TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Sinan Turhan: Fenerbahçe'ye niyet, Galatasaray'a kısmet 1.12.2020
Sinan Turhan: Fenerbahçeye niyet, Galatasaraya kısmet

Futbol yeteneğini fabrikada işçi olma umuduyla kullanmak isterken basamakları hızla tırmanıp Fenerbahçe ile söz kesen bir gençti Sinan Turhan... Bir 'hatası' nedeniyle Fenerbahçe kapıları kapansa da kader ona Türk futbolunun bir başka devi Galatasaray'ın kapılarını açtı. Ancak iyi başlayan Galatasaray kariyeri de yaşadığı sakatlık ve İstanbul'un gece hayatına kapılması nedeniyle istediği gibi gitmedi. Şimdilerde TFF bünyesinde gençlerin eğitimine odaklanan deneyimli futbol adamı, aslında 'derslik' bir hikâyenin de kahramanı…

Röportaj: TamSaha / Derya Oruçoğlu

Önce Sinan Turhan'ın çocukluğuna gidelim. Hayat serüveninin ilk yıllarına…

1958 yılında Bilecik'in Pazaryeri ilçesinde doğdum. Babamın bakkaliyesi vardı, annem ise ev hanımıydı. Üç kardeşten en küçüğü benim. Bir ağabeyim, bir de ablam var. Türkiye standartlarında bir çocukluğum oldu. Ortaokula kadar Pazaryeri'nde okudum. Ancak bizim orada lise olmadığı için liseyi dışarıda okumak durumunda kaldım.

Nasıl bir öğrenciydiniz?

Pek de iyi bir talebe olduğum söylenemez. Yatılı olarak endüstri meslek lisesinde okudum. Bu durum benim için biraz şanssızlık oldu. Futbola altyapı eğitimi alamadan başladım. Genç takım sürecim bile olmadı. Sadece okul takımlarında oynayabildim. O dönemler il ve ilçe bazında turnuvalar olurdu. O turnuvalarda oynadım. Futbol sevdam da çoğu çocuk gibi mahalle arasında oynayarak başladı. İki taşla kale yapar, saatlerce futbol oynardık.

Aileniz futbolla ilgili miydi?

Abim Ferruh Turhan da eski bir profesyonel futbolcudur. Hatta benden daha iyi bir oyuncuydu ama o akademik eğitime yöneldi. Öğretmen Okulu'na gitti. Ankara'da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ni bitirdi. Futbolculuğu hep yan iş, hobi gibi gördü. O zamanlar Ankara'da Toprakspor vardı. Orada oynadı. Eğitimini bitirdikten sonra da Kütahyaspor'da profesyonel hayatına devam etti. Aynı zamanda öğretmenlik de yaptı. Kütahyaspor o zaman çok iyi bir takımdı.

Lise sonrası seramik fabrikası

Sizin ilk kulüp deneyiminiz nasıl oldu?

Meslek lisesini bitirdikten sonra işçi olarak Bozüyük Seramik-Fayans Fabrikası'na girdim. O dönemlerde ağabeyim İnegöl Demirspor'da oynuyordu. Onun vasıtasıyla abi-kardeş aynı takımda oynamaya başladık. İnegöl Demirspor amatör bir takımdı. İlk lisansım Pazaryeri'nde Gençlikspor'da çıkmıştı. Ama yatılı okuduğum için orada oynama şansım olmamıştı. O nedenle İnegöl Demirspor, formasını giydiğim ilk kulüp oldu. Aynı dönemlerde hafta sonları Bursa Amatör Ligi'nde oynuyordum. Hatta o sene 18 golle Bursa Amatör'de gol kralı oldum.

Gol krallığı size bir şey kattı mı?

