TR
EN
Fatih Terim'in A Takımı 1.06.2007
Fatih Terimin A Takımı
Müfit Erkasap, Oğuz Çetin, Metin Tekin ve Eser Özaltındere… Onlar bir dönemin yıldız oyuncuları, bugün ise Fatih Terim'in A Milli Takım'daki "beyin takımı." Neden yardımcı antrenörlüğü seçtiler? Fatih Terim gibi dominant bir kişilikle çalışırken neler yaşıyorlar?

Milli Takım'daki mesailerinde neler yapıyorlar? Karar mekanizmasındaki rolleri ne kadar? Göreve başladıklarından bu yana Milli Takım'ın nereden nereye geldiğini düşünüyorlar? Gelecekle ilgili hedefleri ne? Erkasap, Çetin, Tekin ve Özaltındere, bu soruları Tam Saha için cevapladı.

Röportaj: Mazlum Uluç

Oğuz Çetin ve Metin Tekin, sizler daha önce kulüp takımlarında teknik direktörlük yaptınız. Tek başınıza karar verme konumundaydınız. Bugün ise yardımcı roldesiniz. İki görev arasındaki farklar ve bu tercinizin sebebi nedir?

O.Ç. - Aslında ikisi farklı meslekler de diyebiliriz. Farklı bir konumdasınız ve farklı yetkilere sahipsiniz. Futbolculuk sonrası bu mesleğe en tabandan girmek istemiş ve Fenerbahçe'de yardımcı antrenörlük dönemini yaşamıştım. O dönemde de bu konumun neleri ihtiva ettiği konusunda bilgi sahibiydim. Aslında Türkiye'de bu konuda sorunlar yaşanıyor. Yardımcı antrenörün görevleri ve sorumlulukları, yetkisi nedir, bunları iyi bilmek gerekiyor. Yardımcı antrenörlükten sonraki tek yetkili dönemini de yaşadım ve ikisinin çok farklı şeyler olduğunu gördüm. Teknik direktörlüğün ardından neden Milli Takım'da antrenörlük diye sorduğunuzda ise özellikle Fenerbahçe'de yaşadığım olumsuz olaylardan sonra diğer kulüplerde görev yaptım ama istediğim ortamları yakalayamadım. Çünkü bana karşı soru işaretleri oluşmuştu. Milli Takım'la ilgili görev ortaya çıktığında, özellikle de Fatih Hoca ile birlikte çalışma ortamı doğunca bunu bir fırsat bildim. Türk futbolunun içinde çok üst düzeylerde bulunmuş, Milli Takım'da kaptanlık yapmış biri olarak bu bünyede yer almak doğru bir tercih olacaktı. Bir de benim Fatih Hoca ile çok eskiye dayanan sıcak ilişkimizi unutmamak gerek.

M.T. - Benim antrenörlük kariyerime baktığınızda, Erdoğan Arıca'nın yardımcısı olarak Gaziantepspor, Gaziantepspor, Samsunspor ve Malatyaspor'da çalıştım. Teknik Direktörlük deneyimim ise Lig A'da Çanakkale Dardanelspor ve daha sonra 5 hafta da Altay'la sınırlı. Yani Süper Lig'de teknik direktörlük yapmadım. Dolayısıyla benim açımdan level farkı yok. Bir de kulüp takımı ile Milli Takım'da görev yapmayı birbirinden ayırmak gerekiyor. Birisinde yılda takımınızın gücüne göre 40-50, diğerinde en kabadayısından 7-8 maç oynarsınız. Çok farklı stratejileri olan iki nokta. Ben 1.5 sene Genç Milli Takımlarda çalıştım. Bu çok önemli bir misyondu. Hem aldığınız keyif açısından hem gelecekteki kariyeriniz açısından. Çünkü bu futbolcu portföyüne başka hiçbir yerde sahip olamazsınız. 10 yıl içinde oynayacak 100 oyuncuyu siz 15 yaşından itibaren tanıyorsunuz.

Müfit Hoca başlangıçtan bu yana hep yardımcı rolde. Bazı insanlar için "ikinci adamlık" biçilmiş kaftandır ve o rolde başarılı olurlar. Siz de kendinizi böyle mi konumlandırıyorsunuz?

M.E. - Burada Fatih Terim'in varlığı bu fikri ortaya çıkartıyor. Ben Fatih Terim'le çalıştığım sürece Fatih Terim gibi hareket ediyorum. O sorumluluk ve yetkiyi aldığım için teknik direktör gibi yaşıyorum. Tabii ki teknik direktörlük işin bir parçası ama yardımcılık da bir iş. Ben yardımcılığı en iyi biçimde yaptığıma inanıyorum. Birinci sınıf liderler, birinci sınıf insanlarla, ikinci sınıf liderler üçüncü sınıf insanlarla çalışır. Bu çok önemli. Hayat değerlerimde hep bunu gözümün önüne getirdim. Fatih Hoca ile çalışmak, bir teknik direktör gibi çalışmakla aynı. Futbol oynadığımız dönemdeki ağabey-kardeş ilişkimiz 34, teknik ekipteki birlikteliğimiz ise 10 yılı aştı. Fatih Terim iş konusunda çok disiplinli, kuralları olan, çalışma arkadaşlarına geniş yetki ve sorumluluklar veren, ekibinden de kendisi gibi hareket etmesini isteyen bir yapıya sahip. Bunu yapmadığınız zaman zaten dışarıda kalırsınız.

Her kararı sonuna kadar tartışırız

Fatih Terim dominant bir kişilik. Böyle bir ortamda sizin karar alma mekanizmasındaki rolünüz nedir? Alınan kararlara katkınız ne oranda?

