TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Mehmet Ekşi: "Hayatımı yazsam 'çift sarı kart' olurdu" 2.03.2020
Mehmet Ekşi: "Hayatımı yazsam çift sarı kart olurdu"
Geri
İleri

Türk futbolunun bir dönemine damga vuran, 'uzaktan şutların adamı'ydı Mehmet Ekşi… Ancak bir sarı kart cezası adeta hayatını kararttı...  1983'te kupada Fenerbahçe ile eşleşen Beşiktaş, 1-1'in rövanşında rakibini 2-1 yendi, fakat Ekşi'nin ilk maçta cezalı olmasına rağmen oynatıldığı gerekçesiyle hükmen yenik sayılarak elendi. Bu olay, 'günah keçisi' ilân edilen Ekşi için de sonun başlangıcı oldu. Şimdilerde kitap yazma hazırlığında olan tecrübeli futbol adamı, eserinin adını da çoktan belirledi: "Çift Sarı Kart…"

Röportaj: Derya Oruçoğlu / TamSaha

Aslında Mehmet Ekşi söz konusu olduğunda lâf genellikle 1983'te yaşanan sarı kart cezası olayına gelir. Ancak ben önce Mehmet Ekşi'yi Mehmet Ekşi'den dinlemek istiyorum. Çocukluğunu, aile yapısını, gelişim sürecini, futbola nasıl başladığını mesela…

1953'te Elazığ'da doğdum. Annem ev hanımı, babam da işçiydi. Ailemin en büyük çocuğu benim. İki de kardeşim var. Biri kız, biri erkek. Çoğu Türk ailesi gibi bir yaşantımız vardı. İlkokulu ve ortaokulu Elazığ'da bitirdim. Sonrasında Tunceli Öğretmen Okulu'nu kazandım. O zamanlar Elazığ'da erkekler için öğretmen okulu yoktu zaten.

10 parmağında 5 marifet

Ortaokul seviyelerinde futbol da oynuyordunuz sanırım…

Tabii ki oynuyordum. Hatta ortaokul bittiğinde Elazığspor'dan davet almıştım. Şafakspor'da (amatör) oynarken beni görmüş, beğenmişler. Elazığspor'un sezon başı çalışmalarına da katıldım ama öğretmen okulunu bitirmemi isteyen babam izin vermedi futbol oynamama. Ben de Tunceli'ye gittim. Orada okul takımında da oynamaya başladım. Futbol dışında basketbol, hentbol ve voleybolda da okul takımındaydım. Bunun yanında atletizm de yapıyordum. 3 bin metre birinciliğim bile var.

10 parmağınızda beş marifet yani (gülümsüyor)... Dönelim o günlere tekrar.

Okul maçlarından birinde Devlet Su İşleri Müdürü de beni izliyor. Tunceli'de o sıralar futbol takımı olmadığı için Elazığspor yöneticilerini arıyor. "Burada bir çocuk var. Çok iyi oynuyor. Mutlaka Elazığspor'a alın" diyor. Adımı filan da söyleyince Elazığspor Başkanı, "O zaten bizim oyuncumuz. Tunceli'ye gitmeden önce lisans çıkartmıştık. Ama okul için oraya gelince oynatamadık" diyor. O dönem normal liseler üç yıl ama öğretmen okulları dört yıl. Dördüncü sınıfa geldiğimde Elazığspor'da oynayabilmek için Elazığ'da okumam lâzım ama orada erkek öğretmen okulu yok.

Bin kızın arasında tek erkek!

Elazığ'a gidemediniz mi yani?

Çok enteresan şeyler yaşadık. Ama gittim Elazığ'a.

Kız öğretmen okuluna değil herhalde. 70'li yılların başlarında üstelik…

(Gülüyor) Kız öğretmen okuluna gittim. Ne yaptılar ne ettiler beni o okula aldılar. Bin tane kız öğrencinin arasında tek erkek öğrenci oldum. Haliyle Elazığspor'da da oynamaya başladım.

Hem futbol oynayıp hem okudunuz yani…

Evet. Okulu bitirdikten sonra da öğretmen oldum. Elazığ merkeze yakın bir köye atandım. Sabah çocukları okutup, öğleden sonra da antrenmanlara çıktım. Bu süreç iki-üç yıl devam etti. Son yılımda da Elazığspor şampiyon oldu.

Her oyuncunun önünü açan, kendisini büyük takımlara taşıyan hikâyeleri vardır. Sizi Elazığ'dan ayıran süreç nasıl gelişti?

Haluk Erdem'in jübilesi hayatımın önemli kilometre taşlarından biridir. Bursaspor ve İstanbulspor'un yanı sıra Millî Takım'da da görev yapmıştı. Futbolu bırakacağı sezon üst üste şampiyonlukları nedeniyle Elazığspor'da oynamak istedi. Onun jübile maçı için Beşiktaş, Elazığ'a geldi. Beşiktaş'ın kalesinde rahmetli Mete Bozkurt vardı. O maçı 2-0 kazandık. İki golü de ben attım. İkisi de uzak mesafeden. Karşılaşmayı rahmetli Gündüz Kılıç da izliyormuş. İşte benim yükseliş hikâyem de böyle başladı.

