TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Cenk Özkacar: "Hiçbir zaman yetinmem, başarıda sınır tanımam" 1.07.2022
Cenk Özkacar: "Hiçbir zaman yetinmem, başarıda sınır tanımam"

Babası futbol ve hentbol, annesi voleybol, abisi futbol oynamış sporcu bir ailenin hiperaktif çocuğu. Anadolu Lisesi mezunu ve iyi derecede İngilizce biliyor. Sol açık olarak başlayıp sol bek olarak devam ettiği kariyerinde gerçek kimliğini stoper olarak buldu. Altay'ın 1. Lig'de olduğu dönemde gösterdiği performansla Lyon'a transfer oldu. Geçtiğimiz sezon Belçika'nın Leuven takımında yıldızını iyice parlattı ve A Millî Takımımıza sıçrama yaptı. Genç oyuncu, İzmir'den başlayıp Fransa ve Belçika'ya uzanan kariyer yolculuğunu, hedeflerini ve hayallerini TamSaha'ya anlattı.

Röportaj: TamSaha / Deniz Adar

6 Ekim 2000 İzmir doğumlusun. Futbola başlamadan önceki çocukluk dönemini bize biraz anlatır mısın?

Hiperaktif bir çocuktum. Ev içerisinde veya dışarda arkadaşlarımla olsun, hiçbir zaman yerinde duramayan, dizini, dirseğini, kolunu yaralayıp eve gelen bir çocukluğum vardı. O yaşlarda evde avize kırmaya başlayınca annem, "Bu çocuk enerjisini bir spor yaparak üstünden atsın" diye düşündü. Ailemin de futbola olan sevgisi ve tutkusuyla 6 yaşında futbola başladım.

Aileni tanıyabilir miyiz?

Babam Engin Özkacar, emekliliği öncesinde ailemizin sahip olduğu şirketin başındaydı. Gençlik zamanlarında amatör düzeyde futbol oynamış, futbol hakemliği yapmış birisidir. Ayrıca hentbolcu geçmişi de var. Annem Şeyda Özkacar muhasebecilikten emekli oldu. O da lise zamanlarında voleybol oynamış. Ailem İzmir'de yaşıyor. Abim Çağlar Özkacar 1991 doğumlu ve Torba Belediyesi'nde Şehir ve Bölge Planlaması'nda çalışıyor. O da 19 yaşına kadar amatör futbol oynamış ve daha sonra tercihini okuldan yana kullanmak istediğini babama söyleyip futbolu bırakmış.

Eğitim hayatından bahsedebilir misin?

Evimize yakın olduğu için babamın da mezun olduğu ilkokula gittim. Ortaokul içinse benimle yakından ilgilenen hocamın okul takımını çalıştırdığı bir okulu tercih ettim. Futsal takımında yer alabilmek ve güzel başarılar elde edebilmek için o okula gitmiştim. Sonra Eşrefpaşa Anadolu Lisesi'nde okudum. Abim de oradan mezun olmuştu. Lise bittikten sonra ne yazık ki üniversite hayatıma devam edemedim. Futbolun getirdiği şartlardan dolayı diyebiliriz. Ama Avrupa'da futbol oynayacağımı düşünerek yabancı dil için çok çalıştım ve şu anda İngilizcem iyi seviyede.

Sendeki futbol yeteneğini ilk kim keşfetti ve bir kulübün kapısından içeri soktu?

9 yaşında olduğum sırada Zeki Çakır keşfetti. Zeki Çakır, Altınordu'da Yeşilyurt Tesisleri'nde toprak sahada oynarken beni alıp Bucaspor Tesisleri'ne denemeye götüren ilk hocamdır.

Bucaspor, Altınordu ve Altay'ın altyapısını görme fırsatın oldu. Nasıl bir çalışma sistemleri vardı? Neler yaşadın?

