TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Pierre Van Hooijdonk: "Aklı daha fazla kullanmak gerek!" 1.07.2011
Pierre Van Hooijdonk: "Aklı daha fazla kullanmak gerek!"

Türkiye'de futbol oynadığı 2 yıl boyunca pozitif karakteri ve olgun kişiliğiyle taraflı tarafsız tüm futbolseverlerin sevgilisiydi. Attığı frikik golleri, takım arkadaşlığını pekiştirmesi ve oyun kalitesi gibi özellikleriyle ülkemizde derin izler bıraktı. Şimdi ise A2 Millî Takımı Antrenörü olarak ülkemize dönüş yaptı. Futbol sevgisi nedeniyle hâlen ülkesindeki bir amatör takımın oyuncusu olan Hollandalı yıldızla çok samimi, bir o kadar da keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Röportaj: Aydın Güvenir

Öncelikle A2 Millî Takımı'na geliş hikâyenizle başlayalım. Türkiye'den gelen teklifi kabul etmenizdeki etkenler nelerdi?

Hiddink, Ekim ayında aradı ve beni ekibinde görmek istediğini söyledi. Millî takımlar bünyesinde yeni bir oluşuma gidildiğini ve benim de bu oluşumda yer almamı istedi. Ben de herkesin bildiği gibi Türkiye'yi çok seviyorum. Burada çok güzel yıllar geçirdim. O yüzden Hiddink görev teklif ettiğinde Türkiye ve TFF için çalışmayı anında kabul ettim.

Guus Hiddink niye sizi seçti?

Her şeyden önce Hiddink insan olarak beni çok yakından tanıyor. Çünkü 1995-1998 yılları arasında Hollanda Millî Takımı'nı çalıştırırken ben de kadrodaydım. Beni seçmesindeki en önemli etken, karakterimi yakından tanımasıydı yani. Ayrıca benim Türkiye'yi iyi tanımam ve teknik direktör olma isteğim de Hiddink'in tercihinde etkili oldu diye düşünüyorum.

Aklı kullanmak lazım!

Avrupalılar Millî Takımımızın teknik kapasitesi yüksek ve ofansif oynamayı seven bir ekip olduğunu söylüyor. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Bana göre de Türkiye ofansif futbol anlayışını benimsemiş bir takım. Fiziki mücadele açısından da rakiplerinden geri kalır yanı yok. Ancak oyuncuların akıllarını daha çok devreye sokarak ve daha çok düşünerek tekniklerini kullanması lâzım. Hollanda'da tüm oyunculara anlatılır ve uygulanır bu durum. O yüzden Hiddink ve ekibi olarak oyunculara maç içinde daha çok düşünmeleri gerektiğini söylüyoruz hep. Ayrıca oynayacakları maç hakkında daha çok kafa yormaları gerektiğini belirtiyoruz. Mesela antrenmanlarda ve kampta sürekli soruyoruz her oyuncuya, "Bu konu hakkında ne düşünüyorsun?" diye. Bu, oyuncuyken de Hollanda'da hocalarımdan gördüğüm bir şeydi. Oyuncuların düşünmesini sağlamak, Hollandalı hocaların dünyanın çoğu yerinde çalışmasının ve başarılı olmasının bir nedeni aslında. O yüzden sadece duygularıyla değil, aynı zamanda aklı da kullanmak gerekiyor. Eğer Türkiye de oyun içinde sakin kalabilir ve aklını kullanabilirse daha başarılı olur. Çünkü Türkiye'de oyuncuların futbol tutkusu çok fazla ve bu da soğukkanlı kalıp, maç hakkında kafa yormayı biraz zorlaştırıyor. Futbolda duygular ve akıl arasında denge kurabilirseniz her zaman bir adım önde olursunuz.

Son senelerde bitirici forvet yetiştirme konusunda çok da başarılı olduğumuz söylenemez. Bu kategorideki genç ve umut vaat eden Türk adaylara ne gibi tavsiyeler verebilirsiniz?

Şu zamanda bir 9 numara olmak gerçekten çok ama çok zor. Benim oyunculuk dönemimde kanat oyuncuları yaptıkları koşularla santrforu fazlaca besler ve ona gol yollarında çok yardımcı olurlardı. Ama günümüz futbolunda çoğu sol kanat oyuncusu sağ ayaklı, sağ kanat oyuncusu da sol ayaklı. Bu da santrfor için çok olumsuz bir ortam oluşturuyor. Çünkü kanat oyuncuları eskisi gibi santrforu beslemeyi değil, gol atmayı daha ön plana koyuyor taktik gereği. Bu oyuncular da ters ayaklı olunca santrforların işi iyice zorlaşıyor. Bu sorun Türkiye'nin değil, günümüz futbolunun sorunu. Bir forvetin bitirici olabilmesi için öncelikle tecrübeye ihtiyacı var. Ancak bu durum sadece yaşla ilgili de değil. Mesela ben başka oyuncuların attığı golleri gözlemleyerek çok şey kattım kendime zamanında.

