TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Veli Kavlak: "Başarımı aile düzenime borçluyum" 1.02.2012
Veli Kavlak: "Başarımı aile düzenime borçluyum"
Beşiktaş'ın yeni atom karıncası bitmeyen enerjisiyle saha içinde mekik dokuyor ve hem savunmasını hem de hücumcularını rahatlatıyor. Rapid Wien kadrosunda 16, Avusturya Millî Takımı kadrosunda ise 17 yaşında şans bulan, U20 Dünya Kupası'nda yarı final oynayan 23 yaşındaki oyuncu, erken başarılara rağmen ayaklarının yere basmasını aileden gelen birikime ve hocalarının ikazlarını dinlemesine bağlıyor. İstanbul'daki ilk sezonunda yaptığı sürpriz çıkışta da İzmir'den gelen amcasının ailesiyle kurduğu sıcak ortamın büyük payı var.

Röportaj: Mazlum Uluç

1988 Viyana doğumlusun. Öncelikle ailenin nereli olduğunu, ne zaman ve hangi nedenle Avusturya'ya göç ettiğini sorarak başlayalım istersen röportaja…

Viyana'ya çalışmak için ilk giden dedemmiş. Babam da sonradan dedemin yanına gitmiş ve orada kalmış. Aslen İzmir, Ödemişliyiz. Dört kardeşiz. En büyükleri benim. İki erkek, bir kız kardeşim var. Kardeşlerimin içinde futbolla ilgilenen başka kimse yok ama babam da amcam da geçmişte Ödemişspor'da oynamış. Babam Viyana'ya geldikten sonra da amatör düzeyde futbol oynamayı sürdürmüş.

Futbola 7 yaşındayken Post Wien takımında başladığını biliyoruz. Futbola başlamanda kimin etkili olduğunu ve o dönemi kısaca anlatır mısın bize?

Ben 16. Viyana'da büyüdüm. Evimizin yakınında bir park vardı; Türk ve Yugoslav çocukları bir araya gelip sabahtan akşama kadar o parkta futbol oynardık. Sonra bir gün babam beni elimden tutup evimizin yakınındaki Post Wien takımına götürdü. O takımda iki gün antrenmana çıktıktan sonra Rapid Wien beni transfer etti.

Evet o konu ilginç. Rapid Wien seni iki günde nasıl keşfetmişti?

İlk gün antrenmana çıkmıştım, ikinci gün de Rapid'in ezeli rakibi Austria Wien'le maçımız vardı. Rapidliler beni o maçta izleyip beğenmiş, hemen transferime karar vermişler. O gün iyi futbol oynamış, gol de atmıştım. Ertesi gün Rapid Wien'e gittim, antrenmanda denediler ve beni altyapılarına kattılar.

Yaklaşık 9 sene altyapının çeşitli kategorilerinde forma giydin. A takımla ilk maçına çıktığında ise 17 yaşını bile doldurmamıştın. O dönemdeki hocan Hickersberger, şampiyonluk mücadelesi verdiğiniz sezonun son iki maçta formayı sana teslim etmişti. Bu kadar erken yaşta, bu kadar kritik mücadelelerde hocanın sana güvenip şans vermesinin nedeni neydi?

16 yaşındayken 19 yaş grubu takımında oynuyordum. Oradan amatör takıma geçiş yapacak, sonra da başarabilirsem A takıma çıkacaktım. O dönemde A takımın katıldığı bir salon turnuvası düzenlendi. Hickersberger o turnuvada as oyuncularının yerine genç oyuncuları görmek istemişti. U19 takımından beni de kadroya aldı. Salon turnuvası maçlarında oynadım ve hemen A takımın kampına davet edildim. Kampa katıldım, sezonun son maçlarında da şans buldum ve oynadım. Sanırım Hickersberger benim hem salon turnuvasındaki performansımdan hem de A takımla çıktığım antrenmanlardaki çalışmalarımdan memnun kalmıştı.

Peki, bu kadar genç yaşta Rapid Wien gibi önemli bir takımda oynamanı Avusturya medyası nasıl karşıladı? Seni nasıl bir oyuncu olarak değerlendiriyorlardı?

Bir orta saha oyuncusu olarak çok koşmamı beğeniyorlardı. Her iki ceza sahası arasında gidip gelebilen bir oyuncu olmam ve mücadeleden hiç vazgeçmemem hoşlarına gidiyordu.

