TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Futbolun yüce tepesi; Ertan Adatepe 1.02.2008
Futbolun yüce tepesi; Ertan Adatepe

Türk futbolunun başkentten çıkardığı en önemli golcü. İki sene üst üste gol kralı olmuş, 1938 doğumlu bir delikanlı. 1956'da başladığı futbol yaşantısında Ankaragücü, Galatasaray ve PTT formalarını taşıdı. Ama hep Ankaragüçlü Ertan olarak anıldı. 1970 yılında formasını astı. Formasının yanında, Türkiye liglerinin iki kez üst üste gol kralı olmuş tek Ankaralısı unvanı vardı. Hâlâ bir sporcu gibi yaşayan, güleç, samimi bir beyefendi Ertan Adatepe. Futbol oynadığı yılları ilk elde yeteneği, başarılarıyla değil bambaşka bir bakış açısıyla özetliyor: "İyi ki oynamışım, benim dünya tatlısı dostlarım oldu."

Yazan: Cem Zamur

Şehre sanki pudra şekeri serpilmiş gibi. Soğuktan ve rüzgârdan uçuşan karların ortaya çıkardığı bu görüntü yol boyunca bize eşlik ediyor. Başkente vardığımızda heyecanımızı soğuk diriltiyor. Eksi 7 derece biraz da olsa bizi kendimize getiriyor. Kolay değil, Türk futbol tarihinin ismi her zaman saygıyla ve sevgiyle anılan bir figürüyle tanışacağız. Anlatılanlardan dinlediğimiz, okuduklarımızdan bildiğimiz, Ankara'nın ve futbol tarihimizin en yüksek tepesinin konuğuyuz: Ertan Adatepe'nin. Telefondaki samimiyetiyle uyumlu bir sevecenlikle karşılıyor bizi Ertan Ağabey ve 1965'ten beri müdavimi olduğu tenis kulübünde ağırlıyor. Tenis kulübünün çalışanları da ayrı seviyor ve sayıyorlar Ertan Ağabeyi; en rahat köşeye buyur ediyorlar bizi. Başlıyoruz sohbetimize, yaşı yetmeyenler ve tanımayanlar için kendisini anlatmasını rica ediyoruz önce: "1938 Ankara doğumluyum. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunuyum. Futbola 1956'da 19 Mayıs Stadı'nda Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü'nün yaz spor okullarında başladım. O zaman Vahap Özaltay antrenörümüzdü. Seçme yaptılar. Yaz turnuvalarına katıldım. O seçmelerde Ankaragücü transfer etti beni. 1956'da Ankaragücü'ne transfer oldum. Aynı dönemde Ticaret lisesinde tahsilime de devam ediyordum." Ankaragücü'nde bir sene oynadıktan sonra Galatasaray'a gidip orada mutsuz olarak Ankara'ya geri dönüşünü merak ettiğimizi, bu hikâyeyi bizzat kendinden dinlemek istediğimizi belirtiyoruz, devam ediyor Ertan Ağabey: "Doğru söylüyorsunuz, mutlu olamadım. 1956'da Ankaragücü'nde başladıktan sonra, İstanbul'a bir özel maça gittik Galatasaray'la. O zaman Galatasaray'ın antrenörü İngiliz George Dick'ti. Mithatpaşa Stadı'nda Turgay'a bir gol attım, deniz tarafındaki kaleye. Top iç demire çarptı, geri geldi. O arada İngiliz beni beğenmiş. 'Derhal bu çocuğu transfer edeceksiniz,' demiş. O zaman tahsilim de var, yaşım 18. Doğan Koloğlu geldi Galatasaray adına. Eski gazeteci olan eniştem, Raşit Giray'la konuştu. Tabii o zaman bu kadar transfer yok. 'Galatasaray istiyor' dediler... Ben de ilk heves, Ankaragücü'nde doğru dürüst oynamadığım halde Galatasaray'a transfer oldum. Mutlu olamamam da şöyle: Benim gittiğim zaman Metin Oktay, Galatasaray'ın her şeyiydi. Ben de Metin'le aynı tarzda oynadığım için fazla forma şansı bulamadım. Hatta bir-iki sene bekledim. O sırada rahmetli Gündüz Kılıç, Feriköy'ü çalıştırıyordu. Bana 'Ertan sen Ankara'ya dönme, ben Galatasaray'a geliyorum. Metin Palermo'ya gidiyor, seni banko oynatacağım' dedi. Ben tabii Gündüz ağabeyin o sözünü dinlemedim. 1960'ta tekrar Ankara'ya döndüm. Aslında kalabilirdim." Bu cevapta bir "Keşke" sezinlediğimizden, "Pişman mısınız?" diye soruyoruz. Cevap bizi doğrular nitelikte: "Pişmanım, Gündüz Ağabey bana garanti vermişti. Çünkü beni iyi tanıyordu. Koyu bir Galatasaraylıydı. Feriköy'ü çalıştırıyordu ama bizim Mecidiyeköy'deki toprak sahaya gelip her idmanımızı seyrederdi. Beni idmanda, maçlarda falan görüp çok beğeniyor. İyi oynuyordum fakat İngiliz beni takıma koyamıyordu. Haklıydı da. Metin Oktay'ı kim kesecek? Gelmiş geçmiş en iyi santrfor. Ben bekliyordum ama Gündüz Ağabey Ankara'ya döneceğimi hissetti ve "Dönme" dedi. Onu dinlememekle çok büyük hata ettim. Keşke dönmeseymişim."

