TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Ali Bilgin: "Benim zirvem Milli Takım" 3.05.2007
Ali Bilgin: "Benim zirvem Milli Takım"

Sürmene kökenli bir ailenin Almanya'da doğmuş çocuğu Ali Bilgin. Kendisini bildi bileli topun peşinden koşuyor. Antalyaspor'a gelmeden önce formasını giydiği Essen'in kaptanlığını yaptı. Henüz 25 yaşında olduğu düşünüldüğünde, bu kaptanlık hikâyesi onun lider yapısını da ortaya koyuyor. Sergilediği performansla üç büyük takımın da gözdesi oldu ama onun zirve bellediği nokta Milli Takım. "2008'deki Avrupa Şampiyonası finallerinde ben de ay-yıldızlı formayı giymek, Türkiye'yi temsil etmek isterim" derken gözleri parlıyor.

Röportaj: Mazlum Uluç

Seni sezonun ilk yarısında 4-2 kaybettiğiniz Fenerbahçe maçında izlemiştim. Ama 25 yaşında olduğunu öğrenince "Böyle bir oyuncu nasıl olur da bugüne kadar vitrine çıkmaz" diye düşünmüştüm. Neden bu kadar geç tanıdık biz Ali Bilgin'i?

Ali Bilgin Türkiye'den önce Avrupa'da futbol oynadı çünkü. O zamanlar genç olduğum için Türkiye'yi fazla düşünmemiştim. Daha önce de Süper Lig'den teklifler almıştım ama kendimi hazır hissetmediğim için Türkiye'ye gelmemiştim. Sonuçta kısmet Antalyaspor'aymış.

Futbola nasıl başladığından söz eder misin?

Her çocuk gibi ben de sokakta bir top gördüğüm zaman vurmak isterdim. Okuldan geldiğim zaman annem, babam beni derse zor oturturdu, çünkü hemen sokağa çıkıp top oynamak isterdim. Sabah okula gider, öğleden akşama kadar da futbol oynardım. Sonuçta mahallemizdeki küçük bir takıma yazıldım. Ailem "Sakatlanırım" endişesiyle çok sıcak bakmasa da ben bu konuda ısrarcıydım. O sırada 8 yaşındaydım.

Sonrasında ailenin bakış açısı değişti mi?

Elbette. Zaten başlangıçtaki tek endişeleri her anne-baba gibi çocuklarının sakatlanmasından korkmalarıydı. Ama sonrasında bana büyük destek verdiler ve halen bu desteği sürdürüyorlar.

Essen'de kaptanlığa yükseldim

Futbolculuğu meslek olarak görmeye ne zaman başladın?

Bunu başlangıçta görebilmek mümkün değil. Her çocuğun hayalinde, televizyonda gördüğü futbolcular gibi olmak vardır ama bu bir şans ve kısmet işidir. Böyle bir şansı yakalayıp da iyi değerlendirenler futbolcu olabiliyor. Ben o şansı Essen'in altyapısında oynamaya başladığımda yakaladım. O sırada 12 yaşındaydım. Bir süre sonra 2 yıl için Duisburg'a gittim ve geri döndükten sonra Essen'de A takıma ve kaptanlığa kadar yükseldim.

2. Bundesliga seviyesinde oynayan bir takımda bir Türk'ün kaptanlığa getirilmesi kolay bir şey midir?

Değil tabii ki. İnsanın kişiliğine, takımı nasıl yönetebileceğine bakıyorlar. Bir de Essen'de doğup büyümüş olmamın bunda rolü vardı. İnsanları tanıyordum, seyircinin ve yöneticilerin beklentilerini biliyordum.

Kaptanlık yapmak için lider özelliklere de sahip olmak gerekiyor. Bu kadar genç yaşta kaptanlık yaptığına göre, takımın yaş ortalaması düşük müydü?

Kaptan takımın lokomotifidir. Bu Türkiye'de de böyledir, dünyanın başka yerlerinde de. Oynadığım takım genç oyunculardan kurulu değildi. Mesela daha önce Trabzonspor'da oynayan Löebe'nin yanı sıra Bundesliga'dan gelen tecrübeli oyuncularımız da vardı.

İdolüm Matthaeus'tu

Başlangıçta, "Çocuklar televizyondan gördükleri futbolcular gibi olmak ister" demiştin. Sen o dönemde kim gibi olmak istiyordun?

İlk hatırladığım Dünya Kupası İtalya 90'dı. Orada Matthaeus hem oynadığı futbol hem de azmiyle ve takımını taşımasıyla beni çok etkilemişti. Daha sonra Zidane, Ronaldinho gibi harika oyuncular geldi. Hatta şimdi benden daha genç Cristiano Ronaldo var.