Elbette… İlgi çekmeye başladım. Teklif aldım. Ama futbolla ilgili hayaller kurmuyordum. Zaten bazen hayalleriniz değil, hayat sizi bir yerlere sürüklüyor. Benimki de öyle oldu. Benim aklım fikrim fabrikada çalışmaktaydı. Sonra daha iyi şartları olan Eskişehir Demirspor'un seçmelerine katıldım. Tek amacım fabrikaya girebilmekti. Eskişehir Demirspor'un aynı zamanda 2. Lig'de ekibi vardı. Beni beğendiler seçmelerde. Ben de "Fabrikaya alırsanız gelirim" dedim. Kabul ettiler. Amatör olarak başlayacaktım oraya ama o sene transfer yönetmeliği değişti. Bir amatör takımdan profesyonel takıma amatör olarak imza atmak yasaklandı. 18 yaşındaydım ve Eskişehir Demirspor'a profesyonel olarak imza atmak zorundaydım. Babamın muvafakatnamesiyle profesyonel oldum. Fabrikaya girdim ama çalışmıyordum. Sabahları malzemecimiz rahmetli Bayram abi, sabah giriş, akşam da çıkış için kartları basardı. O sezonda 18 gol attım. O zaman 3. Lig yoktu ve 2. Lig'de çok değerli takımlar vardı. Diyarbakırspor, Sarıyer, Kocaelispor, Kayserispor, Malatyaspor, Antalyaspor, Gençlerbirliği, Konyaspor… Hepsi o ligdeydi. 1. Lig görmüş çok değerli takımlar vardı.

1. Lig yolunuz nasıl açıldı?

Eskişehir Demirspor'da 18 gol atınca teklifler gelmeye başladı. Sanırım o dönem için Eskişehir Demirspor için rekor bedelle Adana Demirspor'a transfer oldum. Benim için 450 bin lira ödendi. O zamanlar bu büyük paraydı. 1. Lig'e adım atınca profesyonel hayatım da tam anlamıyla başlamış oldu.

Çocukken Eskişehirspor'u tutardım

Biraz daha geriye gidelim… Çocukluğunuzda hangi takımı tutardınız?

Komşu il olması nedeniyle çocukluğumda ağabeyimle Eskişehirspor'un maçlarına giderdik. Ortaokul çağlarımdı. Akşam 17.30'daki maç için saat 11.00'de stada girerdik. O zaman ilgi çok, stat daha ufak. Geç kalmak olmazdı. Amigo Orhan diye efsane bir amigo vardı. Etkilenmemek mümkün değil. Tüylerim diken diken olurdu tribünde. Statta orta sahaya iner, yere yatar, kalktığı zaman statta bir tane oturan kalmazdı. Es Es çektirirdi. Ben de o zaman çocukları toplar, "Es-es-es, ki-ki-ki" diye tempo tuttururdum… Eskişehirsporluydum yani.

Peki ya Galatasaray?..

Orası çok enteresan… Uzun bir hikâye; anlatayım. Ordu Millî Takımı'ndayım o zaman. 80 darbesinden sonra. Sene 1981. Ankara'da toplanmışız. A Millî Takım gibi kadromuz var. Kaleciler Şenol Güneş ile Yaşar Duran. Sağ bek Turgay Semercioğlu, sol bek Zonguldaksporlu Hüseyin Çetinkaya, stoperde Bursasporlu Sedat Özden ile Ankaragücü'nden Cüneyt Memişoğlu var. Necdet Ergün, Ayhan Akbin, Raşit Çetiner, Güngör Şahinkaya… Hepsi orada. Katar'da ordular arası şampiyona vardı. Askerlik çağına gelenler toplanarak iddialı bir takım kurulmuştu. Antrenmanları Ankara'da yapıyoruz. Bütün hafta içi oradayız. Hafta sonu da Rizespor'da oynuyorum o zaman. Maçlara gidip, tekrar Ankara'ya dönüyorum. Hayatımda iki kez küme düşme şanssızlığı yaşadım. Biri o sezon oldu. Rizespor küme düşünce Fenerbahçe Osman Denizci, Arif Kocabıyık, Zafer Dinçer ve benimle anlaştı. Hiç unutmuyorum, günlerden Cuma. Ertesi gün sabah 05.30'da Ankara'dan İstanbul'a geçeceğiz; İstanbul üzerinden de Katar'a uçacağız. O gün benim hem Rizespor'dan hem de Adana Demirspor'dan antrenörüm  Zeynel Soyuer geldi. Kocaelispor'un antrenörü olmuş. Rahmetli Mehmet Efe de genel kaptan. O zaman genel kaptanlar çok önemliydi. Şimdiki sportif direktörler gibi. Her takımın böyle bir abi yöneticisi vardı.

