TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Çok özel bir yardımcı: Tayfun Korkut 2.03.2012
Çok özel bir yardımcı: Tayfun Korkut

Almanya'da yetişen, Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi iki büyük takımda oynayan, gurbetten gelip ülke şartlarına çok çabuk ayak uyduran ve Millî Takımımızda da defalarca forma giyen bir istikrar abidesiydi o. Futbolculuk kariyerini La Liga'da Real Sociedad ve Espanyol formlarını giyerek taçlandırdı. Teknik adamlığa da adımını yine İspanya'da attı. Real Sociedad'ın altyapısında başladığı kariyerinde 1 yıl boyunca İspanya'yı dolaşıp ülke futbolunu gözlemledi. Ardından Almanya'da Hoffenheim ve Stuttgart'ın altyapılarında çalıştı. UEFA Pro Lisansı'nı Köln Spor Akademisi'nden alan ve A Millî Takım'da Abdullah Avcı'nın yardımcılığını üstlenen genç teknik adam, uluslararası tecrübe ve bilgilerini TamSaha ile paylaştı.

Röportaj: Mazlum Uluç

Sizi en son Gençlerbirliği'nde futbol oynarken hatırlıyoruz. Sonrasında futbolu bırakıp İspanya'ya gittiniz. Şimdi de A Millî Takımımızın teknik ekibinde yer alıyorsunuz. Türkiye'den ayrıldığınız günle geri döndüğünüz zaman arasında neler yaptınız?

2006'da futbolu bıraktıktan sonra ilk etapta Real Sociedad'ın altyapısında çalışmaya ve antrenörlük lisanslarıma başladım. UEFA Pro B Lisansı aşamasından kursa girerken Real Sociedad'ın altyapısında hocalık, U19 takımında da yardımcılık yapıyordum. Ertesi yıl tüm İspanya'yı gezerek farklı kulüplerde ülkenin çalışma tarzını ve futbol felsefesini inceledim. İspanya'da sadece takımlar değil bölgeler arasında da futbol tarzı değişiklik gösterebiliyor. Bu değişiklikleri gözlemlemeye çalıştım. Barcelona, Espanyol, Real Sociedad, Villarreal ve Valencia'da staj yaptım. Bu kulüplerde hem altyapı hem de A takım düzeyinde inceleme fırsatı buldum. Kendimi geliştirmek adına yollara düştüm yani. Aynı yıl UEFA A Lisansımı aldıktan sonra Hoffenheim kulübünden U17 takımını çalıştırmak üzere bir teklif aldım.

İspanya'yı bırakıp Almanya'ya dönmek daha cazip mi geldi?

Almanya'da altyapılarda çok profesyonelce çalışılıyor. Özellikle U17 ve U19 Ligleri çok çekişmeli geçiyor. Bunun iyi bir adım olacağını düşünerek teklifi kabul ettim ve 1 sezon çalıştım. Bu sırada Köln Spor Akademisi'nde verilen UEFA Pro Lisans kursuna başvurdum. 300 aday içinden 25 kişi arasına girerek kursu kazandım. 11 ay sabahtan akşama geçen bir eğitimin ardından UEFA Pro Lisansımı da Köln Spor Akademisi gibi dünyanın 1 numarası kabul edilen kurumdan aldım. Hemen ardından Stuttgart U19 takımından bir teklif geldi. Stuttgart, altyapısı çok kuvvetli bir kulüp. Son yıllarda Mario Gomez, Hleb, Serdar Taşçı gibi önemli oyuncular yetiştirdiler. Teklifi kabul edip Stuttgart'a geçtim ve 6 ay çalıştıktan sonra Millî Takım'a geldim.

Teknik adam olabilmek için oldukça meşakkatli ama bir o kadar da dolu dolu bir yoldan geçmişsiniz.