Ronaldo ile aynı mevkide oynuyorsun. Kendini onunla kıyasladığında nasıl buluyorsun?

O çok ekstra bir oyuncu. Fiziğiyle, süratiyle ve çabuk hareketleriyle Manchester United'da boşuna oynamadığını kanıtlıyor.

Sen de çok iyi top saklıyorsun ve adam eksiltiyorsun. Oyun görüşün de iyi. Başka ne gibi artıların var?

Bunları hocama soracaksınız (Gülüyor). Tabii bu söylediğiniz özelliklerimin yanında iki ayağımı da kullanabiliyorum. Bunlar elbette avantaj. Ama geliştirmem gereken yönlerim de var. Mesela hava toplarında daha iyi olmam gerekiyor.

Yetenek sokakta kazanılıyor

Fenerbahçe'ye sezonun ikinci yarısında attığın gol çok dikkatimi çekmişti. Arkana doğru gelen topu sol ayağınla şut pozisyonuna sokup sağ ayağınla da gol vuruşu yapmıştın. Bu altyapı eğitimiyle ilgili bir beceri midir?

Altyapıyla ilgili değil bence. Almanya'daki altyapı eğitiminde her iki iyi ayağını kullanmaya mecbursun gibi bir şey de yok zaten. Bu beceri, küçükken sokakta oynarken kazanılan bir şey. O dönemde çalım atmayı, topla oynamayı çok severdim. Topa yatkınlığım da oradan kaynaklanıyor.

Genç Milli Takımlarımızın hocaları, Almanya'dan gelen oyuncuların altyapı eğitimlerinin daha iyi olduğundan söz ediyor. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?

Bu Türk futbolcusunun değil, onları eğitenlerin problemi. Sonuçta Almanya'daki Türk oyuncuların malzemesi de aynı. Aradaki fark onları yetiştiren altyapı antrenörlerinde. O zaman Türkiye'de de aynı sistemi uygulayacaksın ki senin de altyapın sağlam olsun. Sürekli bu konunun konuşulmasını anlamıyorum. Çünkü Almanya'da ya da Avrupa'daki altyapı sistemleri gizli sistemler değil, herkes görüp, öğrenip aynı uygulamayı yapabilir.

Konu antrenörlere gelmişken hemen sorayım, Yılmaz Vural ilginç bir teknik direktör. Oyuncularını bazen seviyor, bazen dövüyor. Sen bize kendi açından bir Yılmaz Vural portresi çizer misin?

Yılmaz Vural, renkli, sempatik ve yaptığı işi iyi bile bir hoca. Çok da değişik bir insan. Bu da takıma ve kulübe büyük bir renk katıyor. Bir yandan kızabilen ama diğer yandan oyuncunun kalbini çok çabuk kazanabilen bir yeteneğe sahip. Her zaman en iyisini yapmak ve hep zirvede olmak istiyor. Zaten bunlar da başarılı olmak için gereken şeyler. Onun da Almanya'da eğitim görmüş olması benim uyum sürecimi kolaylaştırdı. Karşımda Almanca konuşan bir teknik adam varsa daha kolay anlaşabiliyorum.

Antalya beni etkiledi

Neden Almanya'da kalmayıp da Turkcell Süper Lig'e geldiğini merak ediyorum.

Artık yaşım 25 olmuştu ve bambaşka bir şey yapmak istiyordum. Buraya gelmeden önce, şimdi isimlerini vermek istemediğim bir-iki Bundesliga kulübüyle görüşmüştüm. Ondan sonra Antalyaspor'un teklifi ortaya çıktı. Yılmaz Vural Hocam buraya gelmemi istedi. Şehri de çok beğenmiştim ve bu teklifi kabul ettim. Çok da iyi bir karar verdiğimi düşünüyorum.

Yılmaz Vural'ın seni bulması nasıl oldu?

Beni daha önceden de tanıyordu. Diyarbakır'da çalıştığı dönemde de transferimi istemişti ama Almanya'dan kalkıp Diyarbakır'a gelmek çok da kolay değildi. Kendimi hazır hissetmemiştim.

Takip ettiğim kadarıyla sezon başında Trabzonspor ve Gaziantepspor da seni istemiş.

