TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Aykut Erçetin: "Kaleci takımın huzur noktasıdır" 1.05.2008
Aykut Erçetin: "Kaleci takımın huzur noktasıdır"

Latince bilen kaç kaleci tanıyorsunuz? Ya da kaç insan? O sadece Latince bilmekle kalmıyor, Fransızca, İngilizce, Almanca ve İspanyolca da konuşabiliyor. Eğitimini Almanya'da lisan ve spor üzerine almış. 2003'te geldiği Galatasaray'da yedek beklediği sürede ayakta kalmasını geliştirdiği felsefeye ve "büyük takım kalecisi olma" inancına borçlu. Sabrı, çalışma azmi ve kalitesiyle artık sarı-kırmızılı takımın 1 numarası. Bugün geldiği noktada Milli Takım kalesi için de önemli bir alternatif olarak sivriliyor.

Röportaj: Mazlum Uluç

2003'te geldiğin Galatasaray'da o kadar uzun bir süre yedekte bekledin ki, kamuoyu seni yakından tanıma fırsatı bulamadı. İstersen en başa dönelim ve hayat hikâyenin kısa bir özetiyle başlayalım.

14 Eylül 1982'de Almanya'da doğdum ve bütün hayatım orada geçti. Orada hem diller hem de spor üzerine yüksek okulu bitirdim. İngilizce, Fransızca ve Latince okudum. Son iki senemde spor ve İngilizce bölümlerini seçmiştim. Futbola kasabamızdaki küçük bir takımda başladım. Babam bir hentbol takımının kalecisiydi. 5 yaşıma geldiğimde bana da "Spor yapman gerek" dedi. Futbolu sevmezdi ve benim de hentbolcu olmamı istiyordu. Bense futbolcu olmak niyetindeydim. Beni bir kulübe götürdü ama orada futbol branşı yoktu. İkinci bir kulübe gittiğimizde, merdivenlerden çıkarken bana dönüp "Burada da futbol branşı yoksa seni hentbola yazdıracağım" dedi. Binaya girene kadar, orada futbol branşı olması için nasıl dua ettiğimi anlatamam.

Futbol oynamayı o kadar çok istiyordun yani.

İki-üç yaşımdan beri garajın duvarıyla top oynardım. O kadar çok seviyordum futbolu. Neyse ki ikinci gittiğimiz kulüpte futbol branşı varmış. Oraya 6-7 ay devam ettim. Sonra babam beni bir kenara çekti ve "Ben futboldan çok anlamam ama kaleci olmak istersen sana yardımcı olabilirim" dedi. Gerçekten de 6-7 yaşında kaleciliğe başladığımda kulüpte haftanın bir günü çalışırken, babam benimle en az 4-5 gün çalışıyordu.

Babama borçluyum

Hentbol kaleciliğiyle futbol kaleciliğinin benzer yönleri var mı?

Hentbol kalecilerinin özellikle el ve ayak reaksiyonları çok hızlıdır. Ben de reflekslerimin hem genetik yapımdan hem de babamın çalışma sisteminden geldiğine inanıyorum. Babam, kulübümde antrenörümün yardımcılığını yapıyordu. Almanların güzel bir sözü vardır, "Bir gün durursanız, bu bir adım geridir" derler. 10 yaşıma geldiğimde, babam bana daha iyi katkı sağlamak için antrenörlük lisansı aldı. Öyle ki, bazen Cumartesi günü 14.00'te maçımız oluyordu, babam "Bu rakip zayıf" diyordu ve sabah beni kaldırıp 9.00'da antrenman yaptırıyordu. Bu arada Stuttgart sürekli beni istiyordu. 14 yaşıma geldiğimde babam "Artık benim sana verebileceğim bir şey kalmadı" dedi ve 50 kilometre mesafedeki Stuttgart'a gitmeme izin verdi. Stuttgart gerçekten Almanya'nın en iyi altyapısına sahiptir. O düzeyde rekor şampiyonlukları vardır. Ben de Stuttgart'ta birçok şampiyonluk yaşadım.