Bucaspor ve Altınordu'da bulunduğum dönemde altyapının başkanı Seyit Mehmet Özkan'dı. İkisinde de daha çok sisteme dayalı ve daha çok tesisleşme anlamında güzel adımların atıldığı bir ortam söz konusuydu. Futbolcunun kendini iyi hissedebileceği her türlü imkân sağlanıyordu. Altay'da ise hem bu imkanlar hem de sistem daha düşük seviyedeydi. Hatta bir sahayı dört takımın paylaştığı zamanlar oluyordu. Rahmetli Yenal Dinçakman Hocamın saha içi ve saha dışı psikolojik desteğiyle iyi bir dönem geçirmiştim. Altyapı anlamında en iyi dönemi Bucaspor'da yaşadım. Ama Altay'da da profesyonel olup kendime güzel bir yol çizdim.

İzmir takımları Altay ve Göztepe, Süper Lig'e veda etti. Bu konuda neler söylemek istersin?

İzmir doğumlu biri olarak üzgünüm. Süper Lig'deki iki takımı kaybetmesi İzmir adına kötü oldu. Eskiden Altay'da oynamış bir oyuncu olarak, bu sene için beklentileri ve umutları olan biriydim. Oradaki problemin ne olduğunu bilmiyoruz ama üzgün olduğumu söyleyebilirim. İnşallah yeniden Süper Lig'e çıkmasını umut ve temenni ediyorum.

Futbola stoper olarak mı başladın?

Çok değişik gelecek ama futbola ilk başladığımda sol açık oynuyordum. Ali Çakır Hocam bana, "Bir gün senden çok iyi stoper olacak" dediğinde 12 yaşındaydım. O zamanlar bu durumu idrak edemiyor ve kendi içimde de kabullenmek istemiyordum. Çünkü gol atayım, ön tarafta olayım, atak yapayım, hücum oynayayım düşüncesi vardı kafamda. Ama fiziksel anlamda gelişimim her yaz çok farklı durumlara geliyordu. Mesela 12 -13 cm uzadığım yaz dönemleri oluyordu. Vücut koordinasyonumun beni çok şaşırttığı dönemlerdi bunlar. Hücum oyuncusu özelliklerimi kaybetmeye başladığımı biraz hissetmiştim. Diğer özelliklerim ise belirginleşmeye başlamıştı. Daha güçlü olmam, atletik olmam, hissiyatımın savunma yönünden daha iyi ortaya çıkması gibi… 15-16 yaşlarında sol beke, 17 yaşında da stopere döndüm. Umarım oradan da daha geriye gitmem (gülüyor).

Altay formasıyla ilk profesyonel imzanı attın. Fakat 3. Lig ekiplerinden Karacabey'e kiralık olarak gittin. O süreci bize anlatabilir misin?

Altay'da profesyonel olurken bana "Bu sene takım planları içerisinde değilsin, kiralık gidip geri geleceksin" demişlerdi. Ben de bu durumu çok hoş karşılamıştım çünkü o dönemdeki birinci hedefim ya da aile olarak hedefimiz profesyonel futbolcu statüsüne geçmekti. Ondan sonra bir şekilde yolumu bulabileceğimi, birilerinin beni keşfedebileceğini hayal ediyordum. O dönemde Karacabey'de oynadım. Şimdi A Millî Takım'dan arkadaşım Kerem Aktürkoğlu ile beraberdik. Bu da aslında ayrı bir olay. Tam üç sene önce 3. Lig'de Karacabeyspor'da Kerem'le play-off yarı finali oynarken şimdi ikimiz de A Millî Takım'dayız. O dönemlerde 3. Lig'de oynamak benim için biraz zordu. Çünkü Altay'da, A takımla antrenmanlara çıkmaya başladığım sürede 'bizim çocuk' muamelesi, hep bir iyi karşılanma ve hep başımızın okşanması durumu vardı. 3. Lig'e gittiğimde futbolun ne kadar zor bir meslek olduğunu, sadece sahada değil saha dışında da dik durabilmenin, mental anlamda, psikolojik anlamda her şeye çok hazırlıklı olmanın önemini görmüştüm. Profesyonel anlamda futbola ilk olarak Karacabey'de başladım ve ilk maçıma orada çıktım diyebilirim. İyi ki 3. Lig'e gitmişim ve iyi ki o ortamı görmüşüm. Benim için çok kıymetli ve anlamlı bir yerdi.

