TR
EN
Ukrayna Futbolu 6.10.2016
Ukrayna Futbolu

Ukrayna'yı önce SSCB içerisinde, sonra da Avrupa çapında önemli bir futbol gücü haline getiren kişi, Valeri Lobanovski'ydi. Ancak 2002'de hayatını kaybeden Lobanovski sonrasında Ukrayna futbolu, 2006 Dünya Kupası haricinde hiç de arzuladığı noktalara ulaşmayı başaramadı.

Sovyetler Birliği, özellikle 1950'lerden itibaren dünya futbolunda önemli bir güce dönüşmeye başlamış ve dağıldığı 1991'e kadar da bu konumunu korumuştu. 1960'ta Avrupa şampiyonu olan, 1964, 1972 ve 1988'de de Avrupa Şampiyonası'nda final oynayan SSCB, 1966 Dünya Kupası'nı da dördüncülükle tamamlamayı başarmıştı. Sovyet futbolunun, Rusya ile birlikte belkemiğini oluşturan iki güçten biri de Ukrayna'ydı. Ancak SSCB'nin dağılması sonrasında Rusya nasıl EURO 2008'deki yarı final hariç futbolda aradığını bir türlü bulamadıysa, Ukrayna da 2006 Dünya Kupası'ndaki çeyrek final dışında bugüne dek ciddi bir başarı elde edebilmiş değil.

Son olarak, 24 takımın boy gösterdiği EURO 2016'da oynadığı üç maçı da kaybeden ve bu karşılaşmalarda tek bir gol bile kaydedemeyen Ukrayna, 24 katılımcı arasında en kötü performansa sahip takım konumuna düştü. 2012'de de iki ev sahibinden biri olduğu Avrupa Şampiyonası'nda yine gruptan çıkma başarısını gösteremeyen Ukrayna, artık bir şekilde şeytanın bacağını kırmak istiyor belki ama bunun nasıl olacağı da meçhul.

Ukrayna, SSCB'nin dağılması sonrasında en iyi jenerasyonunu 1990'ların sonunda yakalamıştı. Andrei Shevchenko ve Sergei Rebrov'un başını çektiği o oyuncu grubunun çoğu Dinamo Kiev kökenliydi ve 1999 yılında Dinamo'nun Şampiyonlar Ligi'nde yarı final oynaması, hatta finali kıl payıyla kaçırması sonrasında da yakın gelecekte Ukrayna Millî Takımı'nın da uluslararası düzeyde çok büyük işler başarabileceğine dair beklentiler bir hayli artmıştı. Fakat biraz önce de söylendiği gibi bu beklentiler sadece 2006 Dünya Kupası'nda kısmen karşılık buldu. Bunun haricinde başka Dünya Kupası'na katılamayan Ukrayna, Avrupa Şampiyonaları'ndaysa henüz ilk turdan ötesini görmeyi başaramadı.

Futbolun geç filizlendiği topraklar

Geçmişe bakıldığında, Ukrayna ile ilgili dikkat çeken ilk ayrıntılardan biri, birçok Avrupa ülkesine kıyasla futbolla geç tanışmış olması… Tabiî bunda, 19. yüzyılda Ukrayna topraklarının büyük bölümüne sahip olan Çarlık Rusyası'nın futbolu kıtada en geç ithal eden ülkelerden biri olmasının da payı büyüktü.

Nitekim bugünkü Ukrayna sınırları içerisinde yer alan şehirler içerisinde futbolun ilk oynandığı yer de o dönemlerde Avusturya-Macaristan sınırları içerisinde bulunan Lviv şehriydi. 14 Temmuz 1894 tarihinde oynanan bu ilk maç, Sokil adlı bir spor kulübünün organize ettiği bir gösteri maçıydı. Müsabaka, bir spor şenliği esnasında futbolun tanıtımı amacıyla oynanmıştı ve ilk golü atanın galip geleceği şekilde kurallandırılmıştı. Bunun neticesinde de sadece altı dakika sürmüştü. Aynı dönemde yine Lviv'de bölgesel bir futbol federasyonu da kurulmuştu fakat bu kurumun, ülke futbolunun gelişimine önemli bir katkı yaptığını söylemek bir hayli güç.

