TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Mondragon: "Türkiye için oynadım" 2.01.2007
Mondragon: "Türkiye için oynadım"

Altı yıldır bizimle yaşıyor ve artık "bizden biri" gibi. Geleceğini Türkiye'de kurmakta ve futbolu bıraktıktan sonra da Galatasaray'ın bir parçası olmakta kararlı. Bir an önce vatandaş olabilmek için Galatasaray kulübünün kurumsal desteğini istiyor. Fenerbahçe maçında yaşadıklarını ilk kez TamSaha'ya anlatırken de Türkiye sevgisini ön plana çıkartarak "O gün maçı terk etmeyi bana kucağını açmış, vatandaşlarından biri gibi ekmek vermiş bir ülkeye haksızlık olarak düşündüm. UEFA'nın Türk futbolunu yakın takibe aldığını biliyoruz. Eğer o gün maça devam etmeseydim, Türkiye'nin imajı gerçekten büyük bir leke alabilirdi" diyor.

Son dönemin en büyük tartışma konusu, Fenerbahçe ile oynadığınız derbi maçında yaşanan olaylardı. Kafana, sırtına gelen pet şişelere rağmen soğukkanlılığını korudun, ortamı gerecek davranışlardan kaçındın. Hele ikinci yarı başlarken atılan ses bombasının ardından maça devam etmen büyük bir takdirle karşılandı. Üstelik o sırada Galatasaray da 2-0 mağluptu ve isteseydin oyunu bırakıp maçın tatil edilmesini bile sağlayabilirdin.

Ne yazık ki bu tip olaylar bir adet haline geldi. Özellikle derbilerde bunu her zaman yaşıyoruz. Sahaya su şişesinden tutun, paraya, çakmağa kadar yabancı madde atılıyor. Bu elbette hiç hoşa gidecek bir durum değil. Ancak maalesef adet haline geldiği için kanıksamış durumdayız. Ve bunun derbi ambiyansının bir parçası haline geldiğini bilerek, sabretmemiz lâzım. Atılan bu yabancı cisimlere itibar etmeyerek maça devam etmemiz gerekiyor. Atılan ses bombasına gelince, evet kabul ediyorum, "Ben bu durumda maça devam edemem. Kulaklarım duymuyor. Oynamam mümkün değil" deyip oyunu bırakmak isteyecek birçok oyuncu olabilirdi. Fakat ben bu durumu ilk başta sportif olarak, daha sonra da bana kucağını açmış, beni ailemle birlikte kabul etmiş, bana vatandaşlarından biri gibi ekmek vermiş bir ülkeye haksızlık olarak düşündüm. Bu ülke bizi bağrına bastı. Burada eşimle birlikte son derece güzel bir hayat yaşıyoruz. Ekmeğimi burada kazanıyorum. Eğer o gün maça devam etmeseydim, bunun ortaya çıkaracağı sonuçlardan biri, Türkiye'nin imajının gerçekten büyük bir leke alması olacaktı. Bunu yapmak o yüzden bana uygun gelmedi ve bu nedenle oynamayı tercih ettim. Türkiye-İsviçre maçından sonra Türk futbolunun UEFA tarafından yakın takibe alındığını biliyoruz. Gerçekten bir takım güvenlik sorunları olduğu gerekçesiyle her zaman gözaltında Türkiye. Belki daha ağır bir yaralanma durumu olsaydı maça ara vermem söz konusu olabilirdi. Fakat öyle bir şey olmadığı için devam etmenin daha uygun olacağını düşündüm.

Kulaklarım üç gün duymadı

Ses bombasının atılmasının ardından ikinci yarı boyunca gerçekten bir duyma bozukluğu yaşadın mı?

Sadece maç boyunca değil izleyen üç gün boyunca kulaklarım çınladı. Bu gerçekten çok rahatsız edici bir durumdu ve tam anlamıyla iyileşmem için üç gün geçmesi gerekti.