Gösterdiğin iyi performans neticesinde Olympique Lyon'un radarına girdin ve transferin gerçekleşti. O dönemde başka kulüpler de seninle ilgileniyor muydu?

Altay'la 1. Lig'de oynarken artan bir performansım vardı. Covidden dolayı liglere ara verilmişti. O dönemde Türk takımlarının bana karşı ilgisi olduğunu biliyordum. Süper Lig'den isteyen takımlar da vardı. Ama benim çocukluktan beri hayalim ve ailemin de benim üzerimde misyonu ve vizyonu her zaman Avrupa'da futbol oynayabilme şansını yakalayabilmekti. En ufak şans bile olsa bu şansın peşinden gitmeliydim. Avrupa hayalimi gerçekleştirmek için yapmış olduğum fedakârlığın haddi hesabı yok mesela. Avrupa'da futbol oynamak, Avrupa'daki hayalimin peşinden koşmak benim ilk önceliğimdi. Lyon'un beni takip ettiğini biliyordum. Süper Lig'deki teklifler için menajerim görüşüyordu. Ama bu teklifleri sezon sonuna bırakıyordum. Avrupa ihtimali tamamen ortadan kalkmadan kendimizi yok etmek istemiyorduk. O dönemde tamamen sezon sonuna dair bir politika izlemiştik. Sezon sonunda da Lyon'a transferim gerçekleşmişti.

Lyon seni Belçika takımlarından O.H. Leuven'e kiraladı. Buradaki süreçten bahsedebilir misin?

İlk sezonumda Lyon'da fazla forma şansı bulamadım. Bundan dolayı da ikinci sezonumda oynamak ve Avrupa'da kendimi göstermek istediğimi söyledim. Çünkü Türkiye'de futbol oynamak ayrı, Avrupa'da futbol oynamak ayrı. Sonunda Belçika Ligi'nde sezon bitmeden önce benimle iletişime geçen Leuven yöneticileri, benimle ilgili projeleri olduğunu, benim futbolumu geliştirmek için iyi bir fırsat olduğunu, onların da buna yardımcı olacağını söylediler. Ben de sezon başı Lyon kampına katılmadan Leuven'e gittim ve bu kararımdan dolayı da çok mutluyum.

Belçika'da seni destekleyen Türk taraftar kitlen var mı?

Türkler daha çok Brüksel, Bruge ve Gent'te yaşıyor. Ama ortaya koyduğum performanstan sonra yabancı taraftarların Türk bayraklarıyla tribünlere geldiği ve benim adımın yer aldığı besteler yaptıklarını duyuyordum. Tabiî yurt dışında böyle bir şeyi görmek ve duymak, sahada böyle bir şeyi hissetmek bana ekstra motivasyon kaynağı oluyor. Türk bayrağının dalgalanmasının gururunu ayrı bir şekilde yaşıyorum.

Sana neler söylüyorlar? Hangi kelimeleri kullanıyorlar?

Kimisi "Baba", kimisi "Başkan" diye sesleniyor. Böyle üç-beş kelime öğrenmişler. Bunları nereden öğrendiklerini sorduğumda ise "Translate sadece senin işine yaramıyor, biz de kullanıyoruz" diyorlar. Çünkü arada ben de Felemenkçe translateden bakıp ufak kelimeler kullanıyorum röportajlarda.

Fransa ve Belçika medyası senin hakkında neler yazıyor?

