TR
EN
İzlanda futbolu 4.10.2017
İzlanda futbolu

Millî Takımımızın Eskişehir'de konuk edeceği İzlanda, son Avrupa Şampiyonası'nda, turnuvaya katılan en küçük ülke olmasına karşın çeyrek final oynayarak büyük alkış aldı. Peki, İzlanda bu noktaya gelene kadar nasıl yollardan geçti ve bundan sonrasında neler yapabilir?

Türkiye-İzlanda Maç Günü Kitabından...

İzlanda, EURO 2016'nın herhalde en çok dikkat çeken takımıydı. Atlantik'in kuzeyinde, sadece 340 binlik bir nüfusla kendi halinde bir ada ülkesi olan İzlanda'nın tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonası'na katılması zaten başlı başına bir başarı öyküsüyken, İzlandalı futbolcular bu kadarıyla da yetinmedi ve önce ilk tur gruplarından yenilgisiz bir biçimde çıkmayı başardı, ardından da ikinci turda İngiltere gibi bir markayı kupanın dışına itti. Peri masalı, çeyrek finaldeki Fransa maçıyla son bulsa da İzlanda, turnuva sonunda en çok alkış alan takımların başında geliyordu. Yakın zamana dek Avrupa'nın en zayıfları arasında yer alan bir takımın birkaç senelik bir süre içerisinde aniden devlere kafa tutacak raddeye gelmesi, üstelik bunu son derece kısıtlı beşeri imkânlara rağmen başarması, İzlanda'nın bu denli ilgi odağı olmasındaki ana nedenlerdi.

Peki, İzlanda'nın bir anda böylesine bir çıkış göstermesinin ardında yatan nedenler nelerdi? İzlanda nasıl bir futbol geçmişine sahipti ve yıllarca yakınından dahi geçemedikleri başarılara ulaşmaları, futbol tarihlerinde nelerin değişmesiyle mümkün olabilmişti?

Öncelikle, muhtemel genel kanının aksine, İzlanda'nın, Avrupa'da en köklü futbol geçmişine sahip ülkelerden biri olduğunu vurgulamakta fayda var. İzlanda'da ilk futbol kulübü, 16 Şubat 1899 tarihinde Fotboltafelag Reykjavikur (Reykjavik Futbol Kulübü) adıyla kuruldu. Lig de 1912 yılında başladı.

Ne var ki, İzlanda'da böylesine erken sayılabilecek bir zamanda futbolla haşir neşir olunmaya başlanmasına karşın, futbolun gelişiminin önünde iki büyük engel vardı. Bunlardan birincisi sert iklim koşulları, ikincisi de nüfustu. Bu sebeplerden ötürü, İzlanda'da futbol, yakın zamana kadar uluslararası düzeyde kendisini gösteremedi ki, ülkede tohumlarının atılmasından sonra bunun için 100 yılı aşkın bir süre geçti. Bu ağır ilerleme, ülkede futbol federasyonun ve millî takımın kurulmasında da bir hayli geç kalınmasına yol açmıştı.

İzlanda Millî Takımı'nın FIFA tarafından tanınmasıysa, II. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşti ve 17 Temmuz 1946 tarihinde İzlanda, ilk millî maçına, Reykjavik'te Danimarka önünde çıktı. Çok daha tecrübeli oyunculardan kurulu olan Danimarka, bu karşılaşmadan 3-0'lık galibiyetle ayrılacaktı. İzlanda'nın futbol federasyonu olan KSI ise ertesi yıl 26 Mart tarihinde faaliyetlerine başlayacak ve FIFA'ya da üye olacaktı. 1954'te UEFA'nın kurulmasıyla birlikte vakit kaybetmeden bu kuruma da üye olan KSI, böylece artık uluslararası turnuvalarda İzlanda'nın temsilinin önünü de tamamen açmış oluyordu.

İzlanda Millî Takımı, şansını ilk olarak 1958 Dünya Kupası elemelerinde denedi. Ancak elemelerde Fransa ve Belçika ile aynı grupta yer alan İzlanda için bu elemeler gayet nahoş bir tecrübe olacaktı. Oynadığı dört maçı da kaybeden İzlandalılar, kalelerinde 26 gol görürken rakip filelere sadece altı gol gönderebilmişti. Bu başarısızlığın da etkisiyle midir bilinmez, İzlanda bundan sonraki üç Dünya Kupası'nın elemelerine katılmadı. Avrupa Şampiyonası için de ilk olarak 1964'te düzenlenecek ikinci turnuva için elemelere katılan İzlanda Millî Takımı, ilk turda İrlanda Cumhuriyeti ile eşleşti ve rakibine 4-2 ile 1-1'lik skorların ardından elendi. İzlanda, Avrupa Şampiyonası elemelerine katılmaya da bu tarihten sonra bir süre ara verecek ve 1976'daki turnuvanın elemeleri geldiğinde geri dönecekti.