Metin Oktay'ı geçtim

Dönüşünün iki kere üst üste gol kralı unvanını almasıyla ve Ankaragücü'nün simge isimlerinden biri olmasıyla neticelendiğini hatırlatarak bu düşüncelerini açmasını rica ediyoruz bu sefer: "Kötü bir Galatasaray tecrübesi geçirmiştim ve Ankaragücü'ne döndükten sonra kendimi ispat etmek zorundaydım. Ankaragücü'nde tekrar başladığımda iyi form yakaladım, istekliydim de. Ardından gol krallığı geldi. 1965-66 senesi Metin'le çekişiyoruz. Metin beni, ben de onu çok severdim ama bir gol kralının da Ankara'dan çıkması lazımdı. Rahmetliyle bir de değişik bir durumumuz oldu. İkimizin de 18 golü vardı. Bana bir gün telefon etti ve 'Ertan benim bu sene gol kralı olmam lazım,' dedi. Kitap çıkarıyormuş, ama gol kralı olmazsa onu satamayacağını söyledi. 'Valla kaptan şimdi ben de böyle bir fırsatı yakaladım, bırakalım kim olursa olsun. İnşallah sen olursun' dedim. Son iki maç kalmıştı. Sonra ben iki gol daha attım, Metin atamadı. 20'ye 18'le ben aldım. Rahmetliyle sonra buluştuk 'Sen de haklıydın' dedi. Bu enteresandır, çünkü gol krallığı neredeyse onun hükümranlığı altındaydı." Bir sene sonra tekrar gol kralı olmasını, PTT'ye istemediği halde gönderilmesiyle beraber anlatmasını rica ediyoruz bu kez. "O zamanın parasıyla 60 bin lira çok büyük transferdi. 35 bin liraya kalmak istedim fakat Ankaragücü benden çok büyük para kazanıyor. Kulüp parasız, beni satmak istiyorlar, ben gitmek istemiyorum. Bir hafta uyumadım neredeyse. Eniştem rahmetli Raşit Giray, Ankaragücü yöneticileriyle görüşüyor, 'Satacağız' diyorlar. O zaman PTT'nin Antrenörü Bülent Giz. Birinci maçta kaptanlığı bana verdi. Öyle bir mesuliyet yükledi ki bana, kaptan olunca iyi oynamam lazım. O sene de gol kralı olmak istedim, çok arzu ettim. Kadromuzda Tamer Güney, kaleci Yavuz, Metin Kurt, Köksal vardı. Bu arkadaşlarımla beraber o sezon da gol kralı oldum." O sezon Ankaragücü'nün çok kötü bir sezon geçirdiğini ve Feriköy'le beraber küme düştüğünü hatırlatıyoruz Ertan Ağabeye. "Ankaragücü'nden gittiğim zaman, o sezon küme düşmesi beni de yaralıyor tabii. Ben gol kralı oluyorum, Ankaragücü küme düşüyor. Ankaragüçlü topçularla o zaman da görüşüyoruz. Candan Dumanlı, rahmetli Yılmaz Yücetürk orada oynuyor. MKE'de yöneticiler memur zihniyetindeydi, bilemediler işi. Beni para için satıyorsun ama yerime adam almıyorsun. Adam alamayınca, Ankaragücü düştü. Çok üzüldüm tabii. Ben doğma büyüme Ankaragüçlüyüm." "Çok ilginç bir hikâyeniz var o sezon. Ankaragücü maçında zor durumdalar diye haber gönderiyorsunuz" diyoruz. Anlatmaya devam ediyor Ertan Adatepe: "Devre arasında gönderdim haberi. Maç 0-0. Malzemeciyle Candan Dumanlı ve Yılmaz Yücetürk'e haber yolladım. Berabere biterse Ankaragücü puan alıyor, biz yenersek çok tehlikeli bir duruma doğru gidiyorlar. '0-0'a oynayalım' dedim. Haber şöyle geri döndü, 'Çıksın istediği gibi oynasın, kabul etmiyoruz.' Benim iyi niyetim bir anda ters tepti. Ama bunu PTT'deki takım arkadaşlarım duydu. 'Öyle mi?' dediler. Maç 3-1 bitti, iki golü ben attım. O sezon zaten küme düştüler."