İlk gittiğimde Fransa basınında Türkiye'den 2. Lig'den genç bir oyuncunun geldiği, bu oyuncunun Lyon'un scout şefleri tarafından keşfedildiği ve kulübe uzun vadede değer katacağı yönünde haberler yazılmıştı. Belçika'ya gittiğim de ise "Lyon'un başarılı bir savunma oyuncusu Belçika Ligi'ne kiralık geliyor. Burada kendi gelişimini ve kariyerini daha üst seviyelere çıkarmak için bu ligi tercih etti" minvalinde haberler görmüştüm.

Geçmişten farklı olarak genç oyuncularımızın yurt dışı tercihlerini çok kolay yaptıklarını ve orada tutunabilmek için de büyük çaba harcadıklarını görüyoruz. Sence bu değişimin sebebi nedir?

İki dönemin şartları birbirinden çok farklı olabilir. Ama bugünkü oyuncuların mental ve psikolojik anlamda çok güçlü olduklarına inanıyorum. Hepsinin meydan okumaya hazır olduklarını görüyorum. Çünkü orada tutunabilmek sadece futbola bağlı değil. Saha dışında da çok güçlü olmak gerekiyor. Benim için de öyleydi… İlk gittiğim sezon ailemden uzak kaldım. Ama Avrupa'da olmak, uzak kalmaların en güzeli diyebilirim. Aslında en kötüsü ama en güzeli... Araya mesafe girdiğinde ailene ulaşamayacağının bilincinde oluyorsun. Bunun üzerinde oluşturduğu bir baskı oluyor. Mesela ben karakter olarak duygusal da bir insanım. İlk 3-4 ay çok zorluklarını gördüm. Saha içerisinde istediğim performansı alamayınca saha dışında inanılmaz bir baskı oluşturuyor. Hatta ilk gittiğim sene her iki gün izin yakaladığımda Türkiye'ye gelip ailemi ziyaret ediyordum. Oradaki insanlar, "Bir-iki gün için Türkiye'ye mi gidilir?" diye sorguluyorlardı. Ben de mental ve psikolojik anlamda çok daha güçlü olmam gerektiğini, dimdik durmam gerektiğini hissetmiştim. Ondan sonra Türkiye'ye gidip gelmelerim azaldı. Oradaki duygusal baskıyı üzerimden atıp daha çok saha içine yönelmiştim. Bunun da meyvesini Belçika Ligi'nde yediğimi söyleyebilirim. Şu anki neslin mental ve psikolojik anlamda güçlü olduğu için bu geçiş dönemini çok iyi değerlendirdiğini düşünüyorum.

Millî Takım'dan arkadaşın Merih Demiral'a stil olarak benzediğin söyleniyor. Bu konu hakkında ne söylemek istersin?

Merih abiye benzemek için onun gibi çok üst seviyelerde oynamam gerekiyor; bu olayın birinci kısmı. Kendisi çok özel ve yetenekli bir oyuncu. Sanırım insanlar, Merih abinin sertliği ile benim sertliğimi benzetiyor. Böyle bir benzetmenin içinde olmak bile benim için gurur kaynağı çünkü Merih abi Avrupa'nın ve dünyanın en kıymetli stoperlerinden biri. Doğrusu ben de kendimi oyun stili anlamında biraz Merih abiye benzetiyorum.

Kendine örnek aldığın oyuncular var mı?

Çocukluğumdan beri idol olarak gördüğüm tek oyuncu o zamanlar Real Madrid'de oynayan Raphaël Varane. Benim gibi uzun boylu bir stoper fakat atletik bir yapısı var, mücadeleci, hırslı ve sert bir oyun yapısına sahip. En beğendiğim tarafı ise uzun boyuna rağmen geri dönüşlerde atletik olarak kendisini aşabilmesi ve çok iyi cevaplar verebilmesi.

Futbola birlikte başladığın arkadaşlarının birçoğu bugün oyunun dışında kaldı. Seni onlardan ayıran ve bu noktaya taşıyan farkların nelerdi?