Ukrayna'da futbolun gelişmesi, ülkenin 1922 yılında Sovyetler Birliği bünyesine katılmasından sonra mümkün olacaktı. Sosyalist rejim, beden terbiyesine büyük önem vermekteydi ve bunun sonucunda devlet spor alanında da ciddi bir yapılanma içerisine gidecek, tabiî bunu da doğrudan yönetecekti. Takımların, kendi yağlarında kavrulmalarının hayli zor olduğu fakir bir ülkede böylesine tepeden bir desteğin sağlanması da elbette futbolun çok daha hızlı bir şekilde gelişmesine ön ayak olacaktı.

SSCB'de devletin kurduğu organizasyonun işleyiş biçimiyse genellikle Rusya haricindeki cumhuriyetlerde bir takımın seçilmesi ve bölgedeki futbolun o takımın öncülüğünde geliştirilmesine dayalıydı. Bu bakımdan, Ukrayna'da futbolun lokomotifi olması için, 13 Mayıs 1927 yılında kurulan Dinamo Kiev takımı seçilmişti. SSCB dağılana kadar Ukrayna'da futbol adına ne kadar olumlu gelişme yaşandıysa, bunların neredeyse hepsinde Dinamo'nun imzası olacaktı.

Yine de Dinamo Kiev'in, Rusya menşeili kulüpler arasından sıyrılıp Sovyet futbolunun zirvesine yerleşebilmesi uzun bir süre alacaktı. Öyle ki 1960'lara kadar Sovyet ligindeki şampiyonluklarda sadece Moskova takımlarının imzası bulunacaktı. Fakat bu zincirin kırılmasını da yine Dinamo Kiev'den başkası başaramayacaktı.

'Ölüm Maçı' efsanesi

Öte yandan Dinamo Kiev'in Ukraynalılar adına çok özel bir anlam ifade etmesiyse, Sovyet Ligi'nde ve Avrupa kupalarında kazanacağı başarılardan çok daha öncesinde, II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan bir olay neticesinde gerçekleşecekti. Hatta bu olay, zaman içerisinde bire bin katılarak çok daha farklı bir hale getirilecek ve adeta bir efsaneye dönüşecekti. Söz konusu efsane, II. Dünya Savaşı esnasında işgalci Alman askerleriyle Dinamo Kievli futbolcular arasında oynandığı varsayılan ve bugün birçok kaynakta kendisinden "ölüm maçı" diye bahsedilmesine neden olan bir müsabakaya dayanıyor.

Konu ile ilgili en detaylı araştırmalardan birini yapan ve bu araştırmalar neticesinde ulaştığı bulguları da "Dynamo: Defending The Honour Of Kyiv" (Dinamo: Kiev'in Onurunu Savunuş) adlı kitabında futbolseverlerle paylaşan Andy Dougan'a göre bir grup Dinamo Kievli oyuncu, işgal yıllarında, aralarına Lokomotiv Kiev'den de üç oyuncu dâhil ederek FC Start adında bir takım oluşturmuşlardı. Bu yeni takım, o dönem oynanmakta olan Kiev liginde boy gösterecekti. Ligde yer alan diğer takımlar arasındaysa işgalci askerler tarafından kurulmuş takımlar mevcuttu. Oynadığı maçların tamamına yakınını kazanan FC Start, Nazilerin müttefiki olan Rumenlerin ve Macarların garnizonları arasından seçilen takımları da mağlup etmeyi bilmişti. Hal böyle olunca, FC Start'ın, Luftwaffe'nin (Alman Hava Kuvvetleri) takımı olan Flakelf ile yapacağı maç, büyük bir merakla beklenmeye başlamıştı. Ukraynalılar elbette ki FC Start'ın maçı kazanıp kendilerini gururlandırmasını istiyorlardı ve beklentileri fazlasıyla karşılık bulacak, FC Start, 6 Ağustos 1942'de oynanan maçta rakibini 5-1'lik ağır bir yenilgiye uğratacaktı.

