TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Mossoro: Hızlı çocuk! 1.12.2014
Mossoro: Hızlı çocuk!
Braga formasıyla Galatasaray'a gol atan Brezilyalı, 2 yıl sonra Süper Lig'de sarı-kırmızılı takıma karşı oynadığı ilk maçta da rakip kaleyi iki kez ziyaret etmeyi başardı ve tüm dikkatleri üzerine çekti. Brezilya'daki arkadaşlarının "Hızlı çocuk" olarak adlandırdığı 31 yaşındaki 10 numara, bu unvanı sadece ayaklarının çabukluğundan değil, düşünme süratinden de alıyor. Futbola salonda başlayan ve 10 yaşında "en iyi oyuncu" seçilerek kendisini gösteren Sambacı, bir 2. Lig takımıyla kaldırdığı Brezilya Kupası, Internacional'le ulaştığı Libertadores Kupası ve Braga ile Portekiz'i sallamasının ardından hünerlerini sergilediği Başakşehir'de de yeni başarıların peşinden koşuyor.

Röportaj: Mazlum Uluç / TamSaha

Fotoğraflar: Ufuk Ünal

Brezilyalı bir çocuk olmak, aynı zamanda iyi bir futbolcu adayı olmak anlamına da geliyor. Ancak bu durumun zor bir tarafı da var. Binlerce yetenekli çocuk arasından sıyrılıp bu işten para kazanacak düzeye ulaşmak büyük bir rekabeti de beraberinde getiriyor. Bu rekabetten kazançlı çıkan ve hayatını futboldan kazanmayı başarabilenlerden birisin. Böylesine zorlu bir rekabette ayakta kalmanı sağlayan en belirleyici özelliklerin nelerdi?

Ailemde futbol oynayan erkek kardeşlerim vardı ve ben de her Brezilyalı çocuk gibi sokakta futbol oynuyordum. Beni diğer çocukların arasından sıyıran kendime ve potansiyelime çok inanmam, asla vazgeçmemem ve futbolu önceliğim hâline getirmem oldu. Futbol her zaman 1 numaralı önceliğimdi. Hiçbir zaman zorluklardan yılmadım, asla pes etmedim. Bu süreçte bazı şeylerden de ödün vermem gerekiyordu. Mesela arkadaşlarıma fazla zaman ayıramıyordum. Bir delikanlı olarak kız arkadaşlarımla çok fazla dışarıya çıkamıyordum. Her şeyim futbol olmuştu. Dediğim gibi, kendime inanmam ve bazı şeylerden vazgeçmem sayesinde bugünlere geldim.

Brezilya'da futbolcu olmak bir anlamda zor hayat şartlarını da mağlup etmek demek. Brezilyalı oyuncuların pek çoğu futbolu hayata tutunmanın bir aracı olarak görüyor. Senin için de durum böyle miydi?

Ben de Brezilyalı oyuncuların çoğu gibi mütevazı bir aileden geliyorum. Fakirdik diyemem çünkü yemek bulma konusunda bir sıkıntı yaşamadık ama diğer aileler gibi büyük bir bolluk içinde de olmadık. Bugünlere gelmek için çok savaştım, çok uğraş verdim ve bunun sonucunda ailemin bugün sahip olduğu şeylere ulaşmasını sağladım. Çünkü onların da benden beklentileri vardı. Sadece kendime değil, onlara da bakıyordum. Bunun için sürekli mücadele ettim. Çok şükür ki futbol sayesinde bugün hem ben hem de ailem rahat bir hayat sürüyoruz.

Futbol topuyla ilk tanışman nasıl oldu? Altyapı eğitimini aldığın Ferroviario takımına nasıl seçilmiştin?

7 yaşında futbol oynamaya başlamıştım. Dediğim gibi önümde örnek alacağım abilerim vardı. Başlangıçta salon futbolu oynuyordum ve ilk başarımı da 10 yaşındayken salon futbolunda elde ettim. 72 takımın katıldığı bir turnuvada en iyi oyuncu ödülünü alınca tanınmaya ve dikkatleri üzerimde toplamaya başladım. 16 yaşındayken de Ferroviario takımına geçtim.

Paulista'da oynarken Brezilya Kupası'nı kazanıyorsun. Bize o başarıdan biraz söz eder misin? O dönemde 22 yaşındaki bir oyuncu olarak senin kupa zaferindeki rolün neydi?