Bu soru güzel bir soru aslında. Lise dönemimde olsun, Altay altyapısında oynadığım zamanlarda olsun bazı şeyler içimde ukde kaldı. Mesela lisede son dersten sonra arkadaşlarım dışarı çıkıp birlikte etkinlikler yapmaya devam ediyorlardı. "Hadi sen de gel" dediklerinde, ufak bir yüzüm düşerdi çünkü idmana gitmem gerekirdi. Bu idmanın haricinde 6-7 yıl da bireysel hocayla çalışmıştım. Avrupa'daki hayalime daha erken gidebilmek ve oraya gittiğimde güçlü olabilmek için tek çare çalışmaktı. O dönemde arkadaşlarıma göre çok daha fazla çalıştığımı biliyorum. Mesela saat 17'de antrenmanız başlar ve 19'da biterdi. Babamla arabaya binip jimnastik antrenmanına giderdim. Antrenmanlardan önce atletizm antrenmanlarına giderdim. Atletizmden kendi takım antrenmanına giderdim ve bu çalışma hastalığı halen üzerimde var. Ama o dönemlerde çok uç boyutlardaydı. Hatta arkadaşlarım ve ailem tarafından bu durum "Artık yeter, bu kadar çalışma" diye karşılanmaya başlanmıştı. Mesela saat 7.30'da okul için kalkmam uygundu ama ben 7'de kalkıyor ve yarım saat içerisinde evde mekik, şınav yapıyordum. Babam işe giderken beni görünce "Sen ne yapıyorsun? Bu nasıl bir kafa? Hırpalama kendini" diye tepki gösteriyordu. Açıkçası uç düzeyde bir çalışma aşkı vardı o zamanlar ki halen var. Ama şimdi daha profesyonel boyutta, yeri ve zamanını doğru ayarlayarak. Çünkü saat 7 çalışmak için çok uygun bir zaman değil. O zamanlarda beni arkadaşlarımdan ayıran şeyin sabrederek çalışmak olduğunu söyleyebilirim.  

Bazı büyük yetenekler gibi kaybolup gitmemek, hata yapmamak ve futbola odaklı kalmak için neler yapıyorsun?

Birincisinin çalışmak olduğunu söyleyebilirim. Tabiî bir de futbolda başarının bir sınırı yok. Ne oldum dememek gerekiyor. Bulunduğun konum, bulunduğun takım ve bulduğun başarıyla yetinmemek gerekiyor. Kişisel anlamda bu konuda ilk altın kuralım var… Hiçbir zaman yetinmemek ve başarının sınırını tanımamak. İkincisi ise mental ve psikolojik anlamda kendini güçlü tutmak gerekiyor.

Kendine nasıl bir kariyer planı yaptın? Avrupa'da hangi ligleri kendi stiline yakın görüyorsun?

Her zaman düzenli olarak oynayabileceğim, saha içerisinde olabileceğim, futbolumun limitini çok daha ötelere taşıyabileceğim bir takımda olmak istiyorum. İyi bir projenin içinde olmak istiyorum. Kısa vadede Bundesliga bana çekici geliyor ve oraya ayak uydurabileceğime inanıyorum. Çünkü oradaki futbolu takip ediyor ve biliyorum. Ayrıca Bundesliga'da alacağım disiplin ve eğitimin bana çok yardımcı olacağına inanıyorum. Çağlar Söyüncü abimden örnek vermek gerekirse, kendisi de iki sene Freiburg'da oynayıp disiplin anlamında, taktiksel anlamda kendisini çok geliştirip ardından inanılmaz bir sıçrama yaparak Leicester'a transfer olmuştu. Umarım ben de bu denli bir sıçrama yapabilirim ama bu sıçramayı yapabilmek için de saha içinde iyi bir düzeyde, iyi bir takımda oynamak ve uzun süre sahada kalabilmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden şu an için Bundesliga'nın benim stilime yakın olduğu, oraya gidersem kendimi geliştirebileceğim kanaatindeyim. 