1970'te futbolu bıraktıktan sonra teknik adamlığı düşünüp düşünmediğini soruyoruz bu sefer Ertan Ağabey'e: "O tarihten sonra teknik adamlık için C ve B kursuna gittim. A'ya gidecekken annem rahatsızlandı, dolayısıyla onu bırakamadım. Eşim de zaten Ankara dışına çıkmamı istemiyordu. O tarihten itibaren kursları bıraktım. Beraber gittiğimiz kurslardan sonra rahmetli Gürsel, Fevzi, Candan ve Zeynel antrenör oldular. Ben bıraktım ve bir daha da istemedim." Saha içindeki çekişmeleri soruyoruz. "Özellikle Beşiktaşlı Tatar Süreyya ile çok çekişirmişsiniz," diyoruz. "Tatar, Beşiktaş'ta santrhaf, ben de PTT'de oynuyorum o yıllarda. Devamlı arkadan tekme atıyordu. İstanbul'da Mithatpaşa'da hiç unutmam 'Yapma, şurada top oynuyoruz, bırak oynayalım' dedim. Yirmi dakika bunu söyledim. 'Bak ben vurursam sen gidersin,' dedim. Hakikaten bir pozisyonda top aramızda kaldı. Bir yakaladım ben bunu, Süreyya gitti. Futbolda sakatlamak çok kolay, herkes herkesi isterse sakatlar. Ama ben yalvarıyorum, 'Yapma,' diye. Süreyya'yla biz zaten Genç Milli Takım'da da beraber forma giymiştik. O Eskişehir'den gelmişti, Ogün İzmir'den, ben Ankara'dan, kaleci Özcan İstanbul Vefa'dan. Antrenörümüz Sabri Kiraz'dı. Hepimiz arkadaştık yani. Saha dışında hiçbir zaman problemimiz olmazdı, her şey saha içinde kalırdı."

Milli Takım denince İstanbul akla gelirdi

Genç Milli Takım günlerini anlatırken merakımızı çeken bir konuya temas ediyoruz. Ertan Adatepe Türk futbolu için çok önemli bir isim, fakat milli olma sayısı bu durumla örtüşmeyecek kadar az. Bunun sebebini soruyoruz, "Bir kez A milli olmanızı neye bağlıyorsunuz?" diyerek. "Milli Takım dendiği zaman İstanbul akla gelirdi ilk. Anadolu'dan bir-iki oyuncu seçilirdi. Beni alırlardı ama oynayamazdım, çünkü Metin vardı. O zamanki Milli Takım'ı düşünebiliyor musunuz? Hilmi'ler, Lefter Ağabeyler, Metin, Kadri. Müthiş yani. Oralara girmek o kadar zor ki. Biz ancak yedek gidebiliyorduk o kadar oynadığımız halde. Tabii milli maçlar da azdı. Ara sıra bizi de gol kralı olmuş diye çağırırlardı fakat oynama şansımız çok azdı. Ben Genç Milli Takım ve Ordu Milli'de oynadım, ama A Milli şansını çok yakalayamadım." Şu anki durumu nasıl bulduğunu soruyoruz. "Şu anda ben gol kralı olsam, Milli Takım'da oynardım. Hem dış temas fazla hem de iyi oynayanı zaten takıma alıyor Fatih. Biz o şansı yakalayamadık. Benim gibi çok arkadaş böyleydi. Zeynel mesela, 'Rüzgârın oğlu' müthiş sol açık... Oynayamıyor. Hilmi Ağabey oynuyor orada. Kadri var, Lefter Ağabey var, nasıl oynayacak?"