Antrenörlükle futbolculuk arasında büyük farklılıklar olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla sadece futbolculuktan taşıdığınız donanımla iyi bir teknik adam olmanız söz konusu değil. Ben de futbolcukta olduğu gibi teknik adamlıkta da iyi bir altyapıdan gelmek istedim ve son 5 senemde de bunu gerçekleştirmeye çalıştım. Yaşadığım bu süreç, hem şimdi üstlendiğim görevde hem de bundan sonraki teknik adamlık kariyerimde sağlam temeller üzerinde durmamı sağlayacak.

Millî Takım'a gelişiniz nasıl oldu? Size teklifi kim getirdi?

Abdullah Hoca beni aradı ve görüşmek istedi. Benim için güzel tarafı şuydu; hoca daha önce benimle hiç çalışmamış, futbolcu olarak sadece rakip kimliğiyle tanımış bir insan. Yani beni yakından tanımıyor. Dolayısıyla beni tanıdığı için veya arkadaşı olduğum için gelmedim Millî Takım'a. Bu durum benim için çok çok önemli. Hocanın bana olan güveni, benim ne yaptığımı takip etmesi ya da bu konuda bilgi alması beni gururlandırdı. Benim açımdan böyle bir teklifi kabul etmemek gibi bir ihtimal yoktu. Aslında çalıştığım yer de gelişimim açısından çok iyiydi. Stuttgart U19 takımıyla ilk yarıyı lider bitirmiştim ve şampiyon olma ihtimalimiz yüksekti. Böyle bir şampiyonluk benim de önümü açabilirdi. Ama dediğim gibi Millî Takım futbolculuk dönemimde olduğu gibi hocalık dönemimde de çok farklı bir yer. Seve seve geldim. O güveni ve elektriği de hocadan aldım. Burada çok iyi bir ekip olduğumuzu düşünüyorum.

Ekip olma konusu önemli. Siz Almanya'dan gelip Türkiye'ye en kolay uyum sağlayan ve dolayısıyla başarılı olan oyunculardan biriydiniz. Uyum da takım olmanın en önemli parçası değil mi?

Yurtdışında yetişen oyuncuları en iyi anlayabilen kişilerden birisi ben olabilirim. Sonuçta onların çoğunun ne düşüncede oldukları, nasıl bir hayattan geldikleri konusunda en fazla tecrübeye sahip insanlardan birisiyim. Onların arasında elbette benim gibi kolay uyum sağlayabilecek olanlar da vardır, sorunlu olanlar da vardır. Tıpkı Türkiye'deki oyuncularda olduğu gibi. Sonuçta önemli olan, takıma en iyi adapte olabilecek oyuncuları bulabilmek.

Almanya futbolu bugün adeta Türk futbolunun ve Millî Takımlarımızın altyapısı gibi. Bizim burada 75 milyonluk nüfusla başaramadığımızı Almanlar orada 2.5 milyonluk Türk nüfusla nasıl başarıyor?

Çok basit. Benim futbola başladığım günden bugüne kadar Türkiye'de konuşulan şey hep eğitim, eğitim, eğitim. Ama biz bu eğitim konusunu, uygulama aşamasına getiremiyoruz. Almanlar 10 sene evvel altyapılarla ilgili yeni bir sistem kurdu, bunu uygulamaya da koydu. Özellikle kulüp lisans talimatlarının içine altyapılarla ilgili kriterleri yerleştirdiler ve bu sistem onları bir yerlere taşıdı. Bizim oyuncularımız yetenekleriyle bir noktaya gelirken, Alman oyuncular yeteneklerini sistemli bir eğitimle birleştiriyor. Bence gelecek 10 senenin en üst düzey oynayan takımlarından birisi Almanya olacak.

Alman Millî Takımı'nın başında bulunan Joachim Löw, Fenerbahçe'de çalıştığı dönemde teknik direktörlüğünüzü yapmıştı. Onun Almanya'daki gelişim sürecine katkısı nedir?