Türk oyuncularla Avrupalı oyuncular arasındaki temel farklar neler?

Yetenek olarak biz cidden daha öndeyiz. İki kulüp gördüm Avrupa'da, orada altyapıdan çıkan gençleri de gördüm. Bizim ülkemizden çıkan gençler olsun, oyuncu profili olsun, yetenek anlamında biz cidden onların önündeyiz. Ama şöyle büyük bir farklılık var; oradaki oyuncu ekibinin çalışmayı sevdiği kadar ne yazık ki biz çalışmayı sevmiyoruz. Oradaki disiplin ortamına ne yazık ki ayak uyduramıyoruz. En belirgin ya da en temel farklılık oradaki insanların futbola olan sevgisi ve çalışma isteği. Kendi antrenmanları dışında yaptıkları ve hayatlarına dikkat etme durumu en temel farklılıklar.

U21 Millî Takımımızda forma giydin. A Millî Takım'a seçildiğinde neler hissettin?

Geniş kadroda olduğumu biliyordum. Bu çok özel bir duygu… Kendimi hep "Olmaz ama sen çalışmayı bırakmayacaksın, devam edeceksin. Elbet bir gün olacak, bu hayalin gerçekleşecek" diye motive ediyor ve negatif kısma hazırlıyordum. O sırada bir abimle oturmuş futbol sohbeti yapıyorduk. Bir arkadaşım mesaj attı ama sohbet bölünmesin diye telefonu elime almadım.  Sonra iki-üç mesaj daha gelince önemli bir şey olduğunu düşünüp telefonuma baktım, mesajda "Kardeşim, hayırlı uğurlu olsun" yazdığını gördüm. Ama ortamda bir tepki yok ve bildirim de gelmemiş bana. Tam, "Kardeşim neye hayırlı olsun?" yazacaktım ki, telefonuma aday kadro bildirimi düştü. Millî Takımımızın kırmızı listesini ve oradaki ismimi gördüğümde gözlerim doldu. Ağlamıştım yani. Şu anda halen tüylerim diken diken oluyor. O an tarifi olmayacak bir duygu içime yüklendi. Çok heyecanlıydım. O gururu içimde en derinlerinde hissettim. O an kalbimin ne kadar hızlı attığını ya da neleri hayal ettiğimi hem hatırlıyorum hem de hatırlamıyorum. Çok özel ve benim için çok eşsiz duygulardı.

Millî Takımda Merih Demiral, Çağlar Söyüncü, Kaan Ayhan ve Ozan Kabak gibi yurt dışında oynayan stoperler mevcut. Sen de yurt dışında futbol hayatını sürdüren oyuncu olarak bu rekabeti nasıl değerlendiriyorsun?

Bu saydığınız isimler, çok kıymetli isimler. Onlar benden önce Avrupa hayatına başlamış ve Avrupa'da yıllardır futbol yaşantılarını sürdüren isimler. Sonuçta bu rekabetin içinde olmak bile benim gelişimim için aslında çok önemli ve çok büyük bir adım. Çünkü özellikle sahada abilerimden öğreneceğim çok şey olacağını düşünüyorum. Sonuçta onlar bu millî formayı ve Avrupa'da giydikleri formayı uzun yıllar çok iyi bir şekilde terletiyorlar. Öncelikli hedefim tabiî ki de burada kalıcı olmak. Bu rekabetin içinde elbette ben de varım. Bu tatlı rekabette birbirimizi öne iterek Millî Takım için daha faydalı oyuncular hâline geleceğimizi düşünüyorum.

Millî Takım Teknik Direktörümüz Kuntz'la nasıl bir ilişkiniz var? O ve ekibi heyetin hakkında neler söyleyebilirsin?

