TR
EN

Site İçi Arama
Detaylı Arama
TFF » Haberler » Hakemler » Hakemler Detay Sayfası
Bahattin Duran: "Yardımcı hakem, maçı kurtaran adam olmalı" 1.06.2009
Bahattin Duran: "Yardımcı hakem, maçı kurtaran adam olmalı"

Babası ve amcası profesyonel futbolcu olunca, insan ister istemez futbolun içinde doğmuş oluyor. Onun için de hayat böyle gelişmiş. Soyunma odalarının Bengay ve limon kokuları arasında büyüyüp futbolcu olmayı hayal ederken, "okul mu futbol mu" yol ayrımında endüstri mühendisliğini tercih etmiş. Yine de futboldan kopmamış ve yardımcı hakem olarak devam ettiği yolda 2003'ten bu yana FIFA kokartını göğsüne takmış. Bir yandan çok önemli maçlarda bayrak sallarken, diğer yandan da Metro ve Real'in Meyve-Sebze Bölümü Satın Alma Müdürlüğünü yapıyor.

Röportaj: Mazlum Uluç / TamSaha

Hakem röportajlarımızdaki amacımız sizleri kamuoyuna daha yakından tanıtmak. İnsanlar sizi isim olarak bilse de sahada bayrak kaldırıp indiren figürler olarak görmekten öteye geçmiyor. Oysa sizin saha dışında da bir hayatınız var. İsterseniz biz en baştan kısa hayat hikâyenizle başlayalım.

26 Eylül 1975'te İstanbul'da doğdum. Ailem Kuzguncuklu. Aynı adı taşıdığım rahmetli dedem Bahattin Duran, Kuzguncuk'ta ilk sinemayı açan kişi. Daha sonra ailem sahilden biraz yukarıya, İcadiye'ye taşınıyor. Benim için de futbol kendimi bildiğim andan itibaren başlıyor.

Bu arada kaç kardeşsiniz?

Benden 4 yaş küçük bir erkek kardeşim var. Bütün teknik altyapımı o sağlıyor. Maçların oynanacağı saatten, futbolcu ve takım istatistiklerinde kadar bana büyük yardımı oluyor. Ayrıca maçları DVD'ye kaydediyor.

Futbola ilginize dönelim. Kendimi bildim bileli futbolun içinde olduğunuzu söylemiştiniz.

Babam da amcam da profesyonel futbolcu. Amcam Şecaattin Duran 1. Lig'de Diyarbakırspor, Elazığspor ve Giresunspor'da kaptanlık yapmış. Babam Namık Duran ise Kasımpaşa'da futbol oynadıktan sonra amatör kulüp yöneticiliği yaptı. Dediğim gibi, ben gözümü açtım, kendimi maçların içinde buldum. Futbolun dışında olmama imkân yoktu yani. Babamın beni dışarı çıkardığı ilk yer soyunma odası koridorlarıydı. Bengay ve limon kokularıyla büyüdüm. Bu derece futbolun içinde olunca yürümeye başladığınız andan itibaren top peşinde koşuyorsunuz. Ortaokul, lise dönemlerinde de iyi oynayan bir futbolcuya dönüşmüştüm. Orta saha ve kanatta oynuyordum. Süratli bir oyuncuydum. Babamın dayısı da Beşiktaş'ta oynamış Arap Ayhan, Ayhan Hançer yani. Ben de bir süre Beşiktaş'ın altyapısına gittim.

Futbolculuğu değil, eğitimi seçtim

Sonra futbolculuktan kopmanız nasıl oldu?

