TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Ömer Kahveci: "Cenk Gönen'in izinden yürüyorum" 1.08.2012
Ömer Kahveci: "Cenk Gönenin izinden yürüyorum"

Kaleciler için "deli" denir ama karşımızdaki genç adamın her sözü akıl süzgecinden damlıyor adeta. Henüz 20 yaşında ve Türkiye Ligleri'nin sürekli oynama şansı bulabilen en genç kalecisi. Adana Demirspor'da başlayan kariyerini Bucaspor'da sürdürüyor. U17'den itibaren giydiği ay-yıldızlı formayı şimdilerde Ümit Millî Takım düzeyinde sırtında taşıyor. İdol olarak benimsediği Cenk Gönen'i aynı zamanda Millî Takım için en büyük rakibi olarak değerlendiriyor. At binen, buz pateni yapan ve tenis oynayan farklı bir futbolcu tipi var karşımızda.

Röportaj: Mazlum Uluç

Kalecilik bir tecrübe mesleğidir ama sen 19 yaşında Bucaspor kalesine geçtin ve 1 yıl boyunca fire vermeden 1. Lig'de banko oynamayı başardın. Öncelikle bu başarıyı kutlayalım, sonra da seni yakından tanımaya başlayalım.

1991 Kahramanmaraş doğumluyum, 5 kardeşin ortancasıyım. 6-7 aylıkken Adana'ya gelmişim. Babam inşatlarda iş makineleri kullanıyor. Genellikle bağlı bulunduğu şirketin aldığı işe göre şehir dışında çalışıyor. Dolayısıyla babamı çocukluğumdan beri ayda bir görüyorum diyebilirim.

Futbola Cesurspor'da başladığını biliyoruz. Bu başlangıç nasıl oldu? Sen mi futbol oynamayı çok istedin, ailen mi yönlendirdi?

Benim bir beden eğitimi öğretmenim vardı ve bir gün "Takımın kalecisi yok" diyerek beni çağırırdı. Okula da bir yaş küçük başlamıştım. Aslında başlangıçta ileride oynuyordum ama çabuk yorulan bir çocuktum. Bunun için kaleci olmak bana daha iyi geliyordu. Okul maçlarında oynadıktan sonra direkt olarak Adana Demirspor beni altyapısına aldı.

Futbola başladığın dönemde idollerin var mıydı? Hangi kalecileri beğeniyordun ve neden?

15 yaşına kadar, yani Adana Demirspor'un oyuncusu olana kadar futbolcu olmayı düşünmüyordum . Çünkü babam, "Futbol senin için ikinci planda, öncelikle derslerine odaklanacaksın. Eğer derslerinde bir gerileme görürsem seni okuldan alırım" şartını koşmuştu. Ben de buna göre odaklanmış ve derslerime ağırlık vermiştim. Başlangıçta sadece eğlenmek için futbola gidiyordum. Adana Demirspor'daki ikinci yılımda bile kendime başka meslekler beğeniyordum.

Ne olmak istiyordun?

Hedefim mühendislikti. Matematikle ilgili bir şeyler okumak istiyorum. Ortaokulu 4.82 diploma notuyla bitirdim. Lisenin ilk sınıfını da teşekkürle geçtim. Zaten sayısal bölümünü tercih etmiştim. Lise ikinci sınıfta antrenmanlar nedeniyle çalışamadığım için ilk dönemde fizik dersi karneme 1 geldi. Bunun üzerine babam, "Git antrenöre eldivenlerini teslim et, futbol hayatın bitti" dedi. Böyle olacağını biliyordum. Oysa amatör takımda 1 yıl oynamış ve kaleciliği yavaş yavaş öğrenmeye başlamıştım. Yine de hocama gittim ve "Futbolu bıraktım" dedim. "Neden?" diye sordu. "Karnemde zayıf var" cevabını verdim. "Kaç tane?" diye sordu. "Bir tane, o da olmasaydı teşekkür alacaktım" dedim. "Olur mu öyle şey, ben babana konuşurum" dedi ve gerçekten de babamı ikna etti. Üç ay sonra Adana'dan çıkıp Türkiye Şampiyonası'na katıldık ve yarı finale kadar gittik. O sırada Fenerbahçe beni isteyince Adana Demirspor hemen profesyonel sözleşme imzalattı ve 5 yıl öncesinin parasıyla ayda 500 bin lira vermeye başladı. O zaman babam da artık futbol oynamama karışmaz oldu. O da bu işten para kazanabileceğimi anlamıştı. Ben de o sırada futbolculuğu bir meslek olarak seçebileceğimi idrak ettim ve ağırlığı futbola verdim. Liseden mezun oldum. Üniversiteye gitmek istiyorum ama bir kaç kez sınavlar yurtdışı kamplarımıza rastladığı için giremedim. Amacım BESYO'da okumak.