Sonra ne oldu?

Sabah kalktık, gazeteleri aldık. Hürriyet gazetesinin manşetinde "Gündüz Kılıç transfer listesini belirledi" diye bir haber var. İşin ilginci listede benim adım da var.

Sevindiniz haliyle…

Tabii ki sevindim, onur duydum ama aynı dönem başka gelişmeler de yaşanmıştı. Elazığspor'dan hocam olan Fethi Demircan, Arsenal'den Galatasaray'a transfer olmuştu. Sezon sonunda beni Galatasaray'a alacaktı. Her şeyi konuşmuş, sözleşmiştik. Hatta İstanbul'a gitmek için uçak biletlerini bile almıştım. Fethi Hoca ile buluşmaya gidecektim.

Galatasaray'a niyet, Trabzonspor'a kısmet

Hatlar karıştı bir anlamda sizin adınıza…

Tam anlamıyla öyle oldu. Akşam Trabzonsporlular geldi. Trabzon'da görev yapan Reşat ağabeyimiz vardı. Tanıyan herkesin çok sevdiği biriydi. O akşam Trabzonsporlu bir yönetici ile birlikte gelmişti. O dönem Trabzonspor üst üste şampiyon oluyordu. Hocası da Ahmet Suat Özyazıcı. Hem Trabzonspor'da hem de Elazığspor'da oynayan Ahmet ağabeyimiz de Ahmet Suat Hocayı aramış ve "Burada Mehmet Ekşi diye bir çocuk var. Çok yetenekli. Gelin alın" demiş. Reşat ağabey ile Trabzonsporlu bir yönetici de Ahmet Suat Hocanın isteği üzerine apar topar Elazığ'a gelmiş.

Ortalık epey bir karıştı yani. Bir tarafta verilmiş bir söz var, diğer yanda kırmak istemeyeceğiniz başka insanlar…

Aynen öyle. Bana "Trabzonspor'a gelir misin?" diye sorduklarında, "Gelirim ama Fethi Hocaya söz verdim. Sabah İstanbul'a gidiyorum" dedim. Aslında üst üste şampiyonluklar yaşayan Trabzonspor'a gitmek için can atıyorum ama Fethi Hocamın izni olmadan bir yere gidemezdim.

Gittiniz ama…

Gittim ama nasıl gittiğim önemli. Reşat ağabey beni ertesi gün  Ankara'da oynanacak Trabzonspor-Fenerbahçe karşılaşmasına davet etti. Cumhurbaşkanlığı Kupası maçı... Oradan da İstanbul'a geçecektim. Konuştuğumuz buydu. Daha önce ne Trabzonspor'u izlemişim ne de Fenerbahçe'yi. O yüzden Ankara'ya gitmek bana çok cazip göründü. Hem oradan da Fethi Hocamın yanına geçecektim.

Sonrasında neler yaşandı peki?

Maçtan sonra beni otele götürdüler. "Biletimi alın da İstanbul'a gideyim" dedim. Bana ne söyleseler iyi… "Artık bir yere gidemezsin" dediler.

Alıkoydular sizi…

Onun gibi bir şey. "Olur mu öyle şey" filan diyorum ama dinleyen kim… O dönemde cep telefonu filan yok ki. Fethi Hocaya bir türlü ulaşamıyoruz. Onunla bir konuşsam belki Trabzonspor'a gitmeme izin verecek, ben de rahatlayacağım. O arada ben gitmek için diretiyorum, onlar beni orada tutmak için. Sonra Trabzonspor'un başkanı Şamil Ekinci geldi. "Oğlum, ben şu anda Türkiye'de hangi futbolcuya bu teklifi yapsam can atarak gelir. Ama sen birine söz verdiğin için istemiyorsun. Aferin sana. Delikanlı adamsın, seni çok sevdim. Sen bizimle Trabzon'a gel. Sana söz veriyorum, Fethi Demircan'ı bulacağız. İyi ki Trabzonspor'a gitmişsin demezse seni Galatasaray'a kendim götüreceğim" dedi. Başkan öyle söyleyince biraz rahatladım. Koskoca Trabzonspor'un başkanı söz verince Trabzon'a gittim. Ertesi gün Hürriyet'in manşetindeyim. Başlık da "Trabzonspor Mehmet Ekşi'yi kaçırdı." Kendi kendime şimdi yırttım diye düşündüm. Kaçırıldım sonuçta…

Nerede duracağımı bile bilmiyorum

Fethi Hoca ile görüşebildiniz mi?

Evet. O sırada otelde kalıyordum. Trabzonsporlular Fethi Hocaya ulaşmış. Beni aradı İngiltere'den. Hal hatır sorduktan sonra, "Aferin oğlum, iyi ki Trabzonspor'a gittin. At imzayı, korkma" dedi. Ben de kendisine teşekkür ettim. Ondan sonra da imzayı attım.