Almanların bu mağlubiyeti hazmetmesi tabiî ki kolay olmayacaktı. Nitekim maç biter bitmez, iki takım arasında üç gün sonra yeni bir karşılaşmanın yapılmasını talep edeceklerdi. Dahası, bu yeni karşılaşmanın bir SS subayının hakemliğinde yapılmasını da sağlayacaklardı. Fakat bu 'ince ayar' bile Nazilerin istediği sonucun ortaya çıkmasını sağlayamayacak, FC Start bu kez de 5-3'lük bir galibiyetle sahadan ayrılmayı başaracaktı. Dougan'ın anlattıklarına göre, maç esnasında Nazileri skordan daha çok aşağılayansa, FC Start'tan Aleksey Klimenko'nun bir pozisyonda rakip kaleciyi çalımlamasının ardından topu kale çizgisine kadar sürmesi, fakat çizgiye gelince geri dönüp topu orta sahaya kadar gönderen bir şut çekmesiydi. Kendilerine bu şekilde merhamet edildiğini görmek, maçı izleyen Nazileri çileden çıkarmıştı.

Günümüzde bir futbol efsanesi halini alan anlatılarla gerçeklik arasındaki kırılma noktasını bu maçın bitiş düdüğünün teşkil ettiğini söylenebilir. Zira bugün çoğu kişi, aldıkları bu galibiyetin cezası olarak FC Start'lı futbolcuların kurşuna dizildiğini zannetmekte. İşin gerçeğiyse o kadar trajik olmasa da yine de hayli acı... Maçtan dokuz gün sonra FC Start futbolcularının çoğu gözaltına alınıp sorguya çekilmişlerdi. Sorguya çekenlerin Naziler olmasının doğal bir sonucu olarak da birçoğu ağır işkencelere maruz kalmıştı. Bu futbolculardan, aralarında Klimenko'nun da bulunduğu üçü daha sonra toplama kamplarına da sevk edilmiş ve 24 Şubat 1943 tarihinde de bu kamplarda gerçekleştirilen toplu infazlar esnasında öldürülmüştü. Fakat bu cinayetlere sebep olarak altı ay önce oynanan maçın gösterilmesine dair herhangi bir kanıt da bulunmamakta. Dolayısıyla üç futbolcunun, sıradan bir Nazi kırımının kurbanı olmaları da gayet muhtemel.

II. Dünya Savaşı'nın bitiminde Almanların mağlup, Sovyetlerinse galip tarafta yer almasının ardındansa maçla ilgili anlatılanlar gitgide daha abartılı bir hal alacaktı zira bu durum Nazi zulmüne karşı nasıl şanlı bir direniş ortaya konulduğuna dair çok güzel bir propaganda aracı ortaya çıkarıyordu. Özellikle Brejnev döneminde bu propaganda ciddi bir biçimde işlenecekti. 1965 yılında, Naziler tarafından öldürüldüğü öne sürülen futbolcuların anıları, kendilerine verilen cesaret madalyalarıyla onurlandırılmıştı. Hayatta kalan beş futbolcuya da savaşta gösterdikleri hizmetten ötürü madalya verilmişti. 1971'de de Kiev'e, konuyla ilgili iki anıt dikildi. Karşılaşmanın oynandığı Zenit Stadı'nın adı da FC Start Stadı olarak değiştirildi. Lâkin savaş sonrasında hayatta kalan FC Start oyuncularının uzunca bir süre NKVD (KGB'nin öncülü) tarafından 'işbirlikçilik şüphesiyle takip altına alındığının da altını çizmeden geçmemek lâzım.

'Ölüm maçı' olarak adlandırılmaya başlanan bu karşılaşmanın propaganda etkisi, SSCB sınırlarını da aşacaktı. 1962'de Macar yönetmen Zoltan Fabri, "Ket Felido a Pokolban" (Cehennemde İki Devre) adı altında çektiği filmde söz konusu efsaneden esinlenerek Macar futbolcuların, işgalci Nazilere karşı ölümüne yaptıkları bir futbol maçını anlatacaktı. Bu film, özellikle yıllar geçtikçe kült bir yapıma dönüşecek ve II. Dünya Savaşı ile futbolu ortak bir paydada buluşturmasının da etkisiyle, en ünlü futbol filmlerinden birine dönüşecekti.

