TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Emre Aşık: "Amerika'da bırakacağım" 1.03.2007
Emre Aşık: "Amerikada bırakacağım"
Bugün Galatasaray'da yedek kalsa da aslında Türkiye'nin en kariyerli futbolcularından biri o. Genç Milli Takım'la yaşadığı Avrupa Şampiyonluğu'nun ardından Olimpik Milli Takım'la Akdeniz Şampiyonu oldu. 1996'da Avrupa Şampiyonası finallerine ilk kez katılan kadroda yer aldı. Euro 2000'de de o vardı, dünya üçüncüsü kadroda da. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş formalarını giymekle kalmadı, üç takımda da şampiyonluk yaşadı. Bir de Süper Kupa kaldırdı. İki-üç sezon daha futbol oynayıp kariyerini ABD'de noktalamayı planlıyor. Bir New York hayranı ve "Belki evleneceğim insan da beni orada bekliyor" diyor.

Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray formalarını giyen ender futbolculardan birisin. Üstelik üç takımda da şampiyonluk yaşadın. Bazı oyuncular için bir kulüpte kalıcı olmak önemlidir. Sen neden sürekli değişikliği tercih ettin?

Aslında ben de kalıcı olmak isterdim ama o zamanki şartlar bunu gerektiriyordu. Özellikle Galatasaray'da kalıcı olmak isterdim. Çünkü hem camia hem taraftar hem de içerideki ortam ve arkadaşlık olarak Galatasaray bir adım önde diyebilirim. Oynadığım takımlarda bazı dönemlerde forma şansı bulamadım, o dönemlerde cazip transfer teklifleri aldım ve bunları değerlendirdim.

Balıkerispor'da başladın, Genç Milli Takım'la Avrupa Şampiyonluğu yaşadın. Sonrasında da çok parlak bir kariyer yaptın. Ama Avrupa Şampiyonu olan Genç Milli Takım'daki tüm oyuncular senin kadar şanslı değildi. Birçoğu kaybolup gitti. Altyapıdan yukarıya çıkışta neden bu kadar çok fire veriyoruz? Eksik olan ne?

Sorunu tam anlamıyla bilmiyorum ama çıkış yapmak biraz futbolcunun elinde, biraz da şanslı olmak gerekiyor. Yanlış bir tercih yaptığınızda çok farklı yerlere gidebiliyorsunuz ve ikinci bir şans bulamıyorsunuz. Ama ben bunu yaşamadım. Verdiğim kararların ardından hep bir şans doğdu ve ben de bu şansı iyi değerlendirdim.

Doğru takım tercihi ve şans faktörü tamam da bir de oyuncunun yapması gerekenler var sanırım. Bir anda paraya kavuşmak ya da şöhret olmak mı bozuyor oyuncuyu?

Belli bir para kazandığı zaman ister istemez insan biraz değişiyor. Bu değişimin getirdiği etkileri çabuk atlatan ya da hazmedebilen aradan sıyrılıyor. Sözünü ettiğiniz Avrupa Şampiyonu takımdan ben, Okan ve Oktay çıkabildik mesela.

Zirve noktam Lucescu'lu Galatasaray

Bu kadar takım dolaştın, kendini en yüksekte hissettiğin nokta neresi oldu? Emre Aşık'ın zirvesi neresi?

Galatasaray'da Lucescu ile şampiyon olduğumuz sezonu zirve yaptığım dönem olarak değerlendiriyorum. Süper Kupa'yı aldığımız sezon yedektim. Ertesi sezon Popescu gidince Bülent Korkmaz'la birlikte oynamaya başladık ve o sezonu şampiyon olarak tamamladık. Futbol hayatımın en iyi dönemini o sezon yaşamıştım.

Volkan Aslan bir röportajında "Futbol dünyasında dostluk yok" diyor. Senin için de böyle mi? En yakın arkadaşların kimler?

Bu durum takımdan takıma değişir. Galatasaray'da arkadaşlık da var dostluk da. Bazı oyuncularla dışarıda da görüşüyorum. Sürekli beraber olduğumuz için ağabey-kardeş, baba-oğul gibi oluyoruz. Dolayısıyla insan dışarıda başka arkadaşlıklar kurmak istiyor. Belki Volkan da buna istinaden böyle bir yorum yapmıştır.