Sonra her şey yoluna girdi mi?

O kadar kolay değil ki... Trabzonspor üst üste şampiyon olmuş. Takımın neredeyse hepsi Trabzonlu. Herkes havalarda uçuyor. En kötü futbolcusu kalite olarak beni üçe katlar. Elazığ'dan yeni çıkmışım, nerede duracağımı bile bilmiyorum. Sezon başlayınca beni aldı bir düşünce. Kara kara düşünüyorum "Bu takımda nasıl oynayacağım, kadroya nasıl gireceğim" diye.

Ne yaptınız peki, nasıl kabul ettirdiniz kendinizi?

Uludağ'a kampa gittik. Kendi kendime tek şansımın çok koşarak hocanın gözüne girmek olduğunu düşündüm. Takımdaki herkes şampiyon kadronun parçası. Muhtemelen çok koşmazlardı. Dağa çıktık, koşuyoruz. Ahmet Hoca bir taşın üstünde oturuyor. Biz üç-dört kilometre aşağılardan, derelerden tepelerden dolanıyoruz, onun önünden geçiyoruz. Yarım saat, 40 dakika devamlı koşuyoruz. O zaman antrenman sistemi öyle çünkü. Toplu çalışmalara 10 gün sonra başlanıyor. Fethi Hoca bize Elazığ'da neredeyse komando eğitimi yaptırıyordu. O nedenle koşulara aşinaydım. Müthiş koşuyorum. Zaten öğretmen okulunda da Atatürk Koşusu'nda birinci olmuşum. Koşuda 1 numarayım. Ben başladım tempo yükseltmeye.

İşe yaradı mı peki o koşular?

Yaramaz mı? Hemen dikkatini çektim Ahmet Suat Hocanın. Hatta malzemeci Mehmet vardı. Onu çağırıp, "Mehmet şu Elazığlıyı bir takip edin bakalım. Bizi mi kandırıyor? Herkes önümden bir defa geçiyor, bu iki kez geçiyor. Saklanarak aralardan mı kaçıyor?" demiş. Mehmet de "Yok hocam, adam koşuyor" demiş.

Ali Kemal'in şikâyeti hayatımı değiştirdi

Koşu, kondisyon tamam da maçlar başladığında neyle karşılaştınız? 

O bölüm sıkıntılıydı işte. Kamp bitti, maçlar başladı. Ben ne yaptığımı bilmiyorum. Ali Kemal (Denizci) sağ açıkta görev yapıyor. Müthiş bir oyuncu. Arkasında ben varım. Ona milimetrik paslar atmak lâzım. Doğru zamanda doğru paslar atmak lâzım. Bende de o kalite yok henüz. Sonradan öğreniyorum, Ali Kemal beni hocaya şikâyet etmiş. "Bu çocuk oynayamıyor. Bunu al buradan hocam. Pas atamıyor, oyunun dilinden anlamıyor" filan demiş. Ahmet Suat Hoca da çok koşuyorum, mücadele ediyorum diye beni kesmek istemiyor. O nedenle bölgemi değiştirdi. Sağ ortadan ön liberoya aldı. Mevki değişikliğinden sonra müthiş oynamaya başladım. Grafiğim her maç daha yukarı çıktı.

Sizin için güzel günler başladı bir anlamda…


Öyle de denilebilir. İlk 11'in değişmez parçası oldum. Ali Kemal'in şikâyeti hayatımı değiştirdi yani. Şikâyetinde de yüzde 100 haklıydı. Takımın neredeyse hepsi Trabzonluydu. Dışarıdan bir ben vardım. Bir de Necdet (Ergün) ile Ahmet (Ceyhan)… Ama artık biz de Trabzon'un evlâdı olmuştuk. En iyi özelliklerimden biri uzaktan şutlarımdı. Şutlarım bile gelişti.

Tribünlerin sizi kabul etmesi kolay oldu mu?

Öğretmendim zaten. Davranış anlamında bir sıkıntım yoktu. O nedenle çok kısa sürede benimsediler beni. İnanılmaz yakınlık gösterdiler. Takım arkadaşlarım da öyle. Ali Kemal'inden Necati'sine (Özçağlayan), Turgay'ına (Semerci), Şenol Güneş'ine kadar… Anlatması zor bir sıcaklık gösterdiler. Hüseyin Tok, Serdar Bali, Tuncay Soyak... Hepsi hem çok iyi oyuncu hem de çok iyi insandı. Oynadığım süre boyunca Trabzon halkı da beni çok sevdi. Bir kez daha hepsine teşekkür ediyorum.

Trabzon halkı demişken Avni Aker Stadı'nın atmosferinden de söz edelim biraz…

Avni Aker çok büyük bir stat değildi. Taraftar da inanılmaz ateşli olunca rakipler nereye geldiğini şaşırıyordu. Takım da çok güçlüydü. Dört-beş ekip bizim yarı sahaya ayak basmadan dönmüştü. 3-0, 4-0, 5-0 filan bizim için sıradan skordu. Avni Aker'in ambiyansı hâlâ hafızalarımızda. Öyle bir taraftar vardı ki; gittiğimiz yerlerde bizden para bile almıyorlardı. Halk bizi kendi çocuklarından daha çok seviyordu.