İlk yükseliş emareleri

Söz konusu "Ölüm Maçı"na burada noktayı koyup, futbolun Ukrayna'daki kronolojik gelişimine kaldığımız yerden devam edecek olursak, öncelikle Sovyet futbolunun 1950'lerin ortasından itibaren Avrupa'da büyük bir yükseliş içinde olduğunu vurgulamak gerekir. SSCB, 1956 Melbourne Olimpiyatları'nda futbolda altın madalyaya uzanırken 1960'ta da ilk kez düzenlenen Avrupa Şampiyonası'nda zafere ulaşmıştı. Ne var ki bu başarılarda Ukrayna futbolunun payı yok denecek kadar azdı. 1956'daki kadronun tamamı dört Moskova takımının (CSKA, Spartak, Dinamo ve Torpedo) oyuncularından oluşmaktaydı. 1960'taki kadrodaysa Dinamo Kiev'den iki oyuncu, Yuri Koinov ile Yuri Kovalyov yer almaktaydı ki bunlardan sadece Koinov final maçında sahaya çıkmıştı.

Ukrayna futbolunun Sovyet futbolu içindeki yükselişi için milat olarak kabul edilebilecek yılsa, 1961 oluyordu. O yıl Dinamo Kiev, Sovyet Ligi'nde tarihinin ilk şampiyonluğuna ulaşırken, Sovyet Kupası'nı da, o günkü adıyla Stalino, bugünkü adıyla Donetsk şehrinden çıkan mütevazı bir takım, Shakhtar müzesine götürmüştü. Shakhtar, bu başarısını ertesi sezon da tekrarlarken, Dinamo Kiev ise 1966-68 yılları arasında üç sene üst üste ligi şampiyonlukla tamamlayacaktı. Dinamo ayrıca 1964 ve 1966'da Sovyet Kupası'nı da kazanan taraf oluyordu. 1969'daysa Lviv şehrinden Karpaty takımı Sovyet Kupası'nı kazanarak Ukrayna'yı onurlandıran bir diğer ekip olmayı başaracaktı.

Ve Lobanovski iş başında

Ukrayna futbolunun Sovyet futbolu içerisindeki ağırlığı, 1970'lerde iyice artacaktı. Bundaki en büyük paysa, bugün artık tüm zamanların en önemli teknik adamları arasında gösterilmekte olan Valeri Lobanovski'ye ait olacaktı. Lobanovski, 1974 başında Dinamo'da göreve başlamadan önce takım 1971'de bir lig şampiyonluğu daha kazanmış ve iyiden iyiye kendisini ülkenin en iyi birkaç takımından biri olarak kabul ettirir hale gelmişti. Fakat Lobanovski, elde edilen başarıların SSCB topraklarıyla sınırlı kalmasını istemiyor ve Dinamo'nun, bütün dünyanın saygı duyduğu bir takıma dönüşmesini amaçlıyordu. Bunun için de öncelikle çalışma metotlarının bilimsel bir biçimde geliştirilmesi üzerinde duracaktı.

Lobanovski, genç bir akademisyen olan Anatoli Zelentsov'u yardımcılığına getirmişti ve ikili, öncelikle fiziksel açıdan en fit oyuncuların nasıl geliştirilebileceğine dair antrenman metotları üzerinde duruyorlardı. Ayrıca maçlarla ilgili de döneminin çok ötesinde istatistik çalışmalarında bulunuyorlar ve buradan elde ettikleri verileri de yeni taktikler geliştirmede kullanıyorlardı. Sonuçta son derece dinamik ve taktiksel açıdan farklı oyun anlayışlarını bir potada eritmeyi başaran bir ekip ortaya çıkmıştı.

Bu yeni Dinamo Kiev, ilk sezonunda hem ligi hem de kupayı kazanırken, ikinci sezonunda Kupa Galipleri Kupası'nda zafere ulaşacak ve Avrupa'da kupa kazanan ilk Sovyet takımı olma onuruna da erişecekti. Final yolunda sırasıyla CSKA Sofya, Eintracht Frankfurt, Bursaspor ve PSV Eindhoven'ı deviren Dinamo, finalde de Macar temsilcisi Ferençvaroş'u 3-0'la geçmeyi başararak kupaya uzanmıştı.