Kulüpler düzeyinde de İzlanda, uzunca bir süre UEFA'nın en başarısız üyelerinden birisi olmaktan kurtulamayacaktı. Avrupa Kupalarında İzlanda, ilk olarak 1964-65 sezonunda KR vasıtasıyla Şampiyon Kulüpler Kupası'na katılarak boy gösterdi. Turnuvanın ilk turunda Liverpool ile eşleşen KR, 17 Ağustos 1964'te kendi sahasında çıktığı ilk maçta rakibine 5-0 mağlup olurken, dört hafta sonraki rövanştaysa bu kez 6-1'lik bir mağlubiyet alacaktı. Yine de 35. dakikada Liverpool filelerini havalandıran Gunnar Felixson, Avrupa kupalarında gol atan ilk İzlandalı futbolcu olarak tarih sayfalarındaki yerini alacaktı.

Bir İzlanda temsilcisinin tur atlama sevincini yaşayacağı ilk eşleşmeyse, 1967-68 sezonunda, Şampiyon Kulüpler Kupası'ndaydı. İzlanda şampiyonu Valur, turnuvanın ilk turunda eşleştiği Lüksemburg temsilcisi Jeunesse Esch'i 1-1 ve 3-3 biten maçlar sonrasında deplasman golü kuralı sayesinde saf dışı bırakmıştı. Ancak Valur ikinci turda Macar şampiyonu Vasas karşısında tutunamayacak ve iki maçta kalesinde toplam 11 gol görecekti.

Aslında bu başarısızlıklar, daha önce de belirtilen bir sorunun sonucuydu. O da ülkenin sınırlı nüfusuydu. İzlanda iyi futbolcu çıkaramayan bir ülke değildi aslında. Hatta nüfusuna oranla bu konuda gayet başarılı olduğu bile iddia edilebilirdi fakat belli bir seviyenin üzerinde 11 oyuncuyu bir araya getirip iyi bir takım yaratmak… İşte tam da o noktada tıkanıyorlardı. Yoksa yurtdışına oyuncu ihraç etmeye birçok ülkeden erken başlamışlardı ve ihraç ettiklerinden bazıları da sadece gitmekle kalmıyor, gittikleri yerde iz bırakmayı da başarıyorlardı.

Yurtdışında forma giyen ilk İzlandalı futbolcu Albert Gudmundsson'du. Gudmundsson, Glasgow'da Rangers, Arsenal, Nancy, Milan, Racing Club ve Nice tecrübelerinin ardından futbolu ülkesinde Valur ve Hafnarfjördur'da top oynayarak noktalamıştı. İzlanda'nın bir sonraki önemli ihracatı Asgeir Sigurvinsson olacaktı. 18 yaşındayken Standard Liege'e transfer olan, ardından kısa bir Bayern Münih tecrübesi yaşayan İzlandalı, 35 yaşına kadar Stuttgart formasını giymiş ve 2004'te KSI tarafından İzlanda'nın son 50 yıldaki en iyi oyuncusu seçilmişti. Sigurvinsson ile hemen hemen aynı dönemlerde forma giyen Arnor Gudjohnsen de 1978'de, 17 yaşındayken Belçika'nın Lokeren takımına gitmiş, Anderlecht ve Bordeaux'da forma giyip İsveç liginde top koşturduktan sonra futbolu ülkesinde bırakmıştı. Gudjohnsen'in kariyerindeki en ilginç anlardan biriyse, oğlu Eidur ile birlikte aynı millî maçta forma giymesiydi. 24 Nisan 1996'da, İzlanda'nın Estonya'yı deplasmanda 3-0 mağlup ettiği özel maçın ikinci yarısında baba Arnor oyundan çıkarken yerine oğul Eidur girmişti. Şöhreti babası Arnor'unkini de geride bırakacak ve birçok kişiye göre gelmiş geçmiş en başarılı İzlandalı futbolcu olacak Eidur Gudjohnsen'in kariyer öyküsünden devam edecek olursak… Futbola Valur altyapısında başlayan Eidur, 16 yaşında PSV'ye transfer olarak kariyer anlamında çok büyük bir adım atmıştı belki ama bir yıl sonra ayak bileğinin kırılması hem PSV günlerinin bitmesine hem de kendisinin iki yıl futboldan uzak kalmasına yol açınca bir anda başa dönmek zorunda kaldı. Kısa bir süre KR'de futbol oynayan, sonra da Bolton Wanderers'a transfer olan Eidur, burada gösterdiği performansla 2000 yılında Chelsea'ye transfer olmayı başaracaktı. Londra ekibinde altı sezon oynayan Eidur, burada iki Premier Lig şampiyonluğu yaşadıktan sonra 2006 yazında Barcelona'ya transfer oldu. Barça'da daha çok rotasyon oyuncusu olarak görev yapsa da 2009'da Şampiyonlar Ligi şampiyonu olan kadronun bir parçasıydı ve bu sayede, bugüne kadar Kupa 1'de şampiyonluk yaşamış tek İzlandalı futbolcu olma onurunun da sahibi olacaktı. 30 yaşında Barcelona'dan ayrılan Gudjohnsen, aradan geçen yedi sene içinde futbol seyyahlığına soyunup 11 farklı kulübün formasını giydi ve geçtiğimiz ay da futbol hayatını noktaladığını açıkladı. Gudjohnsen aynı zamanda attığı 26 golle İzlanda Millî Takımı tarihinin en golcü oyuncusu konumunda…