Bu örnek bir davranıştı ama aslında agresif bir yapın var. Birçok maçta büyük bir öfkeyle hakemin ya da rakip oyuncunun üzerine gittiğini gördük. Bir Gençlerbirliği maçında Cafer'e, bir Olympiakos maçında da Djordjevic'e vurduktan sonra sanki kendin yumruk yemiş gibi kendini yere attın ve rakiplerinin oyundan atılmasına sebep oldun. Seni bugünkü "örnek oyuncu" noktasına getiren değişimin altında neler yatıyor?

Bunlar gerçekten kötü olaylardı. Fakat bunları sadece münferit hadiseler olarak değerlendirmek gerekir. Üstelik bu olaylar yaşanalı neredeyse 3 sene oldu. Ben bu olayların her birinin ardından basın yoluyla tüm Türkiye'den özür diledim, hatalı olduğumu itiraf ettim. Bilinmesini isterim ki, gerçek Mondragon o yılki Mondragon değildi. Türkiye'ye geldiğim ilk iki senedeki ve bugünlerdeki Mondragon gerçek Mondragon'dur. O sezon bir takım sorunlarım vardı. Özellikle o sezon doruğa çıkmış olan sinirim tamamen bu sorunlardan kaynaklanıyordu. Fakat artık hepsi geride kaldı.

Arjantin'e benzemeye başladık

Olaylar o gün Kadıköy'de yaşandı, ancak Ali Sami Yen'de de, diğer statlarda da benzerlerini yaşadık, yaşıyoruz. Evsahibi olma avantajı bu şekilde mi kullanılmalı? Rakiplerin bu kadar baskı altına alınması normal bir şey mi?

Evsahibi olmanın getirdiği avantajların sınırının nereye kadar olduğunu belki bir daha oturup düşünmemiz lazım. Bu avantajları değerlendirirken yanlış yorumlamamalıyız. Ben taraftarların gerçekten saçma derecede şiddete yol açtığı Arjantin'de senelerce oynadıktan sonra Avrupa'ya geldim. Türkiye'de de ne yazık ki taraftarların kendilerini çok şiddetli şekilde tezahür ettirdiğini görüyorum. Fakat bunları onaylamak tabii ki mümkün değil. Bunun değişmesi için hepimiz elimizden geleni yapmalıyız. Hepimiz elimizi taşın altına sokarak yapabildiğimiz kadarıyla bunun değişmesi için gayret göstermeliyiz.

Türk takımları kendi içimizde böylesine didişirken, Avrupa kupalarında gereken başarıyı gösteremiyoruz. Galatasaray Şampiyonlar Ligi'ne çok erken havlu attı, UEFA Kupası'na bile katılamadı. UEFA Kupası'ndaki takımlarımızın bir kısmı da erkenden elendi. Sence Türk futbolu bir gerileme sürecine mi girdi?

Kendi içimizde kavga etmeye, birbirimizin canını acıtmaya o kadar odaklanmışız ki, birbirimize destek olmamız gerektiğini unutuyor ve göz ardı ediyoruz. Ben şunu anlayamıyorum; Avrupa'da mücadele eden takımlarımızdan biri yenildiğinde, ki bu Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor ya da diğerleri olabilir, onun Türkiye'deki rakipleri seviniyor. Böyle bir şey olamaz. Bu gerçekten anlaşılması mümkün olan bir şey değil. Her şeyden önce, aldığımız her kötü sonuçta, Türk futbolunu Avrupa'da belli bir seviyeye taşıyacak olan puanları kaybediyoruz.

Yeteneği cilalamayı bilmek gerek

Yaklaşık 15. yıl önce TamSaha'ya verdiğin röportajda Türkiye'nin yetenek sıkıntısı çekmediğini söylemiştin. Ancak takımlarımızın Avrupa'daki durumu o sözleri tartışmaya açmıyor mu?