Gaziantepspor'un o dönemdeki Başkanı Celal Doğan Essen'e gelmişti ve bir eğlencede görüşmüştük. Bana "Seni Antep'te görmek isteriz" demişti ama o ortamda yanına gelen genç bir oyuncuya söylenmiş, öylesine bir söz gibiydi. Trabzonspor'la ise ben hiç görüşmedim. Birileri beni Trabzonspor'a götürmek istedi ancak ortada bir yönetici yoktu. Bu arada Kocaelispor ve Kayserispor'dan da Hikmet Karaman dönemlerinde teklif almıştım.

Almanya'dan gelen futbolcular Türkiye'ye uyum problemi yaşayabiliyor. Senin de böyle bir hikâyen var mı?

Evet, ben de uyum problemi yaşadım. Bir kere ilk kez ailemden bu kadar uzak kaldım. Bir yerde 7-8 hafta kampa giriyorsun ki ben hayatımda böyle bir şey yaşamadım. Almanya'da en fazla 10 gün kampa girersiniz, o bile oyuncuyu sıkar. Antalyaspor'da ise 7-8 hafta Davras kampında dağda yaşadım. Bunun dışında Antalya'ya alışmak kolay oldu. Çok güzel bir şehirde yaşıyorum. Havası güzel, güneşi var, denizi var.

25 yaşındaki oyuncu sorumluluğunu bilmeli

Almanya'da bir oyuncunun antrenmandan sonra ne yaptığı kimsenin çok da umurunda olmaz. Antalya'da durum nasıl?

Umurunda olmaz derken, eğer maçtan iki gün öncesinde sabaha kadar gezersen, bu Almanya'daki hocaların da umurunda olur. Ama burada "Tesiste kalmalısın, dışarıya çıkarsan saat 23.00'te mutlaka geri dönmelisin" gibi kurallar var. Bence 24-25 yaşına ulaşmış bir oyuncu buna kendisi karar vermeli. Oyuncu profesyonel yaşamayı öğrenmeli. İkide bir yukarıdan "Şöyle yapmalısın, böyle yapmalısın" gibi talimatlar öğretim çağındaki çocuklar için geçerlidir. 25 yaşına gelmiş oyuncu hâlâ bu şekilde yönetiliyorsa bir şey öğrenme şansı yok demektir.

O yaştaki oyuncuya zorla bir şey yaptırmak da tuhaf oluyor elbette.

Bazen mecburen oluyor. Çünkü adam anlamakta problem çekiyor. O zaman yöneticiler de bu tip yaptırımlar uyguluyor.

Alman futbolu ile Türk futbolu arasında bir kıyaslama yapabilir misin? Buna lig kaliteleri de dâhil.

Türkiye'de iyi futbol oynanıyor. Dışarıdan gelen kaliteli oyuncular var, Türk oyuncular da kendisini bayağı topladı ve geliştirdi. Bence Süper Lig oldukça gelişmiş bir lig. Zaten bunun yansıması da Milli Takım'da ortaya çıkıyor. Yunanistan ve Norveç maçlarında 4 puan toplayan, liderliğini sürdüren ve Avrupa Şampiyonası finalleri için iddiasını artıran bir Milli Takımımız var.

Her şeye rağmen bir İngiltere veya İspanya Ligi maçını izlemekle bizim ligimizden bir maçı seyretmek bana aynı keyfi vermiyor. Sanki hâlâ bir şeyler eksik ligimizde. Mesela tempo gibi.

Sözünü ettiğimiz ülkelerin takımları çok uzun yıllardır kendilerini geliştirmek için önemli çalışmalar yapıyor. Türkiye'de diyelim ki son 5 senede başlayan bu yükseliş, önde gelen Avrupa liglerinde 30 yıllık bir geleneğe sahip. Sürekli araştırma peşindeler. Oyuncuyu nasıl daha çabuklaştırırız, kuvvetli hale getiririz, yorgunluğunu nasıl alırız gibi yeniliklerle uğraşıyorlar. Antrenman metotlarını geliştiriyorlar. Biz bu noktadan birkaç yıl gerideyiz ama yine de Turkcell Süper Lig'in futbol kalitesinde gelinen nokta hiç de küçümsenecek gibi değil.

Takımlar defans yapmayı öğrendi

Ligimizde gol sayısında giderek düşüş yaşanıyor ve savunma futbolu öne çıkıyor.

Gol sayısındaki düşüşü takımların ağırlıklı olarak defansif oynamasına değil, defans yapmayı öğrenmesine bağlayabiliriz. Mesela biz Antalyaspor olarak son dönemde çok az gol yedik. Üstelik katı defans yapan bir takım değiliz. Hep birlikte savunma yapıp yine kalabalık biçimde hücuma çıkmayı becerebiliyoruz.