Peki sonrasında beğendiğin kaleciler oldu mu?

Son dönemde düşüşe geçse de Julio Cesar en beğendiğim kaleci. Casillas ve Reina belki dünyanın en iyi kalecileri olabilir ama ben onlara dönüp de bakmıyorum. Çünkü ben "Onun yerinde olabilirim" diyebileceğim kalecileri takip ediyorum. Mesela Casillas'ın stili bana hiç uymuyor. Ben onun kadar çabuk bir kaleci değilim. Dolayısıyla ben, bana en çok benzeyen kaleciler arasında en iyisini beğeniyorum. O da Julio Cesar. Atlayıp zıplamayı sevmiyor, pozisyonunu çok iyi alıyor ve çok kuvvetli. Özellikleri benimle uyuştuğu için Juilo Cesar'ı çok beğeniyorum. Türkiye'de de en beğendiğim kaleci Cenk Gönen. Bana göre Türkiye'nin en iyi kalecisi.

Bu da ilginç. Röportaj yaptığım kalecilerin pek çoğu Cenk Gönen'i beğendiklerini söylüyor ama spor basınından en çok eleştiri alan kalecilerden birisi de Cenk Gönen.

Bazı şeyler yaşla alâkalı. Mesela ben de isim vermek istemiyorum ama spor medyasının çok beğendiği kalecileri beğenmiyorum. Bence kalecilik yetenek ve özgüvenin birleşimi bir meslek. Cenk'in özgüveni çok yüksek. Hata yapmaktan asla korkmuyor. Çünkü hata yapmanın kaleci için kaçınılmaz olduğunu biliyor ve bunun üzerinde durmuyor. Kendimden örnek vermek gerekirse Bucaspor'da ne kadar hata yaparsam o kadar seviniyorum. Seviniyorum derken yanlış anlaşılmasın; hatayı 1. Lig düzeyinde oynarken yaptığım için seviniyorum. Cenk'in şanssızlığı hatayı Beşiktaş kalesinde yapması. Onun Beşiktaş'a 2 yıllık Süper Lig tecrübesiyle gittiğini ve bunun yeterli olduğunu düşünüyordum ama değilmiş demek ki. Şimdi ben de kendi kendime, "Demek ki sen 3 yıl oynadıktan sonra büyük takıma gitmelisin" diyorum. Çünkü kalecilik böyle bir şey, hata yaparak öğreniyor ve tecrübe kazanıyorsunuz. Volkan Demirel de 5 yıl hata yaparak bu noktaya geldi ve hem Fenerbahçe'nin hem de Millî Takım'ın kalecisi oldu. Cenk de bunları aşabiliyor. Bazı hataları yapmış ve geçmiş. Beşiktaş'ta ufak tefek pürüzler yaşıyor ama bundan sonrasını alıp götürecek. Ben kalecilik yeteneği olarak Cenk'i Türkiye'de hiç bir kaleciyle kıyaslamam bile. Bir kere oyun zekâsı, kendine güveni, cesareti ve en başta da yeteneği müthiş. İki sezon önce Beşiktaş'ın Bucaspor'la oynadığı maçta yedek kulübesindeydim ve Cenk'i canlı izleme fırsatı buldum. Onun duruşunu, tribünlerle olan iletişimini gördükten sonra, "Cenk bu işi bitirmiş" dedim. Yaptığı hatalar umurumda bile değil. Adana Demirspor taraftarları, takımları için "Bırakın amatör kümeye düşmeyi, mahalle arasında oynasa bile yine gelir destekleriz" der. Ben de Cenk'i bir-iki hatasına göre yargılayamam. Zaten hiç bir kaleci bir-iki hatasıyla yargılanamaz. Cenk'e kötü diyenler onun yaptığı hataları size gösterir. Halbuki dünyanın en iyi kalecisi denilen Casillas bile bir sürü komik gol yedi. Ayağının altından top kaçırdı, topu eliyle rakibinin önüne indirdi. Kaleciyi yaptığı hatalarla değil, artılarındaki farklılıklarla değerlendirmek gerekir.