Kampa ilk geldiğimde hoca ve teknik heyetiyle tanışma fırsatım olmuştu. Hocanın çok sıcakkanlı, çok samimi biri olduğunu söyleyebilirim. Resepsiyondaki ilk karşılaşmamızdan itibaren hocanın çok iyi bir iletişimi olduğunu ve çok sıcakkanlı biri olduğunu hissetmiştim. Tabiî bu ortama ilk geldiğim için üstümde olan ufak gerginliğin ve stresin hoca farkındaydı.  İlk iki-üç gün sürekli antrenmanlarda yanıma gelip, "Bu gerginliğin normal ama rahat ol. Kendi oyununu burada yansıt. Sonuçta sen de iyi bir oyuncu olduğun için bu ekibin içindesin. Bunu böyle düşün" diyerek beni çok rahatlattı. Saha dışında da hocanın çok kültürlü ve birikimli olduğunu, çok da iyi bir ekibe sahip olduğunu düşünüyorum. Ondan ve ekibinden öğreneceğim çok şey olduğunun farkındayım.

Leuven'deki teknik direktörün Marc Brys'ın kariyerin üzerindeki etkisini anlatır mısın?

Belçika'daki hocamın benim kariyerimde inanılmaz bir etkisi olduğunu söyleyebilirim. İlk gittiğimde benim için zor bir süreç geçmişti Belçika'da. Çünkü hoca inanılmaz çalışkan ve disiplinli bir antrenördü. İlk gittiğim dönemde problemlerle karşılaştım çünkü Lyon'da oynamadığım bir senenin üzerine Belçika'ya gittiğimde biraz lakayt tavırlarım olmuştu. Hoca da bana oraya gittiğimin ikinci gününde bana şu soruyu sormuştu: "Sen kimsin?" Böyle net bir soruyla bana gelmişti. "Sadece potansiyeli bulunan bir oyuncusun, potansiyeline performans koymadığın sürece sadece orada kalırsın" demişti. İkinci gün net bir şekilde duvara çarpmış gibi hissettirmişti. O günden sonra, onun sayesinde daha farklı bir futbola bakış açısına döndüm. Orada daha çok çalışmam ve eskiden sabah 7'de kalkıp çalıştığım ruh hâline hemen geri dönmem gerektiğini düşündüm. Hem onların bana olan inancı ve güveni hem de benim de onları mahcup etmeyecek şekilde sahada koyduğum performansla beraber oradaki hocayla güzel bir birlikteliğimiz oldu. O da benim Avrupa kariyerimin en önemli sayfalarında yer alacaktır.

Hocaların senin en çok hangi yönlerini beğeniyor? Hangi yönlerini geliştirmen gerektiğini söylüyor?

Marc Hocayla uzun vadede çalışma fırsatı buldum. Oyun anlamında topu oyuna sokma ya da atletik anlamda benim özelliklerimin çok önde olduğunu ama daha üst seviyede oyunlara ayak uydurabilmem için pozisyon anlamında biraz daha kendimi geliştirmem gerektiğini söylüyordu. Bu pozisyon anlamındaki gelişimin de sahada olmak ve süre almak, tecrübe kazanmakla gerçekleşeceğini belirtiyordu. Bana, "Ne olursa olsun 25-26 yaşlarında edineceğin tecrübeye ne yazık şu anda erişemezsin. O dönemlere geldiğinde oynadıkça çok çok daha farklı bakış açısında olacaksın" diyordu. İlk gittiğim dönemde birebir kaldığım durumlarda bazı ufak eksiklerim ve pozisyon alma hatalarım vardı. Bunu oradaki yardımcıları ile beraber sezon içerisinde hem maç oynayarak hem antrenman sonralarında düzeltmişti. Topu oyuna sokmam, oyun kurmam, atletik anlamda Belçika oyuncularına iyi cevap vermem ve özellikle diyagonal paslarımı hoca çok seviyordu. Kenardan beni sık sık uyarıyor ve "Uzun atsana, bu özelliğini kullansana" diyerek direktif veriyordu.

En beğendiğin oyun dizilişi hangisi?

