan sonra ve umudunuzu kaybetmeden mücadele ettiğiniz takdirde istediğinizi alıyorsunuz. Bizim için final niteliği taşıyan bu maçlarda da tarihi skorlar alıp Türk milletinin yüzünü güldürdük. Milli Takımımızın artık bir yerlere gelebilmek için kimseye muhtaç olmadığını, başarıya ulaşmak için oyuncuların kendilerine güvenmesinin yeterli olduğunu görmüş olduk.

Avrupa Şampiyonası finallerinde gruptan çıkma başarısı göstermemizi nasıl yorumluyorsun?

Portekiz'e yenilmemize rağmen hiçbir şeyin sonu geldi diye düşünmedik. İsviçre ve Çek Cumhuriyeti maçlarını kazanırsak gruptan çıkacağımızı biliyorduk. Bu düşünceyle hareket ettik. Hatta kendi aramızda sadece gruptan çıkmanın bile yeterli olmayacağını düşündük. Gruptaki son iki maçı geriden gelip kazanmamızı ve bir üst tura çıkmamızı büyük bir başarı olarak görüyorum. Çünkü bunca yıllık tarihinde Türkiye sadece üç kere finallere gelme başarısını gösterebilmiş. Sıfır puanla döndüğü zamanlar olmuş. Bu yönden bakıldığında ve oynadığımız maçlar incelendiğinde güzel bir turnuva geçirdiğimizi söyleyebiliriz.

Artık Semih'le birlikte A Milli Takım'ın ileri ucundaki ideal ikili gibisiniz. Uyumunuzu nasıl değerlendiriyorsun?

Semih'le ilk önce Norveç ve Bosna-Hersek maçlarında birlikte oynamıştık. Gerçekten iyi anlaştık ve birçok da pozisyona girdik. Semih, Türkiye'de gol kralı olmuş bir oyuncu. Bu anlamda onun son vuruşlardaki becerisinden kimse şüphe etmemeli. Onunla birlikte oynamaktan mutluluk duyuyorum. İnşallah o da istediği yerlere gelir.

Avrupa Şampiyonası'nda forvet elemanlarının yeterince pozisyona girebildiğini düşünüyor musun?

Aslında ben çok pozisyona girip kaçırmaktansa az pozisyona girip bunların gole çevrilmesinin daha önemli olduğunu düşünüyorum. Biz de bu konuda pek hata yapmadık. Yakaladığımız fırsatları gole çevirmesini bildik.

2002 Dünya Kupası'nın kadrosunda olan bir oyuncu olarak, büyük turnuva görmemiş birçok yeni arkadaşa yol gösteren isimlerden birisiydin. Milli Takım'ın kaptanlarından da birisin. Onlarla yaptığın konuşmalarda neler söyledin?

Avrupa Şampiyonası öncesi Almanya'da geçirmiş olduğumuz kamp, kadronun kaynaşması anlamında çok faydalı oldu. Burada kendi aramızda yaptığımız toplantılarda genç arkadaşlarımıza böylesi önemli turnuvalarda stadyumdaki seyircilere ilaveten milyonlarca kişinin televizyonları başından kendilerini izlediğini ve bunun ne kadar önemli olduğunu anlattık. Çünkü sahaya çıkan futbolcu bunun farkına varamayabiliyor. Başarı elde ettikleri takdirde Türkiye'de insanların onları nasıl bir konuma oturtacaklarını da söyledik.

Başarı değil tartışma ilgi görüyor

Burada medyanın üstlenmesi gereken rol de önemliydi. Ne başarıda ne de başarısızlıkta yüceltme ve eleştirmede doz aşılmamalı. Türk medyası ile İspanyol medyası arasında bu noktada bir fark var mı? Orada durum nasıl?

İspanya'da takım yenildiğinde eleştirinin seviyesini, galip geldiği zaman da sevinmenin, övünmenin derecesini çok iyi biliyorlar. Bizde ise orta nokta yok gibi. Yenildiğin zaman dünyanın sonu geliyor, yenince de omuzlar üzerinde gezdiriliyorsunuz. Bu anlayışın değişmesi için biz futbolcular olarak elimizden geldiğince doğru mesajlar vermeye çalışıyoruz. Ne yenildiğimiz zaman yerin dibine sokulmak ne de başarı elde ettiğimiz zaman pohpohlanmak istemediğimizi söylüyoruz. Ama maalesef Türkiye'de yenilgi olduğunda veya tartışma yaşandığında bu herkesin daha çok ilgisini çekiyor. Biraz da insanımızın yapısından kaynaklanıyor galiba. Gördüğüm kadarıyla, Türkiye'de başarı istenildiği ölçüde reyting getirmiyor.

İspanyol insanı ile Türk insanının karakteristik benzerlikleri ve farklılıkları neler?