M.E. - Fatih Terim bütün ekibini dinler. Karar vereceği her konuda bizi bilgilendirir ve fikrimizi sorar. Sonuçta biz her sabah saat 09.00'da buradayız ve hep beraberiz. Hangi işi yapıyorsak, mutlaka fikirlerimizi beyan ederiz. Dışarıdan her şeyi Fatih Hoca kendi fikirleri doğrultusunda yapıyor gibi düşünülse de öyle değil. Verdiği son kararını bile tartışmaya açar. Onun üzerinde yine fikrimizi alır. Zaten tek başına karara veriyor olsa bu ekip ruhuna da aykırı olur. Sahada "takım oyunu" isteyen Fatih Terim, kendi ekibi içinde de takım oyunu oynuyor.

O.Ç - Fatih Hoca ile çalışmanın çok büyük güzellikleri var. Tabii ki tek yetkili olduğunuz zaman son karar mercii sizsiniz. Ama bulunduğunuz konumun sınırlarını sonuna kadar kullanmak da önemli ve ben bugün bulunduğum görevde bu sınırı maksimum noktasına kadar kullanabiliyorum. Çok şanslıyım çünkü çok paylaşımcı bir ekibiz. Her şey mutlaka konuşuluyor ama tabii sonuçta son kararı Fatih Hoca veriyor. Müthiş bir paylaşım var. Her konudaki fikrimizi ortaya koyabiliyoruz ve bu konuda etkili olabiliyoruz. Ama Fatih Hoca'nın elbette bugünlere gelmesini sağlayan kişisel özellikleri var. Yeri geldiğinde bu özelliklerini devreye sokuyor.

M.T. - Fatih Terim tabii ki dominant bir kişilik. Liderlik vasıfları olan birisi. Ama asla dediğim dedik değil. İş karar verme noktasına geldiğinde hakikaten çok paylaşımcı, beraber çalıştığı insanların görüşlerine değer ve önem veren birisi.

Eser Hocam siz de Fatih Terim'le çok uzun yıllardır berabersiniz. Galatasaray ve Milli Takım'dan takım arkadaşıydınız, sonrasında Galatasaray'ın teknik ekibinden başlayan ve süregelen bir beraberliğiniz var. Terim'le çalışmak nasıl bir şey?

E.Ö - Fatih Terim işinde çok titiz bir kere. Böyle olduğu andan itibaren işin şekli de değişiyor. O ekipte yer almak istiyorsanız aynı titizlikte çalışmanız gerekiyor. Bu da gerçek anlamda bir profesyonellik demek.

"Ne yapabiliriz"i ortaya çıkarmak önemli

Görevlerinizden biri rakipleri izlemek. Fatih Hoca bir basın toplantısında özellikle sizlerin maç analizindeki başarınıza vurgu yaptı. Maç izlemek ve analiz yapmanın incelikleri nelerdir?

M.E. - Bu bir bakış açısı meselesidir. Sahada bir oyun vardır ve siz de bu oyun için bir senaryo geliştirirsiniz. Milli Takım'da taktik ve stratejiler üzerinde çalışmalar yaparız. Bu taktik ve stratejileri belirlememiz için de karşı takımın belirgin, net oyun düzenlerine bakarız. Defanslarında, orta sahalarında, forvetlerinde neler yapıyorlar, genel oyun stratejileri nedir? Rakamsal istatistiksel vardır ama biz daha çok oyunun nasıl oynandığına bakarız. Oyuncuların bireysel özelliklerini analiz etmenin yanında blokların nasıl hareket ettiğini inceleriz.

M.T. - Maç izlemenin parametreleri var, standart bir matbu analiz kartı da var. İsterseniz ortaya çok standart bir tablo çıkartabilirsiniz. Ama esas önemli olan, izlediğiniz oyununun genel görünüşüdür. "Ne yapabiliriz"i ortaya çıkarmaktır. Bunun da matbu parametreleri yoktur. Teknik adamlık da böyledir zaten. Herkes takım yapar. Ama doğru futbol ve doğru oyuncu görüşünüzün olması sizi öne çıkarır. Duran topun kaç kere kullandığını herkes görebilir ama oyun genel görüşü çok daha önemlidir.

Mesela Yunanistan maçı öncesinde rakip hakkında nasıl bir analiz yaptınız? Yaptığınız analizle sahadaki oyun ne kadar örtüştü?

M.E. - Yunanistan'ın bütün maçlarını analiz odamızda ekip olarak kare kare defalarca izledik. Savunmasının, orta sahasının, forvetinin neler yaptığını teknik olarak analiz ettik. Bloklar arasındaki giriş ve çıkışları inceledik, uygulamalarını gördük. Biz de buna göre bir senaryo geliştirdik. Bizim defans oyuncularımızın karşı karşıya kalacağı oyuncular onların üç forvetleriydi. Defanslarının iki kanadı öne çıkarak orta sahayı beşliyordu ve arkada da iki adamları kalıyordu. Bu boşlukları nasıl değerlendirebiliriz, defansımızda dörde üç üstünlüğümüzü nasıl kullanabiliriz gibi konular üzerinde stratejimizi geliştirdik. Norveç maçında da sağ kanattaki Strömstad'ın ve Carew'in çok etkili olduğu üzerinde durduk. Defansları ise çizgi halinde oynuyor ve öne çıkıyordu. Orta saha ve defansları 8 kişiyle oyunu sıkıştırıyordu ama genişliğine zaafları vardı. Yine bunun üzerine bir strateji geliştirdik.

M.T. - Yunanistan maçıyla ilgili olarak Fatih Hoca ile "Ne yapabiliriz" diye konuştuk. Benim anlattıklarımdan sonra Fatih Hoca kalın hatlarıyla şöyle bir karar verdi; tempoyu yükselttiğimiz anda daha becerikli oyuncularımız olduğu için avantaj sağlarız. Ancak bu analiz meselesinde futbolu sahanın dışına çıkarıp kâğıt üzerine indirmek ve her şeyi istatistik değerlere bağlamak da çok doğru değil.