Hem futbol kaliteleri hem de karakterleri açısından düşünüldüğünde seni etkileyen oyuncular kimlerdi?

Okan Buruk var mesela. Genç Milli Takım'dan beri birlikteyiz. Hem oyunculuğu hem de insanlığıyla çok etkilendiğim biri futbolcu. Her zaman dosttur. Bugün Orhan Ak var. Çok matrak ve eğlenceli bir insan. Takımdaki gençler var. Hepsi son derece saygılı ve çok iyi çocuklar.

Tecrübeli oyuncu - genç oyuncu ilişkisi nasıl Galatasaray'da? Arada büyük yaş farkları var, iletişim kurmak kolay olmasa gerek.

Evet, kolay değil. Ama gençler saygılarını koruyor, büyükler de sevgilerini veriyor. Galatasaray'ın altyapısından gelen oyuncuların tamamı insani açıdan da çok iyi yetiştirilmiş, çok karakterli çocuklar.

Lucescu sözünün eriydi

Üzerinde en çok emeği olan teknik adamları sıralayabilir misin? Kimlerle çalışmaktan mutlu oldun?

Fatih Terim ve Lucescu. Fatih Hoca, Fenerbahçe'de oynamadığım dönemde beni Milli Takım'a aldı ve oynattı, bana güvendi. Lucescu da gerek konuşmalarıyla, gerekse uygulamalarıyla bana büyük güven verdi. Bir sezon öncesinden "Popescu gidecek, önümüzdeki sezon sen oynayacaksın" demişti ve bunu yaptı. Hocalar böyle şeyler söyler ama sadece motive etmek için söyler. Lucescu ise sözünün eriydi.

Bu arada Galatasaray'dan ayrılman da Fatih Terim dönemine denk geldi değil mi?

Evet, ama orada farklı bir şey olmuştu. Lucescu Beşiktaş'a transfer olduğunda beni istedi. Galatasaray'da o sezon çok fazla forma şansı bulamayınca böyle bir transfer oldu.

Peki, o dönemde Avrupa'dan transfer teklifi almış mıydın?

İngiltere'den Portsmouth takımından teklif almıştım. Beşiktaş'taki ikinci sezonumun devre arasıydı. Portsmouth o sırada 1.Lig'de liderdi. Ama bir türlü bırakıp da gidemedim.

Bizim futbolcularımızın bir "bırakıp da gidememe" sorunu var. Neden Türk oyuncusu Avrupa'ya gitme konusunda bu kadar tereddüt yaşıyor?

Benim açımdan yaş problemi vardı. Eğer Emre Belözoğlu'nun yaşında olsaydım kesinlikle giderdim ve 10 sene de dönmezdim. 21-22 yaşlarında olsaydım İngiltere'de oynamayı çok isterdim. Çünkü benim futbol karakterime çok uygun bir lig.

Hayatımın golünü İsveç'e attım

İsveç'e attığın bir gol var. O gol Milli Takımımıza 1996 Avrupa Şampiyonası'nın yolunu açan önemli gollerden biriydi.

O gol hayatımın golüdür. Üstelik çok da ilginç bir hikâyesi var. Sergen ve ben o maçta oynamayacağımı zannediyorduk. Oynayacağın zaman en geç 23.00'te yatarsın ama biz gece saat 02.00'yi bulduk. Fatih Hoca da oynayacakları maç sabahı odasına çağırır. Beni de çağırdı ve "Kenneth Anderson'u sen durduracaksın" dedi. Biraz korkarak, biraz da hocanın direktifleriyle motive olarak odadan çıkarken "Sergen'i de çağır bana" dedi. Sergen'in yanına gidip gülerek "Hoca seni çağırıyor" dedim. İnanmadı ve "Hadi canım, olur mu öyle şey?" dedi. Israr edince hocanın yanına gitti. Sonuçta ilk onbirde sahaya çıktık ve ikimiz de gol attık.