Bir noktaya geldiğinizde önünüze bir yol ayrımı çıkıyor. Ya futbolculuk ya okul… Babam futbol oynamış ama böbrekleriyle ilgili bir problem yaşayıp bırakmış. Uzun yıllar bakkallık yaptı. Biz de aile olarak yardımına gidiyorduk. Bir gün beni karşısına çekti ve "Oğlum iyi futbol oynuyorsun, belki iyi bir futbolcu da olacaksın ama amcan da ben de futbolculuktan pek bir şey elde edemedik. Senin güzel bir üniversitede okuyup hayata daha farklı bir şekilde atılmanı istiyorum. Yine de tercih senin" dedi. Ben de ölçüp biçtim, bu arada okul da iyi gidiyordu. O sene üniversiteye hazırlandım ve İstanbul Üniversitesi'nin Endüstri Mühendisliği'ni kazanıp 1996'da mezun oldum. Ama bir yandan da okul hayatım boyunca futbol oynamayı sürdürdüm.

Peki, hakemlik yapmaya nasıl karar verdiniz?

İcadiye'de amatör olarak futbol oynamayı sürdürüyordum. Yaşım 19'a gelmişti. O dönemde babamın yine bir desteği oldu, bana "Hakemliği düşünmez misin?" diye sordu. Bu sırada Güner Ümit'in Turnike programında hakemler yarışmıştı. O programdaki hakemleri görünce ne kadar düzgün insanlar olduklarını fark ettim. Bu arada kurslardan falan da bahsettiler. Bunun üzerine aklımdaki şeyi hayata geçirmeye karar verdim. 1994'te Fırat Aydınus, Cüneyt Çakır, Alparslan Dedeş, Murat Şahin'le aynı dönemde kursa başladım. Tabii o sırada bu kadar ileriyi göremiyorsunuz. O zaman cazip olan şeyler futbolun içinde kalmak ve serbest giriş kartına sahip olmaktı. Sonrasında futbolun içinde bulunmuş olmanın da avantajıyla hakemlik kariyerimde işler çok iyi gitti.

Bu iyi gidişte mühendisliğin getirdiği analitik düşüncenin de katkısı olabilir mi?

Tahmin ediyorum ki vardır. Önek vermek gerekirse, ben yardımcı hakemim. Bizim açımızdan en önemli şey uzun mesafeden atılan paslarda ofsaytı tespit etmektir. Bu tip ofsaytları tespit etmekte analitik düşünce devreye giriyor olabilir. Tabii hisler de çok önemli.

Hakem olmak varken neden yardımcılığı seçtiğiniz?

Bunun birkaç nedeni var. 1994'te hakemliğe başladım, 1995'te bölge hakemi, 1999'da klasman hakemi oldum. C klasmanında da 2 sene kaldım. Yardımcı hakemlik biraz da tercih meselesiydi ama bunu söylerken, bir takım gerçekleri de görmek gerekiyor. İnsanın kendini bilmesi lâzım. Büyük bir havuzun içindesiniz ve ne tarafa yöneleceğinize karar vermelisiniz. 2001'e kadar C klasmanında görev yaptım ve çoğunda da yardımcı hakemdim. Bu konuda iyi olduğumu da biliyordum. Diğer yandan önüme bir fizik dezavantajı çıkmıştı. Fiziğim biraz daha gelişmiş olsaydı hakemliğe yönelebilirdim. 2001'den itibaren Süper Lig'de maçlara çıkmaya başladım. Ondan sonra neden hakemliğe dönmedin derseniz, 1.5 sene sonra FIFA yardımcı hakemi oldum. O zaman yurt dışına gittiğiniz maçların havası da cazip geliyor. Bu arada 1998'in Eylül'ünde Metro'da meyve-sebze satın alma asistanı olarak işe başlamıştım. 2003'te FIFA hakemi olduğumda iş yerindeki kariyerim de yükselmeye başlamıştı. İşle birlikte hakemliği yürütmek de o kadar kolay değil. Hele özel sektörde hiç değil.

Bir yandan da iş hayatınızdaki yükselişten söz edelim.