Her maçı defalarca izleriz

Analizi yapılacak bir maçı kaç kez izlersiniz?

M.E. - Mesela son çalışmamızdan örnek vereyim. Her maçın kasetinden birer kopya çıkarırız, ben, Oğuz Hoca ve Metin Hoca bu kaseti evlerimize götürüp izleriz, gereken notları alırız. Sonra buraya gelip birlikte seyrederiz. Önce bir akış halinde, ardından da pozisyon pozisyon izleriz. Öyle ki, 90 dakikalık bir maçı 3.5 saatte tamamladığımız olur.

Görev tanımınızdan ve paylaşımınızdan söz eder misiniz? Eser Hoca'nın spesifik bir görevi var ama Müfit Erkasap, Oğuz Çetin ve Metin Tekin'in birbirinden farklı görevleri nelerdir?

O.Ç. - Müfit Hocamız, Fatih Hoca'dan sonra Teknik Sorumlu Yardımcısıdır. Ondan sonra da Metin Hoca ile ben görev yapıyoruz. Levent'ten Beylerbeyi'ne gelmeye karar verdiğimizde bu tesisler baştan sona elden geçti. Çalışma odalarını düzenlerken dört kişilik ekibimizin aynı odada çalışmasına karar verdik. Bu ortam içerisinde herkes kendi çalışmasını diğerleriyle paylaşıyor.

En önemli kriter son milli maç

Bir başka faaliyetiniz de oyuncu kadrosunun seçimi. Bu seçim sürecini anlatır mısınız? Neler yaşanır, neler konuşulur, tartışılır bu süreçte?

M.E. - En çok mesai harcadığımız bölüm kadroyu oluşturma bölümü. Norveç maçı bittiğinden itibaren biz Bosna-Hersek maçının kadrosunu düşünmeye başladık. Milli oyuncularımızın yanı sıra kadroya girebilecek oyuncuları takip ediyoruz. Ümit Milli Takımımızı takip ediyoruz. Oyuncularımızın kulüp teknik direktörleriyle görüşüyoruz. Burada adalet çok önemli. Çünkü bu milli forma ve biz bu formayı çok dikkatli dağıtmak zorundayız

M.T. - Kadro oluştururken en önemli kriter son oynadığımız milli maçtır. Olası sakatlıklar ve cezalar durumunda da lig maçlarındaki performans devreye girer. 40 kişilik bir geniş kadromuz var. Milli Takım'da birlikte oynayan bir takım mı oluşturmak, yoksa formda olan oyuncularla sürekli başka kadrolar mı oluşturmak doğrudur? Bizim anlayışımız birlikte oynayan bir takım oluşturmak. Büyük takım olacaksanız kendi oyununuzu oynayacaksınız. Zaten bizim hedefimiz de bu. Fatih Hoca geldiğinden beri aynı şeyi söylüyor; biz büyük hedefin peşindeyiz. Dolayısıyla, herkese oyununu kabul ettiren bir Milli Takım'ı oluşturmanın peşindeyiz.

O.Ç. - Özellikle son yıllarda Türk futbolunda ciddi sıkıntılar var. Sakaryaspor'da forma giydiğim dönemde her kulüpte Milli Takım'da oynayabilecek düzeyde 4-5 futbolcu vardı. Seçme yelpazesi daha genişti. Ama şimdi özellikle belli mevkilerde ciddi sıkıntılarımız var. Yabancı sayısının 6 olmasının yanı sıra Türkiye'deki spor kültürünün günlük başarılara endekslenmesinin getirdiği problemler var. Bu zihniyet kulüplerde alttan gelecek gençlerin önünü kapatıyor. Mesela biz Can Arat'ı geçtiğimiz Mayıs ayındaki turnuvada oynattık ve kazandık. Sonrasında Can kulübünde oynamaya başlarken iki yabancı stoper transfer edildi. Can kulüp takımında oynayamayınca Milli Takım'a da gelemedi. Böyle bir genci kaybediyoruz. Servet ise tam tersine oynayabileceği bir kulübe gitti ve Milli Takım'da yer almaya başladı. Bunu bir camia üzerine alınmasın, çünkü genel yapıdan bahsediyorum. Günlük başarıların peşinde koşmayıp gençlerin de önünü açmak gerekiyor.

Dolayısıyla siz seçme konusunda çok da fazla sıkıntı yaşamıyorsunuz, çünkü seçilebilecek çok fazla oyuncu da yok. Öyle mi?

O.Ç.- Geniş bir kadromuz var ve biz bu kadroya kimleri sokabileceğimizi en ince detayına kadar araştırıyoruz. Ancak dönüp dolaşıp baktığımız zaman bu isimlerin çok daha fazla olması gerektiğini düşünüyorum. Yurt dışında 11 oyuncumuz var. Sakatlık ve performans gibi nedenlerle 4-5 tanesinden faydalanabiliyoruz. Süper Lig'de 18 takımda 5'er Türk futbolcusu oynuyor. Toplam 90 oyuncu yapıyor. Bunların hepsi Milli Takım düzeyinde değil. Sakatlıktı, başka problemdi derken seçme yelpazemiz daralıyor.

Kadronun açıklanacağı gün genellikle akşam saatlerine kadar çalışmalarınız sürüyor. Bu da medyada "Kadro son gün mü belirleniyor?" gibi eleştirilere yol açıyor. Bu noktayı tartışma konusu olmaktan çıkartacak cevap nedir?