Cenk senin için bir rol model sanırım.

Doğru, kendime onu örnek alıyor ve onun yolundan gitmek istiyorum. Kafamda bir kariyer planlaması var ve Cenk'in de benim bu planladığım yoldan geçtiğini görüyorum. Benim olmak istediğim yerde şu anda o var ve bulunduğu noktaya tam da benim istediğim yollardan geçerek gelmiş. O yüzden Cenk'i beğeniyorum. Bir de çok akıllı bir insan. Çoğu kişiye bakıyorum, büyük takımlar istediğinde koşa koşa gidiyor. Cenk'e bakıyorum, Göztepe'den Anadolu takımına gitmiş. Halbuki o dönemde de büyük takımlara gidebilirdi. Oysa Denizlispor'u tercih etmiş. Denizlispor'da 3-4 maç oynayıp 1. Lig'e kiralanmış. Altay'da full oynayıp yine büyükler yerine Denizlispor'a dönüp Süper Lig'de tecrübe kazanmış. Şimdi ona bakıyorum, 2 sezon Süper Lig, 1 sezon 1. Lig oynamasına rağmen hâlâ sorunlar yaşayabiliyor. Ben de kendi kendime, "O düzeyde 1 sezon daha fazla kalarak büyük takımlara gitmeliyim" diye planlama yapıyorum.

Adana Demirspor'un seni nasıl keşfettiğini anlatır mısın?

Adana Demirspor, Akdeniz bölgesinin en iyi altyapısına sahip ve o bölgede göze çarpan bütün oyuncuları bünyesinde topluyor. Beni de yeteneklerime bakarak değil, o fizikte bir kaleci bulmak zor olduğu için tercih etmişlerdi. Hocalarımdan da kişiliğim ve çalışkanlığımla ilgili olumlu referanslar alınca transferimi gerçekleştirmişlerdi. 13-14 yaşında, fiziği yerinde bir çocuk, kişiliği iyi ve çalışkansa bir yerlere gelebilir, kaleci olabilir diye düşünmüşlerdi. Zaten o yaşlardaki ayrımı sadece oyuncunun yeteneklerine göre yapamazsınız. Minik takımda çok yetenekli çocukların bugün hiçbir yerde olamadıklarını, "Bundan bir şey olmaz" denilenlerin ise çok iyi yerlerde oynadıklarını görüyorum. Ben aşırı yetenekli birisi değildim, kalecilikle ilgili de hiçbir şey bilmiyordum. Açıkça söylüyorum, Adana Demirspor'a beni sadece fiziğim iyi olduğu için aldılar. Gittiğim ilk yılda da rezalet goller yedim. İkinci yıl hocam beni sadece teknikler üzerine çalıştırdı, top tutmayı öğretti.

Bu da galiba insanın içinde var olan yeteneğin doğru çalışmayla ve emekle ortaya çıkarılabileceğini gösteriyor.

Kesinlikle... Ben Adana Demirspor'a gittiğimde inanılmaz yetenekte kaleciler vardı. Kalecilik tekniklerinin hepsini öğrenmiş, A takımda oynayacak düzeye gelmiş bir çok kaleci... Ben daha yolun başındaydım ve öğrenmek için onlara bakıyordum. Ben ne yaptım? Çalıştım, çalıştım, çalıştım... Çünkü önemli olan sadece yetenekli olmak değil... Üstüne koyabilmek. Bunun için de eksiklerinin farkına varmak gerekiyor. Ben eğer yetenekli olsam belki buralara gelemezdim. Ama her zaman eksik olduğumun ve iyi olmak için çalışmam, bazı şeyleri öğrenmem gerektiğinin farkındaydım.

Demek ki öğrenme sürecin oldukça başarılı geçmiş. Çünkü daha Adana Demirspor'dayken dikkat çekip U17 Millî Takımı'na seçildiğini biliyoruz.

Dediğim gibi ilk sezonumda inanılmaz kötü goller yedim ama ikinci sezonumun sonunda profesyonel oldum ve kaleci hocam Ersin Aydınalp beni ekstra antrenmanlarla çalıştırdı. Bir antrenmanda 5 saat boyunca sadece top tutmayı öğreten çalışmalar yaptım. Ersin Hoca bana her şeyi öğreten antrenördür. O süreçte benim şansım algılamamın yüksek olmasıydı belki. Her söyleneni çabuk algılayan ve dolayısıyla çabuk öğrenen bir oyuncu oldum. 16 yaşından itibaren hep bir üst kategoride oynadım. Bu arada Millî Takım seçmeleri oldu ve orada da beğenilerek U17 takımına davet edildim.