Akdeniz Oyunları şampiyonu olan Olimpik Milli Takım'da, 1996'da Avrupa Şampiyonası'na ilk kez katılan kadroda, 2000 Avrupa Şampiyonası'nda çeyrek final oynayan takımda vardın. 2002 Dünya Kupası'nda üçüncü olan takımda da yer aldın. Galatasaray Süper Kupa'yı alırken de o takımın kadrosundaydın. Yaşadığın duygulardan söz eder misin biraz.

Benim açımdan en anlamlısı Dünya Kupası üçüncülüğüydü. Uzakdoğu'ya giderken çok çabuk bir biçimde geri döneceğimizi düşünüyorduk. Çünkü gerçekten çok iyi takımlar vardı. Aramızda hep "İki gün sonra dönüyoruz" diye konuşa konuşa tam 52 gün orada kaldık. 52 gün boyunca yaşadıklarımızı askerlik hatırası gibi hâlâ anlatıyoruz. Bazen çok sıkıldık ve ülkemizi çok özledik ama hayatımızın en güzel günlerini orada geçirdik.

O dönemle ilgili hep "Takım kendi kendine başarılı oldu, Şenol Güneş olmasaydı da bu takım dünya üçüncüsü olurdu" gibi sözler edilir.

Olur mu canım öyle bir şey? Tamam, sahada futbolcular oynar ama teknik direktör de oyuncuları seçen ve bir plan içinde oynatan adamdır. Nereden bakılırsa teknik direktörün başarı ya da başarısızlıktaki payı yüzde 25'tir.

2002'de takımı başarılı kılan arkadaşlık havasından da söz edelim biraz.

Takımdaki arkadaşlık havası müthişti. Güney Kore'de kocaman bir salonumuz vardı, maçlardan önce 10-15 kişi bir arada oturuyorduk. İki kişi playstation oynuyor, oynayan oynamayan herkes eğlenceye katılıyordu. Bir tarafta tavla maçları yapılıyordu. Herkes hep biraradaydı. Yaşadıklarımızı kelimelerle anlatamıyorum. Başarının en önemli sebeplerinden bir tanesi bu arkadaşlık havasıydı.

2002 Dünya Kupası'nın ardından en azından sonuç bazında bir gerileme yaşadık. Letonya ile oynadığımız baraj maçları olumsuz anlamda milattı sanki. Ve sen ilk Letonya maçında kırmızı kart gördün. O anda neler hissettin?

O anda en kötü şeyleri oyuncu hisseder. Yapayalnızsındır ve dünya başına yıkılmıştır. "Bunun telafisi yok, yarın benim için iyi olmayacak ve artık mutluluk duymayacağım" gibi hissedersin. Hakikaten çok kötü bir olaydı benim için. Ama futbolun içinde bunlar da var.

Kritik mevkiler hep yabancıların

2004 ve 2006 finallerine katılamamamızın altında yatan sebepler neydi sence?

Altyapıdan eskisi kadar fazla oyuncu çıkmıyor. Bunun nedenlerinden bir tanesi yabancı oyuncuların sayısındaki artış. Üstelik yabancılar hep takımların kritik mevkilerinde kullanılıyor. Kaleciler, stoperler, ön liberolar, oyun kurucular hep yabancılardan seçiliyor. Şu an için sadece santrfor konusunda sıkıntı yaşamıyoruz.

Sen bu konuda en dertli oyunculardan biri olmalısın. Fenerbahçe'de Uche-Högh, Galatasaray'da da Song-Tomas ikililerine takıldın. Beşiktaş'taki şansın ise takımın üçlü defans yapması oldu sanırım. Ronaldo ve Zago ile birlikte forma şansı buldun.

Büyük takımlarda oynadığınız zaman, mutlaka stoperlerden biri yabancı oluyor. Diğer stoper tercihlerini de yabancıdan yana kullanmak ve savunmalarını sağlama almak istiyorlar. Sanki yerli oyuncu aynı başarıyı gösteremezmiş gibi. Verin şansı, biraz da sabır gösterin. Ama öyle değil. İnsanlar maalesef bazı şeylerin çok çabuk olmasını istiyor. Medya ve taraftar açısından ikincilik iyi bir sonuç değil. Yönetimlerin de bu kadar baskı altında sağlam bir duruş göstermesi de kolay değil. Ama Avrupa'ya bakıyorsunuz, Manchester United takımını Alex Ferguson'a emanet ediyor, "Senden belli bir süre bir şey istemiyorum" diyor, sabrediyor ve Ferguson takımı alıp bugünkü noktaya taşıyor. İnşallah bizim kulüplerimiz de bu noktalara gelir.