Oyunu iki taraflı oynayabilmek bugünün futbolunda çok önemli değil mi?

Evet. Ben klasik bir 8 numarayım. 6 numara gibi savunma ağırlıklı oynayan ya da 10 numara gibi daha çok hücum düşünen değil, oyunun iki yönünü de oynayan, iki ceza sahası arasında gidip gelen bir oyuncuyum. Kuvvetim yeterli olduğunda rakip ceza sahasına da girmeye ve pozisyon yakalamaya çalışıyorum.

Rapid Wien'de genç yaşta yakaladığın şansı çok iyi kullandığını ve beş sezon boyunca 30 maçın altına inmeden düzenli bir şekilde oynadığını görüyoruz. Bu istikrarı sağlamanın sırrı neydi?

Öncelikle söyleyeceğim şey şu olacak, idmanlarda her şeyimi verdim, çok çalıştım. Bu çalışmanın karşılığında hocalarımız da bana şans verdi. Bu önemliydi, çünkü siz ne kadar çalışırsanız çalışın, bazen o yaştaki bir oyuncu olarak forma şansı alamayabilirsiniz. Ama Hickersberger bana güvendi ve fırsat verdi. Üstelik daha sonra Avusturya Millî Takımı'nın başına geçtiğinde de daha 17 yaşındayken beni o kadroya da dâhil etti. Hickersberger'den sonra Rapid Wien'de görev alan teknik direktörler de bana şans vermeyi sürdürdü. Bu arada Avusturya U20 Millî Takımı ile Dünya Kupası'na katıldım. Kanada'daki o turnuvada yarı final oynamak da önemliydi. Orada gösterdiğim performans sayesinde insanların bana güveni arttı.

Sözünü ettiğimiz yaşta bu noktalara gelen çocuklar bulundukları noktayı hazmedemeyebilir, şımarabilir, farklı davranışlar sergileyebilir. Sen çizgini korumayı nasıl başardın?

Bir kere ben aileme çok bağlı bir insanım ve onların bana aktardığı bir birikim var. Bunun dışında Rapid Wien'de çalıştığım üç teknik adamdan da hep aynı uyarıları işittim. Bize her zaman ayaklarımızın yere basması gerektiğini, kariyerimizdeki en önemli dönemin bu dönem olduğunu söylüyorlardı. Hocalarımdan duyduğum en unutamadığım nasihat ise şuydu: "Bir iyi oynadığın zaman, bir de kötü oynadığın zaman cep telefonuna bak, seni kaç kişi arayacak?" Futbolda dün olmadığını, hep yarına bakmam gerektiğini anlattılar. Benim için de insan olarak çizgimi korumak, iyi veya kötü oynamaktan hep daha öncelikli oldu.

Rapid Wien'den ayrılıp Beşiktaş'a gelmenin sebepleri neydi? Sezon başında başka bir takıma gitmek aklında var mıydı, yoksa Beşiktaş'tan gelen teklif üzerine mi Rapid Wien'den ayrılmaya karar verdin?

Aklımda Rapid Wien'den ayrılmak vardı. Artık bir sıçrama yapma zamanımın geldiğini düşünüyordum. Rapid'de oynadığım dönemde kendimi kanıtlamış, millî takıma yükselmiştim. Artık bir basamak daha yukarı çıkmam gerekiyordu. Ama sözleşmem devam ettiği sürece Rapid beni bırakmadı. Geçtiğimiz sezon mukavelem bitiyordu ve ben de uzatmaya yanaşmadım. Sözleşmem sona erdiğinde de Beşiktaş'la anlaştım.

Daha önce sana teklifler yapıldığından ancak Rapid'in bırakmadığından söz ettin? Kimden gelmişti bu teklifler, Avusturya içinden mi yoksa dışarıdan mı?