Futbol kariyerim açısından en iyi olduğum yıllardan birisiydi. O kupada 12 maç oynadık. Paulista bir 2. Lig takımıydı ve kupada bütün maçlarımızı 1. Lig takımlarına karşı oynadık. Ben de o maçların tümünde oynama şansı buldum. Yarı final ve final maçlarında da goller attım. Zaten o başarıdan sonra 1. Lig takımlarının neredeyse hepsinden teklifler aldım ve ülkenin en büyük takımlarından Internacional'in kapıları da bu sayede bana açıldı.

Internacional'in 2006'da Libertadores Kupası'nı kazandığı kadroda sen de yer almıştın. Bu kupa zaferi için futbol kariyerinin en üst noktası diyebiliriz sanırım. O sezonda neler yaşadığını anlatır mısın?

Çok şükür futbol hayatımda önemli başarılara imza attım. Internacional'le Libertadores Kupası'nın kazanılması da bu başarılardan birisi. Yarı finale kadar tüm maçlarda oynadım ama sakatlıklarla boğuştuğum bir sezondu. Pubis sıkıntım nedeniyle final maçında yer alamadım. Zaten kupa biter bitmez de bir ameliyat geçirdim. Bir yandan çok önemli bir başarıydı ama yaşadığım sakatlık ve geçirdiğim ameliyat nedeniyle bende kötü bir hatırası da var.

Avrupa'ya ilk gelişin kiralama yöntemiyle oluyor ve Portekiz'de Maritimo formasını giyiyorsun. O sezonda 30 maça çıktığını ve 7 gol attığını görüyoruz. Bir sezonda attığın en fazla gole Maritimo'da ulaşmışsın. Bu gelişimin arkasında ne vardı?

Aslında Maritimo'ya alışmam çok da kolay olmadı. Çünkü ben geldiğimde sezon başlamış ve takım da iyi bir giriş yapmıştı. Dolayısıyla başlangıçta o başarılı takıma hemen girme fırsatı bulamadım. Aslında baktığınızda büyük bir yabancılık çekmemem gerekiyordu çünkü Portekiz'de dil ve kültür konusunda bir sıkıntı yaşamamıştım. Ama takımın iyi gitmesi benim işimi zorlaştırdı. Ancak giderek takımı ve arkadaşlarımı tanıdım, sezonun ikinci yarısından itibaren de sürekli oynamaya başladım. Zaten sözünü ettiğiniz toplam 7 golün 5'ini de son 7 haftada kaydettim.

Seni hücuma dönük bir orta saha oyuncusu olarak izliyoruz. Futbola başladığından beri aynı pozisyonda mı oynuyorsun?

Evet, futbola başladığımdan bugüne kadar hep 10 numara pozisyonunda oynadım.

Futbola başladığın dönemde idollerin, benzemek istediğin oyuncular var mıydı?

İlk idolüm Zico'ydu. O da zaten benim gibi 10 numara pozisyonunda oynuyordu ve Flamengo'da bir tarih yazmıştı. Ayrıca Türkiye'de pek tanınmayan Junior Paulista, futbol karakterimi etkileyen oyunculardan biri olmuştu. Bir de 31 yaşında olmama rağmen hâlâ futboldan bir şeyler öğrenmeye, kendimi geliştirmeye ve mükemmel hâle getirmeye çalışan bir oyuncuyum. Bu nedenle yaşı benden küçük olmasına rağmen Messi'yi dikkatle izliyor ve ondan kendi adıma bir şeyler kapmaya çalışıyorum.

Maritimo'dan Braga'ya transferin nasıl gerçekleşti?

Braga'ya transferim ilginç bir süreçti. Beni istediklerinde, "Bundan sonra kiralık olarak forma giymek istemiyorum, bonservisimi alırsanız gelir oynarım" demiştim. Bu nedenle transfer sürecim biraz uzadı. Braga'nın hocası, şimdi Benfica'nın başında bulunan Jorge Jesus'tu ve transferimi ısrarla isteyince kulüp de bonservisimle birlikte beni aldı. Tıpkı Maritimo'da olduğu gibi Braga'ya da geç katıldım. Ama şunu söylemeliyim ki, Braga benim ikinci evim. Orada hayatıma damga vuran çok güzel 5 yıl geçirdim. Orada çok güzel bir imaj bıraktığıma inanıyorum. Braga hayatımda çok özel bir yere sahip.