Eski hakemlerden Mustafa Kalkandelen de endüstri mühendisi ve meslektaşım. Benim Metro'da işe başlamama da o vesile olmuştu. Bu işin zorluklarını da en iyisi kendisi biliyor ve bana da aktarıyordu. Biraz da ondan dolayı yardımcı hakemliğe yöneldim. Çünkü hakemler, yardımcılara göre biraz daha yoğun mesai harcıyor. FIFA kokartının cazibesi, fiziksel dezavantaj ve işimdeki yoğun mesai nedeniyle yardımcı hakem olarak devam etmeyi doğru buldum.

Beğendiğiniz yardımcı hakemler kimler?

1999'da klasman hakemi olduğumda çok beğendiğim iki yardımcı hakem vardı. Birisi, şimdi birlikte görev yaptığımız Baki Tuncay Akkın, diğeri de Gürhan Güneykaya'ydı. Şimdi Baki ile konuşurken ona "Ben küçüktüm, sakızdan çıkan çıkarmalarını biriktirirdim, şimdi birlikte hakemlik yapıyoruz" diye takılırım.

Kritik anda hakeme yardım etmek belirleyicidir

Bir hakemin örnek alınacak yönlerini aşağı yukarı herkes bilir. Peki, iyi bir yardımcı hakemin ayırt edici özellikleri nelerdir?

Aslında bunu bir bütün halinde değerlendirmek gerekir. Kamuoyunda yardımcı hakemler ofsayt kararlarıyla değerlendirilir. Çünkü oynattığınız ya da kestiğiniz bir kritik pozisyonun sonucunda oyunun akışı değişebilir. Oyundan konsantrasyonuz kopmamalı. Adı üstünde, yardımcı hakem, yardım eden adamdır. Herkes autu, taçı, korneri gösterebilir. Yardımcı hakem öyle bir yerde yardım edecek ki, mesela bilgisayarın bile çözemediği çok kritik bir ofsaytı süzecek ya da hakemin önünün kapandığı bir noktada penaltıyı verdirecek. Yine hakemin görmediği bir alandaki şiddetli hareketi tespit edebilecek. Bunları zamanında hakeme ilettiğiniz zaman maçı kurtaran adam olursunuz.

Hakemler memorandumlarda yardımcılarına hangi pozisyonlarda kendilerine yardım etmeleri gerektiğini anlatır. Bazıları geniş yetkiler verir, bazıları ise "Sadece şu konularda yardımcı ol" der. Bu yetkilendirmenin geniş veya dar olmasında yardımcı hakemin kim olduğu önemli midir?

Bu soruyu aslında hakemlere yöneltmek gerekir. Ama ben dürüstçe cevap vereyim, önemlidir. Bu bir de hangi hakemle birlikte görev yaptığınıza bağlı. Mesela Fırat Aydınus'la, Cüneyt Çakır'la birlikte büyüdük, 15 senedir birlikteyiz. Onlar bana baktığında ne istediklerini bilirim. Eskiden kulaklıklar yokken de biz bakışlarımızla anlaşabilirdik. Tabii bir yandan da hakemlerin sayı itibarıyla hep aynı yardımcılarla maçlara çıkması mümkün değil.

Bazen yardımcı hemen önünde cereyan eden bir pozisyonla ilgili olarak çok emin bir şekilde hakemi uyarıyor ama hakem onu dinlemek yerine tam tersi bir karar verebiliyor. Yardımcı hakem o anda ne düşünür?

Yardımcı hakem insandır ve mutlaka olumsuz etkilenir. Ama önemli olan o olumsuz etkiden hemen kurtulup maça dönebilmektir. Mesela basit bir örnek vereyim. Ben A takımı oyuncusunun B takımı oyuncusunu içeriden çektiğini bulunduğum çizgiden görüyorum ve bayrağımı kaldırıyorum. Ama hakem de diğer taraftar B takımı oyuncusunun A takımı oyuncusunu çektiğini görüyor ve oyunu devam ettiriyor. O durumda oyuna çabuk adapte olmak çok önemli. Bayrağınızı hemen indirip oyunu takip etmek zorundasınız. Yoksa siz o pozisyonda takılı kalırsanız, hemen sonrasında gelişecek pozisyonu kaçırırsınız. Böyle bir lüksünüz yok. Zaten yardımcı hakem olduğunuzda, son kararı hakemin vereceğini kabul etmişsiniz demektir.