Almanya'da Türk oyuncu olmanın zorluklarını yaşadın mı?

Evet. Stuttgart'ta benim yaş kategorimde Alman Genç Milli Takımlarında oynayan iki kaleci daha vardı. Stuttgart kalesinde ben oynamaya başlayıp gayet iyi giderken antrenörümüz bir anda beni yedek bıraktı. Aslında böyle şeyler yapmaya yatkın bir insan değilim ama antrenörüme gidip "Beni neden oynatmıyorsunuz?" diye sordum. "Kusura bakma. Alman Federasyonu'ndan aradılar ve 'Elinde milli kaleciler varken neden onları oynatmıyorsun?' diye sordular" cevabını verdi. Bunu gördükten sonra Almanya'da işimin çok zor olduğunu anladım. Daha sonra Stuttgart'ın amatör takımında oynadım. Sonrasında güzel bir gelişmeyle Galatasaray beni transfer etti.

Galatasaray'a transferin nasıl gerçekleşti?

İspanya kampına çağırdılar. Ama omzumdan sakattım ve "Bana birkaç gün zaman verir misiniz?" diye rica ettim. Aslında büyük bir riskti ve "Hayır" deselerdi bu defter orada kapanabilirdi. Ama "Tamam" dediler ve 12 gün sonra Antalya kampına çağırdılar. Ancak o 12 günü "Acaba arayacaklar mı?" tedirginliğiyle nasıl geçirdiğimi bilmiyorum. Bu arada 12 gün boyunca çift antrenman yaptım. Çünkü benim hayat felsefelerimden bir tanesi de şudur; geriye baktığımda "Elimden gelen her şeyi yaptım" diyebilmeliyim. Bu benim için çok önemli. Özellikle Galatasaray'da oynamadığım dönemde bu felsefe beni ayakta tuttu. Sonuçta beklediğim telefon geldi ve beni Antalya kampına davet ettiler.

Seni Almanya'da kim keşfetmişti?

Galatasaray'a gelmemi Erdal Keser sağlamıştı. Antalya kampında takımla çalışmaya başladım. Kaybedecek bir şeyim yoktu. İlk antrenman maçında, Bülent Korkmaz'a "Topu niye bana atmıyorsun" diye bağırdım. Önce ters ters baktı. İkinci bir pozisyonda aramıza atılan bir pasta "Bu benim topum" diye uyardım. Bu sefer bana döndü ve "Doğru söylüyorsun, haklısın" dedi. Benim için çok önemli bir andı. Bülent Korkmaz gibi bir oyuncunun bu sözü güvenimi artırdı. İki-üç günden sonra beni çağırdılar ve "Aykut bavullarını toparlıyorsun, Almanya'ya gidiyorsun" dediler. Kendi kendime, "Tamam. O zaman yapabileceğim bu kadar. Elimden gelen buydu" dedim. İkinci cümle "Git, mukaveleni feshet ve bizimle sözleşme imzalamak için geri dön" oldu. Yani o anda yaşadıklarımı anlatamam. Bir anda her şeyi kaybettiğinizi düşünürken, iki saniye sonra hayallerinize kavuşuyorsunuz. İnanılmaz bir olaydı. Almanya'ya dönüp mukavelemi feshettim. Buraya geldiğimde "Seni 6 aylığına Antalya Kepez'e vereceğiz, sonra geri döneceksin" dediler. Ancak kurallara göre bir oyuncu aynı dönem içinde iki transfer yapamıyordu ve Kepez'e gitseydim Galatasaray'a dönemeyebilirdim. Transferim yine çıkmaza girmişti. Burak Elmas "Sen bunu bir düşün" dedi. Hayallerim yıkılmıştı. Bu işin olmayacağını söylemek için geri döndüğümde Burak Elmas'ı odasında bulamadım. Ondan sonra bir kapı açıldı ve Burak Elmas geldi, "Fatih Hoca ile konuştum. Seni hiçbir yere yollamıyoruz. Şimdi sözleşme imzalayacağız" dedi. Bir hafta içinde yaşadıklarımı kimseye anlatamam. Ama Fatih Hocamın sayesinde Galatasaraylı oldum. O olmasaydı belki de futbol hayatım bitecekti.