Bu dört önemli oyuncu haricinde yurt dışında başarı kazanan diğer İzlandalı oyunculardan kısaca bahsetmek gerekirse… 1990'lar jenerasyonunun önde gelenlerinden olan Eyjolfur Sverrisson, kariyerinin çoğunu Bundesliga'da, Stuttgart ve Hertha Berlin formalarıyla geçirirken Stuttgart ile bir lig, Hertha ile de iki kupa şampiyonluğu yaşadı. 1994-95 sezonunda da Beşiktaş forması giyen Sverrisson, siyah-beyazlılarla da bir şampiyonluk gördü. Aynı kuşaktan Sigurdur Jonsson, genç yaşında geldiği Sheffield Wednesday'de başarılı bir dönem geçirdikten sonra 23 yaşında Arsenal'e transfer olmuştu fakat peş peşe gelen sakatlıklar sonrasında Arsenal'de yeterince oynama şansı bulamadı. Ülke futbolunun 1980'lerdeki önemli golcülerinden Petur Petursson ise Feyenoord ve Anderlecht gibi kulüplerde oynamış, Feyenoord ile bir Hollanda Kupası kazanmıştı. 1990'ların sonundan 2010'ların başlarına kadar 15 sezon boyunca İngiltere liglerinde forma giyen ve bunların 11'ini Premier Lig'de geçiren Hermann Hreidarsson ise 2008'de Portsmouth ile bir FA Cup zaferine imza atmıştı.

İzlanda, bahsi geçen oyunculardan Sigurvinsson, Arnor Gudjohnsen, Sverrisson, Petursson ve Jonsson'un bir arada oynayabildiği 1980'lerin sonunda aslında kendi imkânları doğrultusunda iyi bir jenerasyon yakalamış sayılırdı. Fakat 1990 Dünya Kupası elemelerinde SSCB, Avusturya, Türkiye ve Demokratik Almanya ile aynı grupta yer alan İzlanda, grup ikincisi olarak turnuvaya katılan Avusturya'nın iki puanlı sistemde üç puan gerisinde kalmasına karşın yine de grubun son sırasından kurtulamayacak ve önemli bir fırsatı kaçıracaktı.

Eidur Gudjohnsen'in formunun zirvesinde olduğu yıllardaysa, EURO 2004 elemeleri esnasında İzlanda belki de ilk kez büyük bir turnuvaya çok yaklaşıyordu. Bu sefer elemelerdeki rakipleri Almanya, İskoçya, Litvanya ve Faroe Adaları idi. Ancak İzlanda, grubu 14 puanla ikinci sırada tamamlayan İskoçya'nın bir puan arkasında kalarak play-off şansını kaçıracaktı ki İskoçlara karşı oynadıkları iki maçı da kaybetmeleri bunda en büyük etken olmuştu.

Öte yandan İzlanda'da, daha önce de bahsedilen nüfus ve iklim sorunlarının asgari düzeyde hissedilmesi için tam da bu yıllarda kayda değer çalışmalar başlatılmıştı. Nüfus sorunuyla başa çıkılması için neredeyse her köye futbol sahaları yapılmaktaydı ve iklim sorununun çözümü de bu sahaların kapalı salonlarda, suni çim zeminle inşa edilmelerinde bulunmuştu. Bu sayede zemin bakımıyla ve yağışlı havalarla ilgili problemler ortadan kaldırılmıştı. Hatta kış aylarındaki karanlık sorunu da salonlardaki aydınlatma sayesinde çözülmüştü. Bunun yanı sıra KSI, ülkedeki antrenörlerin sayısının arttırılması yönünde de teşvik edici çalışmalarda bulunmaktaydı.