Süper Lig'de çıktığınız ilk maçı hatırlıyor musunuz? Bu maça çıkarken neler hissettiğinizden söz eder misiniz?

Ağustos 2001'deki Göztepe-Samsunspor maçıydı. Şahin Taşkınsoy'un hakemliğinde Aleks Taşçıoğlu ile birlikte çıkmıştık. Açıkçası ilginç bir biçimde heyecanlanmamıştım. Ama futbolcular sizin ilk maçınız olduğunu sanırım hissediyor. Büyük bir konsantrasyonla oradasınız ve eminim ki ben orada büyük ölçüde yan yan koşmuştum. Bir pozisyonda Samsunspor atak yaparken geride son adam olarak sadece kaptan Ercan kalmıştı. Ercan bana bakıyor ve bir ileri bir geri gidiyor, ben de onunla birlikte bir o yana bir bu yana koşup duruyorum. Sonra göz göze geldik ve gülüştük. Bu çok güzel bir enstantaneydi. Sonrasında maça çıktıkça rahatlıyorsunuz ve hareketleriniz değişiyor.

Beraber başladığınız birçok insandan sizi ayırıp FIFA kokartlı bir yardımcı hakem olmanızı sağlayan özellikleriniz nedir diye sorsam?

Ben öncelikle insani değerlere çok önem veririm. Benim için hakem, yardımcı hakem, FIFA kokartlı ya da aday hakem diye bir ayrım yok. Ailemden gördüğüm şey, insana insan olarak değer verilmesi gerektiğidir. Soruya gelirsek, hakemlik yeteneğiniz ayırt edici bir özellik olarak ön plandadır. Diğer yandan sadece kendinize değil, temsil ettiğiniz hakemlik kurumuna ve Türkiye Futbol Federasyonu'na karşı da sorumluluk taşıyorsunuz. Bu nedenle bulunduğunuz yerin bilincinde olmanız ve oturmasını, kalkmasını bilmeniz gerekir. İnsani özellikler, temsil yeteneği, görüntü ve hepsinden önemlisi hakemlik yeterliliğiniz çok önemli. Bunların ardından fiziksel performansınız, eğitim düzeyiniz, sonrasında yabancı dil bilginiz geliyor.

Yabancı dil eğitimini nerede aldınız?

Normal lise mezunuyum. Dolayısıyla kısıtlı bir İngilizce eğitimi almıştım. 1996'da üniversiteden mezun olduktan sonra 8 ay İTÜ Vakfı'nda İngilizce eğitimi aldım. Sonrasında bir Alman şirketinde çalıştığım için lisanımı kullanma fırsatı da buldum.

FIFA yardımcı hakemlerinin sıkıntılarından birisi, hakemlerimizin uluslararası alanda çok üst düzeyde maçlar alamaması. Dolayısıyla siz elit yardımcı da olsanız Dünya Kupası ya da Avrupa Şampiyonası finallerine gidemiyorsunuz.

Çok yakında büyük finallere gidebileceğimize inanıyorum. Selçuk Dereli ve Cüneyt Çakır ikinci kategoride ve dilerim ikisi de Premier kategoriye geçecek. O zaman sizin çıktığınız maçların kalitesi de artıyor. Şampiyonlar Ligi'nde maçlara çıkmaya başlayacaksınız. Mesela Cüneyt Çakır U21 Avrupa Şampiyonası'na gidecek. Bunun hazırlığı için geçtiğimiz yıl İsveç'te 8 günlük bir turnuvaya katılmıştık. Şu ana kadar da gayet güzel maçlara gittik. Cüneyt Çakır'la Andora-İngiltere, Selçuk Dereli ile Almanya-San Marino maçlarını yönettik. Aston Villa'nın, Dinamo Kiev'in maçlarına çıktım. Hakemlerimiz biraz daha yükseldiği zaman bizim de gittiğimiz maçların kalitesi artacak.