Kocaelispor'un teklifi zora soktu

Durun tahmin edeyim; Kocaelispor'a istiyorlar sizi (gülüşüyoruz)…

Evet. Sadece ziyaret değil tabiî. Neyse askeri yetkililerden izin aldılar, geldiler, konuşuyoruz. Beni Kocaelispor'a istiyorlar. "Hocam teşekkür ederim, memnun oldum ama ben Fenerbahçe ile anlaştım, söz verdim" dedim. 4 milyon lira gibi bir para söz konusuydu üstelik. 1-1.5 saat beni ikna etmeye çalıştılar. Ama 10 milyon lira da verseler sözüm nedeniyle gidemeyeceğimi söyledim. Mehmet Efe teşekkür etti. O zamanki transfer yönetmeliğine göre kulüpler oyuncuları belirli bir süreliğine satışa çıkarıyordu. Bu süre içinde satışını istemezsen, talibin de çıkmazsa kulübünde kalıyordun. Bu zaman diliminde de ben Katar'da şampiyonada olacaktım. Mehmet Efe, "Eğer satışını istemezsen Rizespor'da kalırsın. O zaman 2. Lig'de oynarsın" dedi. Bu durum benim aklımı çeldi. Saat 18.00-19.00 oldu. Beni ikna ederlerse diye Ankara'da bir büroda noter de bekletiyorlarmış. Sen satışını iste ama yine Fenerbahçe'yi seç dediler. O zaman satışını istediğinde birkaç kulüp talip olsa bile seçimi kendin yapabiliyordun. Ben de satışımı istedim. Ama iyi bir şey yapmadığımı biliyordum. İçime bir karamsarlık düştü.

Sorun oldu mu sizin açınızdan?

Geliyorum oraya… Akşam yattık, sabah kalktık. O zaman Yaşar (Duran) ile beraberiz. O da Fenerbahçe'ye transfer olmuş. Ona anlattım durumu. "İyi bir şey yapmadım, kulübe de telefon açamıyorum. Sen kulübe bir telefon açıp konuşur musun? Yine Fenerbahçe'yi tercih edeceğim" dedim. O dönem Orhan Ergüder diye bir genel kaptan vardı. Onu aramış Yaşar. O zaman başkan Ali Şen. Ona sirayet ediyor konu. Ali Şen de haklı olarak gönül koyuyor ve "Sinan hariç diğerlerini alın" diyor. Derken benim Fenerbahçeliliğim başlamadan bitiyor.

Dediğiniz kadar enteresanmış. Sonra?..

Maç için Katar'a gittik. Fatih Terim aradı. O zaman Galatasaray'da kaptan. "Sinan bize gelmeni istiyoruz" dedi. "Olur abi. Dönüşte konuşuruz" dedim. Geldik İstanbul'a. Fatih abi ile dönemin genel kaptanı Ersan Feray karşıladı beni. Bir tarafta da rahmetli Serkan Acar var. O da Fenerbahçeli oyuncuları karşılamaya gelmiş. Onunla da göz göze geldik. Çünkü söz vermiştim. Fatih abi ile birlikte Yeşilköy'deki Çınar Otel'e gittik. Şartları konuştuk, anlaştık. Böylece Fenerbahçe derken Galatasaraylı oldum.

"Asla yapmam" dedim ama yaptım

Bugün için Galatasaray ne hissettiriyor size?

Galatasaray deyince hâlâ içimde bir hüzün hissediyorum. Futbol hayatımın en verimsiz üç sezonuydu. Hâlâ borçlu olduğumu düşünüyorum Galatasaray'a. Daha fazla katkı verebilirdim, daha iyi oynayabilirdim. Sporda en önemli unsurlardan biri de dinlenmektir. O dinlenmeleri hiç yapamadım. İstanbul'a gelecekler için hep gece hayatının tehlikelerinden söz edilir. Her futbolcu "Ben asla yapmayacağım" diyerek gelir, fakat işin rengi pek öyle olmaz. Ben de hayatın profesyonel tarafına pek tutunamadım. Bu yüzden Galatasaray'da iz bırakamadım. Bunun pişmanlığını halen yaşıyorum.