Ankara şampiyon çıkaramaz

Ankara'nın futboldaki yerini nasıl gördüğünü sorduk, aynı samimiyetle devam ediyor: "Ankara hiçbir zaman şampiyon çıkaramaz. Sebebi çok basit, bir kere Nurettin Çamlıklı yönetimdeyken sordu, 'Biz nasıl şampiyon oluruz' diye. Üç şey var dedim. Bir para, iki hakem, üç basın. 'Şimdi parayı anladım da, hakemle basını anlayamadım,' dedi. Dedim ki, hakem müessesesi paradan sonra gelir. Hakemler isterse bizi şampiyon yaparlar. Ama bunu yanlış anlamayın. Bu hakem desteğini siz saha içinde samimi olursanız, onlara yardımcı olursanız alırsınız. Ulusal basın da bizi desteklerse o zaman gideriz dedim. İşte en basiti Sivasspor çok iyi gidiyor, basın yine de çok ilgi göstermiyor. Ama bana sorarsanız Ankara'dan bir şampiyon çıkması mümkün değil. Bir ara Trabzonspor kırmıştı bunu, o kadar. Örneğin İzmir'den takım kalmadı ligde. Ama tabii başka faktörler de var. Geçenlerde Cemal Aydın söylemiş, Ankaragücü'nün bütçesi 8 milyon dolar. Fenerbahçe'nin bütçesine bakınca durumu anlıyorsunuz. Ara sıra Ankaragücü Fener'i, Galatasaray'ı yenebilir ama çok farklı teraziler var. Fenerbahçe şu an kulüp, Ankaragücü daha takım. Bugün herkes Galatasaraylı, Fenerbahçeli doğuyor. Ankaragüçlü yok. Bugün ben Metin Oktay diyorum mesela, çikletlerden çıkardı fotoğrafları. O zamanki çocuklar kadroları ezbere sayarlardı, şimdi sayamıyorlar." Ankara'daki takım sayısının fazlalığını hatırlattığımızda devam ediyor Ertan ağabey: "Altı tane takım vardı. Biz herkesi yenebiliyorduk, ama bunlar hep gölgede kalıyordu. Daha ileri gidemiyorduk, şimdi de öyle. Hatta fark gitgide büyüyor. Kulüp olmak başka bir şey. Bence Türkiye'de en iyi kulüp Fenerbahçe. Galatasaray daha yeni gelmeye çalışıyor. Beşiktaş stadı emaneten aldı, büyüteceğim falan diyor."

Seyircinin kalitesi bozuldu

Taraftarın ilgisinin zaman içinde sanki azaldığını söyleyince onaylıyor bizi: "Çok azaldı. Neden azaldığını da söyleyeyim size, eskiden altı tane takım vardı. Şu gördüğün 19 Mayıs Stadı müthiş dolardı. Herkes de gelirdi. Şimdi seyircinin kalitesi bozuldu. Ben gitmiyorum maça iki senedir. Hoş bu kalite İstanbul'da da bozuldu. Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray taraftarları beraber otururdu. Sağda Beşiktaş, ortada Fenerbahçe, solda Galatasaray yan yana oturuyorlardı. Herkes de tezahürat yapıyordu, kavga gürültü olmaksızın. Bu çok önemliydi. Şimdi bu bozuldu mesela. Şimdi maça gittiğim zaman futbol seyircisinden rahatsız oluyorum. İngiliz lig maçlarını görünce bayılıyorum. Herkes el ele, kol kola. Beş sene sonrasına kombine bilet satıyorlar. Bizde kombine alanlar bile mağdur oluyor. Kombine almışsın ama bir bakıyorsun adamın biri senin yerinde oturuyor. Polise söylüyorsun, 'Ben karışmam' diyor. Kim karışacak, yerine oturabilmek için kavga mı edecek yani? Adam ailesiyle gelmiş, bir daha kombine alır mı?" Hangi ligleri takip ettiğini merak ediyoruz Ertan Ağabeyin. "İngiltere" diyor çok net bir biçimde ve ekliyor: "İngiltere ligini birinci sırada tutuyorum. Benim kuvvetli fiziğim vardı, topa da iyi vururdum. Belki o yüzden bana çok güzel geliyor. İngiliz Ligi olmazsa, İspanya, o da olmadı İtalya Ligi'ni takip ediyorum. Almanya Ligi dördüncü sırada. Bize benziyor çünkü."