Avrupa'da maç yönetmek çok farklı

Yurt dışında yönetilen maçlar ve gidilen seminerler size neler katıyor?

Hani çok okuyan mı çok gezen mi bilir derler ya… Çok farklı kültürlerle, çok farklı insanlarla tanışıyorsunuz. Oradaki futbolu tanıyorsunuz. Bir Aston Villa maçına çıkıyorsunuz, inanılmaz bir atmosferle karşılaşıyorsunuz. Bir pozisyon oluyor, seyirci aynı anda müthiş bir tepki veriyor ama 10 saniye sonra bitiyor. Maç sona eriyor, konuşuluyor ve bitiyor. Haftalarca, aylarca bir pozisyonu değerlendirilmiyor. Özellikle İtalya'da TV'lerde hakem eleştirileri yapılıyor ama hiçbiri bizdeki kadar büyütülmüyor.

Türkiye'de bir maçı yönetirken hissettiklerinizle Avrupa'daki bir maçı yönetirken hissettiklerini kıyaslar mısınız?

Biraz önce ülke kültürlerinden söz ettik… Bir kere hata yapsanız bile sizinle haftalarca uğraşılmayacağını biliyorsunuz. Beyniniz rahat. Tabii biz içeride hakemler olarak etki altında kalıyoruz demek istemiyorum. Ama mutlaka bilinçaltınızda bir şeyler olur. Orada ise daha rahatsınız. İnsanların verdiği tepkiler de farklı. Oyuncuların isteği daha çok top oynamak.

İyi bir noktaya geldik. Hakemlerin üzerindeki tribün ve medya etkisinden hep söz ederiz ama oyuncu tepkilerinde de Türkiye ve Avrupa arasında farklar var mı?

Kesinlikle var. İnsanlar tepki veren yaratıklar ama önemli olan tepkinin düzeyi. Bizim ülkemizde futbolcu tepkilerinin dozajı biraz daha yüksek. Tabii zaman zaman orada da yüksek dozajda futbolcu tepkileriyle karşılaşabiliyorsunuz. Son örneği, Chelsea-Barcelona maçında Ballacak'tan gördük.

Peki, kendi ligimizde yerli oyuncuyla yabancı oyuncunun arasında hakemle ilişkileri açısından fark var mı?

Bence bunu yerli-yabancı oyuncu diye ayırmamak lâzım. Maç içinde hakeme çok yardımcı olan, takımını sakinleştiren yerli oyuncular da var. Yabancı oyuncular içinde ise aşırı tepkiler gösterenler mevcut. Bakın bir noktayı vurgulamak istiyorum. Galatasaray-Fenerbahçe maçında saha karıştığında Lincoln'le Roberto Carlos orta sahada birbirlerine sarılıp sohbet ederken, kameraların göstermediği bölümde Türk oyunculardan da aynı şekilde davrananlar vardı. Uğur Boral'la şimdi hatırlayamadığım bir Galatasaraylı oyuncu da benim önümde birbirleriyle konuşuyordu.

Hakemlik ve işim birbirini olumlu etkiliyor

Metro ve Real'in meyve-sebze satın alma müdürüsünüz. Bu işe girerken, "Ben hakemim ve bu konuya da zaman ayırmam gerekir" gibi bir pazarlık yapmış mıydınız?

Yapmadım ama bundan sonra yapacağım. İşe girdiğimde henüz klasman hakemiydim ve böyle bir pazarlık şansım yoktu. Ama Mustafa Kalkandelen daha önceki şirketinden Metro'ya geçerken böyle bir şartı sözleşmesine yazdırmıştı. Şu anda bir iş görüşmesine gitsem ben de böyle bir talepte bulunurum. Hakemlikle iş birlikte zor yürüyor ama ikisinin de birbirini etkileyen avantajları var. Hakemlikten dolayı düzenli bir hayat yaşıyorsunuz ve bu da işinizde disiplinli olmanızı sağlıyor. Spor yapmanız yaşam kalitenizi artırıyor, bu da işinize pozitif yansıyor. Diğer yandan baktığınızda, ben işimde satın alma müdürüyüm ve yöneticiyim. Yönetici kimliğim de sahaya yansıyor.

