TÜRKİYE-İZLANDA / UEFA EURO 2016 Eleme Grubu Maçı 13 Ekim 2015
Bugüne dek İzlanda’yı hep farklı sebeplerle tanıdık. Nüfusu 500 bine bile ulaşmayan Kuzey Atlantik’teki bu küçük ada, her nasılsa dünyayı düzenli olarak sarsabiliyordu. Björk, Grammy Ödülleri toplayan, her ülkede tanınan bir yıldız oldu. 2008 banka kriziyle iflâs ettikleri duyuruldu; ülkenin batan üç büyük bankasında parası olan Avrupalılar çok büyük panik yaşadı. 2010’da, ismini doğru telaffuz etmenin neredeyse imkânsız olduğu yanardağları Eyjafjallajökull harekete geçti, tüm kıtada hava trafiği II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük kesintisini yaşadı. Pek çok farklı yönden ana gündemmaddesi olan İzlanda’da spor, “ünlü” olmalarının sebepleri arasında değildi. Hatta eğer “Dünya spor tarihinde iz bırakan takımları nedir?” diye sorsak, futboldan çok “2008 Pekin’de Olimpiyat finali oynayan hentbol takımları” cevabını vermemiz gerekir. FIBA Europe’un başkanlığını yıllarca yürüten ve birkaç yıl önce yaşamını yitiren Olafur Raffnson, yıllarca Avrupa basketboluna hizmet etmiş saygıdeğer isimlerinden biriydi. Futbolda Türkiye’nin İzlanda’yla en çok ilgilendiği dönemlerden biri, elbette Sverisson’un Beşiktaş’ta oynadığı yıllardı. Ne var ki, bu küçücük ada Avrupa futbolunda yer aldığı seviyeyi birden değiştiriverdi. Yıllar önce Andorra ya da Malta’dan biraz daha kuvvetli, Moldova ya da Azerbaycan Kuzeyliler tarih yazdı Yaklaşık 300 bin kişinin yaşadığı bir ada olmasına rağmen, yıllarca Avrupa’nın büyük liglerine oyuncu ihraç etmekte hiç de zorlanmayan İzlanda, sonunda millî takımlar düzeyinde de dikkat çekmeyi başardı. 2014 Dünya Kupası finallerini kıl payı kaçıran İzlandalılar, EURO 2016 elemelerinde Millî Takımımızın yanı sıra Hollanda’yı da arkasında bırakarak Çek Cumhuriyeti ile birlikte finallere adını yazdırdı. İzlandalılar, Millî Takımımızla oynayacakları 13 Ekim’deki son grup maçına, tarihlerinde ilk defa bir büyük turnuvanın finallerinde mücadele edecek olmanın gururuyla gelecek. İzlanda Futbolu kıvamında, özellikle evinde sizi epey uğraştıran ama herhangi bir büyük turnuvaya katılamayacağına dair yargının herkes tarafından paylaşıldığı bir ülke takımıyken; 2013 yılının Kasım sonuna dek bir Dünya Kupası rüyasıyla yaşadılar. Eğer Hırvatistan son anda şaha kalkıp, play-off’u ikinci maçta attığı gollerle kazanmasaydı, bu büyük hayali gerçekleştirmelerine de ramak kalmıştı. 1946’daki Danimarka yenilgisi ile futbol serüvenine başlayan İzlanda, 94’te FIFA sıralamasında 37. sıraya kadar yükselmişti. Fakat modern çağa ayak uydurup her saha ve zeminde rakiple mücadele edebilecek bir takım haline gelmek için 2000’leri beklemek zorunda kalacaklardı. Geleneksel olarak, özellikle sahasında ciddi bir rakip olan İzlanda, 98’de Fransa’yla, 2003’te Almanya’yla, 2004’te İtalya’yla, 2006’da da İspanya’yla 0-0 berabere kalmayı başarmıştı. Almanya’nın bir futbolu devi haline gelişinin ilk adımı, 1954 Dünya Kupası’nın hikâyesini anlatan 2003 yapımı “Bern Mucizesi” filmi iyi bilinir. Garip bir tesadüfle İsviçre’nin başkenti, bir başka ülkenin de futbol dünyasındaki rüştünü nihayet ispat ettiği bir maça daha ev sahipliği yaptı. Fakat hikâyeyi biraz daha baştan almakta fayda var. 2011’de, önceki hocaları Olafur Johanesson’la yolları ayırıp İsveçli Lars Lagerback’ı göreve getirmeleri, İzlanda için bir diğer dönüm noktası oldu. 