Buna hiç katılmıyorum. Kendime en yakın örnekten yola çıkarak söyleyebilirim ki, biz o röportajdan bugüne geçen 1.5 sene içerisinde gerçekten çok büyük yetenekleri kazanmayı bildik. Bunların arasında Sabri'yi, Arda'yı, Fevzi'yi, Özgürcan'ı, Aydın'ı, Ferhat'ı ve Mehmet'i saymam mümkün. Sadece Galatasaray'da değil, diğer takımlarda da birçok genç oyuncunun çıktığını, kendine yavaş yavaş yer edinmeye başladığını görüyoruz. Türkiye'de bence yetenek ya da genç yetenek sorunu yok. Fakat o yeteneği cilalamak konusunda ya da o yeteneği işlemek konusunda mesafe kat edilmesi gerektiği bir gerçek.

Buradaki cilalamadan kasıt ne? Teknik direktörlerin genç futbolcularla daha fazla ilgilenmesi ve oynama fırsatı vermesi mi?

Her şeyden önce altyapı teknik direktörlerine çok büyük görev düşüyor. Onlar kendilerine düşen görevi tamamladıktan sonra A takım teknik direktörlerine de ayrıca sorumluluk düşüyor. Aslında burada sadece kulüp takımlarından bahsetmememiz lâzım. Milli Takım Teknik Direktörlerimizin de bu yetenekleri parlatmak konusunda önemli görevleri var.

Söz yetenekten açılmışken, Türk futbolu bu sezon bir Arda fırtınası yaşıyor. Takım arkadaşın Arda'yı nasıl değerlendiriyorsun?

Arda gerçekten çok yetenekli bir oyuncu. Fakat Türkiye'de ne yazık ki kötü bir alışkanlığımız var. Birini ya göklere çıkartıyoruz ya da yerin dibine batırıyoruz. Her zaman aşırı uçlarda geziniyoruz ve ortasını bulamıyoruz. Arda'nın yeteneklerini kullanabilmesi için belki biraz daha anlaşılabilmesi ya da ondan her zaman ekstrem işlerin beklenmemesi gerekir. Fakat Arda gerçekten olağanüstü yetenekleri olan, kişiliği ve karakteri sayesinde bir gün en üst noktalara gelebilecek bir oyuncu.

Yabancı oyuncu üst düzeyde olmalı

Yabancı sayısı hep bir tartışma konusu ülkemizde. "6 yabancı kontenjanı genç Türk oyuncuların önünü kapatıyor" diye bir görüş var. Bu konuda ne düşünüyorsun?

Gelecek bir yabancı oyuncu, elde bulunan oyunculardan çok daha ileri düzeyde olmalı, yoksa transfer edilmemeli.

Peki, Türkiye'de yabancı transferlerin gerçekten bu kritere uygun yapıldığına inanıyor musun?

Sadece bazı durumlarda.

Genç kalecilerin sırasını beklemesi gerekiyor belki ama senin arkanda yıllardır bekleyen ve hiç şans bulamayan yetenekli gençler var. Onlara önerin nedir? Seni izleyerek yetişmeleri mi yoksa başka bir takımda oynayarak gelişmeleri mi daha doğru bir seçim olur?

Benim gençliğimde, şansıma başka bir takıma gidip orada tecrübe kazanmak çıkmıştı. Ben bu şahsi tecrübemden yola çıkarak ancak kendim için konuşabilirim. Bu durum benim iyiliğime oldu. Başka bir takıma gidip oynamanın çok faydasını gördüm. Fakat böyle bir genelleme yapmak tabii ki mümkün değil.

Defansta konsantrasyon eksikliğimiz var

Senin kaleciliğin tartışılmıyor. Önünde oynayan Tomas ve Song'un kalitesi de öyle. Ama Galatasaray ligin az gol yiyen takımlarından birisi değil. Bunu neye bağlıyorsun?