Metro'da bu anlamda bir sıkıntı yaşamıyorsunuz sanırım.

Bir dönem yaşadım. Orada beni en iyi tanıyan kişi Mustafa Kalkandelen'di. 2001'de Süper Lig yardımcı hakemi olduğumda o hakemliği bıraktı. Çünkü yönetim kurulu üyesiydi ve iki iş bir arada yürümüyordu. 2003'te FIFA oldum ve bu sırada şirkette müdür yardımcılığına yükselebilirdim. Ancak Mustafa Kalkandelen bana "Rüzgârın hakemlikte iyi gitti, FIFA oldun, ama burada müdür yardımcısı olamayacaksın" dedi. Sizin yöneticiniz çok sevdiğiniz bir ağabeyiniz ve eski bir hakem de olsa, önce işteki performansınızı gözetmek zorunda.

Peki, sonrasında nasıl müdür oldunuz?

İşyerinizde de emek veriyorsunuz ve bir unvan bekliyorsunuz. Bu unvan gelmeyince de motivasyonunuz bozuluyor. 2006'da Metro ve Real'in ortak satın alma şirketine terfi ederek geçtim. İşim icabı da Antalya'ya gittim. Oradaki müdürüm bana çok destek oldu. Futbolu çok seven birisi değildi ama benim maçım olmadığı zaman Cumartesi-Pazar günü platforma gidip çalıştığımı biliyordu. İş telefonumun 7 gün 24 saat açık olduğunu da biliyordu.

İşyerinizde mutlaka futbol da konuşuluyordur. Arkadaşlarınızla ne gibi diyaloglar yaşıyorsunuz?

Genelde çok olumlu ve düzgün diyaloglar oluyor. Çok büyük firmalarla da çalışıyoruz ve onların genel müdürleriyle yıllık görüşmeler yapıyoruz. Benim yanımda müdürüm hatta genel müdürüm de oluyor. Firmanın genel müdürü konuşmaya benimle girip futboldan söz etmeye başladığında ortamdaki gerginlik bir anda ortadan kalkıyor. Bulunduğunuz mevkie rağmen ön plana çıkıyorsunuz ve bu da olumlu oluyor.

TV yorumcuları kendilerini geliştirmeli

TV'lerdeki eleştiriler sizi nasıl etkiliyor?