O.Ç. - Elbette son dakikada karar vermiyoruz. Ön çalışmalar çok önceden başlıyor. İnanın bizim ekip içerisinde her şey sürekli konuşuluyor. Bir karar verdikten sonra o kararı da yeniden tartışmaya başlıyoruz. Bosna-Hersek maçının kadrosunu belirlemek için iki ay öncesinden çalışmalara başladık. Kadroyu açıklayacağımız gün biz hâlâ konuşuyor, tartışıyor olacağız. Bir de son hafta maçlarında sakatlıklar oluyor, yeni olaylar gelişiyor. Bunların hepsini değerlendiriyoruz.

Oyuncunun uluslararası seviyesi önemli

Bir başka konu da kadro açıklandıktan sonra gelen "Şu oyuncu çok formda ama kadroda yok" gibi eleştiriler. Sizin seçim kıstaslarınızı açıklamanızın bu tartışmayı da ortadan kaldırabileceği düşünülebilir.

M.E. - Bir antrenörün çok güvendiği, kendi stratejisi içinde mutlaka görev vermek istediği oyuncular vardır. O oyuncular bazen kulüp takımlarında oynamayabilir ama biz ona inanmışızdır. Zaten o da biliyordur ki, Milli Takım'a gittiği zaman kendisine güveniliyor. İşte bu güven ortamının olduğu yerde yetenek de ortaya çıkar, güç de ortaya çıkar.

O.Ç. - Bir kere uluslararası seviyede fiziğe ve yeteneğe sahip oyuncuların önceliği var. Bu oyuncuların da istikrarlı olanları tercih ediliyor. Ancak içinde bulunduğumuz durum gereği bazı şeyleri göz ardı edip inandığımız oyuncuyu kadroya dâhil edebiliyoruz. En çok dikkat edilmesi gereken konulardan biri de günümüz futbolu çok dinamik, dayanıklılığı iyi, çabuk kuvveti olan futbolcular arıyor. Bizim arayışlarımız da bu kıstasların üzerinden yürüyor. İnandığımız, bildiğimiz, yeteneğine ve kişiliğine güvendiğimiz oyuncular her zaman önde geliyor. Tartışma her zaman olur. Türkiye'de maalesef her şey günlük yaşandığı için o hafta iki gol atan oyuncu çok öne çıkabiliyor. Bizim seçtiğimiz oyuncu hakkında ise olumsuz şeyler söylenebiliyor. Ama hakkında olumsuz konuşulan oyuncunun 15 senelik bir istikrar yakaladığı göz ardı edilebiliyor. Halbuki o oyuncunun bir çizgisi vardır. Ama inanın, hangi oyuncu olursa olsun hepsinin üzerinde çok uzun tartışmalar yapılıyor.

Milli Takım için üç kaleci seçiliyor. Eser Hocam, bu seçimler sırasındaki kriterleriniz nelerdir?

E.Ö. - Ben kaleci departmanının başındayım ve tam mesai çalışma şartları içinde oldukça bol zamanım var. Türkiye Liglerindeki kalecileri bütün boyutlarıyla çok yakından değerlendirme imkânına sahibim. Elinizde belli kriterler bulunduğu zaman da o kalecileri doğru değerlendirmeniz ve doğru bir sıralandırma yapmanız mümkün oluyor. Kaleci seçimlerinde verdiğimiz mesajlarla ülke kaleciliğini de yönlendirmeye çalışıyoruz. Değişik maçlara göre farklı kalecileri seçebiliyoruz. Mesela Serkan Kırıntılı 1985 doğumlu. Onun geleceğe dönük, yetenekli bir kaleci olduğunu kavrıyorsunuz ve hiç olmazsa üçüncü kaleci olarak Milli Takım'a gelmesini sağlıyorsunuz. Bir yandan o Milli Takım'ın havasını koklarken bir yandan da Türkiye'ye "1985 doğumlu, bu ülkenin çocuğu bir kaleci A Milli Takım'a seçilebiliyor. Ey antrenörler siz de gençlere önem verin, bulun çıkarın, eğer bunu yaparsanız mutlaka değerlendirilecektir" mesajı veriliyor.

Kadro açıklanırken kaleci seçimlerinde sizin katkınız ne kadar? Bu konuda tek seçici siz misiniz?

Ben kriterler çerçevesinde ve maçın özelliğine göre belli kaleciler konusunda raporlarımı hazırlıyorum. Bunu yaptığımız değişik toplantılarda Fatih Hoca'ya sunuyorum. Kafalarda soru işaretleri varsa benim uzmanlık alanım olduğu için gereken açıklamaları yapıyorum. Karşılıklı bir etkileşim içerisinde karar veriyoruz ama sonuçta son sözü söyleyecek olan Fatih Hoca'dır. Ancak bugüne kadar ortak noktalarda buluşmadığımız olmadı. Seçilen üç kaleci arasından ilk onbirde oynayacak ismin belirlenmesi sırasında da aynı yolu izliyoruz.

Çalışmalarınızın bir başka aşaması da kamp dönemleri. Oyuncularla kısa süreli buluşmalar olarak nitelendirilecek bu dönemlerde antrenörlerin görevleri nelerdir?

O.Ç.- Şunu unutmamak lazım, bizim ilişkimiz kampta başlayıp bitmiyor. Oyuncularımızla sürekli irtibat halindeyiz. Milli Takım oyuncusunun görevi milli maç bittiğinde sona ermiyor. Bizim onlardan beklentilerimiz devam ediyor. Kamp dönemi ise çok farklı. Ama en önemlisi, ülkemizdeki bu günlük başarı yarışı içinde futbolcularımızın işi de kolay değil. Oyuncularımız kampa çok yıpratılmış bir biçimde geliyor. Ama burada müthiş bir güven, sevgi, saygı ortamı ve inanmışlık var. Bunları laf olsun diye değil, inandığım için söylüyorum. Tabii kampta oyuncuyla sadece konuşmanız da yeterli değil. Sizin davranışınız, tarzınız, duruşunuz da çok önemli. Fatih Terim'in öyle bir tarzı var ki, onun bulunduğu ortamda takım olmak, takım ruhunu geliştirmek, güven ortamı sağlamak da çok kolay oluyor. Bizim en büyük artımız da budur. Oyuncularımız bizimle olmaktan çok mutlu. Bu ortamı pekiştiren bir başka faktör de elde edilen başarılı sonuçlar.