Hangi oyuncuların gollerini mesela?

Platini'nin ve Zico'nun. Özellikle de frikik gollerini (gülüyor). Ama onları izlerken sadece golü atmadan önce topla buluştukları zamana bakmazdım. Bu şansı kendilerine nasıl yaratırlar, ona bakardım. Her zaman da bunu kendi kendime sorardım. Ayrıca şut sırasında kalecileri de takip ederdim. Hem izlerken hem de oynarken kalecilerin genelde aynı yöne uçtuğunu fark ettim çoğu kez. Gol vuruşunda bitirici olmak, bir kumarhaneye gittiğinizde kazanmanız için oluşacak şansları çok iyi düşünüp değerlendirmeniz gibi bir şey aslında. Gol atmak için en çok şansın nerede olacağını tahmin edebilmeniz lâzım. Bunun için de kalecinin hareketlerini iyi gözlemlemeniz gerekiyor. Hangi yöne uçar, kaleden ne zaman çıkar, topa ne zaman atlar… Bunlara dikkat edip gözlemlediğinizde, yani kalecinin ne yapacağını bildiğinizde de kendinize gol atmak için en büyük şansı yaratmış olursunuz. Bu da dediğim gibi önce izleyerek, sonra da tecrübe kazanarak edindiğim bir şey.

Son Dünya Kupası'nı saymazsak, Cruyff zamanından beri Hollanda futbolu Türk futbolunun kimliğini bulması için örnek aldığı oyun tarzlarının başında gelmiştir hep. İki ülke futbolu arasındaki taktik, fizik ve oyun anlayışı farkını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Oyun tutkunuzu aklınızla daha çok birleştirirseniz, futbolunuzu daha ileriye götürmüş olursunuz. Tamamen duygularınızla ve kalbinizle oynarsanız bazen kaybedersiniz. Çünkü oyun içinde hislerinize kapılırsanız hata yapma payınız artar. Futbol kalple beyin arasındaki bir denge oyunudur aslında. İkisi arasındaki iletişimi iyi kurmanız lâzım. Futbol tutkunuz ağır basar da aklınızı kullanmazsanız başarısız olursunuz. Ve bu oyunu 11 kişiyle oynadığınızı hiçbir zaman unutmamanız lâzım. Türkiye'de futbol ağırlıklı olarak duygularla oynanıyor. Hollanda'da ise futbol tutkusu kadar oyun içinde düşünmek de önemli bir etkendir. Taktiksel ve sistematik faktörleri bir kenara bırakırsak, aradaki en önemli fark bu aslında. Bunun dışında iki ülkenin de kendine has oyun tarzları olduğunu düşünüyorum. Ama iki ülkede de oyun anlayışı güçten çok yeteneğe dayanıyor aslında. Bir de şöyle bir gerçek var. Hollanda'nın nüfusu 17 milyon, Türkiye'ninki ise 77 milyon. İki ülke de futbolla yatıp kalkıyor. Tabii ki futbola yeteneği olan kişi sayısı, nüfusun yüzde 1'lik kesimi kadardır. Ama 77 milyonun yüzde 1'i ile 17 milyonun yüzde 1'i arasında büyük sayı farkı var. Bu potansiyele baktığımızda öncelikle Türkiye her Dünya Kupası'na katılmalı ve her turnuvada mutlaka son 8'e kalabilmeli. Bunu ülke nüfusundan yola çıkarak söylüyorum. Çünkü insan sayısından dolayı Türkiye'nin daha başarılı olmak için potansiyeli oldukça fazla. Türkiye'nin insan potansiyelini futbola başarı olarak daha çok yansıtması gerektiğini düşünüyorum.

Dediğiniz gibi Türkiye'deki potansiyel oldukça fazla. Ama bir de işin altyapı ve oyuncuların genç yaşta eğitilmesi boyutu var. Türkiye bahsettiğiniz potansiyeli daha iyi kullanabilmek için altyapıda ne gibi çalışmalar yapmalı?