Ailece sporcuyuz

Bu arada babanın ne yaptığını da merak ediyorum. Sen kaleci olduktan sonra baban antrenörlüğe devam etti mi?

Biz dört kardeşiz. Benim küçüğüm Erkut da futbola başladı. Babam onun da antrenörlüğünü yaptı. Bir de ikizler var, Melis ve Deniz. Babam daha sonra Deniz'in de antrenörlüğünü yaptı. Erkut futbolu bıraktı, Deniz devam ediyor. Kız kardeşim Melis ise eskrim yapıyor ve geçtiğimiz ay İtalya'daki Dünya Şampiyonası'nda dokuzuncu oldu. Türkiye'den bir teklif gelmediği için çaresiz kaldı ve maalesef Almanya Milli Takımı adına yarışıyor.

Genç ve Ümit Milli Takım kalecisiydin ama Galatasaray'da yedek kalınca bu unvanını da bir süre sonra kaybettin. Milli Takım'dan uzak kalmak nasıl bir duygu? Bir özgüven eksikliği oluşturur mu insanda?

Bir kalecinin özgüveni çok önemli ve bunu kendisinin oluşturması lazım. Bunu da çok çalışmakla ve sağlam bir psikolojiyle sağlayabilir. Bana göre bir kalecinin psikolojisinin diğer oyunculardan çok daha sağlam olması lazım. Milli Takım olayına gelirsek, hep şu düşüncedeyim. Benim için oynamak değil, iyi oynamak önemli. Çok oynayan ama kötü olduğu için bir süre sonra kaybolan bir sürü futbolcu gördüm. Önemli olan istikrarı yakalamak. Kendi kendime, "Takımımda oynamazken Milli Takım'a çağrılmam çok yanlış olur" dedim.

Yıllarca yedek bekledin. Bu süre içinde hiç "Gidip kendimi bir başka takımda göstereyim" diye düşünmedin mi? Neydi senin direnmeni sağlayan şey?

Galatasaray'a geldiğimde 21 yaşımdaydım ve görev aldığım maçlarda beğeni kazanmıştım. Çünkü her transfer döneminde teklifler alıyordum. Ama bu tekliflere hiç sıcak bakmadım. Birincisi, gitmek kolay yol olurdu. Kalıp da mücadele etmek zor olanı tercih etmekti. Bu baskı altında dayanmak ve çok çalışarak kendimi geliştirmek önemliydi. İkincisi, bir başka takıma gidip de oynasaydım amacıma ulaşmış olmazdım. Çünkü benim amacım herhangi bir kulübün kalesinde oynamak değil, Galatasaray'ın kalecisi olmaktı. Almanya'nın en iyi altyapısından gelen bir kaleciyim. Galatasaray da her sezon şampiyonluğa oynayan bir takım. Büyük takım kaleciliği ile küçük takım kaleciliği çok farklıdır. Küçük takım kalecisine çok top gelir, kendini fazlasıyla gösterir. Galatasaray'da kalmak ise benim için büyük takım kaleciliği açısından önemli bir eğitimdi. Bu tip takımlarda hem saha içinde hem de dışında sabırlı olmak zorundasınız. Dolayısıyla ben burada en iyi eğitimi gördüm.

Bu biraz da felsefi bir tavır aslında…

Bakın mesela siz otomobil tamir ederken, bir anda treni tamir edemezsiniz. Benim amacım tren tamir etmekse neden otomobil tamir etmekle uğraşayım ki? Almanya'da bir işe girdiğinizde üç sene çalışırsınız, ondan sonra size "Artık bu işi yapabilirsin" diye bir diploma verirler. Ben de Galatasaray'da bu süreci yaşadım. Bazen küçük takımda oynayan oyuncuların büyük takımda, büyük takımda oynayan oyuncuların da küçük takımda başarılı olamadığını görürsünüz. Ben büyük takımda oynama eğitimi aldım.