M.T. - Milli Takım atmosferi oyuncuyu çok çabuk adapte ediyor. Oyuncuyu ligden çıkartıp, çok farklı seviyedeki bir milli maça hazırlamak kolay değil elbette. Bu da işin püf noktası ve bunu başarmak zorundasınız.

Her birinizin farklı mevkilerin oyuncusu olmanız bir tesadüf müdür yoksa takımı çalıştırırken bu özelliklerinizden faydalanır mısınız? Oğuz Hoca'nın orta saha, Müfit Hoca'nın savunma, Metin Hoca'nın forvet oyuncularını çalıştırması gibi.

M.E. - Şimdi bu seçilmiş ekipte, kendimi bir yana koyarak söylüyorum, çok büyük bir kalite var. Karakter, zekâ, futbol geçmişi, neresinden bakarsanız bakın hepsi müthiş. Bu insanların Türkiye'de yapacak çok şeyleri var. Benim yok mu, işte sorunun başına geliyoruz. Ben yoluma Fatih Hoca ile devam ediyorum. Ancak Oğuz Hoca'nın, Metin Hoca'nın önünde çok önemli yollar var. Eser Hoca dâhil hepsi üniversite mezunu. Defalarca milli olmuşlar. Böyle bir ekiple çalıştığım için buraya koşa koşa geliyorum. Evim Florya'da ama buraya gelirken yol gözümde büyümüyor. Hepsi üst düzey oyuncular oldukları ve pratiğin içinden geldikleri için sorunları çabuk çözebiliyoruz.

O.Ç. - Teknik ekibin seçimi yapılırken daha farklı kıstaslar göz önüne alınmıştır. Ama elbette Metin Tekin'in forvet, benim orta saha, Müfit Hoca'nın defans oyuncusu olmasının büyük artıları var. Bir takım şeyleri oluştururken bunlar ortaya çıkıyor. Mesela benim forvetle ilgili düşünemediğim bir şeyi Metin Hoca söylerken, ben de orta saha ile ilgili farklı bir bakış açısı getirebiliyorum.

M.T.- Günümüzde böyle abartılı bir durum var. Santrfor antrenörü, defans antrenörü gibi… Lyon yapıyor bunu. Bizim için böyle kesin bir ayrım söz konusu değil. Ama ben forvet oynadım ve bu bölgenin oyuncusunun seçiminde elbette bir avantajım olabilir.

Milli Takım az hata yapanların yeri

Milli Takım, yapısı itibarıyla size maç dönemleri dışında geniş boşluklar bırakıyor. Ancak siz sürekli mesaidesiniz. Maç dönemleri dışındaki geniş boşluklarda neler yapıyorsunuz?

O.Ç. - Bu konu çok önemli. 90'lı yıllarda Fatih Hoca öncesinde Milli Takım'ın teknik ekipleri maçtan maça görev yapardı. Fatih Terim'le birlikte sistem değişti. Biz sabah Beylerbeyi'ne geliyoruz, akşam çıkış saatimiz belli değil. Hafta sonlarında maçları izliyoruz. Hafta içinde de maç analizleri, oyuncu raporları gibi çalışmalar yapıyoruz. Bu arada Jira Projesi çerçevesinde A lisans kursuna gittik. Yani boşluk diye bir şey yok. Maçların arasında boşluk var ama bizim mesaimizde yok.

M.E. - Bizim 15 yaştan itibaren Milli Takımlarımız var. Onların teknik adamları var, takımların tespitleri var. Onlarla da diyalog halindeyiz. Rakiplerimizin analizleri, Milli Takım oyuncularımızın seçimi ve izlenmesi var. Onlarla ilgili raporların hazırlanması var. Rakip milli takım oyuncularının kulüp takımlarındaki maçlarını da izliyoruz. Kaç dakika oynadı, nasıl bir performans gösterdi, sakat mı, formda mı, bu bilgilerin hepsine ulaşıyor ve arşivliyoruz.

M.T. - Kulüp antrenörüne göre stresi biraz daha az bir iş bizimkisi. Her hafta galibiyet-mağlubiyet yaşamazsınız. Ama bunun yanında diğer arkadaşlarımın sözünü ettiği faaliyetler mesaimizin tümünü doldurur. Burada kulüp antrenörü ile milli takım antrenörü arasındaki önemli bir ayrımı da belirtmem gerekiyor. Milli Takım, az hata yapanların yeridir. Çünkü yılda 7-8 maç oynarsınız ve çok fazla telafi şansınız yoktur. Ligde zaman zaman "çok önemli" maçlar vardır ama burada her maçınız "çok önemli"dir. Milli Takım'da görev yapıyorsanız, "İleride düzelecek" gibi cümleler kuramazsınız.

Türk Milli Takımı'nın bir ekolü var

Göreve geldiğiniz günden bu yana Milli Takım'ın kaydettiği aşamadan söz eder misiniz? Nasıl bir tabloda görev aldınız, bugün geldiğiniz nokta neresidir?