Bu sezon çok sık oynadığım için 3-4-2-1 sistemini çok beğeniyorum. Kendimi de bu sisteme çok uygun bir oyuncu olarak görüyorum.

Hayatında yaşadığın pişmanlıklar ya da "İyi ki yapmışım" dediklerin neler var?

Pişmanlığım yok. Kariyerimde çok üzüldüğüm ya da pişman olduğum bir an yaşamadım. Başıma kötü bir olay geldiğinde, "Buna da iyi açıdan bakmak lâzım, bunun daha da kötüsü yok" diyorum. Kariyerimde çok mutluluk duyduğum ve iyi ki yapmışım dediğim şeyler ise daha önce de bahsettiğim gibi sosyal hayatımdan feragat edip çalışmaya devam etmem. Hatta geçen İzmir'deyken o dönemde lisede bana dışarı çıkmak için teklif yapan ama benim antrenmandan dolayı reddettiğim bir arkadaşımla karşılaştık ve bana şunu söyledi: "Cenk, biz oturup kahve içerken sen antrenman yapmaya gidiyordun. Biz çok farklı bir yerdeyiz, sen çok farklı bir yerdesin. Hayallerine ve hedeflerine kavuştuğun için biz çok mutluyuz."

Boş zamanlarında neler yaparsın? Hobilerin ve fobilerin neler?

Türkiye'deyken izin dönemlerinde arkadaşlarımla dışarı çıkıp zaman geçirirdim. Ama Avrupa'ya gittiğim zaman daha çok sadelik, doğa alanları, kitap okumak gibi yeni hobiler üstüme yüklendi yani güncelleme geldi. Oradaki yaşantımda biraz daha doğal hayatı, sade ve sessiz bir hayatı daha çok seviyorum. Boş zamanlarımda kitap okuyorum. İngilizcemi geliştirmek için İngilizce alt yazılı filmler izliyorum. Ara sıra oyun oynuyorum.

En sevdiğin yemekler neler?

En sevdiğim yemek, tavuk sote ve bir de annemin pilavı. Tavuk sote olabilir ama yanındaki pilav lütfen annemin pilavı olsun.

Unutamadığın maç var mı?

Club Bruge maçı… Club Bruge büyük bir takım. Her sene Şampiyonlar Ligi'ne katılan, ülkesinde en büyük taraftar kitlesine sahip olan bir takım. Deplasmanda oynadığımız maçta gol atmıştım. İnanılmaz bir atmosfer vardı. Isınmaya çıktığımız anda bile üç-dört dakika Bruge taraftarlarına ve üzerlerine giydikleri siyah-mavi formalara bakarken yanımdaki arkadaşım, "Hadi artık uyan, kendine gel ve ısın" diye beni uyarmak zorunda kaldı. O sahada çıkıp dakika 40'ta gol atmak ve takımı 1-0 öne geçirmek benim için çok farklı, çok özel bir durumdu.

Riva'daki ortamı nasıl buldun, bu konu hakkında neler söylemek istersin?

Bu kampta aslında yaşadığım özel bir duygu da var. Bu benim Riva'da kaldığım ilk kamp. Herkes çok şaşırmıştı bu duruma çünkü ben Genç Millî Takımlarda süre almadım. Sadece Ümit Millî Takım'da bulundum. O kampları da Riva'da yapmak nasip olmamıştı. Yani bu kamp hem A Millî Takım kadrosuna ilk defa çağrılmanın hem de Riva ortamını ilk defa tanımanın mutluluğunu yaşatıyor bana. Riva Tesisleri çok güzel. Bir futbolcunun aradığı ya da bulmak istediği her şey bu tesiste mevcut. Kendimi geliştirmek ve 15-20 günlük kampta daha çok şey eklemek için tesis imkânlarını kullanıyorum ve burada olmaktan, zaman geçirmekten çok mutluyum.

Orjinal boyutları için tıklayınız
Orjinal boyutları için tıklayınız
Orjinal boyutları için tıklayınız