Bugünün golcüleri ile sizin döneminizin santrforlarını kıyaslamanızı istesem…

O zamanki santrforların bir dezavantajı vardı. Bütün takımlar liberolu oynuyordu. Şimdiki gibi değil. Sarkık libero dediğimiz stoper önde, libero en az 5 metre arkada oynuyordu. Öndeki stoper de santrforla bire bir oynayan oyuncuydu. Yüzde 100 markaj altındaydık. İki rakiple mücadele etmek zorundaydık. Birini geçince arkada da libero vardı. Onun arkasında da beklerin kademeleri... Şimdi tandem uygulanıyor. Biraz zeki, sprinter ve özellikli santrforlar için daha avantajlı gibi. Rakip arkasına sızmak daha kolay diye düşünüyorum.

Kendinizi nasıl bir futbolcu olarak tanımlarsınız?

En belirgin özelliğim olarak hava toplarındaki üstünlüğümden söz edilirdi. Benden çok daha iyi fizikli stoperlerle savaşmak zorunda kaldım. Ona rağmen her topa vurmayı hedeflerdim. Sürekli bireysel antrenmanlar yapıyordum. Özellikle Eskişehir Demirspor'da. Şöyle ki; o zamanlar sarkaç toplarımız vardı. Defalarca, dakikalarca bıkmadan, usanmadan sarkaç topunda çalışırdım. Her defasında daha yükseğe çıkararak. Sağa, sola… O zaman gereçler şimdiki gibi modern değil. Vücut geliştirme yayları vardı. Ben onu ayağıma takardım. Onları çekerdim yatarak. Ayaklarımda kum torbasıyla çalışırdım. Yeleklerimiz vardı, çelikler, demirler koyarak, ağırlık yaparak çalışırdım. Bilmeden de olsa, amatörce de olsa sanırım o bireysel çalışmalar bana avantaj kazandırdı. Hava toplarındaki becerimi o bireysel çalışmalara borçluydum.

Kaleci Yaşar'ı boş geçmezdim!

Kapısından döndüğünüz Fenerbahçe'ye attığınız gollerden söz eder misiniz?

Yaşar'ın da kulaklarını çınlatalım (gülümsüyor). Bazı golcülerin şansının tuttuğu kaleciler vardır. Ya da o psikolojiyle çıktığınız maçlar... Kaleci Yaşar'ı golsüz geçmemişimdir mesela. Hâlâ görüşüyor ve şakalaşıyoruz. Gerçek Galatasaraylı olmak için Fenerbahçe'ye atılan golün de ayrı bir önemi vardı tabiî... Şenol Güneş'e hırs yapardım mesela. "Bu sefer atacağım" diye. Şenol Hoca da yatan bir kaleci değildi ama sezgileri çok güçlüdür. Bir vuruyorum, daha plonjon yapmadan o köşede... Santrforların hurafeleri de vardır kalecilerle ilgili.

Samimiyetle kendini eleştiren pek fazla oyuncu görmüyoruz. Ama siz öylesiniz…

Hatam varsa kendi üzerime alıyorum. Doğru olan bu çünkü. Kulüp transfer yaparken sizin üzerinize güven inşa ediyor. Sizden bir şey almadan vaatte bulunuyor ve yerine getiriyor. Galatasaray'da oynarken çok uyarı aldım. Rahmetli Naci Özkaya bir dönem genel kaptanımızdı. Ayhan Akbin ile Etiler'de bir bekâr evi tutmuştuk. Bir dönem Naci abi tesislerde kalmamızı istedi. Ben bunu şiddetle reddettim.

Galatasaray'a hâlâ borçlu hissettiğinizi söylediniz. Başından itibaren mi kötü geçti?

