TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Ahmet Yılmaz Çalık: "Bu maç senin maçın!" 1.07.2013
Ahmet Yılmaz Çalık: "Bu maç senin maçın!"

Türkiye onu Gençlerbirliği formasıyla Fenerbahçe'ye karşı oynadığı maçla tanıdı. A takım formasıyla çıktığı ilk karşılaşmada Webo ve Sow'a nefes aldırmayan adamdı. Rusya'ya attığı iki golle U19 Millî Takımımıza Avrupa Şampiyonası finallerinin kapısını açan, U20 Millî Takımımızın Dünya Kupası'ndaki önemli kozlarından birisi olan genç oyuncu, daha iyi çalışabilmek uğruna evinden ayrılıp Gençlerbirliği'nin tesislerde yaşamaya başladı. Başarılı stoper, çıkış yaptığı Fenerbahçe maçını kariyerinin dönüm noktası olarak görüyor.

Röportaj: Mazlum Uluç

Bu sezon Süper Lig'deki ilk maçını Fenerbahçe'ye karşı oynadın ve Türkiye, Ahmet Yılmaz Çalık diye bir stoperin varlığını öğrendi. Şimdi filmi en başa saralım ve kısaca hayat hikâyeni öğrenelim.

26 Şubat 1994 tarihinde Ankara'da doğdum. Babam Gümüşhaneli, annem Ispartalı. 24 yaşında bir abim, 8 yaşında bir kardeşim var. Babam kireç imalatı yapıyor, annem ev hanımı.

Futbola nasıl ve ne zaman başladın?

Klasiktir, ben de her çocuk gibi mahalle aralarında oynadım. Babam, dört yaşındayken röveşata çektiğimi söylüyor. Hatta kardeşim dört yaşına geldiğinde ona bakıp, "Daha koşmasını bile doğru dürüst beceremezken nasıl röveşata çeker?" diye düşünmüştüm. Demek ki içimde büyük bir merak ve heves varmış. Bahçede oynarken komşuların arabalarına zarar vermeye başlayınca babam beni bir futbol okuluna yazdırmaya karar verdi. Dayımın yönlendirmesiyle 2004 yılında Gençlerbirliği'nin futbol okuluna gittim. Üç aylık yaz okulunun ardından yapılan seçmelerde rahmetli Ahmet Canatan Hocam beni beğendi ve Gençlerbirliği'ndeki futbol kariyerim başlamış oldu.

Futbola başladığında gelecekle ilgili nasıl hayallerin vardı? Bir gün Millî Takım formasını giyeceğini, Süper Lig'de oynayacağını geçiriyor muydun aklından?

Belki başladığımda bunlar uçuk hayallerdi ama yaşım ilerledikçe böyle hayaller kurmaya başladım. U15 Coca Cola Akademi Ligi'nde Aykın Demir Hocamızın yönetiminde Türkiye Şampiyonu olunca Millî Takım hayallerim başladı. "Acaba çağırılır mıyım, o bayrağı taşır mıyım?" diye düşünmeye başladım, kısa süre sonra da bu hayalim gerçeğe döndü.

Seninle birlikte futbol oynamaya başlayan pek çok arkadaşını geride bırakarak imrenilen bir noktaya geldin. Bu aradan sıyrılışın nedenleri nedir sana göre? Hem fiziksel hem de mental anlamda diğerlerinden farkın neydi?

Ben gerçekten çalışmayı çok seven bir oyuncuyum. Antrenmanlardan sonra kesinlikle ekstra çalışmalar yaparım, beslenmeme, uykuma çok dikkat ederim. Belki de beni diğerlerinden ayıran şeyler bunlardır. Elbette yetenek de vardır işin içinde, o zaten olmazsa olmaz. Bir de asla pes etmemek gerekiyor. Futbol hayatınızda pek çok olumsuzlukla karşılaşabilirsiniz ve bunların hepsine karşı dimdik ayakta kalmanız gerekir. Gerçi benim açımdan böyle sorunlar yaşanmadı. Alt yaş gruplarındaki futbol hayatım hep başarıyla geçti. U15'te kaptanlık yaptım, sonrasındaysa hep üst gruplarla oynadım ve hiç yedek kalmadım.

Futbolcu olmak fedakârlık isteyen bir iş. Sen nasıl fedakârlıklarda bulundun bugün geldiğin noktaya ulaşana kadar?

Mesela A2 takımındayken sabah 7.00'de koşularımız oluyordu. Hocamız Veyis Kamber o koşular sırasında bize, "Yaşıtlarınız şimdi uykuda, uyandıkları zaman da gezip tozacaklar ama siz burada koşuyorsunuz, bir hedef için çaba harcıyorsunuz" diyordu. Fedakârlık böyle bir şey herhalde. Futbolu bir meslek olarak seçtiyseniz, buna göre yaşamak zorundasınız.