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde, yalnızca evlerinde Güney Kıbrıs’ı yenebilmişlerdi. Ocak 2011’deki 5-3’lük Portekiz yenilgisinden sonra artık çalıştırıcılarını değiştirmeleri gerektiğine kanaat getirdiler. Takımdaki lejyoner oyuncu sayısı hem nitelik hem de nicelik anlamında artmıştı. Yıllarını Ada’daki kulüplerde geçirip futbolunu olgunlaştırmış veteranların yanında, Danimarka, Norveç ya da Hollanda gibi liglerde kendisini kanıtlamaya çalışan bir çok genç yıldız adayları vardı. Lagerback, İskandinav futbolunun inceliklerini, ayrıntılarını bilen bir teknik adamdı; İsveç’i 5 defa üst üste büyük bir şampiyonaya götürmeyi başarmıştı. İzlanda için artık, uluslararası arenada çok kariyerli ve potansiyeli başarıya çevirebilme konusunda tescilli bir teknik direktöre ihtiyaç vardı; Lagerback İzlanda’nın başarı, İzlanda da Lagerback’ın yeniden ayağa kalkış hikâyesi olabilirdi. Lars Lagerback, kısa süre içerisinde ekibi yeniden organize ederek sonuç almaya başlamıştı bile. 2014 Dünya Kupası Elemeleri’ne 11 maç ve 25 yıldır yenemedikleri Norveç’i mağlup ederek başladılar. 2-1’lik Arnavutluk ve Slovenya galibiyetlerinde Tottenham’ın orta sahasından Sigurdsson’un serbest vuruşlardan kaydettiği gollerin önemi büyüktü. İnişli çıkışlı maçlarla bazen şaşırtsalar da dünyada tahmin edilmesi en zor futbol mucizelerinden birine imza attılar ve İsviçre’deki Bern deplasmanında 4-1 geriye düşmelerine rağmen, son dakika golüyle 4-4’ü kurtardılar. İngiltere ve Almanya’da kısa süreler şansını denedikten sonra, düzenli oynama zamanını AZ Alkmaar’da bulan Johann Gudmonnson, son 18 yılda hat-trick yapabilen ilk İzlandalı olarak tarihe geçti. Ülke futbolunun uluslararası alanda büyük üne kavuşması, nihayet bu maçla gerçekleşti. Norveç ve Slovenya’yı geride bırakıp, belki de sonuncu olmaları beklenen bu grupta play-off’a ulaşmaları pek çoklarınca öngörülemez, olağanüstü bir gelişimi sembolize ediyordu. Peki, İzlanda’nın bir Dünya Kupası’na bu kadar çok yaklaşabilmesi için neden bu kadar çok zaman geçmesi gerekmişti? Onlara sınıf atlattıran girişimler nelerdi? İzlanda’nın futboldaki en büyük problemlerinden biri, kuzey ülkelerinin karakteristiğine uygun olarak, sahalar ve zeminleriydi. Soğuk iklimde çimlerin bakımı zordu; maçlar ve antrenmanlar top kontrolünün zor olduğu toprak örtülerinde, sakatlık riskini artıran ve genç oyuncuların teknik özelliklerini geliştirmesinin önünü kesen zeminlerde yapılmaktaydı. Dahası, sadece Haziran-Ekim arası oynanan, yedi ay tatil yapılan bir yerel ligleri vardı. Sezonun bu kadar kısa olması, ülke kulüplerinde top koşturan futbolcuların seviye atlamasını engelliyordu; mutlaka yurtdışına gitmek 21 20
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4NA==