Portekiz futbolunda üç büyüklerin saltanatını yıkmaya en çok yaklaşan takım Braga oldu. Hem ligde şampiyonluk mücadelesi verdi hem de UEFA Avrupa Ligi'nde Benfica ile final oynadı. Sen de o takımın önemli parçalarından birisiydin. Bize üç büyüklere kafa tutmayı nasıl başardığınızdan söz eder misin?

Braga'daki süreç aslında burada Başakşehir'de yaşadığım sürece benziyor. Braga da tıpkı Başakşehir gibi bir proje takımıydı. O günlerde pek adı duyulmamıştı ve başkan, hocaya "istediğin oyuncuları alabilirsin" diye bir açık çek vermişti. O zaman bize söylenen de sonuçların bir sene içinde gelmeyeceği, sabırlı olunacağı, 2-3 sezon sonra hedeflere ulaşılacağı şeklindeydi. Ama biz daha ikinci sezonda çok başarılı sonuçlar elde etmeyi başardık. Hocamız Jorge Jesus ayrılmış olsa da onun kurduğu temel devam etti. İkinci sezonumuzda çok az bir puan farkıyla Benfica'ya şampiyonluğu kaptırdık. Dördüncü sezonda ise son 5 hafta kala hem Porto'nun hem de Benfica'nın önündeydik ve ufak detayları lehimize çevirebilseydik şampiyon olacaktık. Ama o maçlarda büyük takımların karakteri ortaya çıkıyor. Futbolda büyük takımlar vardır ama sahada oynayan oyuncular yürekten inanırlarsa onlar da başarabilir. Bu anlamda Braga adına o dönemde çok iyi işler yaptığımızı düşünüyorum.

Braga'daki son sezonunda 35 maça çıkıp 6 gol ve 9 asistle oynamana ve oldukça başarılı bir sezon geçirmene rağmen takımdan ayrılmanın nedeni neydi?

Bu ayrılık benim için de sürpriz olmuştu. Çünkü Braga'yla hâlâ 2 yıllık kontratım vardı. Tatilde olduğum sırada bir telefon geldi ve beni Suudi Arabistan'dan istediklerini bildirdiler. O dönemde takımın başına yeni gelen teknik direktör Jesualdo Ferreira'nın da başka projeleri vardı ve takımda farklı oyuncular istiyordu. Beni isteyen Al-Ahly'nin hocası, daha önce Porto'yu çalıştıran Vitor Pereira'ydı. Beni yakından tanıyor, güveniyor ve istiyordu. Braga'da istediğim süreyi alamayacağımı anlayınca Al-Ahly'nin teklifini kabul ettim.

Al-Ahly tercihin ilginç. O dönemde 30 yaşında olmana rağmen daha çok emekli oyuncuların gittiği bir ligde yer almanın sebebi neydi?

Öncelikle şunu söyleyeyim; oraya futbolu bırakmak için gitmedim (gülüyor). Üstelik Suudi Arabistan'da yaşadığım deneyimlerden çok şey öğrendim. Orada insanlar futbolla yaşamıyor. Brezilya'da, Portekiz'de ve şimdi bulunduğum Türkiye'de ise futbol bir tutku. Suudi Arabistan'da futbol sadece boş zamanları değerlendirme aracı olarak görülüyor. Ayrıca aşırı sıcak bir ülkeydi ve idmanlarımızı gece yapmak zorunda kalıyorduk. Hocam Portekizli olmasına ve aynı dili konuşmamıza rağmen adapte olmakta zorlandım. Oradaki futbol mantalitesi, bir takım ne kadar çok koşarsa o kadar başarılı olur şeklindeydi. Teknik bakımdan çok geridelerdi. Maddi durumları ve imkânları iyiydi ama profesyonellik ve organizasyon anlamında hâlâ geliştirmeleri gereken çok şey olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz sezon yaşadığım bu tecrübe sayesinde şu anda oynadığım takımın değerini çok iyi biliyorum.

Başakşehir'e transferin nasıl gerçekleşti?

Bir gün menajerim aradı ve Başakşehir'in benimle ilgilendiğini söyledi. Ben de Suudi Arabistan'dan ayrılmak istiyordum ve bu teklif benim için çok güzel bir sürpriz oldu. Bu süreçte takımın eski kalecisi Portekizli Eduardo ile görüştüm. Bana buradaki her şeyin çok güzel olduğunu anlattı. Gerçi onun oynadığı İstanbul Büyükşehir Belediyespor döneminde tesisler bugünkü durumda değildi ama yine de çalışma düzeninin ve insanların ne kadar iyi olduğundan söz etti. Hatta o dönemden bu yana görevini sürdüren Recep Uçar Hocamızın ne kadar düzgün bir insan olduğundan özellikle bahsetti. Ben de kariyerimde bir değişiklik istiyordum ve Eduardo'nun da referansıyla Başakşehir'e geldim.