Bize biraz Gençlerbirliği'nin altyapısından söz eder misin? Son dönemde Genç Millî Takımlara verdiği oyuncularla dikkat çeken bu altyapının özellikleri neler?

Bence en önemlisi disiplin. Gençlerbirliği son derece disiplinli çalışan ve kurallarından asla taviz vermeyen bir kulüp. Oyuncuyu seçerken sadece yetenekli olması da yeterli değil. Kesin olarak oyuncunun ahlâki yapısına, karakterine ve hatta okuldaki durumuna da bakarak bir karar veriyorlar.

Bugüne gelmene en fazla katkı sağlayan teknik adamlar kimlerdi?

Yaz okulundayken Alper Sökmen'in üzerimde çok emeği oldu. Bana sürekli yetenekli olduğumu ve bunu değerlendirmem gerektiğini söylüyordu. İyi bir futbolcu olacağıma inanmıştı. Bu inancı bana da güven veriyordu. Futbol okulundan altyapıya geçmeme de katkısı olmuştu. Aykın Demir ve Veyis Kanber'in de üzerimdeki emekleri büyük. Tabii Genç Millî Takımlarda Abdullah Ercan'ı da eklemem gerekiyor.

Başlangıçtan beri stoper mi oynuyorsun?

Futbol okulundayken forvet ve orta sahada da oynadım. Abartmıyorum, aut atışını kullanıyor, forvete koşuyordum. Seçmeler yapıldıktan sonra hocamız isimlerimizi okuyup hangi mevkide oynadığımız sorduğunda "Stoper" dedim ve öyle de kaldım.

Beğendiğim, "Onun gibi olayım" dediğin oyuncular var mıydı?

O dönemde Gençlerbirliği'nde oynanan El Saka'yı örnek alıyordum. Çok iyi bir savunma oyuncusu olmasının yanı sıra topu mükemmel kullanıyordu. Bugün ise yan yana oynadığım Aykut Demir'i, Avrupa'dan da Sergio Ramos ve Puyol'u beğeniyorum.

El Saka'nın teknik özelliklerini bir yana koyarsak, saydığın oyuncuların tümü hırçın, sert ve mücadeleci stoperler...

Ben de mücadele etmeyi seven, sert bir stoperim. Ama hocalarım benim kesici özelliklerimin yanı sıra topla da iyi olduğumu söylüyor. Zaten günümüzde iyi bir stoper denildiğinde, sadece topu kesen oyuncudan söz edilmiyor. Avrupa'da iyi bir takıma transfer olmak gibi bir niyetiniz varsa topu da iyi kullanmak zorundasınız. Antrenmanlardan sonra sürekli duvarla pas çalışması yapardım, hâlâ da yapmayı sürdürüyorum. Eğer bugün topla biraz iyiysem bu çalışmaların çok faydası olduğunu düşünüyorum.

Geliştirmen gereken yönlerin ve eksiklerin olduğunu düşünüyor musun? Bu eksikleri gidermek için neler yapıyorsun?

Çabukluğumu biraz daha geliştirmem gerekiyor. Bir de dediğim gibi ben çalışmayı gerçekten seven bir oyuncuyum. Çalışmaktan yüksünmüyorum. Zaten savunma oyuncuları genellikle bu anlayışa sahiptir. Fiziksel olarak sürekli güçlü kalmak zorunda olduğumu biliyorum.

Bu sezon vitrine çıktığın Fenerbahçe maçı öncesinde ilk on birde yer alacağını biliyor muydun? Öğrendiğinde neler geçti aklından?

Maç öncesi Ante Kulusiç sakattı, Curri de yeni iyileşmişti ve oynamayacakları kesindi. Fuat Hoca hafta içi antrenmanlarında stoperde Özgür abiyi denedi. Son taktik antrenmanına kadar oynamayacağımdan emindim. Son antrenmanda on birin dışında kalan oyuncular sularını alıp şut çekmek için yan sahaya gidiyordu. Ben de suyumu alıp yan sahaya yöneldim. Hoca, "Ramazan, Cem Can, Aykut, Ahmet..." diye saymaya başlayınca şaşırdım, kalakaldım. Cem abi bana bakıp, "Hadi gene iyisin" dedi. Yani ilk on birde olacağımı son taktik antrenmanında öğrendim. Fuat Hoca, Ramazan ve Aykut abilere, "Stoperde kimi oynatayım?" diye sormuş, onlar da benim oynamamı istemiş.

O maça nasıl hazırlandın peki?

Aklıma hemen Sow-Webo ikilisi geldi. Onlara karşı nasıl önlemler alabileceğimizi düşünmeye başladım. Her ne kadar abilerim, "Sakin ol, biz de bu evrelerden geçtik" dese de insan ister istemez heyecanlanıyor. O gece uyuyamayacağımı düşünmüştüm ama 23.00'te yatağa girdikten 30-40 dakika kadar sonra uyumuşum.