Hep yeni bir şey öğrenmeye çalıştım

Tartışılan bir konu da yedek kalıp izleyerek öğrenmenin mümkün olup olmadığı. Böyle bir öğrenme biçimi var mı gerçekten?

İşinizi ne kadar ciddiye alırsanız o kadar iyi olursunuz. Kalecilik antrenmanında altı top çalışması vardır. Arka arkaya altı topa vurulur ve siz o topları kurtarmaya çalışırsınız. Ben altı topu tuttuktan sonra dönüp gidersem belki işimi yapmış olurum. Ama orada iki kaleci daha var. Onları da gözlemem gerekir. İkinci kaleci olduğunuzda sadece birinciyi değil, üçüncü kaleciyi de izlemeniz gerekir. Daima yeni bir şey öğrenme şansınız var. Maç oynarken de diğer kalecinin ısınmasını ve oyun tarzını izlerim. Televizyonda maç izlerken de gözüm hep kalecinin üzerindedir. Bu nedenle oynamadığım sürece hiç surat asmadım. Tabii ki zor günler geçirdim. Bazen "Niye bir hafta boyunca çalıştım da maç günü emeğimi sahaya koyamadım?" diye düşündüm. Ama siz bir hafta sonu için değil tüm hayatınız için çalışıyorsunuz. Bazen 20 yaşındaki çalışmayı, 35 yaşınıza geldiğinizde bir topu çıkarmak için yapmışsınızdır. Oynamak ya da oynamamak değil, aldığınız destek önemli.

Bugüne kadar ayakta kalabildiğine göre bu desteği almış olmalısın.

Elbette. Taraftar, yöneticiler ve medya antrenmanı izlemeye gelir. Onlar da görürler ki sahaya ilk inen ve en son ayrılan Aykut'tur. Çünkü kaleci her zaman ekstra çalışır. İçimde gerçekten çok büyük bir çalışma hırsı var. Bazı günler çalışmadığımda kendimi kötü hissediyorum. Zaman zaman izin günlerimde gelip çalışma ihtiyacı duyuyorum.

Kaleci emin olduğu topa çıkmalı

Altyapı eğitiminden söz edersek, Almanya ile Türkiye arasında bir fark var mı sence? Eser Özaltındere Türkiye'de standart bir kaleci eğitimi olmadığını, kaleciliğin doğaçlama yapıldığını söylüyor.

Almanya'da oynadıktan sonra Galatasaray'a geldiğim için böyle bir fark görmedim. Çünkü burada Eser Hoca olsun, Nezihi Hoca olsun kalecilere standart bir eğitim veriyor. Ama Almanya ile Türkiye arasında kaleciye bakış açısından önemli bir fark var. Türkiye'de kaleci her topa çıksın isteniyor. Almanya'da ise kalecinin sadece emin olduğu topa çıkması beklenir.

Seninle ilgili de "Yan toplara fazla çıkmıyor" diye bir eleştiri var.

Buna çok katılmıyorum. Tabii ki kaleci ceza sahasının içini koruyacak ama öncelikli görevi kaleyi koruması. Türkiye'de yan toplara çıkan kaleciler de var ama topa dokunamıyor. Bana göre bu güven verici bir şey değil. Bir kaleci çıktığı topu orada öldürebilmeli.

En önemli artıların reflekslerin ve penaltılarda gösterdiğin ustalık. Ama bir de denir ki, "Kaleci penaltı kurtarmaz, atan oyuncu kaçırır." Sen bu görüşe katılıyor musun?