Löw'le sürekli kontak halindeydim ve tecrübelerinden faydalanıyordum. Almanya'daki genel felsefeyi de değiştirdi. Almanya artık sadece güce ve sisteme dayalı oyun yerine topa daha çok sahip olan ve yeteneklerini de üst düzeyde kullanan bir takım haline geldi. Almanya bir yandan da ülkedeki göçmenleri sisteme katarak bir farklılık oluşturdu. Polonyalılar, Türkler, Afrika kökenliler, Alman futboluna teknik ve yetenek olarak bir çeşitlilik kattı. Tabii bu göçmenlerin tümü de Alman sisteminin eğitim tezgâhından geçti. Almanlar bu işi 5 ayda yapmadı. Mesela Löw 2004 senesinden beri Alman Millî Takımı'nın başında. Geldikleri nokta böyle bir çalışmanın ürünü. Biz her şeyin 2 ayda olmasını istiyoruz. Oysa sistem ve eğitimin yanına sabır ve istikrarı da eklememiz gerekiyor.

Almanya'daki Türk oyuncuları Millî Takımlarımıza kazandırmak için nasıl bir yöntem izlemek gerekiyor?

Şunu bilmemiz gerekiyor, onlar orada doğan ve iki kültür arasında kalan insanlar. Ama ne olursa olsun önemli olan aile içinde aldıkları eğitim. Ve bu eğitim onları kesinlikle Türkiye'ye meyilli hale getiriyor. Onun için çok peşlerinden koşmamız gerekmiyor. Köln'de Erdal Hocanın başında bulunduğu bir ofisimiz var ve çalışmalarımız iyi gidiyor. Alt yaş gruplarında önemli olan şey iletişim. O çocuklar zaten Türk olma duygusunu içlerinde taşıyor. Biz onlara burada kendilerine her zaman açık bir kapı olduğunu gösterirsek sorun kalmaz. O yaştaki oyuncuların dalgalanmalar yaşayabileceğini de unutmamak gerekiyor. Bazen iniş yaşadıklarında da onlara, "Sen yine bizim oyuncumuzsun" duygusunu vermemiz lâzım. Mesut'u göz önüne aldığımızda ise başka bir durumla karşılaşıyoruz. Mesut profesyonel bir karar verdi ve Alman Millî Takımı'nın o günün koşullarında daha başarılı olduğunu düşünerek onları tercih etti. Bizim de Millî Takımlarda A takımdan Genç Millî Takımlara kadar istikrarlı bir çizgi yakalamamız gerekiyor.

İspanya ve özellikle Barcelona'nın oyuncu yetiştirme sisteminden de söz eder misiniz?

Onların oyuncu yetiştirirken amacı sadece teknik ve taktik bilgi vermek değil; işin içine biraz da ruh katmak istiyorlar. Bu konuda Barcelona biraz daha özellikli. Kendi yetiştirdikleri oyuncular yıllarca o kulübün içinde bulundukları için A takıma geldiklerinde daha farklı bir ruh ve istekle oynuyor. Kulüplerini sahipleniyor, o kulübün efsanesi olmak istiyorlar. Tıpkı Xavi gibi, Puyol, gibi, Iniesta gibi... İspanya'da bu sistemin üzerine kurulu çalışmalar var. Kulüpler bu çalışmaları yaparken federasyon da kriterler koyarak, kulüpleri hem destekleyip hem de kontrol ederek sistemin yürümesini sağlayacak. Sonuçta bu işten kazançlı çıkacak olan sadece federasyon ve ülke futbolu değil.

Başka kimler kazanacak?

Kulüpler kazanacak. Ama biz daha bunun pek farkında değiliz. Benim çalıştığım Stuttgart takımı son 5 senede oyuncu satışından 100 milyon euro gelir elde etti. Bakın aşağı-yukarı 100 demiyorum, tamı tamına 100 milyon euro. Sadece Gomez'in satışından 37 milyon euro kazandılar. Hleb, Rudy, Beck gibi oyuncular hep 6-7 milyon euroluk bonservis bedelleri kazandırdı kulübe. En son Leno 7 milyon euroya Leverkusen'e gitti. Khedira'nın Real Madrid'e transferi kulübe 14 milyon euro kazandırdı. Yani altyapıya yaptığınız yatırımın karşılığını maddi-manevi alırsınız. Bakın iddia ediyorum, Almanya bugünkü takımının yerine ikinci bir Millî Takım çıkartabilir. Bunu U19 ve U17 düzeyinde de yapabilir. Tabii bizim sistemimizi kurarken başarılı örneklerin doğrularını almamız ve üzerine kendimizden de bir şeyler katmamız gerekiyor. Hiçbir şeyden korkmamıza gerek yok. Yeter ki doğru kriterleri koyalım ve uygulayalım. Son derece yetenekli oyunculara sahibiz. Avrupa'nın Brezilyası olabilirdik. Bizim oyuncularımız hâlâ başarıya aç ve bu çok önemli bir artı. Bu kriterleri koyarken bazı esneklikler tanımalı ama çizdiğimiz doğru yoldan sapmadan sonuna kadar yürümeliyiz.