Öncelikle altyapıda eğitim veren antrenörler sıkı bir eğitimden geçmeli. Eğitimi iyi almış bu antrenörler de genç oyuncuları özellikle taktiksel yönde eğitmeli. Çünkü dediğim gibi topa vurmak, top kontrolü yapmak vb. şeyler bir yetenektir ve zaten bu yetenek sizde varsa bu gibi şeyler çabuk öğrenilir. Ama asıl olan oyunun taktiğini iyi bilmektir. Türk oyuncular teknik olarak mükemmel. Ancak taktiksel açıdan daha sıkı eğitim şart. Mesela takım tek forvet ve hücuma dönük iki kanat oyuncusuyla oynadığı zaman ne yapmak lâzım ya da iki forvetle oynandığı zaman takımın oyun anlayışında ne değişir… Bir forvet oyuncusu orta sahadan ne bekler ya da bir orta saha forvetten ne bekler… Bunun gibi oyunla ilgili şeyleri futbolcuların öğrenmesi için genç yaştan itibaren eğitilmesi lâzım. Hollanda futbolunun altyapısındaki temel uygulamayı anlatıyorum size aslında aynı zamanda. Oyun içinde de futbolcular birbiriyle sürekli konuşup "Sen şöyle yap, sen böyle yap" diye birbirlerini uyarmalı. Bu Hollanda'da her zaman serbest olan bir uygulamadır mesela. Futbolcular oyun içindeki değişiklikleri kendi kendilerine sorgulayıp anlayacak kıvama gelmeliler bu şekilde. Kısacası oyunu iyi bilmeliler.

Her şey dürüstçe tartışılmalı

Futbolcuların kendilerini sorgulamasından bahsettiniz. Hollanda'da oyuncular kendi düşüncelerini rahatlıkla teknik direktörlerine söyleyebiliyor. Bu durum ülke kültüründen geliyor aslında. Türkiye'de ise bunun tam tersi bir durum var. Bu yüzden Türk futbolunun gelişimi açısından oyuncuların teknik adamlara kendilerini daha fazla ve özgür bir şekilde ifade etmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?

Bence bir teknik direktör olarak oyuncularınızın düşüncelerini her zaman öğrenmek istersiniz. Bir antrenör olarak sürekli benim dediklerimi yapan ve bunun üzerinde düşünmeyen oyuncuları sevmem. Oyuncuma "Bu konu hakkında ne düşünüyorsun?" diye sorduğumda bana gerçekten ne düşündüğünü söylemeli. Mesela bunu maçtan önce sorduğumda, "Hava güzel, zemin oynamaya müsait" gibi klişe şeyler söylemesini istemem. Bir oyuncu gelip bana "Bugün hava çok sıcak" diyebilmeli, yani dürüst olabilmeli. Bu asla bir saygısızlık değildir. Tam tersine iyi bir şeydir. Çünkü böylece bu düşüncenin kimden geldiğini bilmiş olursunuz. Futbolda takımdaki her bireyin birbirine gerçekten inanması, güvenmesi gerekir. "Benden yaşlısın, sana ters bir şey söyleyemem, bu yüzden sana göre ters olan fikrim varsa bunu savunamam" gibi bir düşünce kesinlikle doğru değil. Hollandalıların görüşü de benim gibidir aynen. O yüzden herkes fikrini beyan etmeli. Türkiye'de soruyorlar oyuncuya, "Bu konuda bir şey söylemek istemiyorum" diyor saygıdan dolayı. Tabii teknik adam olarak sizin de karşı görüşlere açık olmanız lâzım. Bu bahsettiğim şeyler tenis oynarken önemli değildir mesela. Oyunda teksinizdir ve karşınızdakinin düşüncelerini bilmek başarıyı etkilemez. Ama futbol bir takım oyunudur. Bu yüzden başarılı olmak için herkesin birbirine bağlı olması gerekir. Bu da insanların ne olursa olsun herkese düşüncelerini özgürce ifade edebilmesiyle olur. 10 kişi konuşup 1 kişi susuyorsa da olmaz. Tüm takımın konuşması lâzım. Burada çok önemli bir şey var; o da konuşurken gerçeği söylemek yani dürüst olmak. "Bu sorunu nasıl çözebiliriz?"den öte, kişinin kendi düşüncesini ne olursa olsun savunması çok önemli. Bu da karşılıklı saygıyla olur. Ama oyun sırasında olmamalı tabii ki bu çatışma. Oyundan sonra olmalı. Önemli olan karşıt görüşleri açıkça ifade ettikten sonra hâlâ fikir ayrılığı olsa bile uzlaşabilmek, yani dağılmamak. O yüzden Türk futbolunun gelişimi için böyle bir yapıya sahip olmak çok önemli.