Favorim Lefter Ağabeydi

Kimlerle oynarken zevk aldığını, sahada kimlerle beraber olduğunda mutlu olduğunu soruyoruz bu kez de. "Ben çok küçükken Beşiktaşlıydım. Beşiktaş Ankara'ya geldiğinde Bellevue Oteli'nde kalırdı. Önünde bağırırdık. Şükrü Gülesin, Hakkı Yeten çıkar, balkondan el sallardı, bize yeterdi. Taraftara bak. Sonra ben futbol oynamaya yeni başlamışım, Hacettepe beni denemek istedi. Beşiktaş'la burada oynayacaklar. Ben o kadroyu o zamanlar çikletlerden topluyorum. Eşref, Ali İhsan, Nusret üçlüsü mesela. Yirmi dakika oynattılar beni ama ben yirmi dakika sahada onları seyretmekten topa değemedim bile. Hacettepe de tabii beni bıraktı. Kazım Türesin vardı yönetici; ben Ankaragücü'ne gittikten sonra kafasını vuruyor yerlere, 'Yahu seni biz getirdik, niye gönderdik' diye. Ama oynayamadım ki… O zaman o çikletten çıkan insanlar bize ilah gibi geliyordu. Şimdikiler de belki bugünkü çocuklara öyle geliyordur. O zaman yabancı da yok, hep Türk futbolcusu. Hiç kimseye özenmedim ama. Yani onlara özenerek futbol oynamaya başlamadım. Ama saha içinde gördüğüm en büyük yetenek Lefter Ağabeydi. Ben onu çok severdim, o da beni. Daha Fenerbahçe'ye gitmeden mesela Şenol-Birol iyi futbolculardı, hem de çok iyi arkadaştık. O zaman futbolcular arasında dostluk müthişti. Şimdi de öyle mi bilemiyorum. Belki de o dönem bu kadar para dönmüyordu ortada, o yüzden dostluklar çok iyiydi." Aklımıza bu sefer de yaşadıkları komik bir prim öyküsü takılıyor, onu da teyit etmek istiyoruz. "Şeker Hilal'le Ankaragücü sahasında oynuyoruz. Kulüpte para yok, prim de veremiyorlar. Gol başı 5 lira dediler. 14 gol attık, 70 lira aldık. Maç uzasa belki 20 olacak. Zaten o dönem para konusunda hep sıkıntı olurdu. Ben Ankaragücü'nde takım kaptanıyım, prim almadan oynuyoruz. Bir gün çocukları topladım 'Ne yapacağız arkadaşlar?' diye sordum, 'Sen takım kaptanısın, yöneticilerle konuş' dediler. Yöneticilere gittim dedim ki, 'Biz ne zaman prim alacağız, on maçı geçti.' 'Ertan, şu an paramız yok,' dediler. Ziya Taner antrenörümüz, Ercan Taner'in babası. Yöneticiler dedi ki 'Ziya Hocaya veriyoruz bir tek.' Hemen gittim, 'Ziya Hoca biz para alamıyoruz ama size veriyorlarmış, o zaman sizin de almamanız gerekir' dedim. 'Ertan biz burada kira veriyoruz, bir anlamda mecburum' dedi. Bunun üzerine futbolcu arkadaşlarımı topladım, hâl böyleyken o antrenör bana 'Çık, maç kazan' diyebilir mi? Futbolcu arkadaşlarıma şöyle dedim: 'Arkadaşlar hepimizin transferi var. İsterseniz oynayın, isterseniz oynamayın. Primi unutun, çıkacağız oynayacağız.' Biz o sezonu öyle bitirdik. Ercan Taner, Bahçeli'de doğdu. Ben onu kucağımda büyüttüm. Bir gün geldi 'Ertan Ağabey, ben spiker olabilir miyim?' dedi. 'Anlat bakalım palavradan bir maç' dedim. Başladı anlatmaya 'Olursun tabii, git TRT imtihanlarına gir' dedim. Onu çok seviyorum ama bir tek şeyi öğretememişim, çok bağırıyor. Bir lakabı var mıydı acaba Ertan Ağabeyin, merak ediyoruz. "King'di lakabım. Onu bana Candan takmıştı. O zamanlar İtalyanların Calcio mecmuasını takip ediyor. Golleri krokilerle falan gösterirlerdi. İtalyanların meşhur bir santrforları varmış, ona da King diyorlarmış. O da bana King lakabını takmıştı. Biz de onu mahçup etmedik herhalde." 