İkisi de Akdeniz ülkesi olduğu için insanları da benzer özellikler taşıyor. İspanyollar da sıcakkanlı insanlar ve gördüğüm kadarıyla Türkleri seviyorlar. Başbakanları bizim Avrupa Birliği'ne girmemiz için oldukça destek veriyor. İspanya tarihinde uzun bir dönem hissedilen Arap etkisi de benzerliklerin artmasını sağlıyor. Bunun yanında, yemek kültürleri bir hayli ilginç. Saat 23.00'te akşam yemeğine giden başka bir ülke insanı var mıdır acaba? İnsanları hayattan keyif almayı seviyor. Bu tabii ekonomik durumla da alakalı ama İspanya'nın da Avrupa Birliği'ne girmeden önce bu anlamda ciddi sıkıntılar çektiğini hatırlatmam gerekir. İspanya'da öğleden sonra siesta yapıldığı için mesai saatleri bir bakıma kısa. Bazen arkadaşlarıma, "Mesai saatleri bu kadar az olmasına rağmen ülke ekonomisine bu nasıl olumsuz yansımıyor?" diye soruyorum. Onlar da tam cevap veremiyor.

Yurtdışında başarılı olmanın yollarından bir tanesi de bulunduğun ülkenin yaşam tarzına uyum sağlamak ve iyi arkadaşlıklar kurabilmek. Sen bu anlamda başarılı olan oyunculardan birisin. Diğer futbolculara da örnek olması açısından kendi deneyimlerini bizlerle paylaşır mısın?

Bulunduğunuz ortamın şartlarına göre yaşamak mutlu olmanız için gereken bir önkoşul. Sonra, arkadaşlıklar kurmak ve derdinizi anlatmak için bulunduğunuz ülkenin dilini öğrenmek zorundasınız. O zaman hem kültürü içinize sindiriyorsunuz hem de adaptasyon süreciniz kısalıyor. Tabii ben İspanya'ya ilk gittiğim zaman çok şanslıydım. Çünkü Tayfun Korkut ve beni tanıyan bir teknik direktör oradaydı. Nişanlımın da transferimden sonra yanıma gelmesi bana çok yardımcı oldu.

Elimden geldiğince Avrupa'da kalacağım

Her fırsatta futbol yaşantına Avrupa'da devam etmek istediğini söylüyorsun. Türkiye'yi özlemedin mi?

İnsanın kendi ülkesi gibi olmuyor. Doğduğu topraklarda bulunmak, o havayı solumanın duygusu bir başka. Belki Türkiye'de elde edebileceğim yaşantı tarzını İspanya'da kurmam imkânsız ama her şeyin bir bedeli var. Eğer bazı şeyleri kafama koymuşsam, bunlara katlanmalıyım. Zaten, ben daha giderken elimden geldiği kadar Türkiye'ye dönmemeye çalışacağımı söylemiştim. Bazen bu sözlerim çarpıtılıyor. Örneğin, "Nihat, Türkiye'de oynanan futbolu beğenmiyor, küçümsüyor" diye yorumlar yapılıyor. Bu kesinlikle doğru değil. Biz senelerdir "Avrupa'da futbolcumuz oynamıyor" diye kıvrandık. Ben şimdi orada gayet güzel oynarken, Türkiye'ye dönmem için çaba sarf ediliyor. Bu da bana ters geliyor. Ben elimden geldiği kadar Avrupa'da kalacağım. Zaten Villarreal'le üç senelik daha kontratım var. İspanya'da maçlarda bana "El Turco" diyorlar, "Nihat" demiyorlar. Bu da beni çok gururlandırıyor. Çünkü bir Türk anılıyor. Bunun da çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Türkiye'de oynanan futbolu nasıl buluyorsun? Gelişmesini sağlamak için neler yapılmalı?

Türkiye'deki şampiyonluk yarışı geçen sezon çok çekişmeli geçti. Kimin şampiyon olacağı son haftaya kadar belli olmadı. Böyle olunca, bence ligin kalitesi ve heyecanı da artıyor. Türkiye'ye gelen yabancı futbolcuların da kalitesinin arttığını görüyoruz. Bu da demektir ki Türk futbolu bir yükseliş içinde. Tabii yükseliş içinde olduğunu görüp böyle bırakmamak gerek. Doğruyu söylemek gerekirse, yurtdışında Turkcell Süper Lig fazla takip edilmiyor. Bu noktada takımlarımızın Avrupa arenasına çıktığında gösterdiği performans ön plana çıkıyor. Mesela, Fenerbahçe bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde yaptığı çıkışla Türk futbolunun tanıtımına ciddi anlamda katkı yapmış oldu. Bu arada, halen dört büyük takımla diğer takımlar arasındaki fark kapanmış değil. Ne zaman ki büyük takımlar ligin en altlarında yer alan takımlara karşı kaybetmeye ya da onlardan çekinmeye başlarlar, o zaman ligin kalitesi tam anlamıyla artmış demektir.