Tanıdığım en iyi insan Şamil Ekinci

Yöneticilerle ilişkileriniz nasıldı?

Yöneticileri doğru dürüst tanımazdık. Bir başkanı tanıyorduk, bir de genel kaptanımız rahmetli Süha Akçay'ı. Bizle çok yakından ilgileniyordu. Para işleri ya da organizasyonlar nedeniyle onları tanıyorduk. Hiç sıkıntı yaşanmıyordu zaten.

Efsane başkan Şamil Ekinci'yi kısaca anlatmanızı istesem…

Tüm kalbimle söylüyorum, gördüğüm en kaliteli insan ve başkandı. Sadece bana değil, bütün takıma, dahası herkese karşı çok iyiydi.

Ya kaptan Cemil Usta?

Cemil Usta bizim için sadece futbolcu gibi değil, bir ağabey, bir baba, bir başkan gibiydi. İnanılmaz babacan bir yapısı vardı. Onu bütün takım çok severdi.

Millî Takımımızın teknik direktörü Şenol Güneş ile de takım arkadaşıydınız. Cemil Usta'dan sonra da kaptan oldu. Onu bir de sizden dinlesek…

Dünyanın en istikrarlı adamı bir kere. Hâlâ o zamanki Şenol Güneş ile bugünkü Şenol Güneş arasında fark bulamazsınız. Müthiş bir insandı. Hiç kimseyle problem yaşamazdı. Çok iyi bir kaleciydi olmasının yanı sıra bilinçli bir insandı.

Hiç mi sıkıntı yaşamadınız Trabzon'da?

İlk sezonumun ilk döneminde performans açısından problem yaşadım. O süreçte de bir anlamda kardeşlerime sarıldım. Trabzon'a giderken iki kardeşimi de yanıma almıştım. Necdet ile Ahmet otelde kalıyordu ama ben gider gitmez ev tuttum. Kardeşlerimle birlikte aile hayatımız oldu. Onlar okula gidiyordu. İkisi de lise seviyesindeydi. Erkek kardeşim Hıdır aynı zamanda futbolcuydu. Okul takımının ardından profesyonel liglerde de oynadı.

Beşiktaş sürecine geçelim mi yavaş yavaş... Zirveyi de dibi de gördüğünüzü söyleyebilir miyiz?

Trabzonspor'da geçirdiğim iki yılda harika bir kariyerim oldu. Sonrasında Necdet'le birlikte Türkiye'nin en büyük transferine imza attık. Bir önceki sezon Ali Kemal, Fenerbahçe'ye gitmişti. Belli ki sıra bize gelmişti. Biz de Beşiktaş'ın yolunu tuttuk. Bir yıl sonra da Ali Kemal ile Serdar Bali de geldi. Elbette bunlar öyle anlattığım kadar kolay olmadı.

Beşiktaş'a ağlayarak gittim

Nasıl zorluklar yaşadınız mesela?

O dönemlerde imzalar iki yıllık atılıyordu. Trabzon'daki son sezonumuzun sonlarına doğru herkesi imza için çağırıyorlar ama Necdet ile ikimizi çağırmıyorlar. Süha Akçay'ın yanına gittik. "Neden biz çağırılmıyoruz?" diye sorduk. "Oğlum siz artık Trabzonspor'da değilsiniz. İstanbul takımları öyle paralar teklif ediyor ki hiç kimse sizi burada tutamaz" dedi. "Yapmayın, etmeyin. Beşiktaş bize dört-beş veriyor ama Trabzon'da bire oynayacağız" diye direndik. Ağlıyoruz, "Göndermeyin bizi" diyoruz. Çünkü ayrılmak istemiyoruz. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş… Üçü de bize talip ama Trabzonspor'dan ayrılmak istemiyoruz. Süha ağabeye resmen yalvardık. "Oğlum ben sizi kendi evlâdımdan daha çok seviyorum. En son düşüneceğim şey sizi göndermek. Ama buna hiç kimse engel olamaz. Trabzonspor da büyük kazanç elde edecek" dedi.

Oldukça dramatik…

Öyleydi o dönem için. Ağlaya sızlaya uçağa bindik Necdet'le. Uçakta Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın yöneticileri de var. Belli ki uçaktan inince bizi kaçıracaklar. Biletlerimiz bir hafta önceden ayarlanmıştı. Yöneticiler de hangi uçakla geleceğimizi öğrenmiş, ona göre hazırlanmışlar. Pazarlık dönüyor uçakta. Açık arttırma gibi. Biz uçaktakilerden sadece rahmetli Serkan Acar'ı (Fenerbahçe) tanıyoruz. Beşiktaş ve Galatasaray'ın yöneticilerinin hiçbirini tanımıyoruz. O nedenle Serkan Acar'a yakınlık gösterdik, muhabbet ettik. Doğal olarak önce Fenerbahçe Tesisleri'ne gittik. Rahmetli Semih Bayülken'in yanına…

İş oraya kadar varmışken neden Fenerbahçe'ye imza atmadınız?