Henüz 18 yaşındayken Adana Demirspor'la 17 maça çıkmışsın. Seni profesyonel liglerde ilk olarak oynatan teknik direktör kimdi? Onun bu derecede güvenini nasıl sağlamıştın?

17 yaşındayken üçüncü kaleciydim. Takımın bir iddiası olmadığı için son iki maçta oynadım. Ondan sonraki sezon yine üçüncü kaleciydim ama devre arasından itibaren banko oynamaya başladım. Bana A takımda ilk şans veren hoca da Hüseyin Özcan'dır. Abdülkerim Durmaz'ın ayrılmasından sonra kalecilerden birini de göndermişlerdi. Diğer kaleci de kırmızı kart görünce mecburen beni oynattılar. O maçtaki performansımı beğendiler ve sezon sonuna kadar bana şans verdiler. Sezon sonunda sözleşmem bitince de Bucaspor'a transfer oldum.

O dönemde başka teklifler almış mıydın, neden Bucaspor'u tercih ettin?

Ankaragücü, Manisaspor, Kasımpaşa, Konyaspor ve Gençlerbirliği beni istemişti ama ben Bucaspor'u tercih ettim. Bucaspor altyapısına önem veren bir kulüptü. 10 yıl sonra bütün altyapı oyuncularının A takımda oynayacağı söyleniyordu. Ben de bir proje takımı olan Bucaspor'da oynama şansım olacağını düşündüm ve böyle bir tercihte bulundum.

Bucaspor'da başlangıçta üçüncü kaleciydin. Önünde Carlos Alberto ile Atilla Özmen vardı ve sen sadece Ziraat Türkiye Kupası maçlarında kulübede oturabiliyordun. Sonrasında Carlos Alberto'nun yerine Pavel Londak geldi ve senin konumun yine değişmedi. Bu süreçte kafandan neler geçiriyordu?

Başlangıçta kaliteli oyuncuların arasına geldiğim için sevinmiştim. Çünkü Bucaspor gerçekten de kaliteli oyunculara sahipti. O oyuncularla takım arkadaşı olmak, kendimi geliştirmek açısından bana çok değerli görünmüştü. Ancak aradan geçen sürede kendimi geliştirdiğimi hissetmeme rağmen konumum değişmedi. İkinci planda kalmak insanın canını sıkıyor elbette. Bu durumu kendi elimle değiştiremeyeceğimi görünce devre arasında kiralık gitmek istedim. Çünkü Adana Demirspor'da 13 yaşından itibaren sürekli oynayan bir kaleciydim. Kendimi de oynayarak geliştirdiğimi düşünüyorum. Yedek kalmayı içine sindirebilen birisi değilim. Çok çalıştığımı ve kendimi geliştirdiğimi düşünürken yedek kalmak beni sinirlendiriyordu. Bu nedenle kiralık gitmek istedim. "Başka bir takımda oynayıp geleceğim ve burada da oynayacağım " dedim. Ancak başkan beni göndermedi.

Bucaspor'un Süper Lig'den düşmesi kesinleştikten sonra radikal bir kararla kalede senin oynatıldığını görüyoruz. İlk Süper Lig maçını da Medical Park Antalyaspor'a karşı oynuyorsun ve o günden bu yana da kaleyi bırakmıyorsun. Görevin sana verilmesiyle neler hissettin, neler yaşadın?

O kadar çok hırslanmıştım ki, artık oynayacağım maçın gelmesini dört gözle bekliyordum. İçimde heyecan değil, sadece kendimi gösterme duygusu vardı. 18 çizgisi üzerine gelen yan toplara bile çıktım o maçta. Maç 3-3 bitti. Üç gol yedim ama gollerin ikisi penaltıdandı ve benim açımdan çok iyi geçen bir maçtı. Sonra 2-1'lik Trabzonspor maçında oynadım. Kendimi göstereceğim ya.... Benim için Trabzonspor falan fark etmez havasındayım. Ama daha ilk topta boşa çıktım ve golü yedim. Tabii içim içimi yiyordu. Ondan sonrasını, "Hadi gelin bakalım, başka gol yemeyeceğim" havasında geçirdim. Hayatımın en iyi maçını o gün oynadım diyebilirim. Hiç bir yan topu bırakmadım, karşı karşıya topları çıkardım. Zaten o maçtan sonra da Trabzonspor beni istedi.