Yok yok, Avusturya içinden değil. Daha 18 yaşındayken Hertha Berlin'den teklif almış ve her konuda anlaşmıştım. U20 Dünya Kupası sonrasıydı. Ancak kulübüm beni bırakmadı. Açıkçası o dönemde Hertha'ya gitmek için o kadar şartlanmıştım ki, bu transfer suya düşünce ciddi bir travma yaşadım. Uzunca bir süre kendimi toparlayamadım ve bu durum sahadaki performansımı da etkiledi. 6 ay kadar süren bir form düşüklüğü yaşadım. Ancak sonra kendimi toparlamam ve yeniden işimi yapmam gerektiğini fark ettim. Benim için hayatımın en zor zamanıydı. Çünkü Hertha da çok ısrarcı davranmış ve süreç uzadıkça uzamıştı.

Peki, Beşiktaş'a transferin nasıl gerçekleşti? Bu süreçte başka teklifler de almış mıydın?

Beşiktaş'a gelmeden önce bir sakatlık yaşamıştım. Diz kapağımda stres kırığı oluşmuştu ve bu nedenle bir ameliyat geçirmiştim. Beni isteyen diğer kulüpler iyileşmemi beklemeye başladı. En azından düz koşulara başladığımı görmek istediler. Ama Beşiktaş onlar gibi davranmadı. Benimle hemen sözleşme yapmak istediklerini söylediler. Tayfur Hoca ve yöneticilerimizden Serdar Adalı beni transfer etmek için bizzat geldiler.

Tayfur Hoca seni nerede görüp izlemiş ve beğenmiş? Bu konuda bir bilgin var mı?

Tayfur Hoca Beşiktaş'ta yardımcı antrenör olduğu dönemde Avrupa'da çok fazla maç izliyordu. Avusturya'ya geldiğinde bizim maçlarımızı da takip ediyordu. İşin içinde Tayfur Hocanın olması da benim karar vermemi kolaylaştırdı. Çünkü genç oyuncuları seven bir teknik adam. Üstelik ben de onun tipinde bir oyuncuyum. Dolayısıyla kendisiyle kolay anlaşabileceğimizi düşündüm. Beşiktaş'a gelmek benim için çok büyük bir adımdı.

Beşiktaş her mevkide geniş ve kaliteli bir oyuncu kadrosuna sahip. Senin görev yaptığın orta sahada da Ernst, Aurelio, Guti, Fernandes, Necip gibi marka oyuncular vardı. Elbette her oyuncu kendisine güvenir ama bu tabloya baktığında korkmadın mı hiç?

Korktum elbette. Kendime güveniyordum ama bu kadar çok sayıdaki kaliteli ismin arasına girmek gerçekten de korkutucuydu. O zaman da bana Tayfur Hoca ve Serdar Adalı çok yardımcı oldu. "Biz sana güveniyoruz, çalışırsan başarılı olacağına inanıyoruz" diyerek bana güven verdiler.

Bu arada sen bir Avrupa Kupası maçında Beşiktaş'a karşı oynamış ve bir de gol atmıştın değil mi?

Evet, o maçın da transferimde etkisi vardı ama çok daha öncesinde de Tayfur Hocanın beni gözlem altına aldığını biliyorum.

Transfer olduğun dönemde kamuoyu seni bir ilk on bir oyuncusu olarak düşünmüyordu açıkçası. Hani, kupa maçlarında oynayacak, zaman zaman sonradan oyuna girecek bir oyuncu gözüyle bakılıyordu sana ama herkesi yanılttın. Beşiktaş'a gelirken bu kadar kısa sürede kendini kabul ettireceğine inanıyor muydun?

Buraya gelmeden önce kendi kendime, "İdmanlarda her şeyimi verirsem, fiziksel gücümü, çok koşma özelliğimi kullanabilirsem bir şans bulabilirim" diyordum. Ama böyle olabileceğini açıkçası beklemiyordum. Böylesine kaliteli bir kadronun içinde Beşiktaş'ın banko oyuncusu olmak rüya gibi. Bugünlerim için Allah'a şükrediyorum. Kendimi sürekli burada tutmak, formayı bırakmamak istiyorum. Benim için bugüne kadar oynadığım maçlar geride kaldı. Hep önümdeki maçlara bakıyorum ve çıktığım her maçta biraz daha iyisini yapmaya uğraşıyorum. Zaten geçmişle yaşarak kendinizi geliştirebilmeniz de mümkün değil. Bugünkü performansımdan mutluyum ama çok daha ilerletebileceğim noktalar var.

Kendinde eksik gördüğün yönler neler? Hangi konularda ekstra çalışmalar yapıyorsun?