Çünkü o zamanlar 1 Temmuz'dan önce atılan imzaların geçerliliği yok. Semih ağabey ile uzun uzun konuştuk. Ama imza atamadık. Para filan da almadık. Tesislerden çıkar çıkmaz daha önce hem beni hem Necdet'i çalıştıran rahmetli Refik Özvardar yakaladı kapıda. Sonradan federasyonda da güzel işler yapan Refik Hocayı çok severdim. Elazığ'dan tanıyordum onu. Beşiktaşlı yöneticilerle gelmişti rahmetli. "Beşiktaş'tan başka takıma giderseniz hakkımı helal etmem ikinize de" deyince kafalarımız iyice karıştı. Bizi arabaya bindirdiler. Resmen kaçırılıyoruz yani. Kimse nerede olduğumuzu bilmiyor. Silivri civarlarında bir yerlere götürdüler. Biz, "Bu ıssız yerde ne yapacağız" gibi serzenişlerde bulununca Büyükada'ya götürdüler.

1 Temmuz'a kadar hep kaçtık

Macera filmi gibi…

Gazetelerde sürekli haber oluyoruz, "Nerede bunlar?" diye. 1 Temmuz'a kadar oradan oraya dolaşıp durduk. Silahlı bir ekip nezaretinde…

Nasıl yani? Gerçekten silahlı kişiler mi?

(Gülümsüyor) Yok yok öyle değil. Silah bellerinde değil, dillerinde. 1 Temmuz gelince de imzayı attık, Beşiktaşlı olduk.

Olaylı imzaların ardından işler yolunda gitti mi peki?

İlk sene Serpil Hamdi Tüzün altyapı hocasıydı. O dönemde altyapıda çok iyi oyuncular vardı. Biz dışarıdan gelmiştik. İzmir'den de rahmetli Bora (Öztürk) ile Akif (Başaran) gelmişti. Ulvi (Güveneroğlu) vardı, Kadir (Akbulut) vardı. Eski takımdan kalanlar ve Serpil Hocanın genç takımdan getirdiği oyuncularla son derece kaliteli bir kadro ortaya çıktı. Ziyalar (Doğan), Fikretler (Demirer), Rızalar (Çalımbay), Küçük Haluklar… Ama Beşiktaş'ın çok zor dönemleriydi o yıllar. Takım 15 yıl şampiyon olamamıştı. O sene de beş benzemez gibi bir takım olmuştuk. Oyuncular iyiydi ama birbirini tanımıyordu. O nedenle toparlanmak zor oldu.

Epey zorluk yaşadınız anladığım kadarıyla…

Başlangıçta evet. Hocalar değişti, futbolcular değişti, uyumsuzluk baş gösterdi. Sonra altyapı hocası Serpil Hamdi Tüzün'ü getirdiler takımın başına. O grubu idare etmek çok kolay değildi. Serpil Hamdi Hocanın da yapabilecekleri sınırlıydı. İşler daha da kötü gitmeye başladı. Sonra birkaç kez daha antrenör değişikliği oldu. O sezon Serpil Hamdi Hocayla bitti ama durum iyi değildi. Sonraki sezona rahmetli Metin Türel'le başladık. Devre arasında da Dorde Miliç geldi. Beşiktaş'ın eski oyuncusuydu zaten ama hocalık için çok gençti.

Miliç'le çok şey değişti mi?

Bir kere tavrı ile ciddi bir değişikliğe neden oldu. Bize arkadaş gibi yaklaştı. Takım içinde uyum oluştu, kopukluklar ortadan kalktı. Yugoslavya'dan kaleci Adem (İbrahimoğlu) alındı. Ali Kemal henüz Fenerbahçe'de o zamanlar. Ama Beşiktaş'a gelmek için can atıyor. Sonra o da aramıza katıldı. Böylece Serdar, Ali Kemal, Necdet ve ben Trabzonspor'dan sonra Beşiktaş'ta da bir araya geldik. Miliç de sistem değişikliğine gidip, 4-4-2'ye dönünce şampiyonluk geldi.

15 yıllık hasret bitti…

Evet öyle. Ama kolay olmadı. Şampiyonluk için Trabzonspor ve Fenerbahçe ile yarışıyoruz. Son haftalarda puanlar da birbirine çok yakın. Trabzonspor ile İnönü'de 0-0 berabere kaldık. Sonra Fenerbahçe geldi İnönü'ye. Bir puan önümüzdelerdi. O dönem galibiyete iki puan sistemi uygulanıyor. Benim attığım golle Fenerbahçe'yi 1-0 yendik ve bir puan öne geçtik. Son maçımız Eskişehir'de. Ama nasıl kritik bir maç… Eskişehirspor yenilirse küme düşüyor. Biz de kazanırsak 15 yıl sonra şampiyon oluyoruz. Biz 2-0 kaybedersek de Trabzonspor şampiyon oluyor. Çok garip bir denge var anlayacağınız.