Hayır katılmıyorum. Penaltı kurtarmanın bir sırrı var ama söyleyemem. Çünkü bu dergiyi okuyan forvetler de var. (Gülüyor)

Son dönemde takımların kalelerinde Türk kaleciler şans bulmaya başladı. Büyük takımların kaleleri Türklere emanet. Yabancı kalecisi olan takımlarda bile Türk kaleciler oynuyor. Sence ne değişti de Türk kaleciler bu konuma yükseldi?

Bana göre en büyük pay Türk kalecilere ait. Başarılı oldukları için kulüpler de onlara güveniyor. Rüştü, Volkan, Tolga, Hakan, Serdar, Serkan hepsi başarılı oynadığı için insanlar da Türk kalecilere güvenmeye başladı. Fenerbahçe son şampiyonluklarını Türk kalecilerle kazandı. Bakın Almanlar her zaman der ki, "En iyi kaleciler bizde." Öyle olup olmaması önemli değildir. Ama Almanlar buna inanır. Tekrarlana tekrarlana bu inanış Avrupa'ya da yansıdı. Ancak ben buradaki bazı Türk kalecileri görüyorum, Alman kalecilerden çok daha iyiler. Kamuoyunda "Türk kaleciler iyidir" inancı kemikleşse, gerçekten çok daha iyi bir duruma geleceğiz. Ama biz bazen kendi değerimizi bilmiyoruz. Bugün Türk kalecilerin gösterdiği başarı bir sinyal olabilir. Artık Türk kalecileri için de Avrupa kapıları açılacak.

Uzun süre yedek bekledikten sonra öyle bir dönemde oynamaya başladın ki, önümüzdeki 2008 Avrupa Şampiyonası finalleri için de alternatiflerden biri haline geldin. Bu bir tesadüf mü yoksa kariyer planlaması mı?

Hayır hayır. Benim düşüncem her zaman maçtan maçadır. Sadece önümdeki maçı düşünürüm. Futbol günlük bir iştir. Hiçbir planım yok. Açıkçası keşke daha önce oynamaya başlasaydım.

Ama yine de 2008 finalleri için içinde bir ümit var herhalde. Sonuçta sen Türkiye'nin en iyi takımlarının birinde banko oynayan kalecisin.

Aslında hangi takımda oynadığınız değil, iyi oynamanız önemli. Elbette her oyuncu gibi benim de içimde Euro 2008'de oynama isteği var. Ancak benim düşündüklerimin bir önemi yok. Burada bir hayat felsefem var. Elimden geleni yaparım ve arkaya baktığımda "Keşke şunu da yapsaydım" demem. Benim elimde olmayan şeyleri de düşünmem. Sonuçta bu karar bana ait değil. Teknik adamın kararıyla ilgili konuşmak da eleştiri anlamına gelir. Bir tarafta bir sürü kaliteli oyuncu var ve siz aralarından sınırlı sayıda bir seçim yapmak zorundasınız. Açıkçası ben Fatih Terim'in yerinde olmak istemezdim.

Başlangıçtan itibaren beğendiğin ve örnek aldığın kaleciler kimler?

Her yönüyle beğendiğim bir kaleci yok. Her kalecinin bir yönünü beğenirim. Van der Sar'ın iki ayağını da kullanması inanılmaz. Buffon gerçekten çok hızlı bir kaleci. Coupet'yi de yine hızı sebebiyle çok beğeniyorum. Bu kalecilerin ortak özelliği de istikrarlı olmaları. Büyük kaleci olmak da zaten istikrar demek. Saydığım kaleciler senelerden beri çok üst düzeyde oynuyor.

Devir çabuk kaleci devri

Schmeichel da örnek alınacak kalecilerden biri sayılabilir mi?