Almanya ağırlıklı olmak üzere yurtdışında yetişen birçok Türk oyuncu var. Millî takım tercihlerinde bir kısmı Türkiye'yi, bir kısmı ise yetiştikleri ülkeyi seçiyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu tamamen futbolcuların kişisel tercihine bağlı. Oyuncunun kararına saygı duymak gerekir. Ancak bu tercihleri nasıl lehinize çevirebilirsiniz, bunları düşünmek lâzım. O yüzden şimdi Türkiye için konuşmaya başlıyorum... Yurtdışında oynayan oyuncuların bazıları yetiştiği ülkelerde kalmak istiyor. Fakat Türkiye'nin yeni bir Mesut Özil vakası yaşamaması gerekiyor. Yurtdışında oynayıp iki şıktan birini seçme durumunda olan birkaç oyuncuyla konuştuktan sonra biliyorum ki, oyuncular kalplerinin sesini dinleyince Türkiye için oynamak istediklerine karar veriyor genelde. Gökhan Töre bu örneklerden biri mesela. Yurtdışından gelen oyuncular millî takım için de bir çeşitlilik ve kalite getiriyor. Bu durum da o takımın uluslararası turnuvalara katılmasını kolaylaştırıyor. Mesela böyle bir imkân Almanya veya Hollanda'nın elinde olsaydı bunu çok efektif kullanırlardı. Sonuç olarak, yurtdışında yetişen Türkiye'yi seçmiş oyuncuları takımlara katıldıkları zaman bir yabancı olarak görmemek lâzım. Bu takımı gönülden seçtiklerinin, bu takım için oynadıklarının farkında olmak lâzım. Kendilerini yabancı gibi hissettiklerinde yetiştikleri ülkeyi seçerler bu sefer; çünkü onlar millî takımı seçseler de ilk geldiklerinde burada yabancılık çekiyorlar doğal olarak. O yüzden onlara bu ülkenin millî takımına ait olduklarını hissettirmeliyiz. Bu hissiyatı verebilirseniz bu durum yurtdışında yetişen ama daha kararını vermemiş futbolcular açısından da etkili olacaktır. Çünkü dışarıda gerçekten çok yetenekli Türk oyuncular var. Bu şekilde onların ileride tercihlerini Türkiye'den yana kullanma ihtimali artar.

Alex birlikte oynadığım en iyi oyuncuydu

Bu sezon ligimizin gol kralı olan Alex'le bir sezon birlikte oynadınız. Size göre Alex nasıl bir oyuncu?

Alex tüm kariyerim boyunca kulüp düzeyinde birlikte oynadığım en iyi oyuncu. Bunu anlamam için 1 sene yetti de arttı bile. Türkiye'ye benden bir sene sonra yani 7 yıl önce gelmişti. Ve 7 yıldır da her sezon bu ligin en iyi oyuncusu o bence. Fenerbahçe bu sezonlarda şampiyon olamasa bile... Bunu yaptığı her hareketle kanıtladı bu 7 senede. Fener'deyken yaptıklarıyla takımda fark yaratmıştı ben de orada oynarken. Özellikle bu sezon Galatasaray ve Beşiktaş deplasmanlarında büyük işler yaptı. "Büyük maçlar, büyük oyuncular içindir"; bunu her zaman söylerim. O çok ayrıcalıklı bir oyuncu. Bunu oyuncuyken de çok iyi anlayabiliyordum. Asla bencil değildir ve her zaman diğer oyunculardan farklı olarak ekstra bir gözü vardır. Bu yüzden benim oynadığım en iyi oyuncuydu. Çünkü bilirdim ki hangi açıdan ve nereden olursa olsun, ondan istediğim topları alabilirim. Bunda Benfica'da geçirdiğim 1 senede öğrendiğim Portekizceyi de az çok konuşabilmemin etkisi vardı tabii. Çünkü Avrupa'ya gelen Brezilyalılar genelde İngilizce bilmiyor ve bu da onlar için iletişim açısından büyük bir handikap oluşturuyor. Ancak benim onunla aynı dili konuşmam, anlaşabilmemiz açısından etkili olmuştu. Hâlâ da kendisiyle diyalog halindeyim. Sık sık haberleşiriz. Onunla oynamak kesinlikle ayrıcalıktı benim için. Ancak şundan oldukça endişeliyim; Alex ayrıldığı zaman Fener ne yapacak? Çünkü onun oyun içindeki liderliği, oyunu domine etmesi, en kritik anlarda sahneye çıkıp gemisin kurtarması gibi şeyleri çok arayacak Fenerbahçe ileride.

Barcelona son yıllarda dünya futbolunda giderek artan bir hegemonya kurdu. Katalan takımının oyun sisteminin arkasında ise aslında Rinus Michels ve Cruyff'tan başlayarak Hollandalılar var. Bir Hollandalı olarak Barcelona futbolu sizin için ne anlama geliyor?