Galatasaray'a transfer olduğumda askerdim. Sezon başı çalışmalarına katılamadım. Ligler başladığında hâlâ Rize'deydim. Sonra Balmumcu'ya tayinim çıktı. Geldim, antrenmana başladım. Dört gün sonra takım kampa girdi. Baktım ben de kadrodayım. Antrenmansız olduğum için beklemiyordum. O zaman Maçka Otel'de kampa giriyoruz. Brian Birch'ün arkadaşlarla kaynaşayım diye kadroya aldığını düşündüm. Sonra kadro açıklandı, bir de baktım ilk 11'deyim. Sadece dört-beş günlük antrenman yapmışım ve Galatasaray taraftarının önüne çıkacağım. Boluspor maçıydı. Benim için de iyi geçti. 2-1 yendik ve gollerin birini de ben attım. Sonra Eskişehir'e gittik. 1-0 kazandık ve golü ben attım. Ardından Beşiktaş'ı 2-1 yendik. Yine gol attım. Altay maçında ilk golü attım. İyi bir başlangıç yaptım aslında. Giderek form grafiğim de yükseliyordu.

Kötü gidiş nasıl başladı peki?

Trabzonspor maçı futbol hayatımı etkiledi. Ağır bir sakatlık yaşadım. Hüsnü Özkara'ya arkam dönüktü, görmedim. Bir pozisyonda yan bağlarım koptu. Orada 6 ay sakat geçti. Bazı doktorlar ameliyat yapalım, bazıları da yapmayalım diyordu. Bazı doktorlar rehabilitasyona gönderiyor, bazıları 5 kilo ile çalış diyor, bazıları 25 kilo ile çalış diyordu. Ben de şaşırdım kaldım. O dönemde evdeyim ve bekârım. Orada yemek, burada yemek… O dönemler gazino kültürü ve gece kulüpleri vardı. O boşlukta bunları tanımaya başladım. O sakatlık hem Galatasaray'daki iyi başlangıcımı bitirdi hem de hayatımı etkiledi. Sakatlandığım sezonun sonuna doğru tam iyileşmeden sahalara döndüm. Futbolcu hep oynamak istiyor. Ama uzun sakatlıklar futbolcuyu çok örseliyor. Takım şampiyonluk yarışından kopmuş. Birch ayrıldı, Özkan Sümer geldi. Sonraki sezon Özkan Hoca ile yine çıkış yakaladım. Özkan Hocanın disiplini önemliydi. Bekâr oyuncuları sıkı tuttu. Cuma kampa girilecekse bizleri Perşembe'den alıyordu. Maç sonrası da bir gün geç gönderiyordu. O dönemde gerçekten iyi antrenmanlar yapıyorduk. Millî Takım'a bile davet edildim.

Mukavelem bitmeden ayrıldım

Ne oldu da işler yeniden tersine döndü?

O zamanlar bir hanım arkadaşım vardı. Dönemin güzellik kraliçesi Aydan Şener de halasının kızıydı. Ayhan Akbin ile ev arkadaşıyız ve her dakika beraberiz. Kız arkadaşım Ayhan ile Aydan'ı tanıştırmak istedi ve tanıştırdık. Bir sene sonra Ayhan evlendi. Ben de yalnız kaldım. Yalnız kalınca gece hayatı daha fazla etkilemeye başladı beni…

Sonrasında da Galatasaray'dan uzaklaşmaya mı başladınız?

Bir sene daha mukavelem vardı. O zaman sözleşmeler iki yıllık yapılıyordu. İlk iki senenin ardından iki yıllık daha mukavele yapmıştık. Üçüncü sezondan sonra bir senem daha vardı ama İstanbul'da yorulmuştum. Kendimi İstanbul dışına atarsam toparlanacakmışım gibi hissettim. Bir kaçış gibi aslında… Bu da pişmanlıklarımdan biridir. O arada Sakaryaspor istiyordu beni. Alp Yalman genel kaptandı, yanına gittim. "Gitmek istiyorum" dedim. "Sinan iyi düşündün mü, istersen birkaç gün daha düşün" dedi. Psikolojim iyi değildi. İstanbul'dan kaçmam gerekiyor gibi hissediyordum. Sakaryaspor'a gittim. Kamp başlıyor. Gittik malzemelerimizi almaya. Her şey atılmış ortaya. Herkes bir şeyler alıyor… Galatasaray'da böyle bir şey yok. Rahmetli Ahmet abi çantaları getirir. Herkesin kamp çantası hazırdır. "Nereye geldik" diye düşünmeden edemedim. Henüz takunyalı dönemler. Duşa giderken sobada malzeme kurutuluyordu. Antrenman yapmışız. 25 oyuncu var. Ertesi gün bir daha antrenman var, malzeme bugünkü kadar bol değil. Sobada çamaşır ipleri var… Ayakkabı bulmak sorun. Çünkü her şey çok değerli. Altı kösele ayakkabılarla başladım. Bir çıkarıyorduk, çiviler batmış, tabanımız kanamış. Kramponun altı kösele, ızgaralar var üzerinde, onun üzerinde de çiviler tutturulmuş. O zamanki sahalar toprak-çim karışımı. Hep çamur. Maç bitiminde çiviler batıyor, tozluklarımız kan içinde kalıyor…