Dinamo'nun Avrupa başarısı bununla da sınırlı kalmayacaktı. Birkaç ay sonra Süper Kupa'da, son iki yılın Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonu Bayern Münih ile karşı karşıya geliyorlardı. Kimler yoktu ki o Bayern Münih kadrosunda? Son dünya şampiyonu Federal Almanya'nın da yıldızları olan Franz Beckenbauer, Gerd Müller, Jörg Schwarzenbeck ve Sepp Maier'in yanı sıra 20 yaşındaki genç yıldız Karl-Heinz Rummenigge'ye de sahip olan Bayern, eşleşmenin mutlak favorisi konumundaydı. Fakat 9 Eylül'de Münih'te oynanan ilk maçı Dinamo, golcüsü Oleg Blokhin'in tek golüyle kazanmayı başaracaktı.

Dört hafta sonra Kiev'de oynanan rövanştaysa günün kahramanı yine Blokhin olacak ve iki kez ağları havalandırarak takımını 2-0'lık galibiyete taşıyacaktı. Artık Kievlilerin elinde, Almanlar karşısında, 1942'dekinden çok daha somut bir zafer bulunuyordu. Üstelik yendikleri takım, çoğu kişi tarafından o esnada 'dünyanın en iyi takımı' olarak kabul edilen bir yıldızlar topluluğuydu. Gelinen bu seviye, gerek Ukrayna futbolunun gerekse Sovyet futbolunun kulüpler düzeyinde geldiği en üst seviye sayılabilirdi ve takımını yaklaşık bir buçuk sene içerisinde bu seviyeye taşıyan Valeri Lobanovski de bu başarıda hiç şüphesiz aslan payına sahip olan isimdi.

SSCB Millî Takımı'na Dinamo Kiev damgası

Lobanovski'nin göstermiş olduğu bu üstün başarı, Sovyet Futbol Federasyonu yetkililerinin de dikkatinden elbette kaçmayacaktı. Sonuçta başarılı teknik adamı hem SSCB Millî Takımı'nı hem de Dinamo Kiev'i çalıştırması için ikna ettiler. 1976 Avrupa Şampiyonası elemelerine de SSCB, Lobanovski yönetiminde başladı. Bu sayede, Sovyet takımında Dinamo Kiev etkisi de iyice artmıştı. Hatta elemelerde Türkiye ile oynadıkları ve 3-0 kazandıkları maçta takımın ilk on birinin tamamı Dinamo Kievli oyunculardan oluşmaktaydı. Ancak grubunu lider tamamlayan ve son sekiz takım arasına adını yazdıran SSCB, bu aşamada Çekoslovakya engeline takılacak ve o dönemde dört takımın katılabildiği Avrupa Şampiyonası'nın dışında kalacaktı. Lobanovski ise Çekoslovakya'ya elenilmesi sonrasında başarısız olduğunu öne sürerek millî takımdaki görevini bırakacaktı. O Çekoslovakya ise sonraki aşamadan da alnının akıyla çıkarak Avrupa şampiyonu olmayı başaracaktı.

Lobanovski'nin millî takımdaki ilk deneyimi istediği gibi gitmediyse de kendisi Dinamo Kiev ile başarıdan başarıya koşmayı sürdürecekti. Dinamo artık ülkenin en önemli futbol gücü haline gelmişti ve SSCB dağılana kadar geçecek olan 15 sezon içinde altı kez daha ligi zirvede tamamlayacak, bunun yanına beş de kupa zaferi ekleyecekti. 1982-83 arasında yine bir dönem millî takımı çalıştıran Lobanovski ise bu başarıların birer tanesini kaçırmış, onun dışındaysa yine Dinamo'yu şampiyonluklardan şampiyonluklara taşıyan kişi olarak kulübedeki yerini almıştı.

Dinamo Kiev'in ve Lobanovski'nin uluslararası düzeydeki ikinci büyük başarısı da Kupa Galipleri Kupası'nda, bu kez 1986 yılında yaşanacaktı. Kupada Utrecht, Craiova, Rapid Wien ve Dukla Prag'ı saf dışı bırakarak adını finale yazdıran Dinamo, finaldeyse Atletico Madrid'i 3-0'la geçmeyi başaracak ve bu kupayı ikinci kez müzesine götürecekti. Ancak bu başarı, 11 yıl önceki gibi bir de Süper Kupa zaferiyle taçlandırılamadı ve tek maç üzerinden oynanan final, Steaua Bükreş'e 1-0'la kaybedildi.