Schmeichel eskiden fazlasıyla örnek alınabilinecek bir kaleciydi ama artık kaleciler de değişti, futbol da. Top ve oyuncular daha hızlı, şutlar daha sert. Eskiden kaleci 1.90'ın üzerindeydi ve kilosu da 90'la 100 arasındaydı. O dönemde kaleci çıktığında herkes korksun istenirdi. Ama günümüzün iyi kalecileri Buffon'a ve Coupet'ye bakarsanız çok daha atletikler. Artık hızlı, kıvrak, beli çabuk dönebilen kaleciler aranıyor. Tek adım ve plonjon diye bir şey kalmadı. Kalecinin çok çabuk birkaç adım atması ve ona göre çok hızlı olması gerekiyor. Hantal kaleciler devri bitti. Kalecinin yeni çağının özelliği çabukluk ve refleks. Tabii ki yine fitness çalışacaksınız ama ağır olmak için değil, patlayıcı güç elde etmek için.

Beğendiğin ve çekindiğin golcüler var mı?

Özellikle bizim forvetlerin hepsini beğeniyorum. Hakan Şükür'ün bu yaşına rağmen inanılmaz bir sıçrama gücü var. Patlayıcı gücü müthiş. Nonda gibi çok hızlı ve isabet yüzdesi yüksek bir oyuncumuz var. Serkan Çalık çok hızlı bir forvet. Ümit Karan da benim için Türkiye'nin en iyi tek vuruş yapan oyuncusu. Ama çekindiğim bir forvet yok.

Kaleci yalnız adam ve yenilen golde direkt hedef gösteriliyor. Bu durum sizin psikolojinizi nasıl etkiliyor?

Dediğim gibi kalecinin psikolojisi çok sağlam olmalı. Kalecilik çok nankör bir meslek. 89 dakika çok başarılı oynayan bir kaleci son dakikada bir gol yer ve bir anda kötü kaleci olur.

İyi bir noktaya geldik. Galatasaray-Denizlispor maçında Souleymanou birçok topu kurtardı ama son dakikada kötü bir gol yedi. Sen de maçtan sonra yaptığın açıklamada onun için üzüldüğünü söyledin.

Rakip de olsa bir takım kaleci hatasıyla gol yerse asla sevinmem. Tam tersine üzülürüm. Çünkü onun hissettiklerini ben de hissederim. Kendimi onun yerine koyabilirim. Onun yediği gol benim de mideme oturur. O kaleci o anda bir kürek bulup bir delik kazmak ve içine girmek ister. Ancak bunu da yapamazsınız. O golü yedikten sonra belki 5 saniye düşünürsünüz ama 6. saniyeden itibaren yine aynı adam olmak zorundasınız.

Tamam da o geri dönüşü sağlamak için ne yapıyorsun? Psikolojini sağlamak tutmaktan söz ediyorsun ama bunu nasıl sağlıyorsun?

Hayat felsefeleri çok önemli. Elinden geleni yapmış olduğuna inanmak ve değiştiremeyeceğin şeylere kafayı takmamak gerekiyor. Kaleciler kendi hayatlarını yaşar. Hiç kimsenin bir şey düşünmediği anda bile kaleci bir şeyler düşünür. Benim hakkımda da "Kendi dünyasında yaşıyor" derler ve böyle bir şey de gerçekten var.

Kaleci ters adamdır

İçine kapanık mısın yani?

Hayır. Ama mesela takımım gol attığında herkesle birlikte ben de sevinirim. Ancak birkaç saniye sonra benim düşüncem kaleyi kapatmaktır. Aslında kaleci yalnız adam değil ters adamdır. Herkes oyunu kurmaya, kaleci ise bozmaya çalışır. Futbolun amacı gol atmaktır ve defans oyuncuları bile gol atabilir. Ama oyunu bozan ters adam kalecidir.

Bazı kaleciler için deli denilir. Onlar kendilerini dışa vuranlardır. Sense daha sakin bir yapıya sahipsin.

Almanya'da gördüğüm eğitimde bana "Bir kaleci takımı sakinleştiren adamdır. Maçın bütün stresli atmosferi içinde oyuncu kalecisine döndüğünde bir güven ışığı alabilmeli" demişlerdi. Takımın huzur noktası kalecidir. Bu sessiz ve sakin olmanız anlamına gelmez. Ama oyuncular "Top kalecimize geldiği anda rahatlıyoruz" diyebilmeli.