Eskişehir maçı unutulmaz

Eskişehir de zor deplasman…

Hem de nasıl. Ömer Kaner filan var Eskişehir'de. Çok iyi takım aslında. Zaten o duruma nasıl geldiler anlamadım. Maç başladı. Ziya bir gol attı, öne geçtik. Öne geçtik ama bütün Eskişehir üzerimize geliyor. Kıran kırana karşılaşma oluyor. Sonra bir gol yedik, skor 1-1'e geldi. Ziya bir gol daha attı, yeniden öne geçtik. Ama Eskişehirspor çok bastırıyor. Gol yedik, yiyeceğiz. Sağ kanatta bir faul kazandık. Rasim Kara kalede. Ona topu kendisine atacağımı söyledim. Zamana oynayacağız çünkü. Herkesi de rakip ceza alanına gönderdim. Biraz da zaman geçirdikten sonra topu Rasim Kara'ya attım. O sırada Eskişehirliler hakemin kafasına kalas attı. Hakemin kafası yarıldı, kanlar içinde kaldı. Oyun da durdu haliyle. Maçı yönetme ihtimali yok.

Maç, maç olmaktan çıktı…

Maalesef… Hakem içeri gidince Eskişehirsporlular tedirgin oldu. Maçı oynamamızı istediler. Ama oynamaya kalksak hakem kan kaybından ölürdü. Talat Tokat aşağı inerken tribünlerden atlayan bir taraftar da ona vurdu; merdivenlerden aşağı yuvarlandı. O olay da yaşanınca hakemler içeri girdi ve bir daha çıkmadı. Maçı hükmen (3-0) kazanıp, şampiyon olduk. Eskişehir de küme düştü.

Bu arada sizin enteresan bir kaptanlık hikâyeniz var. Onu da aktarsak şu unutulmaz sarı kart cezasına geçmeden…

Necdet'le birlikte Beşiktaş'a geldiğimiz ilk sezondu. Necdet'in de adı geçti kaptanlık için. İkimiz de istemedik. Çünkü takımda eski oyuncular vardı ve haksızlık olacağını düşünüyorduk. Ama yönetim farklı bir karar aldı. Dönemin en büyük transferi olarak gelmişim, seviliyorum ve takım içinde etkinliğim var. O nedenle beni kaptanlığa atadılar. Atadılar diyorum çünkü söz hakkı bırakmadılar.

İtiraz etmenize rağmen kaptan oldunuz…

Rahmetli Mehmet Üstünkaya başkandı. "Oğlum bunlar senin istemenle ya da istememenle olacak işler değil. Koca Beşiktaş'ın yönetim kurulu böyle bir karar alıyor. Senin kabul etmeme gibi bir durumun yok" dedi. Ben de "Başkanım kabul etmem demiyorum zaten ama önce arkadaşlarımızın gönlü olması lâzım. O zaman bir şartım var. Takımı toplayın ve yönetim kurulu olarak tebliğ edin. Siz illa kaptan olacaksın diyorsanız elbette olacağım. Ama diğer oyuncuların da gönüllerini almış olalım" dedim. Allah rahmet eylesin, öyle bir yol izledi.

Sarı kart olayında basın sustu

Ve gelelim unutulmaz çift sarı kart cezası olayına... Cezalı halde oynadığınız için sahada kazanan Beşiktaş kupada ezeli rakibi Fenerbahçe'ye elenince kıyamet koptu. Bu olay çok konuşuldu, yazıldı-çizildi ama biz bir kez daha dinleyelim sizden. Bugüne kadar anlatmadığınız derecede ayrıntılı şekliyle ama…

O dönem kart cezaları ile ilgili statü farklıydı. Kupada gördüğün sarı kartlar kupada; ligdekiler de ligde değerlendiriliyordu. Boluspor ile oynadık kupada önce. O maçta sarı kart gördüm. Ardından dört lig maçına çıktım. Orada da muhtemelen sarı kart gördüm. Sonra Bolu rövanşında yine sarı kart görmüşüm. Sonra 4-5 lig maçı daha… Yani 2-3 aylık bir süreçten söz ediyoruz ve ben bir sürü maç oynuyorum. Hangi maçta kart gördüğümü hatırlama ihtimalim yok. Ama hakem raporu var ve kulüp müdürlerine veriliyor. Boluspor ile oynadığımız rövanş maçında gördüğüm sarı kart işlenmemiş. Kulüp müdürünün elinde de kâğıt yok. Teknik direktörler ve yardımcıları tutuyor bu kayıtları. Ayrıca genel kaptan da sarı kart çizelgesi tutuyor. Ona rağmen nasıl oluyorsa benim ikinci kart kayıp.