Ertan Ağabey'e tüm o koşullarda hayatını nasıl idame ettirdiğini soruyoruz. "Primlerimizde bir tek demin anlattığım dönem sıkıntı yaşadık. Onun dışında Ankaragücü ödemelerimizi düzenli yaptı. 1970'te bıraktım, ticaret yapmak hiç aklıma gelmedi. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni bitirdim. Galatasaray'a gittiğim dönem Çemberlitaş'ta okudum. Dönünce kaydımı Ankara'ya aldırdım, Ankara'dan da mezun oldum. Ticaret de yapmıyorum, ne olursun? O zaman memuriyet yapacaksın. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü hemen beni aldı. Daire Başkanı olarak görev yaptım ve oradan da emekli oldum."

Şimdiki idmanlar müthiş

Oynadığı dönemdeki en büyük eksiğin ne olduğunu soruyoruz bu büyük spor adamına. "Biz salı-perşembe idman yapardık. Bugün düşünebiliyor musunuz, haftada 4 saat idman yapan bir futbolcunun oynayabileceğini. Biz şimdiki idmanları yapmış olsaydık iki misli daha iyi oynarmışız. İdman yetmediği için biz kendimiz çalışırdık mesela. Herkes içeri girerdi, biz iki saat daha sahada kalırdık. İri vücutlu olduğum için bana idman zaten az gelirdi. Ağır idman yapmam lazımdı. Ben de kendim telafi ederdim onu. Şimdiki futbolcular çok şanslı. O kadar iyi ve çeşitli idman yapıyorlar ki. Rıdvan Dilmen bana bir defa dedi ki, 'Ertan Ağabey siz bu zamanda olsa oynayamazdınız. Metin Ağabey de oynayamazdı.' Ona, 'Sen Metin Ağabeyini hiç gördün mü? Metin ceza sahası içinde her topu gol yapardı. Ona şimdiki gibi 6-7 idman verseydin, çok daha müthiş olurdu,' dedim. Turgay Şeren'in kalede idman yaptığını hiç görmedim. İdmanda hep santrfor oynardı. Bu kimin eksiği? O zamanki antrenörler ve Türkiye şartlarının. O tarihlerde dışarı çıktığında 5-6 gol yiyiyordun. Şimdi kondisyonu bile yakaladık Avrupa'yla. Sonuçta onlar da iki ayaklı. O zamanlar biz yapamıyormuşuz, onlar idmanı çok yapıyorlarmış demek ki. Aynı zamanda malzeme konusunda da sıkıntı yaşıyorduk. 19 Mayıs Stadı'nda bir gün gece maçı yapılacak. O tarihte Vahap Özaltay Ankara'da iki takımı karşı karşıya getirecek ama Ankara'da ışıklandırma yok. İtfaiye arabalarını getirdiler, farlarını duvara vurdurup öyle aydınlattılar sahayı. Ayağımda kötü lastik beyaz bir ayakkabı var. Onu siyaha boyayayım bari dedim. Gittim siyah boya aldım, kendim boyadım. Şartlar çok zordu tabii o zaman. Bir tane ayakkabımız var. Ben ayakkabılarımı maçtan sonra eve götürür, yıkar, temizler, domuz yağıyla yağlardım. Bir hafta sonraki maça kadar öyle beklerdi. Ayakkabıyı çamurlu sahadan sonra temizlemezsen kaskatı olurdu, giyemezdin bir daha."