Ceza sahası içine biraz daha fazla girmem gerekiyor. O kadar çok koşunca insan çok yoruluyor ama yine de rakip ceza sahası içinde etkinliğimi artırmam gerekiyor. Zaman zaman gol pozisyonlarına giriyorum ama o ana kadar harcadığım aşırı efor nedeniyle son vuruşları başarıyla yapamıyorum. Ancak bu konuda çalışıyorum ve son vuruşlar sırasında konsantrasyonumu yüksek tutmaya çabalıyorum. Bir yandan da şutlarımı geliştirmeye çalışıyorum. Bugün modern orta saha oyuncularının rakip ceza sahası içinde ne kadar etkili olabildiğini gözlemliyoruz. Ben de o tip bir oyuncu olmak istiyorum.

Beğendiğin, kendine örnek aldığın oyuncular var mı?

Real Madrid'de Sami Khedira, Barcelona'da Fabregas rakip ceza sahasına etkili girişler yapabilen orta saha oyuncuları olarak dikkat çekiyor. Türkiye'de Selçuk İnan'ı çok beğeniyorum. Hem savunma anlamında çok başarılı hem de hücuma mükemmel destek verebiliyor, goller atabiliyor. Juventus'taki Marchisio da çok beğendiğim oyunculardan birisi.

Beşiktaş'ta yetenekli oyuncularla aynı kadronun içinde yer alıyorsun. Onlarla antrenman yapıyor, maçlara çıkıyorsun. Sence bu durum gelişimine katkı sağlıyor mu?

Bunu kelimelerle anlatmak çok zor ama insan yetenekli oyuncularla bir arada olduğunda ister istemez çok şey öğreniyor. Sahadaki davranışları, duruşları, oyunu okumaları, kendilerine güvenleri genç oyunculara da otomatik bir bilgi olarak geçiyor. Ernst, Aurelio, Fernandes ve yaşı benden daha küçük olmasına rağmen Necip'ten de öğrendiğim şeyler var. Kaliteli oyuncularla oynamak beni de bir level yukarı taşıdı diyebilirim. Beşiktaş'ta oynamaya başladıktan sonra düşüncelerimde bile değişiklik oldu. Rapid Wien'de bir Premier Lig takımıyla oynadığınız zaman evinizde bile olsanız, "Beraberlik iyi sonuç" diye düşünüyordunuz. Ama Beşiktaş'ta rakibiniz kim olursa olsun, deplasmanda bile kazanmak için oynuyorsunuz. Takım böyle olunca oyuncu olarak siz de kendinizi buna adapte ediyorsunuz.

Carvalhal'ın oyun anlayışı seni zorluyor mu? Sonuçta senin geldiğin futbol tarzı ile onun benimsediği futbol anlayışı arasında farklılıklar var…

Ben bu sistemi ilk defa oynadım ama hiç zorlanmadım. Avusturya'da iki orta saha, bir 10 numarayla oynuyorduk. Orta sahalardan birisi gidip-gelen oyuncu oluyordu ve o rolü de ben üstleniyordum. Beşiktaş'ta ise tek ön libero, önünde iki 8 numarayla oynuyoruz ve ben bu sistemi çok beğendim, benimsedim. Kendimi sahada çok daha rahat hissediyorum. Tabii bu sistemde orta sahadaki üç oyuncunun birbiriyle ne kadar anlaşabildiği konusu, başarıyı belirlemesi açısından önemli bir faktör.

Simao'nun oynamadığı maçlarda seni zaman zaman sol kanatta da gördük...

Hem Quaresma hem de Simao yokken, hocamız beni sol kanatta kullandı. O maçlarda da elimden geleni yapmaya ve takımıma faydalı olmaya çalışıyorum. Ama benim ideal pozisyonum 8 numara.

Beşiktaş'a, tesislere ilk adım attığın anı merak ediyorum. Neler hissetmiştin o gün?