Futbolseverler daha süratli, daha fazla gol pozisyonu üretilen, daha çok hücuma dönük oyunları seviyor. Sen de bir hücum oyuncususun. Teknik direktör olsan senin takımın nasıl bir futbol oynar?

Elbette ben de diğer insanlar gibi düşünüyorum. Gönlümden sahadaki oyunun güzel görünmesi geçiyor. Ama ne yazık ki futbol sadece görüntüden ibaret değil. Sonuç çok önemli. Sonuç olmadığı zaman sezonun ilk yarısında bizim yaşadığımız gibi iyi futbol oynayıp 17. sırada kalabiliyorsun. Sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada sonuç önemli. Mesela Almanya'da herkes Werder Bremen'in iyi futbol oynadığını düşünür ama genellikle Bayern Münih şampiyon olur. Beş sene sonra geriye dönüp baktığınız zaman kimin en iyi futbolu oynadığı değil, hangi takımın şampiyon olduğu yazıyor ne yazık ki.

Çok formda olduğun bir sezon geçirdin ve son dönemde herkes Milli Takım'da yer almanı bekliyordu. Senin içinde de böyle bir umut var mıydı?

Son performansıma baktığımda içimde bir umut vardı. Tabii ki Milli Takım'da olmak, vatanımın takımında oynamak isterim. Milli formayı büyük bir gururla taşırım. Almanya'dan herhangi bir davet almamıştım ama öyle bir seçim şansım olsa hiç tereddütsüz Türkiye'yi seçerdim. Her ne kadar Almanya'da doğup büyüsem de ben bir Türküm. Önüme iki formayı koysalar hangisini seçeceğim belli.

Milli Takım'da oynamak için nasıl bir aşama kaydetmen gerektiğini düşünüyorsun?

Bu performansımı sürekli hale getirmeliyim. O zaman milli formayı giymeyi hak edeceğime inanıyorum.

Hakemi konuşmaktan vazgeçmek lazım

Türkiye'deki hakemleri nasıl buluyorsun?

Açıkçası benim hakemlerle bir problemim olmuyor. Oynadığımız maçları da düşünüyorum, hakemler bizim müsabakalarımızı gayet iyi yönetti. Bir de sahada olan bir olayı konuşarak değiştiremezsiniz ki. Bu konu sadece futbolcularla da ilgili değil. Maç bittiğinde herkes hakem üzerinden konuşuyor. Bundan vazgeçmemiz ve işimize konsantre olmamız lazım. Hepimiz hata yapıyoruz ve buna da hakkımız var. Hiçbirimiz programlanarak yaşamıyoruz.

Transfer dönemi geldiğinde nasıl bir tercih yapacaksın?

Antalyaspor'la sözleşmem sürüyor ve ben bu aşamada transferi düşünecek durumda değilim. Sadece Antalyaspor'un ligdeki konumuna konsantre olmuş durumdayım. Önümüzde zor maçlar var ve henüz tam anlamıyla rahatladığımızı söyleyemeyiz.

Şöyle sorayım o zaman; üç büyük takım da seni istiyor. Onların oyun yapılarını biliyorsun. Hangi takımın senin için en uygunu olduğunu düşünüyorsun?

Benim düşüncem, hangisi hayırlıysa o olsun.

Trabzonlu bir ailenin çocuğusun. Birçok teklif arasında Trabzonspor'dan da bir teklif geldiğinde bu aidiyet hissi vereceğin kararda rol oynar mı?

Ailemin geldiği yer önemli ama ben Trabzon'da hiç yaşamadım. Futbol profesyonelliktir. Bir yerde 5 yıl yaşarsan o zaman elbette duygular da işin içine girer. Ama dediğim gibi ben Trabzon'da hiç yaşamadım. Dolayısıyla vereceğim kararda profesyonellik rol oynayacak.

2008 finallerinde olmak istiyorum

Birkaç sezon sonrasına baktığında, kendini hangi noktada görmek istiyorsun?

Zirvede olmayı temenni ederim elbette. Zirve dediğim yer de öncelikle Milli Takım'dır. 2008'deki Avrupa Şampiyonası finallerinde ben de ay-yıldızlı formayı giymek, Türkiye'yi temsil etmek isterim.

Devre arasında Beşiktaş'a gitmen söz konusuydu. Hatta kamp döneminde seninle yapacağım röportajı bu ihtimal nedeniyle askıya almıştım. Sonrasında neler yaşandı da bu transferden vazgeçildi?