Temel sorunlarımızdan birisi de genç yeteneklerin işlenmesi ve yukarıya taşınması. 17-18 yaş seviyesine kadar uluslararası alanda rakiplerine üstünlük sağlayan genç oyuncularımızın büyük bölümü A takım seviyesine ulaşamıyor ya da o düzeyde aynı başarıyı gösteremiyor.

Takımlar sadece sonuca odaklı ve günü kurtarmak için çalışılmamalı. Bu, genç oyuncular için iyi bir ortam değil. U19'la A takım arasındaki liglerin kalitesi de çok önemli. Mesela Almanya'da ikinci takımlar normal ligde mücadele ediyor ve oyuncular daha iyi pişiyor. Khedira'nın kardeşi Stuttgart'ta benim talebemdi. Yılbaşında U19'dan B takıma çıktı. Normalde 1.5 yıl daha U19 kategorisinde oynayabildi. Ama kulüp bunun planlamasını yapıyor, "1-2 yıl sonra ben bu oyuncuyu yukarıya taşıyacağım" diyor. Kulübün 18 yaşındaki oyuncudan A takımda oynama beklentisi yok. Oynayabilirse ne alâ ama oynayamazsa bile futbolcuya gereken zamanı tanıyor, sabrediliyor. Oyuncuyu yürüttükleri yolda hep yanında yer alıyorlar. Bir da A takımlar altyapıyla çok düzenli ve sistemli çalışıyor. Stuttgart'ta sadece A takımla altyapı arasındaki irtibatı sağlayan bir görevli vardı. Bu sistemin Türkiye'de olması gerekiyor.

Sorunlarımızdan birisi Avrupa'ya yeterince oyuncu ihraç edememek. Siz Türkiye'den La Liga'ya gitmiş bir oyuncu olarak bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yetenek olarak kesinlikle bir eksikliğimiz yok. Bizim eksikliğimiz oyun sistemine uymakta, şehre ve yaşama adaptasyon sağlamakta olabilir. Türkiye'de oyun sistemine uyma konusunda gerçekten de bir sıkıntı var. Futbolcularımızın çoğu birçok şeyi yetenekleri sayesinde başarıyor.

Futbolumuzun eksiklerinden söz ettik ama bir de 1980'li, 90'lı yıllara oranla ciddi bir ilerleme söz konusu. Düzenli olmasa da büyük turnuvaların finallerine katılabilen ve iyi sonuçlar alabilen bir Millî Takımımız var. Sizin Türkiye'ye ilk geldiğiniz dönemdeki şartlarla bugünü kıyaslarsak Türk futbolunun nereden nereye geldiğini söyleyebiliriz?

Ülkemizde her alanda ne kadar dalgalanma varsa, aynı şey futbolda da mevcut. Mesela tesisleşmede ve oyun tarzında bir standardımız yok. Çok daha iyi yerde olabilirdik ama olamadık. Bu konuda bir özeleştiri yapmamız ve bazı şeyleri değiştirmemiz gerekiyor. Bir başarıyı yakalayıp üzerine koymalıyız. Sabırla o devamlılığı sağlamamız gerekiyor.

Siz 1996 Avrupa Şampiyonası'na katılan ve futbolumuzda çığır açan kadronun önemli parçalarından biriydiniz. 1996'nın ardından Euro 2000 finallerinde de yer aldınız. O dönemde futbolumuza çağ atlatan faktörler nelerdi sizce?