Oyunculuğum sırasında her takıma eşit şekilde yaklaşmaya çalışır ve takımların oyun anlayışları hakkında fazla bir yorum yapmazdım. Şimdi de öyleyim. Ama Barcelona'nın oynadığı futbolu görünce yorum yapmamak için kendimi tutamıyorum (gülüyor). Barça'nın oynadığı futbol beni aşırı derecede mutlu ediyor. Onlar başka bir gezegende oynuyor. Nasıl açıklayabilirim ki, açıklaması çok zor. Ama diyebilirim ki şov yapıyorlar ve futbolu çok basit oynuyorlar aslında. Bir takım kendi ülkesinin oyun tarzının dışında bir futbol oynamaya kalkarsa kendi oynaması gereken ideal futbolu hiçbir zaman bulamaz. Sürekli başka takımların taktiklerini izleyip, onları taklit etmek ve ona göre kendi taktiğini yapmak felâket bir şeydir. Şu an 41 yaşındayım. Bugüne kadar birçok takım izledim. Dediğim gibi de hiçbir takım hakkında olumlu-olumsuz yorum yapmadım. Ama Barcelona'yı izledikten sonra şunu söylemek istiyorum ki, 70'lerin Hollanda'sı dâhil hayatım boyunca böyle futbol oynayan bir takım görmedim ve göreceğimi de hiç sanmıyorum. Futbolda star oyuncularla fark yaratırsınız. Ama bu star oyuncular aynı zamanda normal bir takım oyuncusu olabiliyorlarsa bu çok farklı bir şeydir. 11 yaşındaki oğlum şu an Real Madrid futbol okulunda oynuyor. Real Madrid'deki oyuncuları çok seviyor çünkü. O yüzden ben de onu buraya yazdırdım. Ama tahmin ediyorum ki bir Real Madridli olarak çok üzgün seneler geçirecek ileride (gülüyor).

Sürekli altyapılarından yetiştirdiği oyuncuları oynatmaları, yani kendi starlarını kendilerinin yaratmaları bu başarıda ne kadar etkili?

Bu harika bir şey ama ne olursa olsun iyi bir altyapı sisteminiz ve genç yetenekleriniz olsa da yetiştirdiğiniz oyuncuları takımınızda tutabilmek için gereken paraya sahip değilseniz yapacak hiçbir şeyiniz yoktur. Oyunculara standartların altında para verirseniz, onlar da gider. Eminim ki Barcelona gibi harika altyapısı olan birçok kulüp vardır Avrupa'da. Ama bunların yetiştirdiği oyuncuların ne kadar başarılı olacağını bilemiyoruz. Çünkü oyuncular kendilerine daha yüksek para verildiği zaman başka takıma gider. Normal bir şey bu. O yüzden Barça'nın maddi olarak zenginliği de çok önemli bu konuda.

Mourinho, Inter'deyken Barça'yı durdurmayı başarmıştı. Ancak aynı şeyi Real Madrid'de yapamadı. Bu durum, "Bir takımın ideal futbolu bulması için, başka ülke ve takımların oyun anlayışlarını taklit etmemesi lâzım" sözünüzle de eşdeğer aslında…

Barcelona'yla mücadele etmek için onlardan oyuncu satın almanız gerekiyor (gülüyor). Manchester City böyle yapmaya çalışıyor mesela. Mourinho ben Benfica'da oynarken teknik direktörümdü. Dolayısıyla onu tanıma fırsatı buldum. Kendisiyle mükemmel bir diyaloğumuz vardı. Şu anda da çok iyi arkadaşımdır. Medya önündeki görünüşünden tamamen farklı biridir. Herkes onu Barcelona'ya karşı oynattığı futbol hakkında eleştiriyor. Bence Mourinho, Real Madrid'e geldiği zaman iki takım arasında çok büyük fark olduğunu anladı. Bunu fark ettiği zaman da Inter'de başarılı olduğu taktiği onlara karşı oynatmayı seçti. Peki hata mı yaptı? Bence değil. Bu farkları gözettiğimizde Mourinho bence doğrusunu yaptı. Bu taktiğiyle Barcelona'yı yenebilir bence. Ama 10 maç yapsalar bunlardan sadece 1'ini kazanabilir. O şekilde yenebilir yani (gülüyor). Bu sezon Şampiyonlar Ligi yarı final rövanş maçında bu büyük fark iyice kanıtlandı. Barça ilk yarıyı 3-0 önde bile bitirebilirdi. Sonuca baktığımızda her şey sıradan bir mağlubiyet gibi gözüküyordu Real Madrid için ama oyunu izleyenler gördüler ki, iki takım arasında büyük bir uçurum vardı. Barcelona'yla bir sezonda 5 kere oynamak, sonunda onları mahvetti diyebiliriz. Herkes doğal olarak Madrid'den atak futbol oynamasını bekliyor. Sadece onlar değil, herhangi bir takım Barcelona'yı durdurmak istediği zaman insanlar tarafından olumsuz gözle bakılıyor. "Real'in iyi oyuncuları var, daha iyi top oynamalılar" diye yorumlar yapılıyor. Tamam Real Madrid'in iyi oyuncuları var ama Barça kadar iyi değil (gülüyor). Çünkü Barça'nın oyuncuları takım oyuncusu. O yüzden Barcelona bu futbol anlayışıyla durdurulamaz. Finalde de gördük aynı senaryoyu. Koskoca Manchester United 30 dakikada dağılıverdi karşılarında.