Maçın senin açından çok iyi geçtiğini biliyoruz ama o gün neler yaşadığını bir de senden dinleyelim....

Fenerbahçe maçı olduğu için tribünler doluydu. Gençlerbirliği tribünlerinde bile Fenerbahçe taraftarları vardı. İlk defa dolu tribünler önünde oynuyordum. İlk 10-15 dakika büyük bir heyecan yaşadım çünkü hiç alışmadığım biçimde çok yoğun bir tezahürat vardı. Rahatladığım an Webo ile ilk kafa topuna çıktığım an oldu. Webo'dan o hava topunu aldım ve içimden, "Ahmet bu maç senin maçın" dedim. O andan itibaren daha da rahat oynamaya başladım. Risk yapmadan oynadım, topu olumlu kullanmaya çalışmadım. Zaten Fuat Hocam da bana "Topu kes, en yakınındaki arkadaşına ver" demişti.

O maçtan önceki Ahmet Yılmaz Çalık'la o maçtan sonraki Ahmet Yılmaz Çalık arasında fark var mı?

Özgüvenim arttı ama, kendi kendime, "Bu seni şımartmamalı" dedim. Zaten kaleci antrenörümüz Levent Zorluer de bana, "Fenerbahçe maçını oynadın, çevren değişebilir. Daha fazla çalışman ve daha dikkatli davranman gerekecek" uyarısında bulunmuştu.

Fuat Çapa senin için ne anlama geliyor?

Kasımpaşa'da çalıştığı dönemde de Fuat Hoca hakkında, "Genç oyunculara fırsat tanıyan bir teknik direktör" diye konuşuluyordu. Gençlerbirliği'ne geldikten sonra da üç genç kaleciyle yoluna devam etti, Artun abiye kadroda sürekli yer verdi ve bir çok maçta şans tanıdı. Ona buradan çok teşekkür ediyorum. Antrenmanları sık sık durdurup bana neler yapmam gerektiğini söylüyordu. Çünkü A takımla A2 seviyesi çok farklı. A takımda çok basit hatalarınızı bile golle cezalandırabiliyorlar. Sürekli dikkatli ve konsantre olmanız gerekiyor. Fuat Çapa ve yardımcıları da bütün oyuncuları her pozisyondaki hataları için uyaran ve doğrusunu gösteren tipte antrenörlerdi.

Fenerbahçe maçının ardından artık takımın değişmez oyuncusu oldun. Bu süreçte takım arkadaşlarının sana bakış açısında nasıl değişimler yaşandı?

Dediğim gibi, maç benim için çok iyi geçmişti. Abilerim bana şımarmamam, daha çok çalışmam ve sonraki maçta daha da iyi oynamam gerektiği yolunda tavsiyelerde bulundu. Daha önce üzerimde bir çekingenlik vardı; A takımla antrenmanlara çıkıyorduk ama ben kendimi sanki onlardan birisi değilmişim gibi hissediyordum. Onlar arasında şakalaşırken ben geri planda kalıyordum. Ama maç oynadıkça artık ben de "puzzle"ın bir parçası oldum.

Millî Takım kariyerine bakarsak, oldukça erken yaşta keşfedilen ve 15 yaşından bu yana ay-yıldızlı formayı giyen bir oyuncusun. Millî Takım için nasıl keşfedildin, ilk çıktığın maçı hatırlıyor musun?

2010 yılında Tahir Karapınar yönetimindeki U16 Millî Takımına seçildim ve ilk maçımı Rusya'ya karşı oynadım. O maçta sonradan oyuna girmiştim. Sonra takımın başına Abdullah Ercan geldi. İlk rakip yine Rusya'ydı ve ben o maçta da oyuna sonradan girdim. İki gün sonra yine Rusya ile oynanan maça ise ilk on birde başladım. İlk yarıyı 2-0 yenik kapatmıştık. İkinci yarının başında bir korner kazandık. Recep Niyaz bana, "Hadi git, golü at da gel" dedi. Gittim, savunmanın uzaklaştırdığı topu ayak içiyle uzak köşeye vurdum ve skoru 2-1 yaptım. Sonrasında o maçı 3-2 kazandık.

Rusya maçlarının kariyerinde önemli bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü U19'un katıldığı son Elit Tur'da yine Rusya ile oynadınız. Takım 1-0 gerideydi ve o maç kaybedilse belki de Avrupa Şampiyonası finallerine katılamayacaktı. Ama sen attığın iki golle o yolu açtın...