Basında da mı yer almadı ceza haberi. Derbiye çıkacaksınız sonuçta. Sıradan bir maç da değil…

Basın hakem raporuna göre değerlendiriyor ama o dönem kimse konuyla ilgili bir şey yazmıyor. İşin içinde başka şeyler var demek ki… Sonra Fenerbahçe maçı geldi çattı. Teknik direktör ilk 11'i yazmış. Ben de varım listede. Cezalıysam neden adım yazılı? Hiç kimse kart cezalısı olduğumu bilmiyor. Ben de bilmiyorum tabiî ki. Komplo teorisi üretecek halimiz yok. Hoca adımı yazdığına göre o da bilmiyor cezayı. Ama birilerinin bildiği halde sustuğunu da düşünmüyor değilim açıkçası. Çok ayaklı bir olaydı bence. Ben işi çözdüm ama yapacak bir şey yok.

Gerçek sorumlunun kim olduğunu bildiğinizi mi söylüyorsunuz?

Geçmiş gitmiş. Ben Beşiktaşlıyım. Bazı şeyleri konuşsam Beşiktaş da zarar görecekti. Çünkü üç bilinmeyenli denklem gibi. Çözen varsa söylesin. Fenerbahçe maçına çıkıyorum. Bütün maç oynuyorum. Beşiktaş camiasında kimsenin haberi yok ama devre arasında Ali Şen'in haberi oluyor. Hatta devre arasında oyuncularına, "Rahat olun, maçı kazandınız" diyor. Karşılaşma 1-1 berabere bitiyor ama Beşiktaş hükmen mağlup.  Üç-dört hafta sonra rövanş oynandı. 2-1 kazandık ama elendik tabiî. Rövanşta ilk golü onlar attı. Sonra dört-beş tane atmak lâzımdı ama olmadı. İki gol bulabildik.

Sonra fatura size çıkarıldı öyle mi?

Bana çıkarıldı tabiî ki. Bu olay futbol hayatıma mâloldu. Beşiktaş'ın kaptanıyım ve en iyi oyuncularından birisiyim. Buna rağmen ertesi sezon beni kiralık olarak Karagümrük'e gönderdiler. Sonra döndüm geldim. Transfer konuşuyoruz. Benden boş mukaveleye imza atmamı istediler. "Neden boş mukaveleye imza atıyorum?" diye sordum. "Sarı kart cezasıyla oynadın" dediler. Ben de olayın sorumlusu olmadığımı anlatmaya çalışınca görüşme gergin geçti. İmza atmadan çıktım gittim.

Mehmet Ekşi'nin hiç hatası yok mu sizce?

Ortada bir olay var. Benim de hatam var elbette. Ama tek sorumlusu ben miyim? Asıl suçlular Beşiktaş'ta yoluna devam etti ama ben ayrılmak zorunda kaldım. Kartların kayıtlarını tutmak benim görevim değil ki. Kart olayı nedeniyle dört maç ceza aldım. Eyvallah. Ama o cezayı da o sezon vermediler. Daha beş-altı maç olmasına rağmen bir sonraki sezonun başlangıcı için ceza aldım. Neden? Çünkü "Mehmet Ekşi oynayamıyor, bize oyuncu lâzım." Bu da para harcamak demek. O sezonu bitirdim, ceza ertesi sezon başladı.  Nitekim sonra yerime başka oyuncu da aldılar.

Sonra ne yaptınız?

Bonservisimi de vermedikleri için büyük takımlardan birine gidemedim. O sezon Antalyaspor'a gittim. Çünkü karşımda kaptanı olduğum Beşiktaş var. O nedenle sustum. Çünkü suçlu Beşiktaş değil, kulüp içindeki bazı kişiler.

Zor bir süreçti haliyle sizin için…

Zor olmaz mı? Ülkenin en çok konuşulan oyuncularından biriydim ama manşetlerden düştüm. Düşenin hali de belli… Müthiş bir kariyerim vardı. Belki de Türkiye'nin en önemli teknik direktörlerinden biri olacaktım ama o sarı kart cezası her şeyi mahvetti. Asıl sorumlular yerine ben bedel ödedim. Konyaspor ve Beylerbeyi'nde de oynadıktan sonra teknik direktörlüğe de başladım. Ama düşenin dostu olmuyor malûm.

Hakkınızı yeterince arayabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Hayır. Arayamadım. Daha doğrusu aramadım. Yoksa çok farklı şeyler olabilirdi. İspat edilecek bir şey yok. Birilerinin kötü niyetli olduğunu ispat edemiyorsam nasıl suçlayacağım? Kanıt yok çünkü… Bin tane bilinmeyen var. Bunların içine gireceksin. Kişilerin nezdinde Beşiktaş'ı suçlayacağım; Beşiktaş kötü duruma düşecek. Bunu istemedim, çektim gittim. Gerçekten hiç hak etmediğim şeyler yaşadım. Suçum olsa kabul ederdim. Birisi geliyor; futbolcuların, başkanın, genel kaptanın olduğu yerde ismimi tahtaya yazıyor. Sonra ben ceza alıyorum. Olacak şey mi?