Kariyeriniz boyunca yaşadıklarınızdan yola çıkarak hâlâ hafızanızda olan anlar hangileri? Hangi sezon sizin için en unutulmazdı?

Öncelikle şu iki durumu ayırmak lazım. Çok iyi performans gösterdiğiniz bir zaman vardır, bir de hatırlandığınız veya sizin de unutamadığınız anlar vardır. Yani hatırlanmakla yüksek başarı göstermek aynı değildir aslında. Örneğin; kariyerimdeki ikinci kulüp olan NAC Breda'da oynadığım yıllar hem takım olarak çok başarılıydık hem de çok başarılı bir performans göstermiştim. Genç yaşta 4 sezon oynadığım bu kulüpte 80 civarında gol attım ve yine benim oynadığım dönemde takım 2. Lig'den 1. Lig'e yükseldi. Ertesi yıl, ligi 7. olarak bitirdiğimiz sezon da kulüp için tarihi bir başarıydı. Ancak bu kendi kariyerim için o kadar da önemli bir başarı değildi. NAC Breda'dan transfer olduğum Celtic'le ise İskoçya Kupası'nı kazandım ve finaldeki tek gol benden geldi. Bu, kulübün 6 sene sonra herhangi bir turnuvada kazandığı ilk kupaydı. Bu başarı köklü bir kulüp için sıradan bir şey olsa da, benim için çok önemliydi. Çünkü benim attığım golle kupayı kazanmıştık. Çılgınlar gibi sevinmiştim bunun için. İşte o kupa finali benim unutamadığım anlardan biriydi. 2002'de Feyenoord'la UEFA Kupası'nı kazandığımız sezon da unutulmazdı. Sezon boyu takımın önemli oyuncularından biriydim ve evimizdeki final maçında da Borussia Dortmund'a 2 gol atmıştım. Hatta taraftarlar da "Put Your Hands Up For Pi-Air" uyarlamasını o dönemlerde yapmışlardı. Aynı şekilde Fenerbahçe'de ilk sezon yaşadığım şampiyonlukta da önemli final maçları oynamıştık. Millî takımda oynamak da benim için en üst seviyeydi.

Çok başarılı kariyerinize rağmen 34 yaşınıza kadar hiç lig şampiyonluğu yaşamadınız. Ta ki Fenerbahçe ile art arda iki şampiyonluk kazanana kadar. Bu yönden bakınca sizin için hep hatırlanacak, asıl altın yılların Fenerbahçe'de geçtiğini söyleyebilir miyiz?

Türkiye'de 2 yıl oynadım. Aslında 1.5 yıl da diyebiliriz, çünkü ikinci sezonumda gerek sakatlık gerekse de başka nedenlerden dolayı oynayamadım. Bu iki sene boyunca sadece saha içinde değil, saha dışında da çok mutluydum. Takım arkadaşlarımla çok iyi vakit geçirdim. İnsanlar bana çok sıcak davrandığı için halkla iletişimim çok iyiydi. Ayrıca da İstanbul gibi bir şehirde yaşamak harika bir şeydi. Bu gibi oyun dışı faktörlerin yanı sıra, ikinci sezonumun ikinci yarısında hemen hemen hiç forma giyememek beni oldukça üzmüştü. Oynamamaya alışık bir futbolcu değilim çünkü. 2 ay sakatlığımdan dolayı sahalardan uzak kalmıştım. Ama iyileştikten sonra Daum beni sezonun geri kalanında oynatmadı. Bu benim çok moralimi bozmuştu. Ancak bu olumsuzluğu bir kenara bırakırsak, Fenerbahçe'de fantastik 2 yıl geçirdim diyebilirim. Bu yıllar benim için çok değerliydi çünkü, "Burada bulunduğunuz 2 sene boyunca elinizden gelen her şeyi yaptınız mı?" diye sorarsanız buna cevabım kesinlikle "Evet" olur. Fenerbahçe'deki yıllarımda takım için her şeyimi ve tüm kapasitemi ortaya koyduğumu düşünüyorum. O yüzden "Şunu da yapsam iyi olurdu" diyebileceğim hiçbir şey yok. Her şeyi yaptım çünkü. İkinci senenin yarısında oynamamak Daum'un yüzündendi. Bunun verdiği rahatlık ve gururla da Türkiye'den çok mutlu bir şekilde ayrılmıştım.

8 farklı takımda oynadınız ve birçok teknik direktörle çalıştınız. Üzerinizde en çok iz bırakan teknik adam hangisiydi?