Lobanovski, SSCB Millî Takımı'nın başındaki üçüncü ve son döneminiyse 1986-1990 aralığında geçirdi. Yine Dinamo Kievli oyuncuların ağırlıkta olduğu kadrolarla mücadele eden Lobanovski'nin SSCB'si, ilk sınavı olan 1986 Dünya Kupası'nda ilk turda grubunu lider tamamlamasına karşın ikinci turda Belçika karşısında, iki kez öne geçtiği maçı uzatmalarda 4-3 kaybederek turnuvaya veda etti. Asıl büyük başarıysa 1988 Avrupa Şampiyonası'nda gelecekti. Turnuvanın ilk turunda Hollanda ve İngiltere gibi iki rakibini mağlup ederek grubunu lider tamamlayan SSCB, yarı finalde de İtalya'yı 2-0'la geçerek finale yükselmişti. Ancak finalde, grup aşamasında 1-0 yendiği Hollanda'ya 2-0'la boyun eğen SSCB, kupaya uzanamayacaktı. 1990 Dünya Kupası'ysa, SSCB'nin dağılmasının arifesinde, futbolda da büyük hayal kırıklığı yaşamasına neden oluyordu ve takım, ilk tur gruplarını son sırada tamamlayarak turnuvanın dışında kalıyordu.

Birliğin dağılması ve sonrası

SSCB döneminde Dinamo Kiev haricinde ligde şampiyonluğa ulaşan iki Ukrayna temsilcisi daha olmuştu. Bunlar 1972'de Zorya Voroşilovgrad (bugünkü adıyla Zorya Luhansk) ve 1983 ile 1988'de bu başarıyı elde eden Dnipro Dnipropetrovsk takımlarıydı. Ayrıca Sovyet Kupası'nda da Shakhtar 1980 ve 1983'te iki zafer daha elde ederken 1988'de Metalist, 1989'da da Dnipro mutlu sona ulaşmayı başarmışlardı. Dolayısıyla 1991'de SSCB dağıldığında, futbolda ağırlık merkezi iyice Ukrayna'ya kaymış durumdaydı ve yeni oluşan Ukrayna Millî Takımı'nın da bu mirası ne denli değerlendirebileceği merakla beklenmekteydi.

Ukrayna futbolunu bu yeni dönemde ayağa kaldırmak da yine Valeri Lobanovski'ye düşecekti. SSCB'nin dağılması sonrasında bir müddet Körfez ülkelerinde çalışıp kısa yoldan servet sahibi olmayı tercih eden tecrübeli teknik adam, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt'te geçirdiği yılların ardından 1997'de ülkesine döndü ve yeniden Dinamo Kiev'in başına geçti. Dinamo Kiev, Andrei Shevchenko başta olmak üzere Sergei Rebrov, Oleg Luzhny ve Andrei Husin gibi önemli futbolculardan oluşan iyi bir jenerasyon yakalamıştı. Lobanovski'nin bu oyuncular üzerindeki etkisi de kendisini göstermekte gecikmeyince 1997-98 sezonunda Dinamo, Şampiyonlar Ligi'nde etkileyici bir performans ortaya koymuş ve çeyrek finale kadar yükselmiş, daha da önemlisi bu yolda Barcelona'yı deplasmanda 4-0 yenmek gibi olağanüstü bir skora da imzasını atmıştı. Ertesi sezonsa takım bir adım daha ileri gidecek ve çeyrek finalde, son şampiyon Real Madrid'i devre dışı bıraktıktan sonra yarı finalde Bayern Münih'e 3-3 ve 0-1'lik skorlarla elenecek, bir bakıma finali kıl payıyla kaçıracaktı.

Lobanovski'nin vedası, Shakhtar'ın çıkışı

Lobanovski'nin kulüpler düzeyinde yakaladığı bu başarıyı bir kez daha millî takımlar düzeyine de taşıması istenmekteydi ve bunun sonucunda Ukrayna Futbol Federasyonu, 2000 yılına millî takımlarının başına geçmesi için tecrübeli teknik adamla anlaşma sağladı. Ancak elemelerde grubunu Polonya'nın gerisinde ikinci sırada tamamlayan Ukrayna, baraj maçlarında da Almanya engeline takılarak turnuvaya gitme şansını kaçıracaktı. Lobanovski kısa bir süre sonra, 13 Mayıs 2002'de, yani Dinamo Kiev'in kuruluşunun 75. yıldönümünde, geçirdiği beyin kanaması sonrasında hayata gözlerini yumunca da Ukrayna futbolu adına yaklaşık 30 yıl süren önemli bir dönem de kapanmış oluyordu.