Türkiye'ye gelmeden önce Süper Lig hakkında neler biliyordun?

Kafamda Türkiye ile ilgili pozitif bir imaj vardı. Bir kere Türkiye'deki insanların futbolu ne kadar çok sevdiğini biliyordum. Bomboş statlarda oynamakla 10-15 binin üzerinde seyircilerin bulunduğu statlarda oynamak arasında büyük fark var. Futbolu böylesine derinlemesine yaşayan bir ülkede oynayacak olmak da beni heyecanlandıran bir faktördü. Bunun dışında, son yıllara baktığımızda Türkiye'ye çok önemli isimler geldi. İlk etapta hemen Didier Drogba, Wesley Sneijder, Felipe Melo gibi oyuncuları sayabiliriz. Kariyerli oyuncuların Türkiye'yi tercih etmesi de benim kararımı olumlu yönde etkiledi.

Braga'da forma giydiğin dönemde Galatasaray'a karşı oynadığın ve gol attığın maç da sende Türk futbolu hakkında bazı fikirler oluşturmuş olmalı… Türk futboluyla ilk temasını sağlayan o maç hakkında neler söylersin?

O maç grubun son maçıydı. Galatasaray gruptan çıkmak için oynuyordu, bizimse bir iddiamız yoktu. Sadece maçı kazanarak kulübümüzün kasasına UEFA'nın vereceği 1 milyon euroyu koymak istiyorduk. Aslında o sezon iyi bir futbolcu grubuna sahiptik ama istediğimiz sonuçları alamamıştık. Galatasaray'a da 2-1 yenildik ama Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk golümü attığım o maç benim kişisel kariyerim açısından elbette önemliydi.

Sanırım Galatasaray'ın senin kişisel kariyerinde farklı bir yeri var. Çünkü Başakşehir formasıyla Galatasaray'a karşı çıktığın ilk maçı 4-0 kazandınız ve o maçta da iki gol atmayı başardın.

Futbolda rastlantılar ve şans faktörü vardır. Ama elbette bu faktörlerin arkasında mutlaka çok ciddi bir çalışma performansı bulunmalıdır. Dediğiniz gibi Galatasaray maçlarında benim adıma her şey süper geçti ama bunun arkasında ciddi bir çalışma faktörü var. Ben hâlâ çalışmaya ve kendimi geliştirmeye devam ediyorum.

Süper Lig'de oynanan futbolu Brezilya ve Portekiz ligleriyle kıyaslarsan neler söylersin?

Brezilya futbolu aslında her şeyden biraz barındırıyor. Diğer ülkelerden en önemli farkı ise çok açık bir futbol oynanması... Bu nedenle çok gollü maçlar izleyebiliyorsunuz. Tekniğin ve futbolcu kalitesinin ön plana çıktığı bir futbol var Brezilya'da. Portekiz'de ise daha çok taktiğe dayalı ve bir sürü organizasyonun çalışıldığı bir futbol oynanıyor. Türkiye'de gördüğüm şey ise daha çok uzun topa dayalı bir anlayış. Oynadığım maçlarda gördüğüm kadarıyla top defanstan ileriye atılıyor, beş kişi koşuyor, rakip stoper topu kazandığında o da aynı şekilde ileriye vuruyor ve bu kez diğer beş oyuncu o topu kazanıp bir şeyler yapmaya çalışıyor. Elbette her takım için aynı şablondan söz etmiyorum ama genel görüntünün de bu olduğunu söyleyebilirim. Daha çok uzun pasa dayalı ve herkesin topun peşinden koştuğu bir oyun var Türkiye'de. Ben daha çok yerden paslarla oynanan bir futbola alıştığım için bu oyun anlayışı içinde zorluk çekebiliyorum.

Bugüne kadar pek çok oyuncuyla çalıştın. Abdullah Avcı'yı diğer teknik adamlardan ayıran en belirgin özellikleri neler?

Abdullah Hocanın en önemli özelliği takımını her rakibe göre özel olarak hazırlaması. Rakipleri çok iyi analiz ediyor ve biz her maça çıkarken rakibimizin tüm özelliklerini biliyor, buna göre tedbirler alıyor veya hücum organizasyonları düzenliyoruz. Bunun dışında kazandığımız maçlardan sonra bile gevşememize asla izin vermiyor. Ligin en altındaki rakiple oynasak bile o takımı da bir şampiyon adayı gibi ele almamızı sağlıyor. Ayrıca yaptırdığı antrenmanlar sayesinde ligin en az gol yiyen takımıyız.