Gerek benim gerekse diğer arkadaşlarımın kişisel hataları oldu. Bu sezon diğer yıllara oranla çok daha fazla duran toptan gol yedik. Ne yazık ki kâh kornerden, kâh serbest atışlardan, alışkanlıklarımızın çok üzerinde gole geçit verdik. Bu belki bazen tecrübesizlik olarak nitelendirilebilir. Ama öyle zannediyorum ki bizim açımızdan bunu konsantrasyon hatası olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Boş bulunduğunuz anlarda böyle goller yiyebiliyorsunuz.

Galatasaray iç saha-dış saha ayrımını çok fazla yapan bir takım. Bu sezon deplasmanlarda beklenen başarıyı sağlayamadınız. Oysa takımda uluslararası tecrübesi yüksek oyuncular var ve bana deplasman baskısını bu kadar hissetmemeniz gerekiyor gibi geliyor.

Evet, zaman zaman takımların başına böyle şeyler gelir. Bizim Şampiyonlar Ligi'nde ve Avrupa kupalarında devam edemememizin nedenlerinden biri de bu oldu zaten. Fakat bu üzerinde çalışılması ve düzeltilmesi gereken bir hatadır. Bunu düzeltebileceğimize de inanıyorum.

Sakaryaspor kalecisi Martinez senden ve Cordoba'dan övgüyle söz ederken, "Onlardan çok şey öğrendim. Bana çok destek oldular" dedi. Kolombiya'da iyi bir kaleci eğitimi var sanırım.

Kolombiya Milli Takımı'nda çok iyi bir kaleci antrenörüyle çalışma şansına sahiptik. Her üçümüz de orada bir okulmuş gibi eğitim aldık. Bu bizim kaleci neslimizin bir kısmeti. Kendimizi çok iyi bir kaleci okulunda yetiştirme fırsatı bulduk.

Usta bir kaleci olarak Martinez'in performansını nasıl değerlendiriyorsun?

Martinez çok iyi ve hazır bir kaleci. Çok yetenekli ve zaten Türkiye'de bulunduğu kısa zamanda da bunu herkese gösterdi.

Sakatlık olmasın diye dua ederim

Maçlardan önce mutlaka dua ediyorsun, sevinçlerini de büyük bir coşkuyla yaşıyorsun. O anlardaki ruh halinden ve neler düşündüğünden söz edebilir misin?

Her şeyden önce maç sırsında bir sakatlık yaşanmamasını diliyorum. İlk önce bizim takımımızda sakatlıklar olmasın, fakat karşı takımda da sakatlıklar olmasın diye dua ediyorum. Sevinçlerdeki coşkuma gelince; ben maçtan maksimum keyfi almaya çalışan bir insanım. Son derece gerilimli geçen bir maçta gol bulduğunuz zaman bir patlama yaşıyorsunuz ve içinizde bastırmış olduğunuz bütün duyguları o anda bir kerede dışarı veriyorsunuz. Sonra yeniden geri dönüyorsunuz.

Artık "bizden biri" gibisin. Türk vatandaşı olmak istediğini de birkaç kez söyledin. Aktif futbol yaşantının sonlarına geliyorsun. Bundan sonraki hayatında ne yapmak istiyorsun ve Türkiye'nin hayatındaki yeri ne olacak?

Altı yıldır Galatasaray'dayım ve gelecekte de bu kurumun bir parçası olarak devam etmek istiyorum. Eşimle birlikte burada bulunmaktan son derece mutluyuz. Tüm ailemle birlikte İstanbul'da yerleşik bir hayat sürdürdük zaten. Türk vatandaşlığı konusuna gelince, kulübün bana kurumsal destek vermesi gerekecek. Ben ne kadar çabuk olabilirse o kadar iyi olacağını düşünüyorum ve bunu diliyorum.

Köpeklerin senin için çok değerli ve birisinin ciddi bir hastalıkla boğuştuğunu biliyoruz. Fenerbahçe maçında da bu konuyu vurguladın. Hayvan sevginden söz eder misin biraz?

Bu konuda konuşmasak daha iyi olur. Çünkü benim için son derece özel bir konu.

Röportaj: Mazlum Uluç