O dönemdeki jenerasyon bizi başarıya taşıdı. Çok iyi hocalar ve oyuncular aynı dönemde bir araya geldi, bir sinerji oluştu ve o sinerji bizi ülke standartlarının üzerinde başarılara götürdü. Bence bu başarılar bir sistemin, planlı bir çalışmanın ürünü değildi. Biz şimdi yine öyle bir jenerasyonun gelmesini mi bekleyeceğiz? Hayır, bekleyemeyiz. Eğer beklersek hiçbir yere gidemeyiz. Sadece yeteneklerimize güvenmememiz, sistemi kurmamız ve sabırla üzerinde çalışmamız gerekiyor.

Millî Takım'ın başındaki teknik adamın yerli mi yabancı mı olması gerektiği hep tartışılır. Siz futbolculuk dönemi tecrübelerinize bakarak teknik adamın ülkesinin, yaptığı göreve etkisi konusunda neler söylersiniz?

Bu konuda pozitif örnekler de var, negatif örnekler de. Bence her ülkenin kendi kültürüne göre bir karar vermesi gerekiyor. Her ülke, "Benim insanıma hangi tarzda bir antrenör uyar?" sorusuna doğru cevabı verebilmeli. Hangi tarzda antrenör derken sadece teknik direktörlük özelliklerinden değil, insani vasıflarından da söz ediyorum. Benim yerli ya da yabancı hoca olsun gibi bir düşüncem yok. Yabancı hocaların başarı sağladığı örnekler de var çünkü. Ama istatistiklere bakarsak Türkiye'nin başarılı olduğu bütün turnuvalarda takımın başında yerli teknik direktörler var. Peki biz buradan yola çıkıp Hiddink'e "Kötü teknik direktör" mü diyeceğiz? Bunu söylemeye kimsenin hakkı yok. Hayatı boyunca başarılı olmuş ama burada başarı sağlayamamış. Ben de bunu futbolculuk hayatımda yaşadım. Real Sociedad'da çok başarılı oldum, Espanyol'da aynı performansı gösteremedim. Bunun bir çok nedeni olabilir. Dolayısıyla teknik adamlar için de aynı şeyler geçerli. Bizim ekibin başarılı olacağının da garantisi yok. Futbol o kadar farklı faktörlerin birleşiminden oluşuyor ki... Yöneticiler, hocalar, futbolcular, ortam, basın, şans, ilişkiler... Bir çok faktör var. Eğer bu iş bu kadar kolay olsaydı her turnuvada şampiyon olurduk.

Millî Takım'da unutulmaz maçlarınız hangisiydi?

Hiç kuşkusuz 1999'da Münih'te oynadığımız Almanya maçıydı. 2000 Avrupa Şampiyonası elemelerinde 0-0 berabere kaldığımız maç. Orada yetişmiş, orada büyümüş bir oyuncusunuz, Olimpiyat Stadı'na çıkıyorsunuz ve bir bakıyorsunuz bütün tribünler kıpkırmızı. Almanya'da yaşayan Türklerin hepsinde bir Türklük gururu vardır. Hele bir de Almanya ile oynuyorsanız bu gurur daha da ön plana çıkar. Çünkü orada yaşayan Türkler günlük yaşamlarında hep Almanlarla iç içe. İnanılmaz bir rekabetten söz ediyoruz. Dolayısıyla o maçta çok farklı duygular yaşadım. Benim en fazla etkilendiğim maçtı. Millî Takım'da attığım bir gol var, o da Azerbaycan maçında. 2002 Dünya Kupası elemelerinde Azerbaycan'ı yendiğimiz maçın ilk golünü kaydetmiştim.

Millî Takım havuzunu oluşturan bugünün oyuncularını nasıl değerlendiriyorsunuz? Elimizde yine iyi bir jenerasyon olduğunu söyleyebilir misiniz?

Bugünkü jenerasyon da başarılı olabilecek kalitede. Ama başarıya ulaşmak için çok şeyi doğru yapmamız gerekiyor.