Neden gitmedin?

Gitmek istemedim çünkü Bucaspor'da yaşadıklarımı Trabzonspor'da da yaşamak istemedim. Bucaspor beni artık birinci kaleci olarak düşünüyordu. Trabzonspor'a gitseydim ikinci plana düşecektim.

Sana ilk şansı veren ve geçtiğimiz sezonun tamamında oynatan Sait Karafırtınalar senin hakkında neler düşünüyor?

Onun bana en büyük artısı, "Gol yiyeceksen boşa çıkarak ye, kalede çakılı kalarak gol yemeni istemem" demesi olmuştur. Onun bu sözleri bana büyük bir özgüven verdi. Bir hoca bana, "Şunu yapma, bunu yapma" derse ben bunu zaten yaparım. Çünkü kısıtlanmaktan hoşlanmam.

Futboldaki mevkiler içinde kalecilik en fazla değişim gösteren bölge diyebiliriz. Başlangıçtan bugüne kalecilerden beklentiler giderek arttı. Önce sadece çizgide topu tutması gereken kaleci sonrasında bütün ceza sahasının hâkimi oldu, sonra oyun kurucu rolü üstlendi ve bunların hepsine bir libero gibi oynaması eklendi. Sen bu gelişme çizgisinde kendi konumunu nasıl görüyorsun?

Savunmanın arkasına atılan toplara bir libero gibi çıkabiliyorum ama topları oyuna sokma konusunda eksiklerim var. Ayak tekniğimi çok çok geliştirmem gerekiyor. Yan toplara çıkma konusunda yeterince cesaretim olduğunu düşünüyorum ama sadece cesaret yetmiyor, bu konuda da kendimi geliştirmem gerekiyor. 1. Lig düzeyinde yan toplarda iyi bir kaleciyim. Ama eğer, "Bu ligin düzeyi bu ve ben de bu düzey için yeterince iyiyim" dersem yerinde saymanın ötesinde, gerilerim. Kendimi daha üst düzeyde düşünerek geliştirmem gerekiyor. Bunun için yan toplarda da üzerine koymam lâzım. Oyun oynanırken kaledeki yerimi koruyabiliyorum, açıya göre pozisyon alabiliyorum ama son hamlelerim eksik kalabiliyor. Geçtiğimiz sezon yediğim gollerde top ya elime çarpıp girdi, ya parmak uçlarımdan geçti. Hep yarım saliselik bir gecikme vardı. Artık bu konuda da üzerine koymanın zamanı geldi. Sanırım bu biraz da ilk sezonumu yaşamanın heyecanından kaynaklandı. Artık ayakları yere daha sağlam basan ve aşama kaydetmek isteyen bir kaleci olarak bu gollerin önüne geçmem lâzım.

Geçmişte ligimizde bir yabancı kaleci hegemonyası vardı. Bugün ise pek çok takımda yerli kaleciler oynuyor. Bu değişimi neye bağlıyorsun?

Bu değişimin başlangıcı bence Rüştü Reçber. Yaşımdan dolayı 2002'den eskisini fazla hatırlamıyorum. O tarihten itibaren baktığınızda 2002 Dünya Kupası'nda Rüştü Reçber'i görüyorsunuz. Dünya Kupası'nın en iyi kalecisi seçiliyor. Barcelona'nın başkanı seçimden önce vaat olarak, "Seçilirsem Ronaldinho ve Rüştü'yü getireceğim" diyor. Barcelona Başkanı'nın propagandası bu. Avrupa'nın en büyük takımı, bir Türk kaleciyi en büyük hedefi olarak görüyor. Biz sağdan soldan yabancı kalecileri toplarken Avrupa'nın en büyük takımında bir Türk kalecinin oynayabileceğini görmek, ülkemizdeki anlayışı da değiştirdi. Bence kafalardaki önyargıların yıkıldığı an Rüştü Reçber'in Barcelona'ya transfer olmasıdır. Takımlarında şans bulmaya başlayanların performansı da Türk kalecilerin yabancılardan bir eksiğinin olmadığını ortaya koydu.