Bugün sen de Tolga da milli oyuncularsınız ama takımınızda forma bulamadığınız için Milli Takım'a da yararlı olamıyorsunuz. Aynı sıkıntıyı Can Arat da yaşıyor. Bu konuda ne söyleyeceksin? Yabancı sınırlaması mı getirilmeli yani?

Bence teknik direktörlerin oyunculara eşit davranması gerekiyor. Ama ülkemizde oyuncu seçiminde yabancılara daha fazla şans veriliyor. Yabancıya tanınan tolerans yerliye gösterilenden çok daha fazla.

Milli Takımımızın bugünkü yapılanmasını nasıl görüyorsun? Avrupa Şampiyonası elemelerindeki şansımızı nasıl değerlendiriyorsun? Önümüzde Yunanistan ve Norveç'le oynayacağımız çok kritik maçlar var.

Ben bu gruptan çıkacağımıza inanıyorum. Yunanistan'ı yeneriz, Norveç'le de en azından berabere kalırız. Bizi zorlayacak rakip yok. Yeter ki kendi futbolumuzu oynayalım. Tek problemimiz takımda yaşanan değişimden kaynaklanan uyum problemi.

Evet, öyle bir sıkıntı var. Tugay'ın yeniden kadroya çağırılmasını nasıl değerlendiriyorsun?

Takımda bir ağabey eksikliği hissediliyordu. Çünkü Hakan ağabey sakattı ve kadroda yoktu. Bence yaşın önemi yok, oynadığı futbola bakmak lazım. Tugay'ın İngiltere'deki performansı önemli. Ama düşünüyorum da eğer burada kalsaydı aynı konumda olabilir miydi? Hiç sanmıyorum. Herhalde 2-3 sezon önce futbolu bıraktırırlardı.

Şampiyonluk için sadece iyi futbolcular yetmez

Sen İstanbulspor projesinde de yer aldın. Oğuz, Aykut, Gökhan, Sergen, Gerson'la inanılmaz bir kadro oluşturulmuştu ama beklenen başarı gelmedi.

Aslında başarısız olduğumuz da söylenemez. Çünkü ilk sezonu dördüncü, ikinci sezonu da altıncı bitirdik. Taraftar desteği, tesisi, kamp yapacak yeri olmayan bir takımdan daha fazlasını bekleyemezsiniz. Şampiyonluk bize çok uzaktı. Şampiyon olmak için iyi oyuncuları bir araya toplamak yetmiyor. Bunun için iyi bir tesis, güçlü bir camia, kalabalık ve coşkulu bir taraftar topluluğu gibi faktörler de gerekiyor.

Senin Nobre'yle yaşadığın bir olay var. Defans oyuncularının zaman zaman rakiplerini sinirlendirmek ve bozmak için bu yollara başvurduğunu görüyoruz. Sen "Bunlar futbolun içinde vardır" diye mi düşünüyorsun, yoksa yaptığından pişman mısın?

İnsanlar belki inanmaz ama ben ilk defa böyle bir şey yaptım. Nobre çok beğendiğim bir oyuncu. Bir santrforun yapması gereken her şeyi yapıyor, vuruyor, dirsek atıyor, rakibini bozuyor. Benim en fazla zorlandığım santrforlardan birisidir. O günkü maç çok gergin geçiyordu. Karşılıklı itişiyorduk. O sırada başparmağıma sert bir biçimde bastı. Canım yanınca ben de onun canını yakmak istedim ama yanlış yaptım. Olmaması gerekiyordu.

Bir de Maldivlerde depreme ve tsunamiye yakalandın. Ölümde döndün. Orada yaşadıklarından söz eder misin biraz?