Önünde oynayanların sana güvenmesini bekliyorsun. Önünde oynayan Servet ve Song Türkiye'nin en iyi ikililerinden biri olarak gösteriliyor. Sen de onlarla oynamanın rahatlığını hissediyor musun?

Servet, Song, Emre veya İsmail gerçekten üst seviyede stoperler. Ama aynı zamanda stoperleriniz ne kadar iyiyse bir kaleci için tehlike de o kadar büyüktür. Çünkü o zaman "Stoperler nasıl olsa her şeyi temizleyecek" diye düşünebilir ve rehavete kapılabilirsiniz. Takımın içindeki en tedirgin adam olmak zorundasınız. Servet'in hava toplarının hemen hemen hepsini kazanacağını bilirim ama kaybedebileceği tek hava topu için her zaman tetikte olmalıyım.

2006'daki şampiyonlukta arkadaşların Fenerbahçe'ye gönderme yaparken sen onları sakin olmaya davet etmiştin. Bu da pek rastlanılan bir davranış biçimi değil.

Sonuçta ben olaylara ters açıdan da bakarım. Bugün biz şampiyon olduysak, 6 hafta sonra bu şampiyonluk bitiyor ve yeni bir yarış başlıyor. Dediğim gibi, futbol günlük bir iştir.

Gelecekle ilgili kariyer planlamanda neler var?

Birçok oyuncu, "Ben şu takımda oynamak istiyorum" diyebilir ama benim açık ve net hedefim yarın bugünden daha iyi olmak. Her gün bir adım daha ileri gitmek istiyorum. Önümde basamaklar varken neden uzaklardaki ışığa bakayım ki? Ben o basamakların götürdüğü yere giderim. Bazen hedef sandığınız şey değildir hedef olan. Önemli olan o hedefe giderken yürüdüğünüz yoldur.

Bildiğin dillerden söz edelim biraz da…

Beş sene Latince, üç sene Fransızca eğitimi aldım. Kendimi her açıdan eğitmek için üç ay da İspanyolca kursuna gittim. Ama Latince zaten ölü bir dil. Fransızca ve İspanyolca biliyorum dersem yalan olur. Sadece o dili bilen insanlarla konuşabilirim. Yüzde yüz biliyorum dediğim diller ise İngilizce, Almanca ve Türkçe.

Futbol dışındaki hayatında neler var?

Benim için arkadaşlık çok önemli. Çevrem çok dardır. Bu konuda çok seçiciyim. Karşımdaki insana güvenmek çok önemli. Başlangıçta kendimi çok açmam. Güvenebileceğim ışığını görürsem dost olurum. Bunun dışında bir köpeğim var. Ailem benim için çok önemli. Sık sık buraya geliyorlar. Fırsat buldukça ben gidiyorum. Dışarıda yemek yemeyi çok seviyorum. Türkiye'de dışarıda yemek yemek yanlış algılanıyor. Almanya'da insanlar ev gezmelerinde değil dışarıda yemekte buluşur. Bu nedenle benim için dışarıda yemek bir hayat tarzı. Sinemayı da seviyorum.

Bir yerde Candan Erçetin'le akraba olduğunu okumuştum.

Bildiğim kadarıyla akrabalığımız yok. Annem Sakaryalı, babam Marmara Ereğlisi'nden. Ama babamın ailesi Makedonya'dan gelmiş. Candan Erçetin de galiba Makedonya kökenli. Belki araştırılsa bir yerden bağlantı bulunabilir.

Müzikle aran nasıl?

Daha çok yabancı müzik dinliyorum. Maça çıkmadan önce Phil Collins'in şarkılarını dinlerim. Her maçtan önce aynı şarkıyı dinleyince beyin de anlıyor ki "A, tamam ben maça doğru gidiyorum." Bu müzik vücuduma ve kafama "Maça doğru gidiyorsun" sinyalini veriyor.