Genç yaştayken, daha çok şey öğrenirsiniz. Bu gayet normal bir şeydir. Çünkü öğrenmeniz gereken çok şey vardır ve hocalarınız size bilmediğiniz pek çok şeyi öğretir. Ayrıca şimdiki yaşınıza göre öğrenmeye daha açıksınızdır o dönemlerde (gülüyor). Ama bu tabii ki gençleri iyi bir şekilde eğitmeyi bilen kişilerle mümkündür. İşte ben de NAC Breda'da oynadığım yıllardaki teknik direktörüm Ronald Spelbos'tan çok şey öğrendim. Onun bana öğrettiği en önemli şey futbolun sadece sizin oyununuz olmadığıydı. Yani takım olabilme olgusuydu. Takım arkadaşının oyun içinde ne yapabileceğini iyi bilmek, onu iyi tanıyarak yapacağı koşuları veya hamleleri önceden tahmin etmek gibi şeylerin Spelbos sayesinde farkına vardım. Hani takım olabilme olgusunun ne kadar önemli olduğundan bahsettim ya... İşte ben de bunu genel olarak Ronald Spelbos sayesinde öğrendim.

A2 Milli Takımı antrenmanlarında gördüğümüz kadarıyla frikiklerde hâlâ bir numarasınız. Bize iyi bir frikik nasıl atılır anlatır mısınız? Bu işin formülü nedir?

Bir futbolcu, kariyerini tamamladıktan sonra seneler itibariyle hız veya fizik gücü gibi özelliklerini yitirebilir ancak tekniğini asla kaybetmez. O teknik seneler boyu devam eder. O yüzden frikiklerim hâlâ iyi. Ama tabii ki bununla bitmiyor. İyi frikik atmak için öncelikle topa vurma kabiliyetinizin üst seviyede olması lâzım. Ben size iyi frikik şöyle atılır, böyle atılır diye çeşitli tanımlamalar yapabilirim ancak bu dediklerim sadece topa iyi vurabilen oyunculara söylediğimde işe yarar. Çünkü iyi vuruş yapamayan bir oyuncuya bir şeyler anlatarak iyi frikik attıramazsınız. O yüzden topa iyi vuranla vuramayan arasındaki fark büyüktür. Antrenmanlarda oyuncular soruyor bana sık sık, "Bunu nasıl yaptın, nasıl oraya attın?" diye. Ben de onlara az önce bahsettiğim gibi anlatmaya çalışıyorum. Ancak topa iyi vuran bir oyuncu sadece birini izleyerek ya da gözlemleyerek de iyi frikik atamaz. Bol bol şut antrenmanı yapmalı. Bu çalışmayı yaptıktan sonra da "Tamam, ben artık iyi frikik atıyorum, çalışmama gerek yok" dememeli. Böyle dediği an, topa iyi vurabilse bile iyi bir frikikçi olamaz. Çünkü bir frikik sadece onun üzerine konuşmakla, yorum yapmakla iyi atılamaz. Zaten siz de görüyorsunuzdur, antrenör olmama rağmen antrenman aralarında ve sonralarında ne kadar çok frikik çalıştığımı. O yüzden bu işin sırrı öncelikle topa iyi vurabilmek, sonra topa iyi vurabilen oyuncuları gözlemleyip onlardan tavsiye almak, sonra da iyi bir frikikçi olduğunu anlasa bile bol bol egzersiz yapmaya devam etmek.

Şu an dünya futbolunda iyi bir frikikçi yok

Size göre oynadığınız yıllarda frikik konusundaki en büyük rakipleriniz kimlerdi? Şu anki frikikçilerden kimleri beğeniyorsunuz? Mesela Türkiye'de böyle bir potansiyeli olan oyuncu var mı?

Türkiye'de iyi frikikçi olmaya aday bir çok oyuncu var aslında. Ancak bu oyuncuların sadece iyi frikik atmaya değil, iyi koşular yapmaya, duran topları ve kornerleri iyi kullanmaya da potansiyelleri var bence. Bana göre böyle olan birden fazla oyuncu olduğu için tek bir isim veremeyeceğim Türkiye'den. Futbolculuk yıllarımda Juninho Pernambucano, Sinisa Mihajlovic ve David Beckham en iyi frikikçilerdi. Beni de dâhil edersek bu 4 oyuncu kariyerleri boyunca frikiklerden sayısız gol attı. Hepimizin tarzı farklı, hepimizin farklı frikik golleri vardı. Şu an ise bana göre bu isimler kadar iyi bir frikikçi yok dünya futbolunda. Ama ileride muhtemelen olacaktır. Çünkü dediğim gibi iyi bir frikikçi öyle bir anda olmaz. Çok çalıştıktan sonra frikikten çok sayıda gol atması gerekir ki, dünya futbolunda iyi bir frikikçi olarak kabul edilsin.

Pozitif, konuşmaya açık ve herkese eşit yaklaşan bir karaktere sahip olmanız oyunculuk döneminizde hemen hemen herkesin kabul ettiği bir şeydi. Teknik adam olarak da bu özelliklerinizi gösteriyorsunuz. Oynadığınız takımlardaki liderlik konumunuzu bu özelliklerinize borçlu olduğunuzu düşünüyor musunuz?