Villarreal'de takıma yeni katılan Edmilson, Llorente, Sebastian Eguren, Robert Flores, Josmer Altidore ne getirir?

Başkanımız Fernando Roig Alfonso çok akıllı bir politika izliyor. Her sezon bir-iki önemli oyuncuyla takımı takviye edip, kadroyu daha iyi bir konuma getiriyor. Bundan iki sezon önce ligi yedinci sırada bitirmiş ve UEFA Kupası'na gitmeye hak kazanmıştık. Geçen sezon başında yapılan takviyeler ligi ikinci sırada bitirmemizi sağladı ve şimdi Şampiyonlar Ligi'ne direkt katılıyoruz. Bu takviyeleri yaparken Teknik Direktör Manuel Pellegrini ile uyum içindeler. Saydığınız isimler arasından Edmilson'un kariyeri zaten tartışma götürmez. Llorente'yi Real Sociedad'dan tanıyorum, birlikte oynamıştık. Bence çok iyi transferler. Rekabet ortamı ne kadar artarsa başarı da o ölçüde yüksek oluyor.

Vilarreal'deki geleceğini nasıl görüyorsun? Bundan sonrası için hedeflerin neler?

Hedefleri olan ve daima üst sıraları hedefleyen bir takımda oynuyorum. Bundan sonraki amacım sergilediğim performansı devam ettirmek ve üstüne koymak. Gelecek sezon Villarreal'le Şampiyonlar Ligi'nde başarılar kazanmak istiyorum. Her sene çıtayı yükselten bir takımda oynamak beni çok mutlu ediyor.

FIFA Başkanı Sepp Blatter tarafından milli takımları korumak amacıyla önerilen "6+5" kuralı, FIFA kongresinden onay aldı. Yeni uygulamaya kademeli olarak 2010'da "4+7" ile başlanacak; bir sezon sonra yerli oyuncu sayısı 5'e, 2012-2013'ten itibaren de 6'ya çıkartılacak. Sence bu karar Türkiye'ye ne getirir?

Bu karar ilerleyen yıllarda Türk futbolu ve Türk oyuncusu için daha iyi olacak. Yalnız, unutmamak gerekir ki oyuncu sayısını arttırmaktan çok kalitesinin artması daha yerinde olur.

Türk olmasam daha değerli olurdum gibi bir açıklaman olmuş. Bu doğru mu? Hangi noktalarda Türk olmanın sana dezavantaj getirdiğini gördün?

Bu açıklamam da yanlış anlaşılmıştı. Türk olmaktan sonuna kadar gurur duyuyorum. Benim anlatmak istediğim, biz Türklerin yurtdışında olduğumuzda adeta maça 1-0 yenik başlıyor oluşumuz. Bu da yabancıların bizi iyi tanımamasından ileri geliyor. Bazı sohbetlerde Türkiye'nin geri kalmış bir ülke gibi algılandığını fark ettim. Bu da otomatik olarak Türk insanına dönük bakış açısını şekillendiriyor. Sonra bu yanlış yorumları yapan kişiler Türkiye'yi gidip görüyor ve düşüncelerinin ne kadar yanlış olduğunu fark ediyor. Demek ki Türkiye olarak yeterince tanıtımımızı yapamıyoruz. Ayrıca, bir Brezilyalı ya da Arjantinli futbolcu daha değerli görülebiliyor. Çünkü milli takımları daime önemli turnuvalara katılıyor ve başarılar elde ediyor. Biz de Türkiye olarak bu tür organizasyonlara düzenli katılırsak ve önemli kazanımlar elde edersek bize yönelik yanlış düşünceleri de sileriz.

Çek Cumhuriyeti maçında attığın iki golün yaşamında ayrı bir yeri olacak. Ne dersin?

O iki gol ve gollerin atıldığı üç dakika hayatımın en önemli anlarından bir tanesiydi. İkinci golde top filelere gittikten sonra ne olduğunu ben bile anlayamadım. Golden sonra kendimi yere attım sevinçten. Keşke bir edebiyatçı olsa da o gollerin atıldığı dakikaları ayrı bir dille tasvir etse.

Hırvatistan maçının son dakikalarında kenardaydın. Duyguların farklı mıydı?

Maç bitmeden oyundan çıkmıştım ama heyecanımda hiçbir azalma olmadı. O maçın gidişatı da Çek maçına benzer bir sevinç yaşamamı sağladı. Özellikle penaltılar aşamasında heyecanlandım.

Yarı finalde oynayamadın…

Dünyanın en üzücü şeylerinden bir tanesi oldu benim için.