Gece hayatı pahalıya patladı yani size…

Öyle oldu maalesef. İstanbul'dan kaçayım derken Galatasaray'ı da kaybettim. Sonrası ayrı bir hüsran.

Özkan Sümer tam bir taktisyendi

Antrenörlerinizden söz edelim biraz da…

Çok değerli antrenörlerle çalıştım. O zamanki kulüp şartları ve oyuncu gruplarına göre Sakaryaspor'da egosu yüksek çok iyi oyuncular vardı. Çoğu büyük takım görmüştü. Yöneticilik anlamında Necdet Niş vardı mesela. O oyuncu grubunu yönetebilmek çok zordu… Şimdi antrenör olunca düşünüyorum… Abi-kardeş ilişkisi içinde yönetiyordu, çok iyi ayarlıyordu bunu. Taktisyen olarak Özkan Sümer farklıydı. Hücum pres, rakibe top kaybettiğin anda rakibin sahasında pres yapabilme. O zaman şimdiki gibi futbol ile ilgili kaynaklar çok değil. Ama Özkan Hoca hücum pres kavramında çok iyiydi. O yıllarda bunu yapabilmenin önemini şimdi daha iyi anlıyorum. Hitabet anlamında da Özkan Sümer'den çok etkilenmişimdir. Ivic ile de çalıştım. O da büyük taktisyendi. Kamplarda devamlı kâğıt-kalem elindeydi. Beni yakalar, "Sinan pozisyonun şu, şurada oynayacaksın filan" derdi. İlk defa onun zamanında tek santrfor oynamıştık. Daha önce hiç yapılmamıştı Türkiye'de. 1-2 sene sonra Avrupa Şampiyonası oldu. Orada Danimarka Larsen'le tek santrfor oynamıştı. Tarık Hodzic vardı bizde, Ivic beni onun arkasında oynatıyordu. O zamanlar bizde Yugoslav ekolü vardı.

Unutamadığınız çokça anınız var mutlaka ama biz bir tanesini rica etsek…

Bir Fenerbahçe maçıydı. 4-4'lük bir karşılaşma. Galatasaray'ın üçüncü golünü atmak benim için çok önemliydi. Maçın heyecanı, tansiyonu, skorun 4-1'den 4-4'e gelmesi… Ben Rizespor'dan Galatasaray'a geldiğimde eski takım arkadaşlarım Osman, Arif ve Zafer de Fenerbahçe'ye gitmişti. Onlara karşı oynuyordum. İlk yarıda 2-1 öndeydik. Sonra Hodzic'in arka direğe ortaladığı topu kafayla ağlara yolladım. Kalede yine Yaşar (gülümsüyor) var tabiî. Sonra 4-1 öne geçtik ama Fenerbahçe ikinci yarıda üç gol attı ve maç da 4-4 sona erdi. Futbolu cazip kılan bu işte. 90 dakika bitmeyince skor belli olmuyor.