Deparda kimse geçemezdi

İzleyemeyenler için sahada nasıl bir oyuncu olduğunu tarif etmesini rica ediyoruz bu kez de Ertan Ağabeyden. Gülerek anlatmaya devam ediyor: "Ben oynarken öyle tek santrfor gibi oynamazdım. Forvet arkası gibi oynardım. Vücut itibarıyla çabuk değil, ama süratliydim. Bir çabuk vardır Rıdvan Dilmen gibi, bir de süratli vardır. Depara kalktığımda beni kimse geçemezdi. Ama kısa mesafede çabuk değildim. Onun idmanını bana kimse yaptırmadı. Yaptırsaydı belki kısa mesafede de çabuk olacaktım. Şimdilerde bana benzeyen kim oynuyor bilemiyorum ama mesela Alex gibi diyebilirim. Forvet arkasından gelerek gol atan bir oyuncuydum. Gol kralı olduğumda da direkt santrfor değildim. Penaltıları falan da atmazdım. Candan atardı onları. Penaltı kullansaydım belki

o sayı da daha yüksek olurdu." Bazen de seyrederken kendini tutamadığından bahsediyor Ertan Ağabey. "O sahalarda, o ayakkabılarla, o topa öyle mi vurulur dediğim çok olur" diyor. Bunun sebebinin de çalışmamak olduğunu söylüyor. İdman bitince herkesin hemen içeri girmesini anlayamadığını özellikle vurguluyor. "Sabri Kiraz duvara yuvarlak çizerdi, Metin de çalıştı öyle. 1000, ertesi gün 1100 kere topu o daireye vururduk. Basketçiler şimdi aynısını yapıyor. Ne kadar çok çalışırsan o kadar daha iyi atarsın. Çok tekrar önemli. Ben idmanı çok severdim, bazısı idmanı sevmez. Ama maalesef yeteneğimin yüzde 100'ünü kullanamadım, yüzde 60'ta kaldım." Attığı en güzel golün Galatasaray'a transferine neden olan gol olduğunu belirtiyor büyük golcü. "Şimdi İngiliz liglerinde çok atıyorlar o golleri. Hareketli dönen bir topa gelişine vurdum. İç demire vuran top geri geldi, Turgay göremedi bile topu." Ertan Ağabeyle başkenti konuşuyoruz sonra. Ankara'da olmaktan ve yaşamaktan memnun olduğunu belirtiyor. Son on senedir neredeyse İstanbul'a gidemediğini belirtiyor. Ama dostlarını görmeye geleceğini eklemeden de edemiyor. Bu arada onların arasında olduğumuzu öğrenmek sevindiriyor bizi. Ertan Ağabey yazlarını da çok uzun süredir Marmaris'te geçiriyor. Neredeyse 25 senedir aynı biçimde, karavanında. Futbolun son halini soruyoruz, Adatepe nasıl görüyor acaba? "Futbolda şimdi daha çok pres var, daha çok koşuyorlar. Biz daha rahattık o anlamda. Presli futbol oynamak zordur. Futbolu bırakmaya yakın İstanbul'da bir Galatasaray maçı oynadım mesela, ayağıma top değmeden 5-0 oldu maç. Galatasaray o zaman onu oynuyordu. Top Galatasaray takımında, bakıyorsunuz ben bomboşum. Aslında ben boş kalmayacağım, Galatasaraylıları kovalamam lazım. Bana top geliyor, Galatasaray'dan üç kişi benim yanımda. Şimdi o anda benim gördüklerimin çok daha fazlası oynanıyor. Şimdiki idmanların neticesinde kuvvet ve direnç arttı. Bu da haliyle oyuna yansıyor."