O kadar detayını bilmiyorum ama doğru olan Beşiktaş'ın istemesiydi. Ancak durumumuz da ortadaydı. Antalyaspor 17. sıradaydı. Buna karşılık hem şehir hem de kulüp olarak düşmek gibi bir niyetimiz yoktu. Bir yandan oyuncuların elde tutulması, diğer taraftan da takviyeler yapılması söz konusuydu. Oynadığımız futbolun da karşılığını almak istiyorduk. Bu nedenle Antalyaspor'da kaldım

Bu kadar çok istenir olmak nasıl duygular uyandırıyor insanda?

İnsanın sevinmemesi elde değil, mutlaka güzel bir duygu. Fakat bunu da çok fazla kafama takmak istemiyorum. Çünkü kendini bu kadar övmeye kalkarsan performansını düşürürsün ve takımına yardım etmezsin. Sonuçta kendine zarar verirsin. O yüzden kendimi bu duygulara bırakmıyorum.

Niyetlerinin arasında Almanya'ya dönmek ve kendini Bundesliga'da ispatlamak da var mı?

Bu bir kısmet işi. Ama daha birinci transferi yapmadan ikinci aşamayı düşünmek doğru olmaz. Yine de ileride tabii ki böyle bir şeyi gerçekleştirebilirim.

Derdim varsa yüze söylerim

Ali Bilgin nasıl bir insan? Nelere kızarsın, çabuk küser misin?

İkiyüzlülükten hiç hoşlanmam. Bir derdin varsa onu karşındakinin yüzüne söyleme taraftarıyım. Ama çabuk küsmek gibi bir huyum yoktur. Alıngan değilim. Toleranslı bir insanım. Ancak tabii benim de bir sabır çizgim var.

Nelerden hoşlanırsın, seni mutlu eden şeyler nedir?

Ailemle birlikte olmaktan hoşlanırım. Özellikle Türkiye'ye geldikten sonra onlara hasretim arttı. Güzel bir akşam yemeği yemek, denize girmek ve güneşlenmek de beni mutlu eder.

Antalya'da nasıl bir hayat yaşıyorsun?

Bekârım ve dışarıda bir evim var. 25 yaşından sonra tesislerde bir odada kalmak bana tuhaf geliyor. Zaten Almanya'da bir tesis kurup bekâr oyuncuları orada toplamak gibi bir şey yok. Bana ait bir evim, içine çekileceğim dört köşem olması lazım. Bu benim için çok önemli. Ev işlerine de yavaş yavaş alışıyorum. Arada yemek yapıyorum, bulaşıkları da makine yıkıyor.

Oyuncunun bir de sosyal hayatı olması gerekiyor değil mi?

Sosyal hayatım derken, o hayat evimin kapısını kapattığım zaman başlıyor zaten. Sinemaya gitmeyi, yemeğe çıkmayı, arkadaşlarımla sohbet etmeyi seviyorum. Müzik yelpazem geniş. Türkçe, hip-hop ya da klasik ayrımı yapmıyorum. Türkçe müzikte Sezen Aksu ve Tarkan favorilerim. Trabzon kökenli birisi olarak eskiden kemençeyi hiç sevmezdim ama şimdi bizim yörenin melodileri kulağıma çok hoş geliyor. Volkan Konak, Kazım Koyuncu ve Fuat Saka'nın yaptığı müziği seviyorum. Sinemada Quentin Tarantino filmlerinden hoşlanıyorum.

Kitaplarla aran nasıl?

Çok sıkı bir okuyucu değilim ama fırsat buldukça kitap okumaya çalışıyorum. Son olarak Bill Clinton'ın otobiyografisini okudum. Onun nereden nereye geldiğini gördüm. Çok problemli bir çocukluk devresi yaşamış, babası erken yaşta ölmüş, üvey babası tarafından büyütülmüş ve nihayetinde dünyanın önemli liderlerinden biri konumuna yükselmiş. Bunları okuyunca bir şeyi istemenin ve bu isteğin arkasında durmanın insanı nerelere taşıyacağını görüyorsunuz. Herkes bugün bulunduğu konumda doğmadı. Bir şeyler üretmeye çalışan insanlar bunun karşılığını alıyor.

Bu karşılığını alma meselesini senin hayatına uygularsak, futbolu para kazanmak için mi yoksa başka motivasyonlarla mı oynuyorsun?

Beni motive eden şey para değil, maçı kazanma düşüncesi. Sahaya çıktığı zaman insanın aklından para değil rakibini yenmek geçiyor. Ayrıca bütün futbolcular bu oyunu oynamaya severek başlamıştır. Meslek olarak algılanması sonra gelir. Zaten futboldan zevk almıyorsanız dünyanın hiçbir işinden keyif alamazsınız.