Maçın başından beri tek kale oynuyorduk aslında. Oyun hep onların sahasında geçiyordu. Ama bir Rusya atağında hakem haksız bir penaltı verdi ve 1-0 geriye düştük. Sonrasında baskımızı sürdürdük ve ikinci yarıda iyiden iyiye artırdık. 75. dakikada bir korner kazandık. Rakip kornerden gelen topu uzaklaştırdı. Cenk Şahin kazandığı topla rakiplerin arasına girdi; ben de o sırada arkada bomboş durumdaydım. İçimden, "Yolla artık şu topu" diye çığlık atıyordum neredeyse. Nihayet Cenk ortasını yaptı, Sinan Bakış'ın kafayla geriye aşırttığı topa sol ayağımla çok sert vurdum. Çok da güzel bir gol oldu. Sonra yine bir korner kazandık. Kendi kendime "Ahmet şunu da at, maçı al" dedim. Topun başına Cenk geçti, ortaladı. Önümdeki rakip vuramadı ama benim de darbeli vurmamı önledi. Kafamı şöyle bir çevirdim, top küçük bir temasla yere de çarparak ağlara gitti. Özellikle benim attığım gollerle maçın kazanılması inanılmaz bir duyguydu. Soyunma odasına girer girmez Feyyaz Hocamız beni "Golcü" diye karşıladı.

Bir savunma oyuncusunun aynı zamanda gol atarak da takımına katkı yapması çok önemli sanırım...

Böyle bir stoper olmak çok güzel elbette. Ben de Lugano, Sivok, Aykut Demir gibi golcü bir stoper olmak isterim. Ancak bu son Rusya maçına kadar iki yıldır sadece bir gol atabilmiştim. Babam bile "Artık gol atmaktan vazgeçtin galiba" diye bana takılıyordu. Çünkü U15'ten itibaren her sezon 7-8 gol atan bir oyuncuydum ve takımın santrforundan sonra ikinci sırada ben geliyordum. Dolayısıyla Rusya maçında attığım goller benim için bu açıdan da anlamlıydı.

Bundan sonra önünde nasıl hedefler var? Kariyer planlamanı nasıl yapıyorsun?

Adım adım ilerlemek gerektiğine inanıyorum. Öncelikle Gençlerbirliği'nde kendimi tam anlamıyla kanıtlamam gerekiyor. Bunun için de düzenli olarak on birde oynayan bir oyuncu olmalıyım. Sonrasında büyük takımlara veya direkt Avrupa'ya gitmeyi hedefliyorum. Ama en büyük hedefim tabii ki A Millî Takım'da oynayabilmek.

A Millî Takım'daki stoperlerle yakın gelecekte bir rekabete gireceksin. Onlar hakkında neler söylersin?

Hepsi iyi oyuncular. Hepsinin farklı özellikleri var. Özellikle Semih Kaya'yı çok beğeniyorum. Çabuk bir stoper, agresif ve kafa toplarında da başarılı.

Ankara'da ailenle birlikte mi yaşıyorsun?

Daha önce birlikte yaşıyorduk ama ben artık tesislerde kalıyorum. A takıma yükseldikten sonra tesislerde bana da bir oda verdiler. Daha iyi çalışabilmek için haftanın büyük bölümünü tesislerde geçiriyorum.

Evin tesislere çok mu uzak?

Hayır değil. Ama A takıma çıktığımdan itibaren çok daha fazla çalışmam gerektiğine inandım ve bunun için de tesislerde kalmayı tercih ettim. Orada normal antrenmanların dışında özel idmanlarımı sürdürüyorum, ağırlık çalışmaları yapıyorum. Bana verilen emekleri boşa çıkartmak istemiyorum çünkü. Buralara gelmemde ailemin emeği çok büyük. Abartmıyorum, babam 8 yıl boyunca beni her gün antrenmana getirip götürdü. Antrenmana getirip tesislerde bekledi, sağda solda takılmadan eve dönüp dinleneyim diye... Annemin de abimin de üzerimdeki emekleri büyük.

Kazandığın parayla onlara bir hediye almayı düşünüyor musun?

Zaten şu anda kazandığım parayı babama veriyorum, o içinden bana ne kadar verirse... Hesabı bile olmaz. Büyük paralar kazandığımda da bu durum değişmeyecek. Ben yine o parayı babama vereceğim.

Hem U19 hem de U20 Millî Takımlarında oynuyorsun. Oradaki hocalarınla diyalogların nasıl?

İki kategoride birden maç oynamak oyuncuya büyük tecrübe getiriyor. Fenerbahçe maçında iyi oynamamın nedenlerinden birisi de bu düzeyde oynadığım millî maçların bana yaptığı katkıdır. Bu nedenle bana güvenip şans veren Feyyaz Uçar Hocama çok teşekkür ediyorum. Antrenörümüz Emre Aşık da eski bir stoper ve çok üst düzeyde tecrübeye sahip. Ben de onun bize aktardığı bu tecrübeden maksimum biçimde yararlanmaya çalışıyorum.