Bu çalışmaların da kısa süre içerisinde meyvesini verdiği söylenebilir zira günümüzde İzlanda'da UEFA Pro lisansına sahip 13 teknik direktör, UEFA A lisansı bulunan 196 antrenör ve UEFA B lisansı olan 639 futbol adamı var. Kıyaslama yapmak gerekirse ülkemizde şu an 400'ün üzerinde Pro lisans sahibi teknik direktör var fakat İzlanda'da 25 bin kişiye bir Pro lisanslı teknik direktör düşerken Türkiye'de bu oran 200 binde bire tekabül ediyor.

İzlanda'da futbola yapılan bu yatırımların yeşil sahalarda ilk karşılığı kadınlar kategorisinde alınacak ve İzlanda, 2009 Kadınlar Avrupa Şampiyonası'na katılarak futbolda ilk kez uluslararası bir turnuvada boy göstermiş olacaktı. Erkeklerdeyse ilk umut verici adım, 2011 U21 Avrupa Şampiyonası elemelerinde atılıyordu. U21 takımı, eleme grubunda Almanya gibi bir markayı geride bırakmayı başarmış ve Çek Cumhuriyeti'nin ardından ikinci sırayı alarak play-off'a kalmıştı. Play-off'ta da İskoçya'yı iki maçta da mağlup eden takım, turnuvada yer alacak sekiz ekipten biri olmaya hak kazanmıştı. Turnuvada da ilk tur gruplarında bir galibiyet alan İzlanda, yarı finali üçlü averaj neticesinde kaçırmıştı. O turnuvada İzlanda'nın kadrosunda yer alan Birkir Bjarnason, Johann Berg Gudmundsson, Aron Gunnarsson, Kolbeinn Sigthorsson, Alfred Finnbogason ve Gylfi Sigurdsson, EURO 2016'da çeyrek final oynayacak olan İzlanda Millî Takımı'nın da belkemiğini teşkil edecek isimler olacaktı.

İzlanda, bu oyuncuları A millî takıma tam anlamıyla monte ettikten sonra ilk ciddi sınavını, 2014 Dünya Kupası elemelerinde verdi. Sonuç gerçekten de hayli parlaktı. O güne dek büyük bir turnuvaya katılmaya bile doğru dürüst yaklaşamamış olan takım, eleme grubunu İsviçre'nin ardından ikinci sırada tamamlayıp play-off'a kalıyordu. Play-off'ta Hırvatistan'a 2-0 ve 0-0'lık skorlarla elenseler dahi ilerisi için fazlasıyla umut vermişlerdi. Nitekim beklenen başarı, EURO 2016 elemelerinde geldi. Eleme grubunda Türkiye ve Hollanda'yı geride bırakmayı başaran, bunu yaparken Hollanda'yı her iki maçta da mağlup eden İzlanda, böylelikle grupta Çek Cumhuriyeti'nin ardından ikinci sırayı alarak finallere katılma ve tarihinde ilk kez bir büyük turnuvada boy gösterme hakkını elde etti.

Mucize bu kadarıyla da sınırlı kalmadı. Fransa'daki turnuvada ilk maçında daha sonradan şampiyon olacak Portekiz'le 1-1 berabere kalan İzlanda, ardından Macaristan'la da uzun süre önde götürdüğü mücadeleden 1-1'lik bir beraberlik çıkardı, son maçında da Avusturya'yı 2-1 mağlup ederek grubunda ikinci olarak son 16'ya kaldı. Burada da İngilizleri adeta futbolu icat ettiklerine pişman ederek 2-1 yenmeyi başaran İzlandalılar, bir anda kendilerini tüm futbol kamuoyunun şaşkınlık ve hayranlıkla karışık bakışları arasında çeyrek finalde buldu. Bu noktadan sonra peri masalı daha fazla devam etmese ve ev sahibi Fransa'ya 5-2 kaybetseler de İzlanda, turnuva sonunda belki de en çok sempati toplayan takım olmuştu. Üstelik bunda sadece sahada gösterdikleri başarı değil, ülke nüfuslarının yaklaşık yüzde beşine tekabül eden kalabalıktaki taraftar gruplarının tribünlerde yaptığı alkışlı tezahürat da etkili olmuştu.

İzlandalıların artık önlerinde bir hayal kaldı. O da Dünya Kupası'nda da yer alabilmek. Bunu da başarmaları halinde küçük bir ülkenin gerçekleştirebileceği tüm mucizelerde imzaları olacak. Tabiî bu yolda sadece mevcut kuşağa da bel bağlamak istemiyorlar. Görünüşe göre, sera ortamındaki suni çim tarlalarından daha çok verim alacak gibiler. İçinde bulunduğumuz 2018 Dünya Kupası elemelerinde mücadele eden takımları, son iki maça girilirken Hırvatistan'la aynı puanda grubun zirvesini paylaşıyor. Bizimle Eskişehir'de oynayacak olmaları elbette dezavantaj ama buradan çıkartabilecekleri bir beraberlik bile onlara en azından play-off oynatabilir.