Kimse destek olmadı mı size?

Hiç kimse "Nereye gidiyorsun" bile demedi. Başkan ya da teknik direktör bir basın toplantısı yapıp, "Hepimizin hatası var. Mehmet Ekşi masumdur" diyebilirdi. Ama kimse beni aklamak için bir şey yapmadı. Bana sahip çıkılmadı. Basın da gerçek sorumluları görmezden geldi. Çünkü kulisler yapılıyordu. En kolayı düşene vurmaktır. Ben çok şey düşündüm ama yapmak istemedim. Delikanlılık bende kalsın.

Sohbetimiz sırasında şunu hissettim. Beşiktaş'tan ayrılmak, düşüşe geçmek sizi gerçekten üzmüş ve aradan geçen yıllara rağmen yara hâlâ tam olarak kapanmamış. Yanılıyorsam düzeltin lütfen…

Aslında doğru hissetmişsiniz. O olay nedeniyle çok sevdiğim Beşiktaş'tan koptuğum gibi her şey bir anda kötüye gitmeye başladı. İşlemediği bir suç nedeniyle mahkûm edilen bir insan ne hissederse ben de yıllarca onu hissettim. Kabul etmek kolay olmadı. Sadece Beşiktaş zarar görmesin diye sustum. Zaten yaşananları anlatmak için bir kitap yazacağım. Çok da güzel bir kitap olacağını düşünüyorum. Adı da "Çift Sarı Kart" olacak. Hayatıma mâloldu çünkü…

Umarım kitabınız tez zamanda raflarda yer alır.

Teşekkür ederim.

Avrupa şampiyonluğu hayal değil

Kariyerinizin ay-yıldızlı bölümünden söz eder misiniz biraz da?

Ben hiç genç millî olmadım. İki kez ümit millî oldum. Sonra A Millî Takım'da oynamaya başladım. O dönemde millî maç çok azdı. Senede bir-iki maç… Bir dönem sakattım. O nedenle Millî Takım'da istikrarlı olamadım. Akdeniz Oyunları'nda filan da oynadım. Efsane Trabzonspor'un oyuncusuyum,  Beşiktaş'ın kaptanıyım ama Millî Takım bambaşka. Hâlâ burada (TFF tesislerinde) fotoğrafımı görünce heyecanlanırım. Mesela bir maçta Millî Takım neredeyse Trabzonsporlu oyunculardan kurulmuştu. Trabzonspor dışından sadece Fatih Hoca (Terim), Mustafa Hoca (Denizli) bir de Bursaspor'dan Sedat 3 (Özden) vardı.

Geçmişle bugün arasında ne fark var sizce?

Eskiden her şey farklıydı. Biz öğlene kadar okluda olurduk. Sonra da akşama kadar tarlada top oynardık. Akşam zor götürürlerdi eve. İnsanlar o zamanlar Allah vergisi yeteneklerini buluyordu oynaya oynaya. Bir Cemil Turan, bir Rıdvan Dilmen mesela… İnanılmaz oyuncular.  Şimdi "10 bin saat çalışın" diyorlar. Biz 20 bin saat çalışmışızdır. Bugünlerde apartmandan idmana götürüyorlar çocuğu… Çocuk yarım saat ya oynuyor ya oynamıyor. Yetenekli olan sıyrılıyor. Ülke olarak çok eksiğimiz var. Altyapılar çağdaş olmalı. Maalesef bu konuda çok gerideyiz.

Türk futbolunun geleceğinden umutlu musunuz?

Bizim dönemimizde yetenekli oyuncu vardı ama bilgiye zor ulaşıyorduk. İnternet yok, o yok, bu yok… Bizden üç-beş antrenör Almanya'ya giderdi. Üç-dört günde bir şeyler alır, gelirlerdi. Şimdi öyle değil. Şenol Güneş'i ele alalım; dünyanın en iyi antrenöründen hiçbir eksiği yok. Oyuncularımızın da eksiği yok. İnanılmaz yetenekli futbolcular var. Avrupa Şampiyonu olmamamız için hiçbir neden yok. Şenol Güneş'in kadrosu çok ileri gidecektir. Bunu çok ciddi söylüyorum. İki şanslı maç alsan ikincisin. Turnuvalar böyledir.

Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ediyorum. Son sözlerinizle noktayı koyalım…

Asıl mesleğim öğretmenlik ve şu an bir anlamda öğretmenlik yapıyorum. Eskişehir Üniversitesi'nde iki yıl pedagojik eğitim aldım. İşimi çok seviyorum. Türkiye'deki teknik direktörleri eğitiyoruz. Rasim Hoca (Kara) burada, Ömer Kaner burada. Deneyimli ve Türk futboluna bir şeyler katabilecek bir kadro ile çalışıyorum. Çok da mutluyum. Altyapı konusunda deneyimliyim. 10 yıl Beşiktaş'ta altyapıyı yönettim. Dört-beş yıldır da TFF'de master yapıyorum.

Geri
İleri