Bir kere şunu söylemem gerek, Avusturya'da böyle bir tesis yok. Ben Almanya'da da böylesini görmedim. Tesislere ilk geldiğim gün ilk olarak karşımda Rüştü abiyi gördüm ve kalbim küt küt atmaya başladı. Ama Rüştü abi yanıma geldi, benimle konuştu ve sakinleşmemi sağladı. Rüştü abi benim millî maçlarda heyecanla seyrettiğim çok önemli bir figürdü ve şimdi onunla takım arkadaşı olmak da benim için büyük bir onur. Takım arkadaşlarımla kaynaşmam da çok kolay oldu. Çünkü burada Avusturya'dakinden farklı olarak çok sıcak bir ortam var. İnsanlar son derece dost canlısı. Bir de Ekrem abinin burada olması önemli bir avantajdı. Beşiktaş'a transfer olduğumu öğrenir öğrenmez bana telefon açtı, bir ihtiyacımız olduğunda bana ve Tanju'ya yardıma hazır olduğunu söyledi.

Millî Takım konusuna gelirsek, Avusturya Millî Takımı'nı nasıl tercih ettiğini paylaşır mısın bizlerle? Avusturya için oynamaya başladığında Türkiye'den bir teklif almış mıydın? Yoksa o dönemde sadece Avusturya mı sana teklifte bulunmuştu?

Avusturya'da çok genç yaşta A millî takıma çağrıldım. O sırada 17 yaşındaydım. Üstelik daha öncesinde de Genç Millî Takımlarda defalarca forma giymiştim. Avusturya'dan A millî takım için davet aldığımda Türkiye beni ümit millî takım için istedi. Evet, o sırada tercihimi değiştirip Türkiye'yi seçebilirdim. Ama bir yanda beni çok genç yaştan itibaren keşfeden, genç millî takımlarında oynatan ve şimdi de A millî takımına çağıran Avusturya, diğer tarafta da Türkiye'den gelen ümit millî teklifi... İnsan ister istemez A millî takımda oynayacak olmanın cazibesine kapılıyor. Eğer Türkiye'nin ümit millî takımını tercih etseydim, bu kararı Avusturya'da kimseye anlatamazdım.

Peki ya iki ülkeden de aynı dönemde teklif alsaydın tavrın nasıl olurdu?

Ooo... O zaman her şey bambaşka olurdu tabii ki.

Euro 2012'de Türkiye ile Avusturya arasında oynanan grup maçlarının ikisinde de sakatlığın sebebiyle yer alamadın. Senin için böylesi daha mı iyi oldu yoksa oynamak ister miydin?

Biraz önce sözünü ettiğim diz sakatlığı nedeniyle oynayamadım ama oynamak isterdim. O maçları çok bekledim açıkçası. Ama sadece Türkiye'ye değil, Almanya ve Belçika'ya karşı da oynamadım.

Peki, Türkiye'ye karşı oynasaydın neler hissederdin?

Beşiktaş'a karşı oynarken bile çok heyecanlanmıştım. Türkiye'ye karşı oynasaydım neler hissederdim bilemiyorum. Aslına bakarsanız saha içinde başka bir boyuta geçiyorsunuz ve fazla bir şey hissetmiyorsunuz, ama o maç yaklaşırken, günler hatta haftalar öncesinden inanılmaz bir heyecan duyuyorsunuz.

Kulüp takımlarındaki istikrarını millî takımda da yakaladığını görüyoruz. Avusturya'nın yarı finale yükseldiği 2006 U19 Avrupa Şampiyonası ile 2007 U20 Dünya Kupası'nda düzenli olarak forma giydin. Aynı yıl A millî takım formasını henüz 19 yaşındayken sırtına geçirdin. Bu kadar erken yaşta A millî takıma seçilmenin nedeni bu turnuvalardaki başarın mı yoksa Rapid Wien'de düzenli olarak forma giymen mi?

Ben U20 ile Dünya Kupası'na katılmadan çok önce A millî takıma çağrılmıştım. 17 yaşındaydım ve Hickersberger, İsviçre maçı için beni kadroya davet etmişti. Tabii ilk başlarda çok gençtim ve fazla şans bulamıyordum ama orada bulunmak bile benim için çok önemliydi.

Bu iki turnuvaya da baktığımızda Avusturya genç takımlarının başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Peki sana göre, bu başarı neden A takıma yansımadı?

Avusturya futbolu uzunca bir süre duraklama hatta gerileme devri yaşadı. Bu dönemde Avusturya'nın yurtdışında oynayan oyuncusu kalmamıştı. Sözünü ettiğiniz U20 jenerasyonu yavaş yavaş A millî takımı oluşturuyor ve o kadronun neredeyse tamamı Avrupa'nın üst düzey liglerinde futbol oynuyor. Avusturya bu jenerasyonun semeresini kısa süre içinde almaya başlayacak.