Sakaryaspor'da kazandığınız kupa ve efsane kadro…

Samsunspor ile finale kalmıştık. Final serisinde güzel olmasa da değerli goller atmıştım. O goller Türkiye Kupası'nı getirdi. Sakarya'daki maçta iki, Samsun'daki maçta da bir gol attım. Geçmişte Sakaryaspor'un hep efsane kadroları olmuştu. Ben gittiğimde de öyle bir kadrosu vardı. Büyük takımlardan gelen oyunculardan kuruluydu. Fuat(Güngör), Tuna (Güneysu), Coşkun (Demirbakan), Zafer abi (Göncüler), Yenal abi (Kaçıra), Emin (İlhan)… Sonra ben katıldım 1984-85 sezonunda. Fenerbahçe'den Özcan (Kızıltan) ile Tavşan Mustafa (Arabacıbaşı) da gelmişti. Sakaryaspor, kupayı aldığımız 1988 yılına kadar da iyi kadrosunu korudu. Kupadan sonra o kadro dağıldı. Oğuz (Çetin), Aykut (Kocaman), Turhan (Sofuoğlu), Serdar (Şenkaya), kaleci Engin (İpekoğlu) ve Neşet (Muharremoğlu) Fenerbahçe'ye gitti. Özcan ile ben Mersin İdman Yurdu'na transfer olduk. Zaten Sakaryaspor bir daha da belini doğrultamadı maalesef.

Futsal gereken ilgiyi görmedi

Teknik direktörlüğe geçişiniz?

1992'de Mersin İdman Yurdu'nda futbolu bıraktım. Sonra antrenörlük kursuna başladım. Mersin'de yaşıyordum o dönem ailemle. Yeni bir yaşama, antrenörlüğe başlamak istedim. Fakat o sene benim Mersin İdman Yurdu'ndan yöneticilerim yeni bir takım kurdu Mersin Polis Gücü adında. Emniyet takımı. Yöneticiler de benim eski yöneticilerim. Dediler 'gel abilik yap'.  Bu arada ben jübile de yapmışım. Galatasaray gelmişti jübile maçım için. Ondan da kendimi borçlu hissediyorum. O zaman Mustafa Denizli teknik direktör. Sonra Polis Gücü'nde bir sene daha futbol oynadım. Sonra aynı yerde antrenörlük kariyerim başladı. Ardından İstanbul'a taşındım. Metin Tekin'le beraber Çanakkalespor'da antrenör olarak çalıştım. Sonra Altay'a gittik ertesi sene. Altay ligden düşmüştü, yine Metin Tekin'le çalıştım. Sonra Gençlerbirliği'nde rahmetli Erdoğan Arıca'nın yardımcısı olarak çalıştım. Ertesi yıl Erdoğan Arıca ile birlikte Rizespor'a gittik. Sonrasında İstanbul'a döndüm ve 2006'da TFF bünyesinde yeni bir hayata başladım. Futsalda görev aldım. Önemli bir bölüm benim için. Çünkü futsal Türkiye'de ilk defa tanıtılacak ve uygulanacaktı. Rahmetli Gündüz Tekin Onay ve Ömer Kaner ile beraber ben de yardımcı olarak çalıştım. Futsala ben de yabancıydım tabiî. Çalışmalar başlattık, seminerlere katıldık. Futsal gerektiği kadar ilgi görmedi. Türkiye şartlarında zor. Hem Türkiye'deki salonların çoğunun yapısı müsait değil hem de çok yoğun. 2011'de futsaldan ayrıldım. O dönem tekrar bölge antrenörlüğüne geçtim. Sonra Millî Takımlarda bir ihtiyaç hâsıl olunca Fatih Hocanın döneminde Genç Millî Takımlara geçtim.

Yeni kuşaklara ve ailelerine önerileriniz…

Aileler yıllarca çocuklarına emek veriyor. Futbolun maddi payı da büyük olunca ailelerin beklentisi de fazla oluyor. Onların tepkileri zaman zaman çocuklara zarar veriyor. Çocukları rahat bıraksınlar. Onları şartlandırmasınlar. Çünkü çocuklar için büyük hayâl kırıklığı olabiliyor. Profesyonelliğe geçmek ve devam etmek çok az kişiye nasip oluyor. Mesela benim babam da maçlarıma gelip gidiyormuş ama benim hiç haberim yoktu. Genç oyunculara da muhakkak eksik yönlerini geliştirecek bireysel antrenmanlar yapmalarını tavsiye ediyorum. Antrenmandan sonra biraz daha sahada kalsınlar ve hangi mevkide oynuyorlarsa kendine ait özel çalışmalar yapsınlar.

Orjinal boyutları için tıklayınız
Orjinal boyutları için tıklayınız
Orjinal boyutları için tıklayınız
Orjinal boyutları için tıklayınız