M.E - Genele baktığımızda bu takım bir turnuvaya başladı ve geçmiş turnuvalara göre bir değişim içinde. Oyuncuların yüzde 80'i değişiyor, bu arada turnuva devam ediyor ve bizim iddiamız en güçlü bir biçimde sürüyor. İnanır mısınız, biz Almanya'daki hazırlık turnuvasına çıkmadan önce hiçbir taktik çalışması yapmamıştık. Ekip olarak oturduk ve "Türk Milli Takımı nasıl oynamalı" konusunu konuştuk. Türk Milli Takımı'nın bir ekolü olması gerektiğini düşündük. Futbol oyunu başladığından bu yana futbolun temel prensipleri hiçbir zaman değişmedi. Stratejiler, taktikler, sistemler değişir ama gol atıp gol yememek üzerine kurulu prensip hiç değişmez. Bu bir anayasadır. Biz oyunculara savunma yaparken bu anlayışta, hücum ederken bu anlayışta olacağız diyoruz. Almanya'daki turnuvanın başlangıcından bitişine bunun üzerinde dura dura 15 günlük bir süre içinde çok büyük aşama kaydettik. Burada oyuncuların becerisi ve zekâsı da çok önemliydi. Algılaması ve uygulaması mükemmel oyuncularla çalışıyoruz çünkü. Bu beceriyi ortaya koymak için de çok önemli bir faktör var tabii. Oyuncu bulunduğu ortamı, çalıştığı ekibi seviyorsa, karşılıklı bir sevgi-saygı ilişkisi hissediyorsa, bu aile ortamı içinde iştahı kabarıyor ve becerisini kullanma dozu artıyor. Biz Almanya turnemiz sırasında bunu kazandık. Milli Takım oyuncuları ile diyaloğumuz asla kopmuyor. Hayatın bütün değerlerini onlarla paylaşıyoruz. Böyle bir ortamda ortaya çıkan iş de daha başarılı oluyor elbette.

O.Ç. - Göreve geldiğimiz noktada oyuncu bazında olsun, kadroyu oluşturma bazında olsun sorunlarımız vardı. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, Milli Takım'da ciddi bir değişim başladı ve artık sistem oturuyor. Fatih Hoca'nın temel anlayışı yetenekli oyunculardan kurulu, koşan bir takım. Bunu oluşturduk ve hâlâ bu kadroya sokacağımız genç oyuncular var. Ekstra performans gösterip ligden kadroya giren oyuncular olabiliyor ama bizim asıl gidiş yolumuz Genç Milli Takımlardan itibaren gelen oyuncular. Bu süreçte de aramıza katılacak oyuncular var. Biz Levent'ten buraya gelirken tüm Milli Takımların bir arada olması gerektiğini düşündük. Bilgiyi herkesin paylaşması ve Genç Milli Takımlardan itibaren Milli Takım'ın bir bütün olduğunun ortaya konulması açısından bu çok önemliydi.

M.T. - Kesinlikle büyük bir değişim görüyorum. Norveç maçında 2-0 geriye düştük ama oyun yine bizim istediğimiz şekilde oynandı. Ancak oyun kontrolümüzde giderken iki tane gol yedik. Bu da olacaktır. İki tane pozisyon verdik ama oyunu vermedik.

Bundan sonrası için kişisel hedefleriniz nelerdir? Mesela Fatih Hoca'dan sonrası için kendi aranızda bir rekabet yaşıyor musunuz?

O.Ç. - Mümkün mü? Zaten Fatih Hoca'dan sonra biz geleceğiz diye bir şey yok. Benim en büyük hedefim bu meslekte istenilen, arzu edilen kişi olmak. Bu hedefe ulaşabilmek için de kendimi en üst seviyede hazırlamak.

M.E. - Benim hedefimin birinci ayağı Milli Takımımızın Euro 2008'e katılması. Bu hedefe de çok yakınız. Bunu sadece aldığımız sonuçlar açısından değil, takımımızın kalitesine ve takım olma sürecinde kat ettiği mesafeye bakarak söylüyorum. Artık ortak değerlerimiz oluştu. Ben Milli Takım'da bunu algılıyorum. Bunlar önce oluştu, şimdi de yükselmeye başladı. İkinci hedefim ise Avrupa Şampiyonu olmak.

Finale kadar gideriz

Milli Takımımızı dünya futbolu içinde nerede görüyorsunuz?

M.E - Finallere gittiğimiz zaman ilk gruptan çıkarsak şampiyonluğa kadar gideriz. O kaliteye ve güce sahibiz. Zaman zaman kötü oynanan maçları baz almayalım. Futbolda bir kural vardır; futbolcu tesadüfen kötü oynayamaz. Bu takım son Dünya Şampiyonu İtalya ile Bergamo'da berabere kaldı, son Avrupa Şampiyonu Yunanistan'ı Atina'da 4-1 yendi. Bu potansiyeli her zaman dinamik tutup devreye sokabilmek önemli.

Aslında bir yanıyla da Alman Milli Takımı'nın Beckenbauer dönemindeki yapılanmasına benziyor bizim yapılanmamız. Beckenbauer'in yanında Vogst, Müller ve Maier'i görüyorduk mesela.

O.Ç. - Hocamızın oluşturmuş olduğu yapı da bu. Kimse dikkat etmiyor ama Türk futbolunda üst düzeyde oynamış, bu meslekte yer almak isteyen, bunun hırsını yaşayan ve çalışan insanları bir araya getirmeye çalışıyor. Bundan güzel bir şey olabilir mi? Almanya'nın yaptığı da bu. Ama orada futboldan gelen insanlar çok değerli. Bizde ise farklı bir şey var. İnsanlar bir yere geldiğinde onları nasıl yok ederiz diye bakıyoruz. Değeri elimizde tutmayı ve geliştirmeyi bilmiyoruz. Almanya'ya baktığımızda futbolu futboldan gelenler yönetiyor. Bizim yapmamız gereken özeleştiri de futboldan gelen insanların neden kulüpleri yönetenlerin arasında yer almadığı olmalı.

Bundan sonrası için teknik direktörlük yapma hedefiniz de vardır mutlaka.