Yeni futbolcu adaylarına da söyleyecek sözü var Ertan Ağabeyin: "Futbolculuk artık meslek oldu. Doktor nasılsa futbolcu da öyle. Nasıl doktor gidip sabah ameliyatını yapıyorsa futbolcu da aynı. Kimse meslek değil diyemez. Ben futbol oynarken her sezon başı tırnağım battığı için iki hafta top oynayamazdım. Çünkü yazın tatil yapardım, gelip sıkı ayakkabıyı giyince, topa da vurduğum anda tırnak batardı. Hiç kimse bana 'Pedikür yaptır' demedi. Şimdi ben merak ediyorum, acaba pedikür yaptıran futbolcu var mı? Bu ayıp değil ki, futbolcu da bakmalı kendine, özen göstermeli. Eskiden futbol oynayan okuyamazdı. Cahil insanlar futbolcu olurdu. Ben nadir bitirebilenlerdenim. Ben eşimi istediğim zaman, futbolcuyum diye vermek istemediler. Şimdi öyle mi? Ama futbolcu kendini de yetiştirmeli. Kendine iyi bakacaksın, gıdanı alacaksın, idmanı iyi yapacaksın.

Her idman sonrası nerede oynuyorsan ona göre tekrar, ekstra idman yapacaksın. Çünkü sezon sonunda para kazanacaksın. Ben şimdi oynuyor olsaydım çok para kazanırdım. Çünkü idmanı, futbolu, gol atmayı seviyordum. Meziyetim vardı, kuvvetliydim. Hâlâ aynı şekilde yaşıyorum. Mesela içkim, sigaram yok. Sporcunun hayatının da sporcu gibi olması gerekli bence." Ertan Ağabeyin söylediklerine hak vermemek elde değil. Çünkü karşımızda söylediği yaştan en az on-on iki yaş daha genç görünen bir fizik ve bununla yoğrulmuş müthiş de bir olgunluk var. Her dem taze golcü Ertan Adatepe sanki bugün çıkartsanız gollerine kaldığı yerden devam edecek gibi. Futbol ve medya konusunu nasıl değerlendiriyor Ertan Ağabey acaba? "Ben yıllarca futbol oynadım, kendimi hiç seyretmedim. Televizyon yok, rahmetli annem hiç bilmiyor. Ben maçımı tekrar tekrar seyretseydim çok daha iyi olurdum. Hatamı, eksiğimi görürdüm çünkü. Biz maçlarımızı sinemalarda, Ziraat Bankası programında seyrederdik. O zaman maç bitiyordu, bitti. Hatalı mı gol yedik, sistemde mi bir hata var, bilemiyordun ki. Bu arada TV'deki eleştirileri de olumlu buluyorum. Keşke ben oynarken televizyon olsaydı da beni de eleştirselerdi." Ertan Adatepe'ye son sorumuz,"Futbol oynadığınız, futbolcu olduğunuz için mutlu musunuz?" oldu. Cevabı gülümseyerek verdi yine: "İyi ki oynamışım, benim dünya tatlısı dostlarım oldu. Ben top oynamasaydım, çok param olsaydı, bu dostluğu kazanamazdım. Parayla kazanılmaz dostluklar. Şu anda yetmiş yaşındayım ve jenerasyonum beni çok sever. Sevilmek de önemlidir. Düzgün insan, adam gibi adam diyorlar ya, ben hep öyle olmaya gayret ettim. O yüzden de kimseyle bir sorunum olmadı. Herkes beni nasıl severse, ben de herkesi severim." Teşekkür ediyoruz Ertan Ağabeye ama bizi bırakmıyor ki, "Buraya kadar gelmişsin yemek yiyeceğiz beraber," diyor. Saygı duyuyoruz, susuyoruz. Tenis Kulübü'nde çalışan arkadaşlar da pervane oluyor etrafımızda. Her şeyin farkındayız aslında, onlar Ertan Ağabeyle iki dakika sohbeti bile kazanç bellemişler, ne güzel! Vedalaşırken sanki kırk yıllık dostunu yolcular gibi Ertan Adatepe. Karşılarkenki gibi...

Öylesine samimi, öylesine sahici. Gitmeden tembih etmeyi unutmuyor: "Ankara'ya geldiğinde mutlaka bekliyorum yine." Başkentten ayrılırken rüzgâr şehrin sokaklarındaki pudra şekerini oradan oraya süpürüyor. Bu görüntünün ortasında bir roman kahramanı gibi çevreyi gözlerken, Ertan Ağabeyle sohbetimizden bir cümleyi anımsıyorum:

"Benim dünya tatlısı dostlarım oldu."

Sessizce gülümsüyorum...