Futbola asıl başlama nedenim sosyalleşmek ve insanlarla iletişim kurmaktı desem inanır mısınız? Bu yüzden futbolu çok seviyorum diyebilirim. Futbolculuk zamanımda soyunma odası konuşmalarını, o odadaki atmosferi koklamayı ve burada iyi vakit geçirmeyi çok severdim. Takım arkadaşlarım benim kardeşlerim gibiydi. Hayatta kardeşinizi seçme şansınız var mıdır? Hayır yoktur. Ama takım içinde kardeşlerinizi seçme şansı size aittir. Siz insanlara ne kadar yakın ve açık olursanız, o kadar fazla kardeşiniz olur. Hiç yalnız kalmazsınız. Pozitif bir yapıya sahip olarak tanımlanmanın nedeni insanlara karşı duvarlarımın bulunmamasından kaynaklanıyor. Kim olursa olsun yanıma gelebilir ve her şeyini bana anlatabilir, benimle her konuda konuşabilir. Buna her zaman açık bir insan oldum. İşte böyle yaptığım zaman da karşımdaki insan kendini değerli, önemli ve kabul edilmiş hissediyor. Mesela eğer siz işinizi iyi yapıyorsanız, bunu hiç çekinmeden hemen söylerim. İşte takım arkadaşlarıma da aynen böyle davranırdım. Şu an antrenörüm ve takımdaki oyunculara "benim oyuncularım" gözüyle bakıyorum. Futbolcuyken de "benim takım arkadaşlarım" şeklinde bakardım hep. Yani takım içindeki hiçbir arkadaşımı kendimden ayrı tutmazdım ve sahiplenirdim. Çünkü bir oyuncunun daha iyi performans sergileyebilmesi için takım arkadaşlarının manevi desteğine ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Mesela aynı takımdan iki oyuncu kaleciyle karşı karşıya kalıyor ve ikisi de "Golü ben değil arkadaşım atmalı" diyebiliyorsa bu harika bir şeydir. Emin olun, bu durum karşı takım oyuncularının da size ve ekibinize saygı duymasını sağlar. Bu yüzden oyunculuğum ve antrenörlüğümde insanlarla bu kadar yakın ve iletişim halinde olmamın sebebi buydu. Şu an takımdaki çocuklara topa nasıl vurulur, top nasıl kontrol edilir diye öğretmeme gerek yok. Çünkü onlar zaten bunları şu an benden daha iyi biliyor. Ancak tecrübelerimden yola çıkarak onlara birbiriyle sürekli iyi iletişim halinde olarak takım arkadaşlığını oluşturmalarını ve bunun ne kadar önemli bir şey olduğunu anlamalarını sağlayabilirim.

Futbol oynamak, antrenörlükten daha zevkli

Gördüğümüz kadarıyla hâlâ kendinizi bir futbolcu gibi hissediyorsunuz. Sanki futbolculuk günlerinizi özler gibisiniz.

Futbol oynamaya çok küçükken başladım. Kendimi futbol oynamak için doğmuş gibi hissediyordum, hâlâ da öyleyim. O yüzden futbol oynamayı çok ama çok seviyorum. Daha sonra müthiş keyifle yaptığım bu şey için insanlar bana para ödemeye başladı. Yani futbol benim mesleğim oldu. Kariyerim sona erdiğinde ise para ödeyen kalmadı. Ama işte mesele para değil, o yüzden ben gene oynamaya devam ettim. Şu anda da Hollanda'da amatör bir takımda düzenli olarak futbol oynuyorum. Takımın bir parçasıyım, soyunma odasında maça hazırlanıyorum, formamı giyip sahaya çıkıyorum. Bunları yapmayı bırakamam. Performansımın eskisi gibi olup olmadığını bilmiyorum ama hâlâ oynuyorum, çünkü bu oyunu çok seviyorum. Tamam, artık bir antrenörüm ama antrenman aralarında futbolcularla top oynadığımda hâlâ bundan çok zevk alıyorum. Fizik olarak da sürekli futbol oynadığım için iyi durumdayım. Şunu itiraf etmeliyim ki; futbol oynamak, teknik direktörlük yapmaktan çok daha zevkli. Ama tabii ki yaşınız ilerleyip, bir yaş sınırına geldiğinizde benim gibi futbolu çok seviyor olsanız da oyundan kopmamak için teknik direktör olma yolunu seçiyorsunuz.

Teknik direktörlük yolculuğunuzdaki hedefleriniz neler?

Burada A2 Millî Takımıyla deneyim kazanmak istiyorum. Öncelikli isteğim bu. Tecrübelendikten sonra da ileriki yıllarda da bir kulüp takımı çalıştırmak istiyorum. Hollanda'da bir ekip çalıştırabilirim. Ama bu bir Türk takımı olursa niye olmasın?