O.Ç. - Hepimiz en üst düzeyde lisansa sahip kişileriz. Kendi içimizde çok ciddi hedeflerimiz var. Bu hedefleri Fatih Hoca da ilk baştan dile getirdi. Milli Takım düzeyinde veya farklı noktalarda kendisinin yolundan gidebilecek isimlerle çalıştığını söyledi. Kendi adıma tabii ki hedefim bu meslekte istediğim noktalara gelmek. Burada bulunduğumuz ortam çok farklı. Burası Türk futbolunun merkezi. Eğitim Dairesi burada. İnsanlar kendilerini geliştirme adına sonsuz imkânlara sahip. Biz bu gelişimi kendi içimizde sağlarken, en önemlisi de pratikte yaşadıklarımız. Fatih Hoca gibi hayatı pratikle geçmiş, bu pratiği yaşarken önemli başarılar elde etmiş bir isimle birlikteyiz. Onun futbol bilgisi, teknik-taktik anlayışının yanında antrenörlük duruşu, davranışı ve yaklaşımı konusunda da ciddi tecrübeler ediniyoruz.

Burada iki senedir tedrisattan geçmiş biri olarak bugünkü Oğuz Çetin o günkü Fenerbahçe'nin başında olsaydı daha farklı gelişmeler yaşanabilir miydi?

O.Ç. - Bu meslek içerisinde insan her gün bir şeyler öğreniyor. Tecrübeler sonsuz. 50 yaşında da sonrasında da mutlaka bir şeyler öğreniyorsunuz. Ama Türkiye'de asıl olan insan ilişkileri. Bugünkü Oğuz'un teknik-taktik bazda mutlaka farklılıkları olacaktır ama asıl olan insan ilişkileri. Gittiğiniz yeri yönetebilmeniz önemli. Avrupa'da böyle bir şey yok. Avrupa'daki teknik direktör saha içiyle sorumlu. Ama Türkiye'de siz medyayla, yönetimle, başkanla, kulübün etkin çevresiyle olan ilişkileri de yönetmeyi bilmelisiniz. Teknik sorumlunun yanında yönetici de olmanız gerekiyor. Bugünkü noktada neyin ne olduğunu öğrendim.

Metin Tekin'in gelecekle ilgili planlarında neler var?

M.T. - Tabii ki daha üst düzeyde teknik adam olarak çalışmak önemli. O anlamda Genç Milli Takımlardan itibaren çok önemli deneyimler kazandım ve kazanmaya da devam ediyorum. Bir Avrupa Şampiyonası finallerine doğru yol almak ve bu yolu Fatih Hoca'yla birlikte kat etmek gerçekten müthiş bir deneyim. İnşallah 2008'e gideriz ve bu arada ortaya mesleki anlamda daha iddialı bir Metin Tekin çıkar. Somut olarak ifade etmek gerekirse de Beşiktaş'ta bir gün bile forma giyen oyuncunun hedefi Beşiktaş Teknik Direktörlüğü ise benim için de hedeflerden biri budur. Milli Takım Teknik Direktörlüğü de çok önemli bir hedeftir. Zor görünse bile Jira Projesi ile birlikte 5 yıl sonra yurt dışında antrenörlük yapmak yine bir hedef. Türk antrenörü artık bu noktaya geldi. Ligimizde Türk antrenörlerin sayısının ve niteliğinin ağırlıklı bir konuma gelmesi de bu görüşü pekiştiriyor. Bunu anlamsız bir milliyetçilik olarak söylemiyorum. Türk antrenörler artık yabancı meslektaşlarıyla yarışacak düzeye geldi.

Kişisel gelişim açısından neler yapıyorsunuz? Burası size neler kattı?

M.T. - Çok büyük katkısı var. Dünyanın en iyi kitabını alırsınız ve okursunuz. Ama bunların kitabı yok. Türk Milli Takımı'nın oluşmasının içinde olmak, bir Avrupa Şampiyonası finallerine katılma mücadelesinin içinde bulunmak müthiş gelişim faktörleri. Bunun yanında elbette futbol ve bilimle ilgili yayınları en yakın biçimde takip ediyorum ama en önemlisi yaşayarak öğrenmek.

Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

M.E. - Bu aile sadece A Milli Takım ailesi olarak düşünülmemeli. Genç Milli Takımların bütün hocaları, bölge antrenörleri, tesislerimizde çalışan bütün arkadaşlarımız, Cezmi Turhan, Şükrü Hanedar, Aylin Sungur'uyla bir ekibiz biz. Ben bunu Galatasaray'da da yaşadım. 1996'dan 2000'deki UEFA Kupası şampiyonu olduğumuz döneme kadar da aynı şeyler oturmaya başlamıştı. Futbolcularla, çalışanlarla, teknik ekiple bir aile olmuştuk. Daha sonra bu oluşumun üzerine koyarak yükselmeye başladık. Öyle bir hale gelmiştik ki artık haftalık program asmaya bile gerek kalmamıştı. Herkes neyin ne zaman olduğunu özümsemişti. Sonuçta bu uyumlu ortam, bu birlik-beraberlik tablosu bizi UEFA Kupası şampiyonluğuna götürdü. Ben bugün Milli Takım ailesi içinde de aynı havayı soluduğumu hissediyorum.

Bir başka Bosna-Hersek

Milli Takımımız, 2 Haziran'da Bosna-Hersek'le deplasmanda çok önemli bir maça çıkacak. Bizimkilerin liderlik konumunu sürdürmesi ve Avrupa Şampiyonası finallerine giden yolu ardına kadar açması için bu karşılaşmadan çıkartılacak bir galibiyet çok önemli. Ancak 7 puanlı Bosna-Hersek açısından bakıldığında da rakibimizin iddiasını sürdürebilmesi açısından bu maçı kazanmaya mutlak ihtiyacı var. Bosna-Hersek'i farklı zamanlarda defalarca seyreden, sonrasında haftalarca maç kasetlerinin analizini yapan ekiple, yani Müfit Erkasap, Oğuz Çetin ve Metin Tekin'le Bosna-Hersek'i konuştuk. İçlerindeki galibiyet inancı sonsuz, ancak rakibimizin geçirdiği değişime ve saha şartlarına da dikkat çekerek "kolay maç olmayacak" gerçeğinin de altını çiziyorlar.