Başakşehir kulübü, antrenman tesisleri ve stadıyla bir bütünlük arz ediyor. Geçmişteki kulüplerinle Başakşehir'in sahip olduğu bu imkânları kıyaslarsan neler söylersin?

Başakşehir Kulübü'nün sahip olduğu tesisler için tek bir kelime kullanabilirim, mükemmel. Burada tüm imkânlara sahibiz. En kaliteli yemeği yiyoruz, en iyi idman gereçlerini kullanıyoruz. Sağlık ekibimiz yanımızda. Yönetim, futbolcunun sadece futbolu düşünmesini istiyor ve biz de bu sayede başka hiçbir şeyle ilgilenmeden futbola odaklanıyoruz. Bugüne kadar gördüğüm en mükemmel imkânlara Başakşehir'de sahibim.

Türkiye - Brezilya maçını TFF'nin davetlisi olarak tribünden izledin. Dunga'nın Brezilyası ve Türkiye hakkında neler düşünüyorsun?

Brezilya'dan başlarsak, açıkçası konuşmak için çok erken. Çünkü kadro Dünya Kupası'ndaki kadroyla aşağı yukarı aynıydı. Savunmanın ortasında Thiago Silva yoktu ama o da takıma dönecektir. Defansta değişen iki bekti. Orta saha ve hücum bölgesinde de sadece santrfor farklıydı. Bence değişim uzun bir süreçtir. Almanya'ya baktığınız zaman 8 yıl çalışılmış ve uğraşılmış bir proje var karşımızda. Bunun akabinde Dünya Şampiyonluğu geldi. Bizim için Almanya maçı bir kâbustu ve tüm Brezilya halkı bu kâbustan uyanmaya çalışıyor. Dünya Kupası'nın ardından oynanan hazırlık maçlarında seri galibiyetler alındı ama bunlar hiçbir şey ifade etmiyor. Sistemin oturması için Almanya örneğinde olduğu gibi uzun bir zaman gerekiyor ve bunun için de beklememiz lâzım. Türkiye için konuşmak gerekirse, hoca da oyuncular da çok kaliteli ancak saha içinde bu kalitenin karşılığı olan sonuçlar alınamıyor. Hoca daha önce Millî Takım'da çalışmış ve başarılı sonuçlar almış olsa da bu dönemde takımın başına yeni geldiği söylenebilir ve kaliteyi ortaya çıkarmak için de zamana ihtiyaç duyuyor olabilir.

Süper Lig'de hangi oyuncuları beğeniyorsun, şampiyonluk adayın hangi takım?

Çok iyi oynayan ve ön plana çıkan futbolcular var ama isim isim aklıma gelmiyorlar. Gördüğüm kadarıyla Fernandao'nun oynadığı takım (Bursaspor) güzel futbol oynuyor. Şampiyonluk adayına gelince, Türkiye'de üç büyükler gerçeği var. Aralarında da çok büyük farklar yok. Gördüğüm kadarıyla şampiyonluk yarışı bu takımlar arasında geçecek. Ama elbette sürpriz takımlar da çıkabilir ve futbolun güzelliği de zaten burada. Bizim hedefimiz ise ilk 10 takım arasında yer almak. Şu anda daha büyük hedeflerden söz etmiyorum çünkü yeni kurulmuş bir takımız ve sadece olabildiğince üst sıralarda yer almak istiyoruz.

Futbol kariyerini nasıl planlıyorsun ve buradan ayrıldığında nasıl anılmak istiyorsun?

Türkiye'de kalabildiğim kadar uzun süre kalmak istiyorum. Türkiye'yi ve kulübümü çok sevdim. İlk geldiğim günden beri çok iyi ağırlandım. Adaptasyon sürecim de çok kısa sürdü. Umarım kontratımı uzatır ve uzun yıllar Türkiye'de oynarım. Tıpkı Portekiz'de olduğu gibi Türkiye'de çok iyi bir imaj bırakmak istiyorum. Bunu da takımımla başarılar elde edip tarih yazarak elde edebilirim. Yeni bir kulübüz ve başarılara açız. Bu açlığı giderebilecek bir kupada benim da imzamın bulunmasını istiyorum.