Aynı yıllarda Ukrayna futbolunda yeni bir yıldız da doğmaktaydı ve bu yıldızın adı Shakhtar Donetsk'ti. SSCB döneminde dört kez kupa şampiyonluğu yaşayan ve bu süreçte Dinamo Kiev'in fazlasıyla gerisinde kalan Shakhtar, Ukrayna'nın da bağımsızlığını kazanmasından sonra 10 yıl süren Dinamo Kiev hâkimiyetini kıran ilk takım olacaktı. Turuncu-siyahlılar, asıl başarılarınıysa 2009 yılında UEFA Kupası'nı kazanarak elde etti ve bağımsızlık sonrası Avrupa'da kupa kazanan ilk Ukrayna ekibi oldu. O sezon Şampiyonlar Ligi'nde grubunu üçüncü sırada bitirerek UEFA Kupası'na geçen Shakhtar, burada da Tottenham, CSKA Moskova, Marsilya ve Dinamo Kiev'i eleyerek finale gelmiş, Kadıköy'de oynanan finalde de Werder Bremen'i uzatmalarda 2-1 mağlup ederek kupaya uzanmıştı. Shakhtar'ın elde ettiği bu başarıya, altı sene sonra Dnipro da çok yaklaşacaktı. Ancak finalde Sevilla'ya, maçın başlarında 1-0 öne de geçmelerine karşın 3-2 kaybederek bu fırsatı kaçıracaklardı.

Millî takım ve hayal kırıklıkları

Ukrayna Millî Takımı'ysa, başarılardan çok hayal kırıklıklarıyla ön plana çıkıyordu. 2006 Dünya Kupası'nda ilk turda İspanya'nın ardından grubunu ikinci sırada bitiren Ukrayna (Tunus ve Suudi Arabistan'ı geride bırakmışlardı), ikinci turdaysa İsviçre'yi, 120 dakikası golsüz biten maç sonrası penaltılarla saf dışı bırakıp çeyrek finale kalıyor ve bugüne kadarki tek somut başarısını elde ediyordu. Ukrayna, çeyrek finaldeyse, turnuvayı şampiyonlukla tamamlayacak olan İtalya'ya 3-0'lık skorla boyun eğmişti.

Bu turnuvadan sonraysa bir daha Dünya Kupası'na katılma başarısını gösteremeyen Ukrayna, Avrupa Şampiyonası'ndaysa siftahını, ev sahibi olarak direkt katıldığı EURO 2012'de yaptı. Turnuva öncesinde Ukraynalılar artık seyirci desteğiyle de birlikte en azından bir çeyrek finalin hesabını yapıyordu. Fakat ilk maçlarında İsveç'i 2-1 yenmelerine karşın daha sonra Fransa'ya 2-0, İngiltere'ye de 1-0'lık skorlarla boyun eğen Ukrayna, bir kez daha şeytanın bacağını kıramamanın üzüntüsünü yaşıyordu. 2016 Avrupa Şampiyonası'ysa, Ukrayna adına çok daha kötü bir şekilde sonuçlanacaktı. İlk maçında Almanya'ya 2-0 yenilen Ukrayna, sonrasında grubun en zayıf takımı olarak görülen Kuzey İrlanda'ya da aynı skorla mağlup oluyor, son maçında da Polonya'ya tek golle teslim olarak turnuvayı sıfır puan ve sıfır golle tamamlıyordu ki bu, 24 takım arasındaki en kötü performanstı.

EURO 2016 sonrasında millî takımın başına eski yıldızları Andrei Shevchenko'yu getirerek bir yeniden yapılanma içerisine gitmeye çalışan Ukrayna, 2018 Dünya Kupası elemelerine de pek istediği gibi bir giriş yapamadı ve ilk maçında, kendi sahasında İzlanda ile 1-1 berabere kaldı.