Genç Millî Takımlardan itibaren yabancı rakiplerle karşılıklı oynamak ve onları yakından tanıyıp arada büyük farklar olmadığını görmek de Türk oyunculara bir özgüven kazandırmış olabilir değil mi?

Elbette ama sadece bu da değil. Aynı kulüp takımında birlikte olduğunuz yabancı kaleciyi de görüyorsunuz ve "Ben daha iyisi yaparım, buna boşuna para veriyorlar" da diyebiliyorsunuz. Öte yandan Millî Takımlarda oynuyor olmanın bana en önemli getirisi göz önüne çıkmamı sağlaması oldu. Adana Demirspor'dayken DİSKİ'ye, Mardin'e karşı oynuyorsunuz ve ne yaparsanız yapın sizi kimse görmüyor. Ama 17-18 yaşında Genç Millî Takımlara gittiğinizde insanlar "Adana Demirspor'dan buraya gelen kim?" diye merak ediyor. Bu sayede Türkiye çapında tanınıyorsunuz. Bir yandan da uluslararası turnuvalarda kendinizi geliştirme imkânınız oluyor. Karşınızdaki rakipler Avrupa'nın üst düzey liglerinde oynayan oyuncular. Onlara karşı oynamak size kendi takımınızda elde edemeyeceğiniz tecrübeleri kazandırıyor.

Yerli kalecilerin sayısının artması Millî Takımlarda da kaleci seçeneğini ve rekabetini artırdı. Sen bu rekabet içinde kendini nerede görüyorsun?

Ben kendimi bu rekabette şanslı görüyorum. Türkiye liglerindeki kalecilere baktığımda hepsinden 1 adım öndeyim. Türkiye Ligleri'nde oynayan en genç kaleci benim. Benden sonra bir Özkan Karabulut var ama o da takımında zaman zaman oynamadı. Gökhan Değirmenci 1989 doğumlu ancak o da zaman zaman oynama fırsatı bulabildi. Cenk Gönen 24 yaşında. Ben 20 yaşına yeni girdim ve full oynuyorum. Bu Türkiye standartları için çok düşük bir yaş. Eğer bu fırsatı iyi değerlendirebilirsem ve oynayarak devam edebilirsem diğerlerinden her zaman için 1 adım önde olurum. Bu açıdan kendimi şanslı sayıyorum ve rakip olarak da idol olarak benimsediğim Cenk Gönen'i görüyorum. Zaten kariyer çizgilerimiz de birbirine çok benziyor. Ben Adana Demirspor'da 17 yaşında 2 maç oynuyorum. O da aynı yaşta Göztepe'de son 2 maç oynuyor. Ertesi sezon ben de o da 15'er maç oynuyoruz. İkimizi de büyük takımlar istiyor ama o Denizlispor'a gidiyor, ben Bucaspor'a. İkimiz de üçüncü kaleci oluyoruz ve o da ben de son 5 maçta oynuyoruz. O Denizlispor'dan Altay'a, 1. Lig'e kiralık gidiyor ve 19 maç oynuyor, ben bu sene 31 maç oynadım. O Denizlispor'a dönüyor ve full oynayıp Beşiktaş'a transfer oluyor. Benim bu sezon Süper Lig'de oynama şansım yok. O zaman kendimi Süper Lig'de oynuyormuş gibi konsantre edip geliştirmem lâzım. Buradan gideceğim takım bir Anadolu takımı olmalı ki, orada bir-iki sezon oynayıp asıl hedefim olan Beşiktaş'a transfer yapabilmeliyim. Cenk'e yetişmem için Süper Lig'de iki yıl oynamam gerekiyor.

Futbolun dışında nasıl bir insansın?

Yerinde duramayan bir tipim. Oturmaktan ve standart şeyler yapmaktan sıkılırım. Mesela at binmekten hoşlanırım. Kemearaltı'nda bir çiftlik var, orada at biniyorum. Sonra buz patenine gidiyorum. O da çok keyif verici bir şey. Tenis oynuyorum. Ama çok yorucu olduğu için sadece yaz tatillerinde tenis oynamayı tercih ediyorum. Kitaplarla aram fena değildir. Çok hoşuma giden bir kitabı 2-3 günde bitirebilirim.

Evlilikle ilgili neler düşünüyorsun?

Bir-iki yıl içinde evlenebilirim. Evliliğin hayatımı daha fazla düzene sokacağını ve futbol kariyerimi olumlu etkileyeceğini düşünüyorum.