Beşiktaş'taki hedeflerin neler?

Hayalim Beşiktaş'ta şampiyonluk yaşamak. Bunu başarmak için elimden gelen her şeyi yapmaya çalışacağım. En büyük hayalim bu.

Beşiktaş taraftarı çok özel bir grup. İnönü Stadı'na çıkmak, o atmosferi yaşamak sana neler hissettiriyor?

Avusturya'da en güçlü taraftar grubuna sahip olan Rapid'de oynadım. Ama onları Beşiktaş taraftarıyla kıyaslayabilmek mümkün değil. Hele Dinamo Kiev maçındaki atmosferi hiç unutmayacağım. Bir ara sesin kuvvetinden kulağım gıdıklandı ve elimi kulağıma götürüp kapatmak zorunda kaldım. Bu durumda rakip oyuncuların neler hissettiğini düşünemiyorum bile. İnönü Stadı'nda kesinlikle 1 kişi fazla oynuyoruz.

Taraftar genç ve takımı için her şeyini veren oyuncuları sever. Sen de bu tip bir oyuncusun. Bu anlamda taraftarın sana bakışında bir farklılık seziyor musun?

Bu formayı giydiğim sürece hakkını vermek istiyorum. Kendimi taraftarın yerine koyup, "Oyuncumun nasıl olmasını isterim?" diye soruyorum. Elbette ben de takımımın bütün oyuncularının savaşmasını, mücadele etmesini isterim. Zaten benim oyun stilim de böyle, ama taraftarın düşüncesini de bildiğim için motivasyonum daha da artıyor. İkinci bir nefes almış gibi oluyorum.

Tesislerde mi kalıyorsun yoksa bir ev tuttun mu?

Ataşehir'de bir ev tuttum. İzmir'den amcam ve ailesi de buraya geldi, birlikte kalıyoruz. İki kuzenim var, kalabalık bir aile olduk ve ben alıştığım, sevdiğim aile ortamını İstanbul'da da buldum. Aile ortamında bulunmak demek, düzenli yaşamak anlamına geliyor. Uykunuz, dinlenmeniz, beslenmeniz aile ortamında yaşarken çok daha iyi oluyor. Yengemin yemeklerinin yerini hiçbir şey tutamaz. Özellikle tavuk sotesine bayılıyorum. Bir de aile ortamında insan futbolu da unutuyor, başka şeylerle ilgileniyor. Bu da önemli bir avantaj. Bu ortamın da başarılı olmamda payı büyük.

Türk futboluyla Avusturya futbolu arasında en karakteristik fark ne sence?

Türkiye'de çok fazla ikili mücadele var. Avusturya'da rakibinize pres yaptığınızda hemen geriye oynar, sonra da ileriye uzun vururlardı. Sonuçta birkaç saniye içinde topa sahip olabilirdiniz. Türkiye'de ise bazı maçlarda çok farklı bir durumla karşılaşıyoruz. Bunun en çarpıcı örneğini Mersin İdman Yurdu deplasmanında yaşadık. Yoğun bir pres yapıyorduk ama rakibimiz hiç paniklemeden topu ayağa paslarla kullanmayı sürdürüyordu. O maçta ne kadar çok koşup ne kadar yorulduğumu anlatamam. Bu da Türk futbolunun kalite farkını ortaya koyuyor.

Boş zamanlarında neler yapıyorsun?

Boş vakitlerimi Avusturya'dan birlikte geldiğim takım arkadaşım Tanju ile geçiriyorum. Öğlenleri birlikte çıkıp bir kafede oturuyoruz, akşamları bizim eve gidip sohbet ediyoruz. Maç programımız o kadar yoğun ki kafamızı kaldırıp da etrafımıza bakma fırsatı bulamadık diyebilirim.

Evet, bu da ilginç bir konu. Bu yoğun maç programını nasıl değerlendiriyorsun? Üç günde bir maç yapmak seni nasıl etkiliyor?

İlk defa böyle bir maç trafiğinin içine girdim. Ama açıkçası bu durum benim çok işime geldi. Sürekli oynama ve kendimi geliştirme fırsatını buluyorum.