Tsunamiden üç saat önce sarsıntıyı hissettik. Ama denizin üzerinde bungalovlarda kalıyorduk ve depremin bize bir şey yapmayacağını düşündük. Üç saat sonra dev dalgalar geldi ve önde bulunan bungalovları yıktı. Aklıma ilk gelen ailem ve sevdiklerimdi. Gerçekten de hayatım gözlerimin önünden film şeridi gibi geçti. Sevdiklerimi bir daha göremeyeceğimi düşündüm.

Böyle bir olayı yaşadıktan sonra hayata bakışında bir değişiklik oldu mu?

Olmaz mı? Sanki ikinci bir şans bulmuş gibi oluyorsun. Her şeyden daha fazla zevk almaya, problemleri kafana fazla takmamaya başlıyorsun. Ben daha önce oynayamadığım zaman ya da birisi bir laf söylediği zaman kafama takardım. Artık böyle bir şey yok. Sağlığım yerinde olsun, sevdiklerim, ailem iyi olsun, bunlar bana yetiyor.

Galatasaray'dan ayrılmazdım

Elinde futbol hayatına yeniden başlama imkânı olsa, neleri yapmazdın? Bu soruyu genç oyunculara yol göstermek anlamında da cevaplandırabilirsin.

Galatasaray'dan ayrılmazdım. Zaten Balıkesirspor'dayken de önce Galatasaray'a, ertesi gün Fenerbahçe'ye imza atmıştım. O dönemde Bülent ağabeyle Mert oynuyordu, ondan biraz çekindim. Eğer Adnan Polat imzamı yürürlüğe koysaydı 1 yıl ceza alabilirdim. Bunun dışında arkadaşlarımı iyi seçerim. Çünkü şöhret olmaya başladığınız dönemlerde etrafınızda farklı arkadaşlar türüyor. Futbolcuların etrafında vardır öyle tipler ve ondan yararlanmaya çalışırlar. Paranı kaptırırsın, güvenirsin ama güvenin boşa çıkar. Bunlara dikkat ederdim.

Özel hayatınla ilgili ne gibi değişiklikler yapardın peki?

Fenerbahçe'ye geldiğim ilk dönemde bir defa kaleci Altay ağabeyle dışarı çıkmıştık. Tanju ağabey de elinde kamerayla geldi ve eğlence olsun diye "Bu saatte dışarıda gezilir mi?" diyerek çekim yaptı. Birkaç gün sonra gazetelerde "Emre âlemci" diye haberler yayınlandı. O dönemde futbolcuların üzerinde daha fazla baskı vardı. Kaybedilen her maçın ardından gece hayatı gündeme getirilirdi. Ama benim gece hayatım yoktu. Her insan gibi on beş günde bir dışarı çıkarım. Bugün Adnan Polat da bize bunu söylüyor, "Gezeceksiniz ama her şeyi zamanında yapacaksınız ve kaliteli yerlere gideceksiniz" diyor.

O sıralar sanırım Osieck'in Fenerbahçe'nin başında bulunduğu dönemdi. Osieck'in senin üzerinde ne gibi etkileri oldu?

Beni 18 yaşımda A takımda oynattı ve Milli Takım'a seçildim. Bana büyük yararı oldu.

O dönemde biraz daha iten-kakan bir oyuncuydun ama bir noktadan sonra bu olumsuz görüntün kırıldı.

Bilmiyorum, belki de yaşla orantılı. İnsan her geçen sene bazı şeylerden ders alıyor. Eski maçlarımı izliyorum ve bazı şeyleri kendime yakıştıramıyorum. Bir şekilde kendimi frenlemeye çalıştım ve böyle daha iyi olacağına karar verdim.

Opsiyonumuz var diye düşündük

Galatasaray bizi Avrupa başarılarına alıştıran bir kulüp. Ancak son sezonlarda aynı performansı göremiyoruz. Bunun altında yatan sebepler nedir sence?

Bir takımın her zaman aynı performansı göstermesi beklenemez. Geçtiğimiz sezon çok zor şartlarda elde edilmiş bir şampiyonluk vardı. Bu sezon başlarken insanın aklının bir köşesinde "Biraz opsiyonumuz var" gibi bir düşünce kalıyor. Böyle düşündüğümüz dönemlerde kötü oynadık. Ama bugün için Türkiye liglerinin en iyi takımı Galatasaray. Üst üste birkaç maç kazanırsak yine beğenilen Galatasaray olacağız.