Eğer çıktığım maçı TV veriyorsa mutlaka DVD'ye kaydederim. Kardeşim o maçların şüphelendiği pozisyonlarını dakika dakika yazar. Sonra ben de maçı izlerim ve ne yaptığıma bakarım. Benim için en önemli eleştiriler, babamdan ve kardeşimden gelenlerdir. Bu arada TV programlarını da mutlaka seyrederim. TV eleştirmenleri dediğimiz insanların da yanlış bildiği, kendilerini geliştirmediği noktalar var. Aslında önemli olan o programlardan kendinize bir takım dersler çıkarmak. Ama ne yazık ki bizim ülkemizde reytinge yönelik çıkışlar büyük prim yapıyor. Bu insanlar bu işlerden çok büyük paralar kazanıyor. Yapısı gereği, insanlarımız bu tarzı seviyor. Mesela birisi, "Git o bayrağı tren istasyonunda salla" dediğinde insanların hoşuna gidiyor. Ama bizim açımızdan son derece rencide edici. Benim bir maçımda 31 santimlik ofsaytı kaçırdığımı gösterdiler, doğruydu. Aynı maçın son dakikasında çok güzel bir pozisyonu oynattım ama aynı yorumcu değişen kuralı takip etmediği için bunu da yanlış olarak yorumladı ve "Bak bu arkadaş o takıma öyle, bu takıma böyle yapmış. Galiba karısıyla arası iyi değil" dedi. Bu cümle mi şimdi? Evli olsam, kabul edilecek bir şey değil. Ki evli değilim. Kız arkadaşım var, telefon açıyor, "Bu evlilik nereden çıktı?" diyor. Yapılan bir yanlış yorum her şeyinizi olumsuz etkiliyor. Katıldığım bir TV programında bu işlerin nasıl yürüdüğünü de çok yakıdan gördüm. Karşılarında 5 tane televizyon var. Hepsinde de spor programları yayınlanıyor. Diğer programlar reklama girdiğinde sunucu yorumcuya işaret veriyor ve eleştiri tarzı da dozu da değişiyor. Çünkü o sırada herkes zap yapıp o kanala geliyor. O zaman yorumcu da ya teknik direktöre atıp tutmaya başlıyor ya da hakemle ilgili eleştiri dozajını iyice yükseltiyor. Aslında kendileri de hakemlik yaptıkları için neyin ne olduğunu gayet iyi biliyorlar ama insanların duymak istediği gibi konuşmayı tercih ediyorlar.

Hakemlik hayatınızda olumlu ve olumsuz, unutamadığınız iki anınız hangileriydi?

Avrupa'da çıktığım maçların hepsi olumlu hatıralar olarak sayılabilir. Özellikle İngiltere ve Almanya maçları çok önemliydi. Hele Almanya'nın San Marino'yu 13-0 yendiği maç, Avrupa Şampiyonası tarihine rekor olarak geçmişti. 14 derbiye çıktım, bir Süper Kupa, bir Türkiye Kupası finalim var. Bunlar çok güzel şeyler. Bir de olumsuz değil ama ender yaşanacak bir hadise var. Geçtiğimiz sezon oynanan Sivasspor-Trabzonspor maçında ısı eksi 28 dereceye düşmüştü. Selçuk ağabeyin kulakları yara oldu. Benim ayaklarım neredeyse donuyordu.

Bundan sonrası için hakemlikteki kariyer planlamanız nasıl?

Umarım bu şekilde devam ederim. Benim isteğim, hem işyerimde hem hakemlikte başarılı olmak ama insanın bir de özel hayatı var. İnsanın başarılı sayılabilmesi için aile hayatında da başarılı olması gerekir. Mesela denir ki, "Şu müdür çok başarılı." Ama bir insan gece yarılarına kadar işyerinde çalışıyorsa, özel hayatı yoksa, bana göre başarılı değildir. Benim de yapmaya çalıştığım şey işimde, hakemlikte ve aile hayatımda başarıyı birlikte götürebilmek ve yaşam kalitemi arttırmak.

Bahattin Duran hakemliğin ve işinin dışında nelerle ilgileniyor?

Mümkün olduğunca tiyatroya giderim. Bir dönem Şehir Tiyatroları'na devam ediyordum. Sinemaya giderim ve bugün de böyle bir planım var. Kız arkadaşımla birlikte yardımcı hakem arkadaşım Serkan Ok ve eşiyle buluşup biraz insan içine karışacağım, caddede gezinti yapacağım, ardından Tom Hanks'in oynadığı Melekler ve Şeytanlar filmini izleyeceğim. Onun dışında eski arkadaşlarımla mümkün olduğunca görüşmeye çalışırım. Akraba ziyaretlerine önem veririm. Allah ömür verirse hepimiz yaşlanacağız. Bu nedenle hasta, akraba ziyaretlerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ailemden de böyle gördüm. Bu arada Antalya'ya gittiğimde Köprülü Kanyon'da rafting yapıyorum. Boş vakitlerimde Lost ve 24 gibi dizileri izliyorum. Kuzguncuklu hemşerim Uğur Yücel'in Canım Ailem dizisinden büyük keyif alıyorum.