Müfit Erkasap

Bosna-Hersek'in enteresan bir durumu var. Daha önce grupta oynadıkları iki maçlarını izlemiştim. Norveç'le oynadıkları son maçı da ben takip ettim. Bosna-Hersek'in ilk onbirindeki 7 oyuncusu değişti. Dolayısıyla oyun yapıları ve düzenleri de değişti. Karşımıza daha genç ve dinamik bir takım çıkacak. Eski takıma göre bir değil, birkaç gömlek yukarıda bir rakip var karşımızda. Bu yeni oyuncular aynı zamanda başarıya da aç. Ancak bizim takımın şu anda gelmiş olduğu pozisyonda müthiş bir güveni ve oturmuş bir oyun yapısı var. Oyuncularımız arkadaşlarına uyum sağlamakta zorluk çekmiyor.

Oğuz Çetin

Bosna-Hersek eski Yugoslavya ekolünün bir parçası ve çok yetenekli oyunculara sahip. Müthiş bir gelişim içerisindeler. Macaristan ve Yunanistan maçlarını büyük hakem hatalarıyla kaybettiler. Norveç'i yenince yeniden gündeme geldiler. Son Norveç maçına ilk onbirlerinde 7 farklı oyuncuyla çıktılar. Eski takımla bu son takıma baktığınızda yetenek açısından bir fark göremiyorsunuz. Hatta bu takım daha fazla koşan ve temposu daha yüksek bir takım. Bosna-Hersek'in yeni kadrosu oyunu daha dar alanda oynuyor ancak yine yetenekli oyunculara sahip olduğu için istediklerini yapabiliyor. Grubumuzun içinde en yetenekli takıma karşı oynayacağız. Ama bunun yanında bizim tempomuz daha yüksek. Bizim yeteneklerimiz onlardan aşağı değil hatta daha iyi. Bir bütün halinde de biz onlardan daha güçlüyüz. Ancak biliyoruz ki bu maç farklı olacak. Karşımızda "oynayan" bir takım bulacağız. Tabii Bosna-Hersek'in belli zaafları da var. Dar alanda oynamaya çalışırken top kaybı yapıyor ve bu durumda savunmada dengesiz yakalanabiliyorlar. Bu zaaflarını değerlendireceğiz. Üstesinden gelemeyeceğimiz bir rakip değil. Ancak şu gerçek unutulmamalı. Artık dünya futbolunda kolay maç yok. Bu nedenle rakibin kadar oyun ve taktik disiplin içinde olacaksın, onlar kadar koşacaksın, ikili mücadeleye gireceksin, ondan sonra bireysel yeteneklerinle artı işler yapacaksın.

Metin Tekin

Öncelikle bu maçı çok iyi bir sahada oynamayacağız. Bazı sahalar vardır, ambiyansı ile zordur ve size uymaz. İyi sahalar bizim Milli Takımımıza avantaj sağlar. Bosna'nın stadında tribünler sahaya çok yakın ve zemin de bozuk. Ayrıca bu maç ligler bittikten sonra ve yazın oynanıyor. Ayrıca Bosna'nın gruba tutunmak için galibiyetten başka bir şansı yok. Bizim avantajımız ise hem daha iyi bir takımız hem de daha kaliteli oyunculara sahibiz. Ama hiç kimse Bosna'yı küçümsemesin. Onların da Parma'da, Bochum'da oynayan oyuncuları var. Yurt dışında bizden daha fazla oyuncuları top koşturuyor. Eğer Macaristan ve Yunanistan maçlarında hakem hataları olmasaydı Bosna-Hersek grupta bu kadar geri planda kalmazdı.

C Grubu

TAKIMLAR

O

G

B

M

A

Y

P

1. TÜRKİYE

5

4

1

0

14

3

13

2. YUNANİSTAN

5

4

0

1

8

4

12

3. BOSNA HERSEK

5

2

1

2

10

12

7

4. NORVEÇ

5

2

1

2

9

6

7

5. MACARİSTAN

5

2

0

3

7

8

6

6. MALTA

5

1

1

3

5

10

4

7. MOLDOVA

6

0

2

4

3

13

2

Maç Skorları

Tarih

Ev Sahibi Takım

Skor

Misafir Takım

02.09.06

Malta

2 - 5

Bosna Hersek

02.09.06

Macaristan

1 - 4

Norveç

02.09.06

Moldova

0 - 1

Yunanistan

06.09.06

Norveç

2 - 0

Moldova

06.09.06

TÜRKİYE

2 - 0

Malta

06.09.06

Bosna Hersek

1 - 3

Macaristan

07.10.06

Moldova

2 - 2

Bosna Hersek

07.10.06

Macaristan

0 - 1

TÜRKİYE

07.10.06

Yunanistan

1 - 0

Norveç

11.10.06

Malta

2 - 1

Macaristan

11.10.06

TÜRKİYE

5 - 0

Moldova

11.10.06

Bosna Hersek

0 - 4

Yunanistan

24.03.07

Yunanistan

1 - 4

TÜRKİYE

24.03.07

Norveç

1 - 2

Bosna Hersek

24.03.07

Moldova

1 - 1

Malta

28.03.07

Macaristan

2 - 0

Moldova

28.03.07

TÜRKİYE

2 - 2

Norveç

28.03.07

Malta

0 - 1

Yunanistan

2 Haziran Programı

Bosna Hersek-Türkiye
Norveç-Malta
Yunanistan-Macaristan