Buna kesin karar vermedim. Ama kariyerimin sonunda bir sezon ABD'de futbol oynamak istiyorum. New York'u çok seviyorum. Her sene iki kez giderim. İngilizceyi hep atladım. Bir şekilde İngilizce öğrenimimi tamamlamak, değişik insanlar görmek istiyorum. Belki evleneceğim insan da beni orada bekliyor. Hayatımın bazı şeylerini orada yakalayacağımı hissediyorum.

Galatasaray'a ikinci dönüşünde umduğunu bulamadın. Bunu sadece Tomas-Song'un varlığına mı bağlamak lazım, yoksa başka nedenleri de var mı?

Tomas ya da Song'un sakat veya cezalı olduğu dönemlerde oynadığım maçlar ortada. O zaman problemin bende olmadığı da ortada. Bir de şu var, 10 hafta kenarda bekledikten sonra çıkıp oynuyorum ve maç eksiğime rağmen sanki sürekli oynuyormuş gibi görevimi yapıyorum. Ama ertesi hafta kadroda yokum. İnsan ister istemez kırılıyor. Röportajın başında söylediğim gibi yerli oyunculara yabancılara verilen şansı tanımıyorlar.

Yedek kalmak nasıl duygular uyandırıyor sende?

Geçen sezon şampiyon olurken 3-4 maçta oynadım. Şampiyonluk gecesinde insan tam anlamıyla haz duyamıyor, "Keşke biraz daha fazla oynasaydım, bu şampiyonluğa benim biraz daha katkım olsaydı" diye düşünüyorsun.

Oynayabileceğin bir takıma gitmeyi düşündün mü hiç? Yoksa "Galatasaray'dan bir daha ayrılmam" mı diyorsun?

Galatasaray'ı gerçekten çok seviyorum ve bu nedenle biraz daha sabredeceğim. Bu sezonun sonuna kadar duruma bakacağım ve bir karar vereceğim. Çünkü iki-üç sezon daha futbol oynamak istiyorum. Oynayan futbolculara bakıyorum ve kendimde devam edecek gücü hissediyorum.

Peki, futbolu bıraktıktan sonrası için ne gibi planların var?

Zaten 0-24 yaş grubu için çocuk odası üreten ve pazarlayan ODDA isimli bir firmamız var. Mimar olan iki ablamla ortağım. İstanbul'da iki mağazamız var. Şimdi Bursa'ya, Ankara'ya, İzmir'e, Gaziantep'e bayilikler vermeye başladık. Bu işi sürdüreceğim.

Futboldan kopacak mısın yani?

Buna kesin karar vermedim. Ama kariyerimin sonunda bir sezon ABD'de futbol oynamak istiyorum. New York'u çok seviyorum. Her sene iki kez giderim. İngilizceyi hep atladım. Bir şekilde İngilizce öğrenimimi tamamlamak, değişik insanlar görmek istiyorum. Belki evleneceğim insan da beni orada bekliyor. Hayatımın bazı şeylerini orada yakalayacağımı hissediyorum.

Evlenme niyetin var yani.

Var tabii. Annemler, ablamlar, etrafımdaki insanlar, herkes arıyor ama şu an bir aday bile yok.

Emre Aşık futbolun dışındaki hayatında neler yapıyor? Bir de "Kitap okumaya başladım" dediğini okumuştum. Bu alışkanlığını sürdürüyor musun?

Kitap okumayı sürdürüyorum. Genelde bilimkurgu seviyorum. Harry Potter'ı ve Yüzüklerin Efendisi'ni üç defa okudum. En beğendiğim kitaplardan biri Trevenian'ın Şibumi'siydi. Bu arada arkadaşlarımla vakit geçirmeyi çok seviyorum. Beş-altı kişi bir yere gidelim, oturup muhabbet edelim istiyorum. Çünkü 7 sene boyunca hayatımda bir kişi vardı ve etrafımdan kopmuştum, bazı şeyleri çok kısıtlamıştım. Şimdi anlıyorum ki yapmamam gerekiyormuş.

Röportaj: Mazlum Uluç - Cem Zamur